KirkçEŞme tesisleri


MURAD MOLLA TEKKESİ VE KÜTÜPHANESİ



Yüklə 8,15 Mb.
səhifə128/140
tarix27.12.2018
ölçüsü8,15 Mb.
#87838
1   ...   124   125   126   127   128   129   130   131   ...   140

MURAD MOLLA TEKKESİ VE KÜTÜPHANESİ

Fatih Ilçesi'nde, Çarşamba'da, Tevkii Cafer Mahallesi'nde, Murat Molla Caddesi'nde yer almaktadır.

Aynı arsada yer alan ve küçük bir kül-

liye oluşturan bu iki tesis "Murad Molla" lakaplı Rumeli Kazaskeri Damadzade Meh-med Murad Efendi (ö. 1778) tarafından tesis edilmiştir. Tekkenin inşa tarihi 1183/ 1769, kütüphaneninki ise 1189/1775'tir. Kütüphanenin günümüze kadar özgün tasarımım ve kullanımını koruyabilmesine karşılık tekke II. Abdülhamid (hd 1876-1909) tarafından 1308/1890'da yemlenmiş, tekkelerin kapatılmasını (1925) izleyen dönemde, 1930'larda tevhidhane binası yanarak ortadan kalkmış, harem ve selamlık bölümlerini barındıran meşruta bir müddet Biçki ihtisas Mektebi olarak kullanıldıktan sonra Vakıflar İdaresi'nin kiracılarına mesken olmuştur.

Bazı kaynaklarda "Murad Efendi Tekkesi" olarak da anılan tekkede pazar günleri ayin icra edildiği, Dahiliye Nezareti' nin R. 1301/1885 tarihli istatistik cetvelinde burada 6 erkek ile 2 kadının barındığı tespit edilmektedir. Nakşibendîliğe bağlı olan Murad Molla Tekkesi'nin postnişin-leri şu kimselerdir: 1) "Beyzade" lakabı ile tanınan, Ahıskalı Şeyh Ebü'l-İşrak el-Hac Seyyid Mustafa Efendi (ö. 1785), 2) Mustafa Efendi'nin halifesi Ahıskalı Şeyh el-Hac Seyyid Abdülhalim Efendi (ö. 1815), 3) Aynı semtte bulunan Mesnevîhane Tek-kesi'nin(->) banisi, Sultan Ahmed Camii vaizi, döneminin ünlü mesnevihanların-dan, Abdülhalim Efendi'nin oğlu Şeyh el-Hac Hafız Seyyid Mehmed Murad Efendi (ö. 1848), 4) M. Murad Efendi'nin oğlu Şeyh Mehmed Arif Efendi (ö. 1889), 5) Nakşibendîliğin Halidî koluna mensup Şeyh Ali Talib Efendi (ö. 1913).

Tekkenin arsası batıd Murat Molla Caddesi, diğer yönlerde komşu parsellerle çevrilidir. Caddeye açılan cümle kapısı kesme küfeki taşı ile örülmüş, basık kemerinin üzerine yan yana iki kitabe yerleştirilmiştir. Sülüs hatlı olan soldaki kitabe üç satır halinde düzenlenmiş, ilk iki satırda bir ayete, son satırda da baninin adına ve vefat tarihine (1192/1778) yer verilmiştir. Ta'lik hatlı ve manzum olan sağdaki kitabe ise, 1308/1890'da tekkenin II. Abdülhamid tarafından yenilendiğini belgelemektedir. Arsanın kuzeybatı kesimi kütüphane ile bunun meşrutasına, güneydoğu kesimi ise tekke binalarına tahsis edilmiştir. 1929 tarihli Pervititch paftasında, henüz ayakta olan tevhidhanenin, güneydoğu köşesinde arsanın sınırına teğet konumda, yaklaşık 10x8,50 m boyutlarında, iki katlı, ahşap bir yapı olduğu görülür. Günümüzde mevcut olan tekke meşrutası da sırtım arsanın doğu yönündeki çevre duvarına dayamış, 10x10 m boyutlarında, iki katlı ahşap bir meskendir. Alelade bir eski İstanbul evinin özelliklerini sergileyen yapının üst katı, avlu (batı) yönüne doğru bir çıkma ile genişletilmiştir.

Kütüphanenin ana binası cümle kapısından tekke meşrutasına doğru ilerleyen yolun solunda yer alır. Söz konusu bina, Bizans dönemine ait tonozlu bir alt yapının üzerine oturtulmuş, kitaplar için zararlı zemin rutubetini önlemek amacıyla, bu alt yapının duvarlarında karşılıklı küçük pencereler açılarak havalandırma sağlan-

Murad Molla Kütüphanesi'nin

giriş cephesi.

M. Baha Tanman,

1983

mistir. Yaklaşık 13x13 m boyutlarında bir alam kaplayan yapının duvarları tuğla ve moloz taş sıralanyla düzensiz bir şekilde örülmüş, köşeler kesme küfeki taşından pilastrlar ile takviye edilmiştir. Güney cephesinin ekseninde yer alan basık kemerli giriş, yanlardan mermer pilastrlarla kuşatılmış ve iki adet ince mermer sütuna oturan, kurşun kaplı ahşap bir sundurma altına alınmıştır. Kapının üzerinde yer alan metni şair Fitnat Hanım'a (ö. 1780) ait, ta'lik hatlı manzum kitabe kütüphanenin inşa tarihini (1189/1775) verir.

Kütüphane binasının en ilginç yönü, Türk-lslam mimarisinin en erken örneklerini oluşturan (9. yy'ın ilk yarısı-11. yy'ın ortaları) Karahanlı camilerinden başlayarak daha sonra Anadolu'da 15. yy'ın ortalarından itibaren Osmanlı cami tasarımında geliştirilen, merkezi kubbeli ve dört yarım kubbeli şemayı yansıtmasıdır. Nitekim kare planlı mekânın ortasında, dört adet sütuna oturan kemerlerin üzerinde pandantifi! bir kubbe yükselmekte, dikdörtgen planlı birer aynalı tonoz bunu dört yönden kuşatmakta, köşelerde ka-

Murad Molla Kütüphanesi

Ertan Uca, 1994 / TETTVArşivi

lan kare planlı alanların üzerinde de birer ufak kubbe yer almaktadır. Aynı tasarım bu yapıdan az önce 1176/1762'de inşa ettirilen Ragıb Paşa Kütüphanesi'nde(-») de görülür. Beden duvarları saçak hizasından yukarıya doğru devam ederek, kurşunla kaplanmış ve alemlerle taçlandırılmış olan bu örtü öğelerini gizlemektedir. Cephelerdeki pencereler iki sıra halinde düzenlenmiş, dikdörtgen açıklıklı olan alttakiler kesme küfekiden sövelerle çerçevelenmiş, demir parmaklıklar ve tuğladan sivri hafifletme kemerleri ile donatılmış, tepe pencereleri ise yuvarlak kemerli ve alçı revzenli olarak tasarlanmıştır. Osmanlı mimarisine tamamen barok üslubun egemen olduğu I. Abdülhamid dönemine (1774-1789) ait bu yapının cephelerinde, klasik üslubun âdeta simgelerinden birisi olan sivri kemerin kullanılması dikkati çekmektedir. Cümle kapısından girince, solda, arsanın batı yönündeki çevre duvarına bitişik olarak yer alan tek katlı kagir binanın kütüphaneye ait bir müştemilat (muhtemel bir meşruta) olduğu anlaşılmaktadır. Söz konusu yapı, malzemesi ve mimari ayrıntıları ile esas kütüphane binasının özelliklerini tekrar eder. Murad Molla Kütüphanesi'nin kitap koleksiyonunun temelim Murad Molla ile yakın akrabalarının vakfettiği kitaplar oluşturur. 1893 tarihli sayıma göre kitap mevcudu 1.836'ydı. Cumhuriyet döneminde çevredeki bazı tekke ve medreselerin kitapları da buraya nakledilmiş, kitap sayısı hayli artmıştır. Bunlar Darülmesnevi, Düğümlü Baba, Esad Efendi Medresesi, Hamidiye Medresesi, Mahmud Paşa Medresesi, Mehmed Ağa Camii, Rüstem Paşa Medresesi, Saliha Hatun ve Servili Medrese koleksiyonlarıdır. Büyük bölümü yazma eserlerden oluşan bu koleksiyonlar 1949 ve 1954" te Süleymaniye Kütüphanesi'ne taşınmış, kütüphanede yalnız Murad Molla koleksiyonu kalmıştır. Günümüzde İl Halk Kütüphanesi'ne bağlı bir halk ve çocuk kütüphanesi olarak hizmet vermektedir.



Bibi. Aynur, Saliha Sultan, 36, no. 131; Âsi-tâne, 6; Osman Bey, Mecmua-i Cevâmi, I, 98-99, no. 151; Münib, Mecmua-i Tekâyâ, 9;lhsa-

MURAD PAŞA KÜLLİYESİ

518

519

MURADİYE CAMİİ

iyat II, 19; Zâkir, Mecmua-i Tekâyâ, 16; M. Gökman. Murad Molla, Hayatı, Kütüphanesi ve Eserleri, İst., 1943, s. 7 vd; Eyice, İstanbul, 63; Öz, İstanbul Camileri, I, 107; S. Eyice, "Kaybolan Bir Tarihî Eser: Şeyh Murad Mescidi", TD, 22 (1968), 124, 129; Goodwin, Ot-toman Architecture, 396; 1. Erünsal, Türk Kütüphaneleri Tarihi, II, Ankara, 1988, s. 110; Fatih Anıtları. 115; Fatih Camileri, 257-258, 288.

M. BAHA TANMAN



MURAD PAŞA KÜLLİYESİ

Külliyenin günümüzde mevcut tek yapısı olan cami Fatih llçesi'nde, Aksaray'da, Murat Paşa Mahallesi'nde, Vatan ve Millet caddelerinin kavşağında yer almaktadır.

Cami, medrese, imaret ve hamamdan oluşan bu külliyenin banisi II. Mehmed (Fatih) dönemi (1451-1481) ricalinden, Ot-lukbeli Meydan Savaşı'ndan bir hafta önce şehit olan Sadrazam Has Murad Paşa'dır (ö. 1474). Yapı topluluğunun merkezim o-luşturan cami 876/1471-1472'de tamamlanmış, külliyenin vakfiyesi Şevval 8777 Mart 1473'te tescil edilmiş, Has Murad Paşa'nın şehadeti üzerine inşaatı yarım kalan medrese Sadrazam Mesih Paşa tarafından 8827 1477-78'de bitirilmiştir.

Murad Paşa Külliyesi ve çevresi, Osmanlı döneminin sonlarında sıklaşan büyük yangınlar ve özellikle Demokrat Parti döneminde yoğunlaşan bilinçsiz imar faaliyetleri sonucunda özgün dokusunu bütünüyle yitirmiş bulunmaktadır. Caminin batısındaki medrese 1929-1930'da, doğusundaki hamam Vatan Caddesi'nin açılması sırasında, 1956'da yıktırılmış, 1957'de Millet Caddesi'nin genişletilmesi sırasında yerinden sökülen Şirmerd Çavuş Türbe-si(->) caminin güney yönündeki hazireye, aynı sırada yıktırılan Oğlanlar Tekke-si'nin(-0 sebil-türbe-çeşme grubu caminin kuzeyindeki avluya taşınmıştır. Mimar Vasfi Egeli'nin denetiminde 1935'te onarım geçiren cami, istanbul'un geleneksel dokusuna tamamen yabancı olan iki büyük caddenin kavşağında, tek başına bırakılmış durumdadır.



Cami: Murad Paşa Camii, Osmanlı mimarisinde Orhan Gazi'nin hükümdarlık yıllarında (1326-1359) ortaya çıkan ve kuruluş döneminde yaygın biçimde kullanılan tabhaneli (zaviyeli) cami tipinin istanbul'daki sayılı örneklerindendir. Yapı, mihrap ekseninde sıralanan, eşit büyüklükte, kare planlı ve kubbeli iki birimin meydana getirdiği harim ile bunun yanlarındaki ikişer tabhane biriminden ve kuzey (giriş) cephesi boyunca gelişen son cemaat yeri revağından oluşmaktadır. Ha-rimde ve tabhane kanatlarında duvarlar, iki sıra tuğla ve bir sıra kesme küfeki taşından meydana gelen almaşık örgü ile inşa edilmiş, son cemaat yeri revağında kemerler iki renk taşla örülmüş, kemerler arasında kalan yüzeylerde kesme küfeki örgü tercih edilmiştir. Üst yapıyı oluşturan tuğla örgülü kubbeler kurşunla kaplanmıştır.

Ahenkli oranları ve itinalı ayrıntıları ile dikkati çeken son cemaat yeri revağı, kare



Murad Paşa Camii

Ertan Uca, 1994 / TETTVArşivi

planlı ve kubbeli beş birimden oluşur. Pandantifli olan kubbeler, sekiz köşeli, alçak kasnaklar üzerine oturtulmuş, ortadaki kubbe diğerlerinden bir miktar yüksek tutulmak ve kare bir kasnakla donatılmak suretiyle giriş cephesinde mihrap-taç kapı ekseni vurgulanmıştır, iki yandaki sütunlar granit, diğerleri yeşil Eğriboz taşın-dandır. Farklı yapılardan devşirildiği anlaşılan bu sütunların boyları eşit olmadığından bazılarına ilaveler yapılmış, ayrıca farklı türde ve yükseklikte başlıklar kullanılarak bu sakınca giderilmiştir. Granit sütunların başlıkları baklavalı, diğerleri mukarnaslıdır. Yapının kuzey duvarında, eksende taç kapı, biri harime, diğeri tabhane odalarına ait ikişer pencere, pencerelerin arasında da yaşmağı mukarnaslı iki adet küçük mihrap yer alır. Taç kapının, cepheden hafifçe taşan kitlesi bir silme ile çerçevelenmiş, basık kemerli giriş, Bursa kemerli bir eyvanın içine alınmış, girişin üzerine, 876/1471-72 tarihini veren, sülüs hatlı Arapça manzum kitabe yerleştirilmiştir.

Tabhaneli camilerin önemlerini yitirmeye başladığı bir dönemin ürünü olan Murad Paşa Camii'nde, özellikle harim bölümünde birtakım yeniliklerin denendiği gözlenir. Taç kapıyı izleyen ve erken tarihli örneklerde kapalı avlu özelliğini yansıtan sofa bölümü burada, aydınlık feneri ve havuz gibi belirleyici öğelerinden soyutlanarak, kıble yönündeki asıl cami ile kay-naştırılmıştır. Buna rağmen, mihrabın ve minberin yer aldığı asıl cami ile bir dağılım merkezi niteliğindeki sofa arasında kot farkı görülmektedir. Ancak burada söz konusu iki birim arasındaki seki mümkün olduğunca (kıble yönündeki tabhane biriminin kapısına kadar) kuzeye doğru kaydırılmak suretiyle mihrap önündeki ibadet alanı genişletilmiştir. Murad Paşa Camii'ni diğer tabhaneli camilerden farklı kılan diğer bir özellik de mihrap ekseninde gelişen sofa-harim ikilisi ile tabhane kanatları arasında alışılmadık bir yükseklik farkının bulunmasıdır. Böylece bir yandan ha-

reketli bir kitle elde edilmiş, diğer taraftan, sofanın, tabhane kubbelerinden sonra devam eden beden duvarlarında pencereler açmak ve iç mekâna bol ışık sağlamak mümkün olabilmiştir.

Taç kapının yanlarındaki pencereler gibi sofanın batı ve doğu duvarlarında yer alan ikişer adet tabhane girişi de sivri kemerli nişlerin içine alınmıştır. Basık kemerli tabhane girişlerinin arasında, zemini yerden bir miktar yükseltilmiş, mihrap görünümünde, yaşmağı mukarnas dizileri ile dolgulu, ince uzun bir niş bulunmaktadır. Herhangi bir inşai fonksiyonu olmayan bu niş, bulunduğu duvarın arkasındaki tabha-nelerden dolayı, tabhane girişleri ile tepe pencereleri arasında ortaya çıkan büyük boşluğu bir miktar doldurmak için tasarlanmış olmalıdır. Sofanın ve asıl caminin kubbeleri,on iki köşeli, basık kasnaklar üzerine alınmış, içeriden on altı dilimli olan sofa kubbesinde geçiş öğesi olarak prizmatik üçgenler kuşağı, diğer kubbede ise mukarnas dolgulu pandantifler kullanılmıştır. Kasnaklarda sivri kemerli dörder pencere vardır. Sofanın batı ve doğu duvarlarında üçer adet aynı türde tepe penceresi açılmıştır.

Asıl cami bölümünde pencereler üç sıralı bir yerleşim gösterir. Batı, doğu ve güney duvarlarının alt kesimlerinde, dikdörtgen açıklıklı, söveli, demir parmaklıklı ve sivri hafifletme kemerli ikişer pencere, üst kesimlerinde de alt sırada üçer, üstte birer tane olmak üzere dörder tane tepe penceresi görülür. Ayverdi gibi bazı araştırmacılar sofa bölümündeki tepe pencereleri ile bunların farklı yüksekliklerde bulunmalarını olumsuz yönde eleştirmişlerdir. Minberin sadeliğine karşılık mihrap, mukarnaslı bir yaşmakla donatılmıştır. Kubbelerin göbeklerinde ve eteklerinde, ayrıca duvarların ve kemerlerin yüzeyinde, Fatih döneminden kalma kalem işleri bulunmaktadır.

Sivri kemerli geniş bir açıklıkla birbirine bağlanan tabhane mekânlarım örten kubbeler içeriden pandantiflere, dışarıdan

sekizgen kasnaklara oturur. Kuzey yönündeki tabhane birimleri birer ocakla donatılmış, biri son cemaat yerine (kuzeye), ikisi yanlara açılan, toplam üç pencere ile aydınlatılmış, bunlardan biri sonradan kapıya dönüştürülmüştür. Kuzeybatı köşesindeki tabhane biriminde, batı duvarındaki pencerelerden birisi, bu köşedeki minarenin kaidesinden dolayı iptal edilerek yerine bir niş konmuştur. Kıble yönündeki tabhane mekânlarında ise, ikisi yanlara, ikisi güneye bakan dörder pencere bulunmaktadır.

Yapının kuzeybatı köşesinde yükselen minarenin kare tabanlı kaidesi cephede çıkıntı oluşturur. Kesme küfeki taşı ile örülmüş olan gövdesi ve mukarnas dolgulu şerefesi ile minare Fatih döneminden kalma olduğunu belli eder. Caminin kuzeyindeki şadırvan ise 17. yy'da Kara Davud Paşa tarafından yaptırılmıştır.

Medrese ve imaret: Mimari özellikleri bilinmeyen ancak açık avlulu ve revaklı olduğu tahmin edilebilen medresenin kitabesi Türk ve islam Eserleri Müzesi'nde muhafaza edilmektedir. Üç satır halinde düz-lenmiş olan, sülüs hatlı Arapça manzum kitabede medresenin, Has Murad Paşa'nın şehadetinden sonra Sadrazam Mesih Paşa tarafından tamamlandığı belirtilir. Adı geçen paşa, vefatında Murad Paşa Camii' nin haziresine gömülmüştür, imaretin ise ne konumu ne de mimarisi hakkında bir bilgi bulunmaktadır.

Hamam: İstanbul'un en eski, en büyük ve en güzel hamamlarından olan bu yapı, çifte hamam olarak tasarlanmıştır. Erkeklere ait olan kısmın girişi, Osmanlı hamam mimarisinde pek görülmeyen bir biçimde, sivri kemerli büyük bir eyvanla donatılmıştır. Her iki bölümün de soyun-malık (soğukluk/camekân) mekânları kare planlıdır. Erkeklere ve kadınlara ayrılan soyunmalık bölümleri yapının farklı cephelerine alınmak suretiyle birbirinden uzaklaştırılmış, ılıklık ve sıcaklık bölümleri bitişik olarak tasarlanmıştır. Sıcaklık bö-

Murad Paşa Külliyesi'nin vaziyet planı. Müller-Wiener, Bildlexikon

lümlerinde, Türk hamam mimarisinin en eski ve en yaygın tasarım şeması olan, merkezi kubbeli ve dört eyvanlı planın üç ey-vanlı bir varyantı uygulanmış, eyvanlardan birisi, göbek taşının yer aldığı merkezi mekândan duvarla soyutlanarak ılıklığa tahsis edilmiştir. Düzgün olmayan sekizgen planlı merkezi mekânlar, dikdörtgen planlı eyvanlar ve kare planlı köşe halvetleri kubbelerle örtülmüş, eyvanların kubbeleri tonoz birimleri ile yanlardan takviye edilmiştir.

Bibi. Barkan-Ayverdi, Tahrir Defteri, 307-308, no. 1795; Ayvansarayî, Hadîka, l, 204; Osman Bey, Mecmua-i Cevâmi, I, 98-99, no. 398; Gur-litt, Konstantinopels, l, 63, levha 15.B; Glück, Bâder, 94-96; Gabriel, Constantinople, 365; Halil Edhem, NosMosquees de Stamboul, ist., 1934, s. 55-56; F. J. Ayanoğlu, "Vakıflar İdaresince Tanzim Ettirilen Tarihi Makbereler", VD, II (1942), 401-402; A. S. Ünver, "İstanbul'un Yedinci Tepe Hamamlarına Dair Bazı Notlar", VD, II (1942), 249; N. Poroy, istanbul'da Gömülü Paşalar, İst., 1947, s. 29-30; E. Mamboury, istanbul Touristique, İst., 1951, s. 400; Öz, İstanbul Camileri, I, 108; Cezar, Yangınlar, 336; A. Kuran, The Mosque in Early Ottoman Architecture, Chicago, 1968, s. 94-95; C. E. Arseven, Türk Sanatı, İst., 1970, s. 150; Goodwin, Ottoman Architecture, 114; Ayverdi, Fatih III, 466-474; Müller-Wiener, Bildlexi-kon, 444-446; O. Aslanapa, Türk Sanatı, İst., 1984, s. 239; ay, Osmanlı Devri Mimarisi, İst., 1986, s. 87; Fatih Anıtları, 57-58; Fatih Camileri, 177-179, 239, 306.

M. BAHA TANMAN



MURADİYE CAMÜ

Beşiktaş llçesi'nde Muradiye Mahallesi' nde, Nüzhetiye Caddesi'nin üst tarafında, Göknar Sokağı ile Şair Nazım Sokağı'nın kesiştiği köşede yer almaktadır.

Adı geçen sokaklara açılan madeni kanatlı avlu kapılarının üzerinde birbirlerinin eşi olan yapım kitabeleri bulunmaktadır. Dört satırlık mermer kitabelerde, yapının 1316/1898'de II. Abdülhamid'in (hd 1876-1909) analığı Perestû Kadın'ın başa-ğası Server Ağa, Nazseza ile Ferahnak kalfalar, Halime Hatun isimli bir zat ve çev-

no ı?n m


Muradiye Camii

Nurdan Sözgen, 1994 / TETTVArşivi

re halkının katkılarıyla yeniden inşa edildiği anlatılmaktadır. Mimarı bilinmeyen yapının ilk durumuyla ilgili herhangi bir bilgiye de rastlanılmamıştır.

Yapı, üzerinde yer aldığı sokaklar arasındaki kot farkı nedeniyle oldukça eğimli bir arazi üzerine inşa edilmiştir. Bu durum avluda basamaklarla, yapıda ise yarım bodrum katıyla çözülmüştür. 1.700 rrf'lik, kareye yakın bir arazi üzerine inşa edilen caminin mihrap cephesi doğrudan sokakların kesişme noktasına oturtulmuş, diğer cepheleri ise yüksek duvarlı avlu içerisinde kalmıştır. Yapı esas itibariyle dikdörtgen planlı olup mihrap cephesinin köşeleri pah-lanarak avlu duvarlarıyla birleştirilmiştir.

Dış cepheleri madeni levhalarla kaplı olan caminin üzeri kiremitli kırma bir çatı ile örtülmüştür. Dışa doğru yarım yuvarlak bir çıkma yapan mihrabın bulunduğu cephede, pahlı yüzeylerde birer dikdörtgen pencere bulunmaktadır. Yine aynı pencerelerden batı ve doğu duvarlarında üçer tane olduğu görülmektedir. Son cemaat yeri cephesi ise mahfil bölümü nedeniyle iki katlı bir görünüm kazanmıştır. Bu cephede sağ tarafta yer alan minarenin, caminin dikdörtgen planının dışında, camiye bitişik, kare kaideli, çokgen gövdeli, eklektik özellikli olduğu görülmektedir.

Yakın bir geçmişte önüne camekânlı bir giriş bölümü eklenen son cemaat yerinin iki yanından merdivenlerle, iki ahşap direkle taşınan mahfile çıkılmaktadır. Harim kısmına girişte, aynen son cemaat yerine geçişi sağlayan düz ahşap kanatlı kapının bir benzeri bulunmaktadır. Yapının içine girildiğinde duvarların sıvalı olduğu ve üzerinin de ortasında sekiz kollu bir yıldız bulunan düz ahşap bir tavanla örtülü olduğu görülmektedir. Tavanın duvarlarla birleştiği noktada yine ahşaptan, geometrik bezemeli bir friz dolanmaktadır, içi oldukça aydınlık olan caminin mihrabının çok sade olduğu, buna karşın ahşap minber ve vaaz kürsüsünün bitkisel bezemeli, daha hareketli olduğu görülmektedir. Genelde sade bir görünüme sahip olan camide özellikle madeni kaplama levhalarıy-la oluşturulan hareketlilik, mihrap cephesinde yoğunlaşmıştır. Mihrap çıkması balıksırtı dizilmiş levhalarla ve üzerindeki güneş motifi ile dikkat çekmektedir.

MURADİYE SEBİLİ

520


521

MUSİKİ HAYATI

Günümüzde yüksek binalar arasında sıkışıp kalan yapının avlusunda 1317/1899 tarihli mermer bir kitabeye sahip meşruta binası ile mermerden sekizgen bir şadırvan bulunmaktadır. Şair Nazım Sokağı'na bakan cephesinin, bodrum katının ön kısmı dükkân şeklinde değerlendirilmiştir.

Göknar Sokağı'na bakan avlu duvarında ise üzerinde Latin harfleriyle yazılmış kitabede, 1918'de Şayeste isimli bir kadın tarafından yaptırıldığı, 1952'de de Fatma isimli bir kadın tarafından tamir ettirildiği belirtilen, günümüzde çok bakımsız halde olan küçük ölçülü bir sokak çeşmesi bulunmaktadır. Bibi. Öz. İstanbul Camileri., II, 49.

HAKAN ARLI



MURADİYE SEBİLİ

Eminönü İlçesi'nde, Sirkeci'de, Hüdaven-digâr Caddesi ile Muradiye Caddesi'nin kesiştiği köşede olan sebilin arkası düz, önü beşgen bir şema içerir.

Aslında Mirimiran Mehmed Paşa (ö. 1589) tarafından yaptırılan bu sebil 12937 1876'da üç ay tahtta kalan V. Murad adına yenilenmiş, bu yüzden "Muradiye" adını almıştır.

Beş yüzlü olan sebilin iki yan kenarında sebille aynı tarihli olan iki çeşme vardır. Çeşmeler mukarnas başlıklı iki sütunçe ile hareketlendirilmiştir. Sivri kemerli ve kademeli nişleri olan çeşmelerin kubbeleri dönemin özelliği olan eklektik kalem işleriyle bezelidir. Sebilin çeşmelerle buluştuğu köşelerde tek sütunçeler vardır. Mermer olan sebilin kubbeleri de çeşmelerin kubbeleri gibi kurşun kaplı ve yine eklektik kalem işleriyle süslüdür. Kubbe altlarındaki kitabeler üçer silme ile dikdörtgenler halinde birbirlerinden ayrılmıştır. Bu kitabelerin hemen altında sebili çepeçevre dolaşan yüksek, taşkın bir silme, bu silmenin altında ise çift kademeli bir sivri kemer vardır. Bu kemerin etrafını dolaşan ince silmenin köşeleri yarım daire şeklinde yumuşatılmıştır. Kemer aynası



Muradiye Sebili

Nurdan Sözgen, 1994 / TETTVArşivi

dörde ayrılarak ortasına metal bir hilal yerleştirilmiş, kemerin üstüne de bir kabara konmuştur.

Sebil, planı ve mukarnas başlıklar gibi bazı mimari ayrıntıları ile ilk inşa edildiği dönemin (16. yy'ın son çeyreği) klasik üslubunu yansıtmakta, neogotik üsluptaki sivri kemerler ile saçaklardaki bezemeler ise onarım gördüğü dönemin eklektik zevkinden kaynaklanmaktadır. Bibi. Kumbaracılar, Sebiller, 59; A. Egemen, istanbul'un Çeşme ve Sebilleri, İst., 1993, s. 618-621.

ALEV ERAKSLAN



Musahibzade Celal

Cengiz Kahraman arşivi

MUSAHİBZADE CELAL

(19 Ağustos 1868, istanbul - 20 Temmuz 1959, İstanbul) Oyun yazarı.

III. Selim'in (hd 1789-1807) musahibi besteci Şakir Ağa'nın torunu, Gazhane Başkâtibi Musahibzade Mehmed Ali Bey'in oğludur. Firuzağa Sıbyan Mektebi'ni, Fey-ziye Rüştiyesi'ni ve Numune-i Terakki 1da-disi'ni bitirdi. 1889'da Babıâli Tercüme O-dası'nda çalışmaya başladı. Aynı zamanda Hukuk Mektebi'ne de devam ettiyse de bitiremedi. 1908'de Tercüme Kalemi'ndeki görevinden ayrıldı. 1917'de Üsküdar Def-terdarlığı'nda çalışmaya başladı ve 1923'te emekli oldu. Evkaf Müzesi'nde bir süre tarihi serpuşlar, elbiseler ve kumaşlarla ilgili çalışmalar yaptı. Şehir Tiyatrosu Kütüp-hanesi'ndeki görevi hayatının son yıllarına kadar devam etti.

Musahibzade Celal'in tiyatroyla ilgisi gençlik yıllarında tiyatro yazarı İbnürre-fik Ahmed Nuri (Sekizinci), ressam Muazzez, Avukat Tırnakçızade Baha ve Rıza Tevfik'in de (Bölükbaşı) bulunduğu ortaoyunu heveskârlarıyla birlikte gösterilere çıkmasıyla başladı. Zenne rollerinde ve özellikle kocakarı, mahalle karısı ve ihtiyar hanımefendi rollerinde başarı sağladığı için arkadaşları arasında "Kocakarı Celal" lakabıyla anılırdı.

Oyunlar yazmaya II. Meşintiyet'ten sonra başlayan Musahibzade Celal, Türk Kızı

adlı ilk oyununu 1909'da yayımladı (sonradan Gülsüm adıyla, 1936). 1912'de yazdığı tarihi oyunu Köprülüler Mardims Mı-nakyan(->) tarafından aynı yıl içinde sahnelendi. Bunu izleyen başlıca oyunları istanbul Efendisi (1913), lale Devri (191$), Macun Hokkası (1916), Kaşıkçılar (1920), Yedekçi(l92Ö), Atlı Ases (1921), Fermanlı Deli Hazretleri (1924), Aynaroz Kadısı (1927), Bir Kavuk Devrildi (.1930), Mum Söndü (1930), Pazartesi-Perşembe (1931), Balaban Ağa (1933), Selma'dn (1934).

Musahibzade Celal, aşağı yukarı bütün oyunlarında Osmanlı kurumlarını, Osmanlı toplum düzenindeki bozulmayı mizahi bir yaklaşımla gerçekçi bir biçimde ele almıştır. Oyunları, doğup büyüdüğü istanbul'un kültürel dokusunu toplumun her katmanındaki biçim ve işlevi ile canlandıran; bilgi, gözlem ve eleştiri üçlüsünün ışığıyla her türlü yerli girişim ve kültür öğesini destekleyen; çarpıklıkları sergilerken yer yer çözümler de öneren ya da düşündüren; batıl inançlarla mücadele eden özellikler sergiler.

Her biri istanbul'un değişik ortamlarından ses ve renkler getiren oyunlarında gayrimüslim tiplerden soylular, din adamları, köylü ve esnaf takımı, tacirler; padişah, sadrazam ve diğer tarihi kişiler ve devlet kapısında çalışan her düzeyde görevliler; çok çeşitli ve ilginç mahalleli tipleri; İstanbul'a dışarıdan gelmiş ve taşralı kimliğini korumuş kimseler ve her kesimden kadın örnekleri, giyim kuşam, dil özellikleri ve dünya görüşleriyle canlandırılır.

Musahibzade Celal'in Türk oyun ya-zarlığındaki öncülüğü, çeviri ve uyarlama yerine telif eserler ortaya koymak biçiminde özetlenebilir. 1912-1927 arasında İstanbul'da çeşitli tiyatro ve operet toplulukla-rınca oynanan eserleri 1927'den itibaren Darülbedayi'de (bugün Şehir Tiyatroları) sürekli olarak sahnelenmeye başladı.

Muhsin Ertuğrul tarafından 1938'de Aynaroz Kadısı, 1939'da da Bir Kavuk Devrildi oyunları filme alınmış, büyük ilgi gören bu filmler 1958'de İstanbul Belediyesi Film Deposu'nda çıkan bir yangında yanmıştır.

Musahibzade Celal, oyunlarında kullandığı halk kültürü öğelerinin yanısıra anı, gözlem ve derlemelerinden oluşan Eski İstanbul Yaşayışı (1946, yb 1992) adlı incelemesiyle de şehir kültürünün tanıtılmasına hizmet etmiştir. "Aile", "Mektep", "Esnaf", "İçtimai Hayat", "Kıyafet", "Çarşılar-Hanlar", "Boğaziçi Sahilleri" gibi bölümlerden oluşan bu eser, İstanbul halk kültürünün çok sayıda özgün çizimlerle de zenginleştirilmiş temel kaynaklarından biridir. Bibi. Mehmet Şükrü (Erden), "Musahipzade Celal, Hayatı ve Eserleri Hakkında Bir Konuşma", Türk Tiyatrosu, S. 107, 108, 109 (Ekim, Kasım, Aralık 1939), s. 4-7, 2-4, 5-7; S. Şener, Musahibzade Celal ve Tiyatrosu, Ankara, 1963; M. N. Özön-B. Dürder, Türk Tiyatrosu Ansiklopedisi, İst., 1967, s. 298-299; K. Ertop, "Gelenekten Doğan Bir Sanatçı: Musahipzade Celal", Türk Tiyatrosu, S. 373 (Ağustos 1967), s. 18-20; Nutku, Darülbedayi, 137; O. Hançerli-oğlu, Musahipzade Celal-Bütün Oyunları, İst., 1970; M. Tuncay, "Musahipzade Celal'in Oyun-

lannda Halkbilimsel Öğeler", Türk Halkbilim Araştırmaları Yıllığı 1977, Ankara, 1979, s. 289-311; Ölümünün 20. Yılında Musahipzade Celal, İzmir, 1980.

İSTANBUL


Yüklə 8,15 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   124   125   126   127   128   129   130   131   ...   140




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin