KirkçEŞme tesisleri



Yüklə 8,15 Mb.
səhifə133/140
tarix27.12.2018
ölçüsü8,15 Mb.
#87838
1   ...   129   130   131   132   133   134   135   136   ...   140

MUSİKİ YAYIMCILIĞI

538

539

MUSİKİ YAYIMCILIĞI

iöîx Cıi p*=f^d i^pşcr.

if n -Şife; M.S.%{|ina •Rpmöniei.

*

1926'ya kadar Darü'l-Elhân, daha sonra İstanbul (Belediye) Konservatuvan tarafından sürdürülen yayım faaliyetinin, özellikle Türk musikisinin anıt eserlerinin notaya alınması açısından tarihsel bir önemi vardır. Rauf Yekta(->), Zekâizade Hafız Ah-med (Irsoy), Muallim İsmail Hakkı Bey(->), Ali Rifat Çağatay(-0, Subhi Ezgi(->), Mesud Cemil(-0 gibi geleneksel musikinin doruk isimlerinin yer aldığı kurulların görev-lendirilmesiyle, Darü 'l-Elhân Külliyatı olarak bilinen 180 yaprak nota (1924-1927), 18 ciltlik cami ve tekke musikisi örnekleri (1931-1939), 15 türkü defteri, 3 ciltlik Ze-kâi Dede Külliyatı (1940-1943), Buselikli Fasıllar (1943), 21 fasıl defteri (1954-1958), Tanburî Mustafa Çavuş'un 36 Şarkısı (1948), Subhi Ezgi'nin 5 ciltlik Nazarî ve Amelî Türk Musikisi (1935-1953) gibi bugün için de kaynak değerim koruyan çe-

başladı. Beyoğlu kültürüne karşı Gülhane Parkı kültürü simgeleşti. Ayrıca Ortaköy' de olduğu gibi, bu farklı yaşama biçimlerini temsil eden gençlerin ortaklaşa kullandığı mekânlarda, kültürel çatışmanın fiziksel çatışmaya dönüştüğü olaylar görüldü. Arabesk bir kültürü simgelediği söylenen "maganda", "zonta" yakıştırmalarına kendilerine Anadolulu diyenler, "en-tel" İstanbullular yakıştırmasıyla karşılık verdiler. 1990'larm Vitamin gibi müzik toplulukları, bu çatışmalardan söz edilen, içinde "arabesk", "özgün müzik" ve "maganda" sözleri geçen şarkılar bestelediler.

Arabesk, 1980'lerde çok tartışıldı, ulusal kültür tartışmasının neredeyse merkezinde yer aldı. Çok çeşitli kesimlerin görüşlerine göre, arabesk, köyü kente taşıyan, zevksiz, geri, kaderci, yoz bir yığın kültürüdür. Temelde, Türkiye'nin çarpık modernleşmesinin ürünü olup, demokrasiden ekonomiye bütün çarpıklıkların bir ifadesi, kentlileşememiş olmanın sıfatıdır. Devlet aygıtı içindeki kimi bürokratlar da arabeskin müzik türleri içine giremeyecek kadar zevksiz olduğunu düşünmüşlerdir. Bir müzik türü değil, toplumsal olgu olduğu da söylenmiştir. Klasik Türk musikisi, Türk halk musikisi temsilcileri arabeskin bu iki türü de yozlaştırdığını ileri sürdüler. Gecekondu mahallelerinin 1983'ten sonra ANAP ve öbür merkez ve sağ partilere oy vermeleri, arabeskseverlerin kandırılmaya ve yönetilmeye açık bir insan kitlesi olduğunun kanıtı olarak görüldü. Buna karşılık, arabeskin yoksul ve dışlanmış kesimlerin dünyalarını dile getiren bir müzik türü olduğunu ve bir halk duyarlığını yansıttığını ileri sürenler oldu. Ayrıca, arabesk ya da benzeri popüler kültürel ürünlerin estetik olarak değerlendirilmesinin bir yana bırakılarak toplumsal bir olgu olarak ele alınması gerektiği yönündeki yaklaşım da sürdü. Arabesk sözcüğü 1980'den sonra ekonomiden politikaya gündelik hayatın neredeyse her alanını tanımlayan bir sıfat olarak kullanıldı. "Çarpık modernleşme "yi ve "ekonomik liberalizmin" sonuçlarını anlatmak için olum-suzlayıcı bir terim olarak da kullanıldığı görüldü. Özellikle, bankerlik olaylarından, hayali ihracatlara ve özelleştirmelere dek uygulamalarıyla piyasa ekonomisinin adı

Ferdi Özbeğen Orkestrası bir konser sırasında. Cumhuriyet Gazetesi Arşivi

"arabesk ekonomi" olarak geçerken, hukuk devleti, insan hakları ve halk katılımına karşı olan demokratik yönetimin adına arabesk diyenler bile oldu. Buna karşı, dönemin yeni liberalleri ve özel televizyonları, arabesk dahil çok satabilen "her şeyin mubah" olduğu görüşünü savundular. Bugün, arabesk etrafındaki sıcak tartışma eski ateşini kaybetmiş, Türkiye'deki kültür tartışmasının ekseni değişmiş görünmekte. Ama, Orhan Gencebay, Ferdi Tayfur, Müslüm Gürses, Ahmet Kaya ve türün öbür temsilcileri şarkılar bestelemeye devam ediyorlar. Bu şarkıların çoğu, geri bırakılan, ezik "ikinci İstanbul'da ses buluyor. Her ne kadar hafif müzik denen alanda 1990'larda bir yükseliş görünse de, arabesk türleri çok farklı kesimlerce gene en çok dinlenen müzik türü durumunda görünüyor.



Bibi. M. Belge, "Müzik, Arabesk, Fotoroman", Tarihten Güncelliğe, ist., 1983; E. Ertan, Niçin Arabesk Değil, İst., 1984; E. Ergönültaş, "Orhan Gencebay'dan Ferdi Tayfur'a Minibüs Müziği", Sanat Emeği, S. 15 (Mayıs 1979), s. 5-22; N. Güngör, Arabesk, Ankara, 1990; M. İnceoğlu, "Arabesk Müzik Sorunu", Ankara Üniversitesi Basın ve Yayın Yüksek Okulu-Yılhk, Ankara, 1981, s. 401-414; C. Kozanoğlu, Cilalı imaj Devri, İst., 1992; A. Oktay, "Arabesk ve Pop: Hicrandan Boşvermişliğe", Türkiye'de Popüler Kültür, İst., 1993, s. 235-241; M. Özbek, Popüler Kültür ve Orhan Gencebay Arabeski, İst., 1991; Ö. Şenyapılı, "Arabesk", Müzik Ansiklopedisi, I, Ankara, 1985; T. Şenyapılı, "Gecekondu Yaşamı ve Arabesk Müzik", Türkiye Yazılan, 42 (Eylül 1980), s.14-17; A. Uğur, "Cumhuriyet'in İlk Özgün Popüler Kültürü: Arabesk", Keşfedilmemiş Kıta, İst., 1991.

MERAL ÖZBEK



MUSİKİ YAYIMCILIĞI

İstanbul'da musiki yayımcılığı 1850'lerde başladı. 1950'li yıllara kadar daha çok nota basma faaliyetiyle kendini gösterdi. Kitap ve musiki dergisi yayımcılığı nota yayımcılığı ölçüsünde kurumlaşamadı, günümüze kadar genellikle kişisel çabalarla sürdürüldü.



Nota Yayımcılığı: İstanbul'da nota yayımcılığı başlıca iki semtte yoğunlaştı. Bunlardan Vezneciler-Şehzadebaşı eksenindeki ilk grup, daha çok Türk musikisi ağırlıklı nota yayımcılığında kurumlaştı. Bunda Darü'l-Elhân(->), Darü't-Talim-i

Musiki(-t), Musiki-i Osmani Cemiyeti gibi kuruluşların da bu semtlerde bulunmasının etkisi olmalıdır. Beyoğlu-Galata eksenindeki yayın faaliyeti ise bu semtlerin özelliğine uygun olarak Batı müziği ağırlıklıdır. Her iki bölgede de çalgı yapımı ve ticareti ile uğraşan musiki mağazaları etrafında yoğunlaşan nota yayımcılığından bugüne kayda değer bir şey kalmamıştır, ama çalgı ve yay, tel, kiriş, anahtar gibi gereçlerin satışı günümüzde aynı bölgelerde eskisinden de hareketli bir biçimde sürmektedir.

İlk kez sistemli bir şekilde nota yayımcılığını başlattığı için ilk nota yayımcısı olarak kabul edilen Notacı Hacı Emin Efendi, Batı tekniğiyle notaya aldığı Türk musikisi eserlerini yayımladı. Emin Efendi, yayımladığı toplam 400 kadar notanın bir bölümünü de Malûmat ve Servet-i Fünun dergilerinin eki olarak okurlarına verdi.

Emin Efendi'den sonra nota yayımcılığında bir süre yabancı uyruklu kişiler de faaliyet gösterdiler. Bu yayımcılar genellikle Batı müziği parçaları bastılar. Beyoğlu' ndaki musiki mağazasında önceleri Leip-zig'de bastırıp getirdiği notaları satan A. Comendiger, 1900'lerden sonra notalarını İstanbul'da bastırdı. Genellikle Batı müziği eserlerim aktaran Comendiger'in yayımladığı notalar arasında Türk marşları da vardır. Kendisinden sonra işi bir süre oğlu Ernest Comendiger sürdürmüştür.

Kari Kopp-Alfred Kopp kardeşler 1903-1918 arasında İstanbul'daki musiki mağazalarında bir yandan ithal çalgı ticaretiyle uğraşırlarken, bir yandan da 300 kadar Batı müziği eserinin notasını yayımladılar. Beyoğlu'nda 1900'lü yılların hemen başlarında yayımcılığa başlayan J. d' And-ria Cumhuriyet sonrasında da faaliyet gösterdi, aralarında Türk marşlarının da bulunduğu çok sayıda Batı müziği eserinin notasını yayımladı. Sotiri Christides, d'And-ria ile aynı yıllarda, yine Beyoğlu'nda marşlar, kantolar, operetler, dönemin hafif müzikleri olan çarliston, fokstrot gibi sevilen eserleri yayımladı.

Bu dönemde, musiki dergisi olmayan çeşitli dergilerde de musiki konularında ciddi inceleme yazıları ile belgeler yayımlanmıştır. Şehbal (1909-1914) ile Millî Te-tebbular Mecmuası bunların başında gelir.

Şamlı Selim (1876-1924), nota yayımcılığına damgasını vuran ünlü Şamlı kardeşlerin en büyüğüdür. Şam'dan İstanbul'a geldikten sonra Vezneciler'deki dükkânda , nota yayımcılığına girişti. Yaprak nota ile başladığı yayımcılığını, kanto ve fasıl defterleri, kartpostal üzerine basılmış notalarla sürdürdü 200 kadar saz eseri notası bulunan ünlü Sazende de Selim'in yayınıdır.

Şamlı kardeşlerin en küçüğü İskender Kutmani(-0 çeşitli diziler halinde bastığı notaları Vezneciler'deki işyerinde piyasaya sundu. Müntehabatbaşlıklı büyük bir dizide 1.600 civarında eser notası yayımladı. Bu dizide dönemin sevilen şarkıları, türküler, oyun havaları, tangolar yer aldı. Ayrıca fasıl defterleri, çeşitli bestecilere ait toplu eserler (külliyat), operet, marş ve okul şarkısı notaları, çalgı metotları ya-

S. Christidis'in yayımladığı notaların kapaklarından iki örnek. Burçak Evren arşivi

yımlayan Şamlı İskender süreklilik, kapsam ve verim açısından en önemli nota ya-yımcısıdır.

Merkezi ve satış mağazası Vezneciler'de bulunan Darü't-Talim-i Musiki, konser ve eğitim faaliyetleri dışında, 200 kadar yaprak nota halinde fasıl defteri bastı. Udi Arsak Çömlekçiyan (1880-1930) sadece fasıllar; Onnik Zaduryan (1888-1968) ise Beyazıt çevresindeki İstikamet Musiki Mağaza-sı'nda yaprak nota ve fasıl defterleri yayımladılar.

Jorj D. Papajorji, Yüksekkaldırım'da aynı zamanda musiki mağazası olan dükkânında 1935-1950 arasında musiki yayım-cılığıyla da uğraştı. Cumhuriyet döneminde Batı tekniğinde bestecilerin eserlerini yayımlayarak önemli bir boşluğu dolduran Papajorji, çeşitli hafif müzik parçalarıyla birlikte yaklaşık 200 nota yayımladı.

• t „

"-! de Ranos.Masiqııa Instruments de lftusîqu«.a



[ı] FnurrıilurE poıır reparatinn Jij

ttAKKİ 8SEY;



: CöSSTASİTINOPLE, Grasî S:Vft jw M!

Notacı Hacı Emin Efendi'nin Malûmat dergisinde yayımladığı bir notanın kapağı (solda);

Comendiger'in yayımladığı Le Nuova Befone adlı eserin kapağı.

B. Alaner, Osmanh imparatorluğu 'ndan Günümüze Belgelerle Müzik Yayıncılığı (1876-1986), Ankara, 1986

şitli eserler yayımlanmıştır. 1950'lerden sonra hızını kaybeden nota yayımcılığı bugün de Türk musikisi ağırlıklı olarak çeşitli kurumlarca sürdürülmektedir. Cümbüş yayını saz eserleri ile, Sadun Aksüt tarafından hazırlanmış fasıl defterleri dizisi 1970'li yıllarda yayımlanmıştır. Kubbealtı Cemiyeti, 1970'li yıllarda Yusuf Ömürlü yönetiminde başlattığı fasıl ve saz eserleri yayımını yaprak nota biçiminde, dini musiki örneklerinden oluşturulan kitap yayımını ise ilah iler başlığı altında sürdürmektedir. Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı, Nevzad Atlığ yönetimindeki bir kurulca yayıma hazırlanan Türk musikisi notalarını, Devlet Klasik Türk Müziği Korosu'nun seslendirdiği biçimiyle Türk Musikisi Klasikleri adı altında fasiküller halinde yayımlamaktadır.

İstanbul'da yaşayan azınlıklar da dini ve dindışı musiki örneklerinin notalarını yayımlamışlardır. Rumlar geleneksel Bizans notasının basitleştirilmiş biçimi olan Hrisantos sistemiyle notaya alınmış, aralarında Türk musikisi örneklerinin de bulunduğu eserleri İstanbul'da 1800'lü yıllarda kitap olarak basmışlardır. Ermeni cemaati de gerek Hamparsum notalı ilahileri, gerekse öteki musiki ürünlerini kendi bası-mevlerinde hazırlamıştır. İzak Algazi'nin hazırladığı, 1925 tarihli "Hüseyni Faslı" da Musevi cemaatinin yayım faaliyeti için verilebilecek bir örnektir.



Kitaplar: Nota yayımı dışında musikinin kuramsal sorunlarına, tarihine, besteci biyografilerine ve eser güftelerine ilişkin çok sayıda kitap yayımının merkezi İstanbul oldu. Bu konuda 1980'li yıllara kadar sistemli bir yayım faaliyetinden söz etmek zordur. Yayımlanan kitaplar yayınevlerinin listeleri arasına serpiştirilmiş tekil örneklerden öteye gitmemiştir.

Kitap olarak basılan ilk eserlerden biri olan Hâşim Bey Mecmuası ilkin 1852'de İstanbul'da Mecmua-i Karha ve Nakşha ve Şarkiyat adıyla yayımlandı. İlk bölümü nazariyat konusuna ayrılan, ikinci bölümü ise güfte antolojisi niteliğindeki bu kitap 1864'te ikinci kez basıldı. Bolahenk Nuri Bey'nin Mecmua-i Şarkiyat ve Karha ve Nakşha'sı (1873), Şeyh Hacı Edhem Efendi'nin Bergüzar-ıEdhem'i(1890) bu dönemin anılması gereken öbür eserleridir.

Rauf Yekta Bey ünlü bestecilerin hayat hikâyelerini verdiği 3 kitaplık Esatiz-i El-hân dizisini (1902, 1902 ve 1925), Türk Musikisi Nazariyatı (1924) ve Şark Musikisi Tarihi (1925) kitaplarını İstanbul'da yayımladı, Risale-i Musiki (1912} ile Milli Notamız ile Kıraat-i Musikiye Dersleri hin (1919) yayımını ise tamamlayamadı.

Sadettin Nüzhet Eıgun'unTürkMusikisi Antolojisi-Dini Eserlerkitabı 2 cilt olarak 1942-1943'te, İbnülemin Mahmud Kemal İnaPın(->) ünlü Hoş Sada'sı 1958'de çıktı.

Mahmut Ragıp Gazimihal (1900-1961) musiki yazarı ve tarihçisi olarak çoğunluğu İstanbul'da olmak üzere birbiri ardı sıra pek çok kitap yayımladı. İlhan Mima-roğlu'nun Musiki Tarihi(l. bas. 1961), Vural Sözer'in Müzik ve Müzisyenler Ansik-

MUSIİHİDDİN ÇAVUŞ MESCİDİ 540

541

MUSTAFA I

Arsak Çömlekçiyan'ın yayımladığı Hicaz Faslı 'nın kapağı.

B. Alaner, Osmanlı İmparatorluğu 'ndan Günümüze Belgelerle Müzik Yayıncılığı (1876-1986), Ankara, 1986

lopedisi(l. bas. 1964), Faruk Yener'in Müzik Kılavuzu (l. bas. 1970) istanbul'da yayımlanan ve birden çok baskıya ulaşan musiki kitaplarıdır. 1985'ten sonra istanbul'da kurulan Pan Yayıncılık ile Korsan Yayıncılık, sadece musikiye ilgili kitaplar yayımlayan iki yayınevi olarak tanındılar.

Dergiler: İstanbul'da yayımlanmış çok sayıda musiki dergisi arasında başlıca şu

Arsak Çömlekçiyan'm yayımladığı Sûznâk Faslı 'nın kapağı.

B. Alaner, Osmanlı İmparatorluğu 'ndan Günümüze Belgelerle Müzik Yayıncılığı (1876-1986), Ankara, 1986

dergiler anılabilir: 1924-1926 arasında toplam 7 sayı yayımlanan Darü 'l-Elhân Mecmuası; istanbul Filarmoni Derneği'nce ilk sayısı Aralık 1948'de yayımlanan ve 30 sayı çıktıktan sonra Mayıs 1951'de kapanan Filarmoni; ilk sayısı l Kasım 1947'de yayımlanan ve Mayıs-Haziran 1952'de 49. sayısı ile yayın hayatına son veren Türk Musikisi Dergisi; Mildan Niyazi Ayomak'ın 1933-1935 arasında 37 sayı sürdürdüğü Nota dergisi. İhsan Hınçer'in Ağustos 1949' da başlayan ve 30 yılı aşkın bir süre yayımım sürdürdüğü Türk Folklor Araştırmaları dergisi halk müziği konusunda önemli süreli yayınlardan biridir. Türk hafif müziği alanında çok uzun yıllar geniş bir okur kitlesine ulaşan Hey dergisi 18 Kasım 1970' te başladığı yayımına 6 yıl ara verdikten sonra 14 Nisan 1994'ten itibaren tekrar başladı. 1985'te yayın hayatına atılan Stüdyo imge dergisi, 10 sayı çıkıp bir süre ara verdikten sonra, değişik bir boyda iki sayı daha yayımlandı, bu derginin üçüncü yayın dönemi Haziran 1992'den itibaren "rock" müzik ağırlıklı olarak başladı.

Türkiye'nin yayımını bugün de sürdüren en uzun ömürlü musiki dergisi de, yine istanbul'da Hüseyin Saadettin Arel' in(->), görüşleri doğrultusunda, ileri Türk Musikisi Konservatuvarı'nm yayın organı olarak yayın hayatına atılan Musiki Mec-muası'dıt. Önceleri hem Türk hem Batı musikisi yazılarına yer verilen dergide sonraları Türk musikisi ağırlık kazandı; klasik eserlerin notaları dışında tefrika yoluyla bazı önemli kaynak eserler de yayımlandı, ilk sayısı l Mart 1948'de, "Her ayın birinde çıkar ilim ve sanat mecmuası" altbaş-lığıyla yayımlanan Musiki Mecmuasının sahibi ve yazı işlerini fiilen idare eden, A. ihsan Tayşılı'dır. 3. sayıda bu görevleri Lâ-ika Karabey üstlenmiştir. Kasım 1962 tarihli 177. sayıdan itibaren derginin bugüne kadarki sahibi, genel yönetmeni ve sorumlu müdürü Etem Ruhi Üngör'dür.

istanbul'da yayımlanmakta olan Orkestra dergisi, İstanbul Belediye Konservatu-varı Şehir Orkestrası'nın yayın organı olarak Kasım 1962'de yayıma başladı. Önceleri orkestranın konser programları ve programlarla ilgili tanıtıcı yazıların çoğunlukta olduğu dergide, ağırlıklı olarak Batı müziği konuları işlendi. Yayımını dizi yazılar, müziği sevdirme amacına yönelik denemeler, besteciler hakkındaki özel sayılarla sürdürülen Orkestra'nm ilk sayılarındaki sahibi istanbul Şehir Orkestrası üyeleri adına Fuat Türkoğlu, yazı işleri müdürü de Panayot Abacı idi. 6. sayıdan itibaren her iki görevi de üstlenen Panayot Abacı bugün de derginin sahibi ve sorumlu yönetmenidir.



Bibi. E. Borrel, "Contribution al la Bibliog-raphie de la Musique Turque au XXe Siede", Revue deş Etudes Islamiqu.es, defter IV, 1928; V. Arseven, Açıklamalı Türk Halk Müziği Kitap ve Makaleler Bibliyografyası, ist., 1969; E. R. Üngör, "Nota Basımında 100. Yıl", Musiki Mecmuası, S. 337 (Kasım 1977); G. Oransay, "Türkiye'de Defter ve Dergi Biçiminde Fasıl Yayınları 1875-1976", Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, c. XXII (1978); B. Alaner, Osmanlı İmparatorluğu 'ndan Günü-

müze Belgelerle Müzik Yayıncılığı (1876-1986), Ankara, 1986; M. Bardakçı, Fener Bey-len'ne Türk Sarkılan, İst., 1993; C. Behar, Zaman, Mekân, Müzik, ist., 1993.

FEKRUH GENÇER



MUSIİHİDDİN ÇAVUŞ MESCİDİ

bak. TATLIKUYU MESCİDİ



MUSTAFA I

(1591?, Manisa - 20 Ocak 1639, istanbul) 15. Osmanlı padişahı (1. kez 22 Kasım 1617-26 Şubat 1618, 2. kez 19 Mayıs 1622-10 Eylül 1623).

III. Mehmed'in(->) oğludur. "Sultan Mus-tafa-yı Evvel", "Deli Mustafa", "Sultan Mustafa bin Sultan Mehmed-i Salis" olarak da bilinir. İstanbul'da, tahttan indirilip bir aradan sonra ikinci kez tahta çıkartılan, annesinin, eşlerinin adları bilinmeyen tek padişahtır. Akli dengesi yerinde olmadığından "deli" ve "derviş-meşreb", sıfatlarıyla anılmıştır. Kardeşinin yerine tahta geçen padişahların da ilki olan Mustafa'nın çocuğu olmamış; darüssaade ağasının ve annesinin teşviklerine karşın kızlara ve kadınlara ilgi göstermemiştir.

I. Ahmed'inC-») ölümünün ardından, büyük oğlu Osman'ın (I) değil de kardeşi Mustafa'nın tahta oturtulmasındaki neden, kesin olarak bilinmemektedir. Tarihçi Na-ima bunu, I. Ahmed'in şehzadelerinin küçük olmalarına ve söz sahibi devlet adamlarının, Mustafa'yı uygun görmelerine bağlar. Oysa Darüssaade Ağası Mustafa Ağa, Mustafa'nın akli dengesinin yerinde olmadığı yolunda uyarıda bulunmuştu. Ayrıca o sırada I. Ahmed'in büyük şehzadesi Osman, babasının tahta çıkışındaki gibi 14 yaşında bulunuyordu.

Sadaret Kaymakamı Sofu Mehmed Paşa ile Şeyhülislam Esad Efendi'nin ısrarı ile gerçekleşen Mustafa'nın padişahlığı, babadan oğuja süregelen Osmanlı saltanat geleneğini de bozdu. Tarihçi Hammer, bu değişikliği, I. Ahmed'in yine bir hanedan geleneği olan, tahta geçenin kardeşlerini öldürtmesi kuralına uymamasına ve yaşça büyük bir şehzade hayattan iken daha küçüğünü padişah yapmanın doğru olmayacağı görüşü ile açıklar. Sofu Mehmed Paşa ve Şeyhülislam Esad Efendi, Mustafa'nın ruhsal ve akılsal rahatsızlıklarının ise uzun zaman saray hapsinde kalmasından kaynaklandığını, zamanla geçeceğini savunmuşlardı.

Mustafa'nın eğitimi ve yetişmesi konusunda bilgi yoktur. Babası III. Mehmed'in ve kendisinden l yaş büyük kardeşi I. Ahmed'in saltanatları boyunca gözlerden uzak tutulmuş, ortaya çıkartılmamıştı. I. Ahmed' in ölümü üzerine 22 Kasım 1617 günü sabah namazından önce toplanan Divan-ı Hümayun'a, Vezirazam ve Serdar-ı Ekrem Halil Paşa İran seferi nedeniyle İstanbul' da olmadığından Sadaret Kaymakamı Sofu Mehmed Paşa başkanlık etti. Toplantıda Mustafa'nın cülusu uygun görüldü. Bâbüs-saade önüne konan tahta Mustafa oturtuldu ve "umum biati" denen cülus töreni yapıldı. Camilerde salalar verilirken müna-diler de kentin muhtelif semtlerinde nida

ettiler. Aynı gün I. Ahmed'in cenaze namazı kılınıp türbesine defnedildi.

Cülustan iki gün sonra cuma günü I. Mustafa için kılıç alayı(->) yapıldı. Bu münasebetle yoksullara sadakalar dağıtılıp kurbanlar kesildi, izleyen günlerde istanbul'daki saltanat değişikliği, Batı'daki ve Doğu'daki hükümdarlara nameler gönderilerek bildirildi. Askere cülus bahşişi dağıtıldı. Saray kadroları da silahdardan başlanarak değiştirildi. Saltanat ve yönetim işleri ile ilgilenebilecek durumda olmayan Mustafa'nın sorumluluklarını adı bilinmeyen annesi (valide sultan) üstlenmişti. Kan-temiroğlu, I. Mustafa'nın bu ilk padişahlığında kendisini eğlenceye verdiğini yazar. Hasanbeğzade ise darüssaade ağası olan Mustafa Ağa'nın, I. Alımed döneminde devlet erkânım kendisine bağladığı gibi bu yeni dönemde de yetkinliğini sürdürmek istediğini fakat I. Mustafa'nın "la-kayd ve derviş-meşreb olması" yüzünden uyuşamadığım, padişahtan iltifat görmediğini ve atamalara karıştırılmadığını, bu yüzden de yeni padişahın akıl kıtlığını ve yetersizliğini gizlemek yerine büsbütün ifşa ettiğini, daha da ileri giderek "eğer bir zaman padişahlıkda kalur ise" altınları gümüşleri denize saçıp hazineyi tüketeceğini, uluorta konuştuğunu yazar. Ayrıca, padişaha okuyup üflemeye gelen şeyhlerin de böyle "devlet sırrı" şeyleri, darüssaade ağasının şurada burada konuşmasının doğru olmadığım ve Mustafa Ağa'nın derhal bu görevden alınması gerektiğini valide sultana söylediklerini ekler. Yine Ha-sahbeğzade'nin anlattığına göre, Mustafa Ağa bunlarla yetinmeyerek İstanbul halkının padişahtan soğumasını gerektirecek dedikodular yaydı. Ulemaya, ileri gelenlere haberler gönderip "padişah cümle şehzadeleri katletmek üzeredir, inkıraz-ı âl-i Osman'a sebeb olur" dedi ve onları canlarını başlarına sıçratıp I. Mustafa'yı tahtan indirmeye yönlendirdi.

L Mustafa ise sergilediği davranışlarla Mustafa Ağa'yı birçok yönden doğruluyordu. Hekimlerin tedavilerine, üfürükçülerin okumalarına ve muskalarına karşın dengesizliği devam ediyordu. Vakitli vakitsiz sokağa çıkmakta, para dağıtmakta, Divan-ı Hümayun toplantı halindeyken içeri girip vezirlerin kavuklarını çıkartmakta; oturduğu mekânın penceresinin altında ortaoyunu oynatıp aynı oyunu mütemadiyen tekrar ettirmekteydi. Oyunculardan birisini pek beğendiği için ona, Osmanlı hazinesinin en değerli mücevherlerini pencereden atmaya kalkıştı. Kâtip Çelebi, onun garip davranışlarını anlatırken aklının kıtlığı ve tuhaf halleri ile halk arasında ünlenen I. Mustafa'nın "türbeleri gezüb deryada mâhîlere altun atmak ve abes yere yollarda dirhem ü dinar döküb saçmak gibi" garipliklerini herkesin gözlemlediğini yazar.

Nihayet sadaret kaymakamı Sofu Mehmed Paşa ile Şeyhülislam Esad Efendi, doğru bir kararla I. Mustafa'yı tahttan indirmeyi kararlaştırdılar. 26 Şubat lölS'de ulufe divanı münasebetiyle devlet erkânı saraya çağrıldı. Askerler de saray avlusunda iken I. Mustafa'nın daire kapısı, üzerinden

kilitlendi. Şehzade Osman, başka bir kapıdan dışarıya çıkartıldı. Bâbüssaade önüne kurulan tahta oturtulup biat edildi. Bu, Osmanlı tarihinin en kolay ve tehlikesiz başarılan hal' olayı olmuştur. I. Mustafa'nın 96 gün süren ilk padişahlığından hal' edilmesinde bir neden de yatağına asla kadın yaklaştırmaması, bunun ise Osmanlı hanedanının sürmesi bakımından doğru bir hareket sayılmamasıydı.

I. Mustafa, Topkapı Sarayı'nm harem dairesinde, muhtemelen Şimşirlik Kasrı'na kapatıldı. Kantemiroğlu eski padişahın Ye-dikule Zindanları'na gönderildiğini yazmışsa da doğruluğu kuşkuludur.

I. Mustafa'nın ikinci kez tahta oturtulması "Haile-i Osmaniyye" olarak tarihe geçen ve II. Osman'ın öldürülmesi ile sonuçlanan korkunç ayaklanmanın ikinci günün-dedir. Yeniçerilerle sipahilerin II. Osman'a karşı ayaklanıp saraya saldırdıkları 19 Mayıs 1622 günü, Bâbüssaade denen Enderun girişini de geçen yeniçeriler, büyük ve küçük odaların önünde durup ağalardan, Mustafa'nın kaldığı yeri sordular. Haso-da'ya doğru ilerlediklerinde bir içoğlanı harem tarafını işaret etti. Asiler, sırıklara tırmanıp kubbeye çıktılar. Mutfaklardan getirttikleri baltalarla Mustafa'nın hapsedildiği yerin kubbesinden delik açmaya başladılar. Harem ağaları bunlara ok attı. Yeniçeriler de tüfekle iki harem ağasını öldürdü. Divanhane'nin perde ipleriyle kubbeden içeriye inen birkaç yeniçeri, Mustafa'nın bir minder üstünde oturduğunu, iki cariyenin ayakta beklediklerini gördü. Üç gündür yemek ve su verilmediği i-çin, Mustafa'nın ilk isteği su oldu. Yukarıdan su indirildi. Açılan delikten Mustafa ve cariyeleri dışarıya çıkartıldılar. Avluya getirilen şeyhülislamın atına bindirilen Mustafa'nın eyerde oturacak hali yoktu. İndirip önce Arzodası'na, oradan da Di-vanhane'ye götürdüler. Yeniçeriler, sırtına giydirilecek bir ferace dahi bulamadılar. Divanhane'de bulunan ulemayı kılıçla korkutarak Mustafa'ya biat ettirdiler. İstanbul'un dört bir yanına da münadiler salınıp I. Mustafa'nın padişahlığı duyuruldu. Bu gelişmeler olurken, ulemadan Kaf-zade Faizi Efendi aşırı heyecandan yere yığıldı ve öldü. Biat işi tamamlanınca asker kalabalığı, saraya mahsus bir hasta arabasına cariyeleriyle bindirilen yeni padişahın önünde, yanında ve arkasında yürüyerek "nice yüz âdem arabayı çeküb ve nice bin gaziler seyflerin üryan edüb..." Eski Saray'a yöneldiler. Mustafa'nın annesi buradaydı. II. Osman'ın Eski Saray'ı basacağı haberi alınınca valide sultanı da arabaya bindirip Yeni Odalar'a gittiler ve Mustafa'yı Orta Cami'ye oturttular. Yol boyunca dilenciler kadar halk da yenlerini, eteklerinin ucunu padişahın arabasından içeriye uzatıp bahşiş ve sadaka almaya çalışıyordu. Mustafa, annesi ve cariyeleri, geceyi Orta Cami'de geçirdiler. Kente dağılan yeniçeriler ise Baba Cafer, Galata, ve Tersane zindanları ile taş gemilerindeki mahkûmlarla mücrimleri cülus nedeniyle serbest bıraktılar. II. Osman'ın, amcasının Mustafa'yı ele geçirmek amacıyla Orta Ca-

mi'ye gönderdiği Yeniçeri Ağası Ali Ağa öldürüldü. I. Mustafa'ya ise -muhtemelen okuma yazma bilmiyordu- "yazmayı bilen" Kara Mazak önüne oturtularak ilk hatt-ı hümayunları yazdırtıldı. Valide sultanın isteği üzerine damat Kara Davud Paşa vezirazamlığa atandı. Güvenilen kişiler de ocak ağalıklarına getirildi. Kara Mazak,' kendisi için de çavuşbaşılık hattı yazdı. İdam edilecek kişilerle yeni yasalar konulması için de hatt-ı hümayunlar yazıldı.

20 Mayıs Cuma günü, Yeniçeri Ocağı'na


sığınan II. Osman da Orta Cami'ye getirildi.
Aynı anda iki padişah ve hangisinin hük
mü geçerli belli değil iken taraftarları ara
sında tartışmalar başladı. Annesi, L Musta
fa'yı mihrabın önüne oturtmuş; iki cariye
eteklerini tutmaktaydı. Dışarıdan gürültü
ler yükselince "yerinden sıçrayub seğirdüb
pencereden bakdıkda demürü muhkem
dutub validesi yalvarub arslanım koyuver
gel otur diyerek zor ve zar ile ayurub mih
raba götürürdü". II. Osman ise "görün hey
derdmendler, padişah etdiğiniz âdemi, bu
devletin inkırazına sebeb olub kendi oca
ğınızı söndürürsünüz!" diyordu. I. Musta
fa'nın annesi, hemen orada II. Osman'ın
idamını istediğinden, Davud Paşa birkaç
kez kement attırıp boğdurmaya çalıştı.
Ocak ileri gelenleri bırakmadılar. Valide
sultan ise "Ağalar siz bilmezsiz, bu ne yı
landır, bundan sağ kurtulur ise bizden ve
sizden kimse komaz!" diye bağırmaktaydı.
O gün öğleye doğru L Mustafa, annesi ve
cariyeleri arabaya kapatılıp Topkapı Sara-
yı'na götürüldü. Tahta oturtulup Davud
Paşa, nakibüleşraf ve yeniçeri ağasınca bi-
atta bulunuldu. Cuma olduğu için, cami
lerde hutbeler I. Mustafa adına okundu. II.
Osman ise Orta Cami'de yeniçerilerin ko-
rumasındaydı. Kentte ise yeniçeri ve sipa-
hilerce amansız bir yağma sürdürülmek
teydi. Ayaklanmacılar, öteden beri kin bes
ledikleri veya malına göz koydukları ne
kadar adam varsa hepsinin evlerini, ko
naklarını yağmalayıp harap etmekteydi
ler. Halk, kapıkulu askerlerinin bu edep
sizliklerini üç gün boyunca izlediği gibi,
Ağa Kapısı'ndan Orta Cami'ye götürülen
II. Osman'a yapılan hakaretleri, 24 saat gö
revde kalabilen II. Osman'ın son veziraza-
mı Ohrili Hüseyin Paşa'mn Ağa Kapı
sı'ndan kaçarken Beyazıt Meydanı'nda
asilerce yakalanıp parçalanışını da izle
di. 20 Mayıs gününün en korkunç cina
yeti ise II. Osman'ın Yedikule'de boğulma
sı oldu Cebecibaşı, II. Osman'ın kulağını ke
sip I. Mustafa'nın annesine getirdi.

21 Mayıs günü cenaze alayı düzenlenen


II. Osman için, sipahiler kan davası güde
rek ve yeniçerileri padişah katilliği ile suç
layarak ayaklandılar. Davud Paşa'mn sa
rayına yürüdüler "Sultan Osman'ı ne sebeb
ile katleyledünüz?" diye bağırdılar. O gün
sipahilere cülus bahşişi dağıtıldı ve olay
yatıştırıldı. Yeniçeriler ise "Altun isteriz,
hurda akçe almazız!" dediklerinden cülus
inamları ancak 2 Haziran'da verilebildi.
Vezirazam Davud Paşa kendisine yönelen
öfke ve nefreti yumuşatmak için, görevde
kaldığı 23 gün boyunca ödünler verdi.
Kamu görevleri şuna buna dağıtıldı. I.

20 MUSTAFA I



Yüklə 8,15 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   129   130   131   132   133   134   135   136   ...   140




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin