542
543 MUSTAFA I- SULTAN İBRAHİM
Mustafa'nın, I. Ahmed'in şehzadelerini boğduracağı söylentisi yayılınca ^oğlanları Bâbüssaade ağasını parçalayıp ölüsünü Atmeydanı'na bıraktılar. 13 Haziran 1622' de Davud Paşa azledilerek Mısır valiliğinden dönen Mere Hüseyin Paşa vezirazam oldu. Kaçmak isteyen Davud Paşa yakalanıp sarayında göz hapsine alındı. Mere Hüseyin Paşa'nın 25 gün süren sadareti boyunca da İstanbul'da karışıklıklar eksik olmadı. 21 Haziran'da asi askerler "koyun akçesi" adı altında verilen toplu parayı Sultan Ahmed Camii'nde üleşmektelerken bir elinde bıçak, öteki eliyle abasını kalkan etmiş bir sipahi içeri dalıp "anı anda bunu bunda vurmak suretiyle" birkaç mü-lazimi yaraladı. 100'den fazla askeri birbirine kattı. Fakat toparlanan asilerce başı kesildi.
24 Haziran'da I. Mustafa, atalarının kıyafetine öykünerek sözde "aba vü ecdadının dârât ü ayinin ihya" etti. Halk ise, II. Osman'ın levendane basit giyimlerini hatırlayıp güya bundan mutlu oldu.
Yeniçeri ağasını Mudanya'ya sürmesi, kapıkulu askerlerinin bir kısmını istanbul' dan çıkartması, Mere Hüseyin Paşa'yı güç durumda bıraktı. 8 Temmuz l622'de azledilerek yerine Lefkeli Mustafa Paşa getirildi. Sultan Mustafa ise, devlet işleriyle ilgilenecek durumda olmadığından ancak bir delinin yapabileceği şeylerle meşguldü. Bir beygire binip gideceği yeri bilmeden başım alıp gidiyor, "iki cebini altun ve akçe doldurup gâhi deryada tuyûr u mahiye gâhi yollarda bulunan tebâhiye" döküp saçıyor; vezirler arz için katına çıktıklarında "evzâ-ı garibe idüb kiminün dülben-din kakarak" başlarını açıyordu. 5 Ağustos' ta, ramazanın son cuması münasebetiyle vaaza çıkan Cerrahî Şeyhi ibrahim Efendi "ey ümmet-i Muhammed, padişah-ı veli, üç gündür bir tenha odaya girüb kapanmış namaz kılub ağlamaktadır. Hiç kimseye söylemez. Sizler de duayla meşgul olun. Sırrına yine kendi vâkıfdır. Dahi Sultan Osman Han'ın mertebesini âlem-i rüyada müşahede eylemişler. Katı âli görmüşler. Hakk teala rahmet eyleye!" diyerek cemaati ağlattı ve L Mustafa'nın ermişliğine inandırmaya çalıştı. Ramazan Bayramı'n-da ise divana çıkan padişah, taht önünde ayakta durdu, oturmadı. Zaten kendisini bir yerde uzun süre tutma olanağı yoktu. Bayram tahtına oturmayışına ise bir gerekçe uyduruldu ve "adab-ı hulefaya riayet içündür!" denildi, istanbul'a egemen olan zorba askerler ise Vezirazam Lefkeli Mustafa Paşa'yı da istememekte gecikmediler. Padişah ve annesi Davud Paşa Sarayı'nda iken haber gönderip vezirin rüşvet yediğim, yumuşak davrandığını ileri sürdüler ve "Biz bu veziri istemeyiz!" dediler. Deneyimli bir vezir olan ve daha önce iki kez sadaret kaymakamlığı yapan Gürcü Meh-med Paşa 21 Eylül l622'de vezirazam oldu.
l Ekim günü Kaptan-ı Derya Receb Paşa'nın Kazakları yenmiş olarak İstanbul'a zincire vurulmuş 500 Kazak tutsağı getirmesi heyecan nedeni oldu. 8 Ekim günü Iran elçisi İstanbul'a geldi ve alay gösterdikten sonra Vefa'da Kızılbaş Hasan'ın ko-
I. Mustafa
G. Renda, Osmanlı Padişah Portreleri, ist., 1992
nağına yerleşti. Kısa bir süre sonra, önce Rusya, arkasından Lehistan elçileri de İstanbul'a geldiler. Lehistan elçisi 700 atlı ile gelmiş olup "ağır elçi" idi. Vezirazam, sarayında Rusya elçisi ile bir araya gelip iki devlet arasındaki savaş yüzünden tartıştılar.
II. Osman'ın boğulması, Anadolu'da yer yer ayaklanmaların çıkmasına ve yeniçerilere karşı kan davası güden tımarlı sipahilerin İstanbul'daki kapıkullarma karşı eylemler başlatmalarına sebep oldu. En ciddi hareket ise Erzurum Valisi Abaza Meh-med Paşa'nın ayaklanmasıydı. Bu olaylardan kaygılanan yeniçeriler ve kapıkulu sipahileri de söz konusu cinayetten aklanmak için harekete geçtiler. Çünkü İstanbul halkı, yeniçerileri ve sipahileri padişah katilliği ile açıkça itham etmekteydi. 13 Ekim günü yeniçeriler ilk eylemi gerçekleştirip Yeniçeri Ağası Derviş Ağa'nın azlini istediler. Taşkınlıklarım üçer beşer gün aralıklarla sürdürdüler. Bunları, elaltmdan eski vezirazam Mere Hüseyin Paşa kışkırtıyordu. 24 Aralık l622'de yeniçeriler Vezirazam Gürcü Mehmed Paşa'nın gerekli tedbirleri almadığını, Abaza Mehmed Paşa' nın isyan edip Erzurum'daki yeniçerileri öldürmesinde vezirazamın ve Halil Paşa'nın eli olduğunu ileri sürdüler. Halil Paşa'nın yolunu kesip "Abaza sana dayanub bu denlü hareket eder!" dediler. Ertesi günkü divan toplantısı sırasında "gulüvv edüb" toplandılar. Zabitleri araya girerek kalabalığı dağıttı. Bir hafta sonra 31 Aralık 1622' de bu kez sipahiler II. Osman'ın kan davası ile Divanhane'ye gelip "Taşra kadıları ve reaya bize katil-i sultan deyü ta'n ederler. Elbetde kim katletdiyse hakkından ge-linsün!" diye bağırdılar. Buradan Etmeyda-nı'na gidip "Eğer padişah ferman eylediy-se kendisi bilür ve illa katili katleylesün. Bühtandan halas olalım!" diyerek I. Mustafa'ya haber gönderdiler. Sipahilerin eylemleri ve her gün divana gelmeleri ocak ayı-
nın ilk haftası boyunca sürdü, istanbul'da korkulu anlar yaşandı. I. Mustafa "tiz katiller bulunsun!" sözcüklerinden ibaret bir hatt-ı hümayun yayımladı. Kaçarken yakalanan Cebecibaşı Kara Mazak, Yedikule'ye götürülürken II. Osman'ın su içtiği çeşme başında boynu vurularak idam edildi. Eyüp'te saklandığı samanlıkta ele geçen eski vezirazam Kara Davud Paşa 5 Ocak günü Yedikule'ye hapsedildi, idamım, I. Ahmed'in kızı olan eşi, cellat Süleyman Usta'ya rüşvet vererek ertelemeye çalıştı. 7 Ocak günü Divan-ı Hümayun'dan, Davud Paşa'nın idam kararı çıktı. Halk padişah katili bilinen Davud Paşa'nın da Yedikule yolundaki çeşme başında idamını istiyordu. Çeşme başına getirilen eski vezirazam, koynundan, II. Osman'ın boğulması için I. Mustafa'nın verdiği fermanı, Rumeli ve Anadolu kazaskerlerinin fetvasını çıkartıp gösterdi. Yeniçeriler, paşayı ata bindirip Orta Cami'ye götürdüler. Ertesi gün Gürcü Mehmed Paşa'nın görevlendirdiği 200 asker Orta Cami'yi basıp Davud Paşa'yı Yedikule'ye götürdüler. Davud Paşa'yı, II. Osman'ın boğulmasında rolü olan Kalen-deruğrusu'nu, Vezir Derviş Paşa'yı, Meydan Bey'i idam ettiler, istanbul'a ve yönetime büsbütün egemen olan zorba yeniçeriler, bu kez Gürcü Mehmed Paşa'yı hedef seçtiler. Divan toplandığı sırada saraya gelip Mehmed Paşa'ya hakaretle "Tavası taifesinün vezaretde alakası olduğuna razı değülüz, yok dersen hançer üşürüb seni pârelerüz" dediler. Bunun üzerine Mehmed Paşa 5 Şubat 1623'te mühr-i hümayunu padişaha gönderip konağına çekildi. I. Mustafa adına saraydan verilen hatt-ı hümayunda "kul kimi isterse nıühr ana verülsün" denildiğinden, baştan beri zorbaları kışkırtan Mere Hüseyin Paşa ikinci kez vezirazam oldu. Fakat, arası çok geçmeden zorba askerler bu kez de Defterdar Hasan Paşa'nın sadarete getirilmesini istediler. Mere Hüseyin Paşa'nın bir divan toplantısında, aynı zamanda "seyyid" olan bir kadıyı falakaya yatırması üzerine istanbul ulemasından, Karaçelebizade Abdülaziz, Uşşakizade Aziz, istanbul Kadısı Hasan efendiler ile kadı ve müderrisler Fatih Camii'nde toplanıp Mere Hüseyin
^—^5p
l. Mustafa'nın tuğrası.
S. Umur, Osmanlı Padişah Tuğraları, tst., 1980
Paşa'nın kâfir, kanının da helal olduğuna ilişkin bir fetva yazdılar. Ayrıca I. Mustafa'nın da aklında hafiflik bulunduğunu, imametinin (halifeliğinin) caiz olmadığım, bu nedenle de hükümlerinin geçersiz sayılması gerektiğini ileri sürdüler. Şeyhülislam Yahya Efendi'nin de şeriat kurallarını uygulatmadığı için istifasını istediler. Fatih Camii'ne çağrılan Yahya Efendi, padişahla görüştükten sonra fetva verebileceğini söyledi. Üsküdar Sarayı'na I. Mustafa'nın yanına gitti. Ulemanın baskısı ile Mere Hüseyin Paşa, azledilecekken zorba askerler onaylamadığı için görevinde bırakıldı. Fatih Camii'ndeki din adamları da üzerlerine gönderilen acemioğlanlanndan korkup evlerine dağıldılar. Fakat yaşanan izdiham ve panik yüzünden ayak altında kalıp ezilenler oldu.
Dengesiz ve acımasız olan Mere Hüseyin Paşa divan toplantısında bir beylerbeyini sopa altında öldürttü. Kendisinden öç alamayan ulema ise Abaza Mehmed Paşa'yı istanbul'a yürümesi için tahrik etti. Mere Hüseyin Paşa, Fatih toplantısına katılan kadı ve müderrisleri sürgüne gönderdi. Konumunu güçlendirmek için de yeniçerilerle sipahileri karşı karşıya getirmeyi amaçladı. İstanbul'da terör estirterek suçlu suçsuz çok kimseyi idam ettirdi. Ocak ağalan ile anlaşıp ulufe dağıtımında yeniçerilerin sipahileri kılıçtan geçirmelerini planladı. Fakat bu komplo duyuldu. Sipahiler ayaklanıp vezirazamın konağına yürüdüler. Mere Hüseyin Paşa kaçıp saklandı. 30 Ağustos l623'te Kemankeş Ali Paşa vezirazam oldu.
Ali Paşa, süregelen disiplinsizliği ve I. Mustafa'nın dengesizliğinden kaynaklanan sorunları aşmak için öncelikle tahtta değişiklik yapılması gerektiğini vezirler, ulema ve ocak ağalan ile konuştu, istanbul 1,5 yıldan beri tam bir zorba tahakkümü altındaydı. Rumeli ve Anadolu valileri padişahın fermanlarım dinlememekteydiler. Taht değişikliğinin getireceği en büyük sorun ise 2-3-000.000 altın tutan cülus bahşişiydi. Hal' konusunda, her işi oğlu adına yürüten valide sultana, ilmiye ricalinin padişahla yüz yüze görüşüp bazı sorular yöneltmeleri, alacakları cevaplara göre tahtta kalıp kalmamasına karar verilmesi önerildi. Buna yanaşmayan valide sultan "hali sizce de malum" dedi. Ancak oğlunun öldürülmemesi için güvence istedi. Hazırlıklar yapıldıktan sonra 9 Eylül günü Davud Paşa Sarayı'ndan Topkapı Sarayı'na getirilen I. Mustafa, 10 Eylül 1623'te eski dairesine kapatıldı ve IV. Murad(-») tahta oturtuldu. Annesi de Eski Saray'a gönderildi. Topkapı Sarayı'ndaki dairesinde büsbütün aklını yitiren Mustafa'nın oraya buraya koşup "Osman! Osman!" diye bağırdığı rivayet edildiği gibi, yaşamının sonuna doğru Osmanlı hanedanının şehzadelerini boğdurtmaya başlayan IV. Mu-rad'ın amcası Mustafa'yı da öldürttüğü ileri sürülmüştür. Naima eski padişahın daha 16 yıl sarayda münzevi yaşadığını ve Ramazan 1048 ortasında öldüğünü, yaşının ise 50'ye yaklaştığım yazar. Evliya Çe-lebi'nin anlattığına göre nereye gömülece-
ği bilinmediğinden ölüsü 17 saat bekletilmiş, sonunda Ayasofya'nın eskiden vaf-tizhane olarak kullanılan bölümüne gömülmesi, ancak buranın zeminindeki toprak uygun görülmediğinden Hasbahçe'den toprak getirtilmesi kararlaştırılmıştır.
istanbul'da adına yapılmış hiçbir eser bulunmayan I. Mustafa'yı halk bazen deli, bazen veli (ermiş) görmüş, ondan çıkar sağlayan şeyhler de bu padişahı, halka bir veli gibi tanıtmaya çalışmışlardır. Osmanlı padişahlarının aynı zamanda en cahili olan Mustafa, okuryazar olmadığı için hatt-ı hümayunlarım cariyesi Sanuber'in çok bozuk bir yazıyla yazdığı sanılmaktadır.
Bibi. Tarih-i Naima, II, 153 vd, III, 418; J. von Hammer, Devlet-i Osmaniye Tarihi, VIII, ist., 1334; Evliya, Seyahatname, I, 354; Tarih-i Peçevt, II; Karaçelebizade Abdülaziz, Ravzatü'l-Ebrar, İst., 1284; Danişmend, Kronoloji, III, 267-381; D. Kantemir, Osmanlı Devletinin Yükseliş ve Çöküş Tarihi, II, Ankara, 1975, s. 149-151; M. Aktepe, "Mustafa I", lA, VIII, 692-695; Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi, no. E-8394, 8395.
NECDET SAKAOĞLU
MUSTAFA I-SULTAN İBRAHİM TÜRBESİ
Eminönü İlçesi'nde, Ayasofya Camii'nin avlusunda yer alan ve daha önce vaftizha-ne iken I. Mustafa (hd 1617-1618, 1622-1623) ile Sultan İbrahim'in (hd 1640-1648) türbesi haline getirilen yapı.
Erken Hıristiyan ve Bizans mimarilerinde önemli bir yeri olan Ayasofya Vaftizha-nesi, ana yapının güneybatı köşesinin yakınında kare planlı abidevi bir bina olarak yapılmıştır. Vaftizhanenin üstü dıştan kas-naksız, kurşun kaplı basık bir kubbe ile örtülüdür. İçeride köşelerde, kare dış duvarlarının içlerine dört eksedra oyulmuş olduğundan binanın üst yapısı sekizgene dönüşmüştür. Bu biçim binanın içinde daha belirgindir. Duvarlarda çepeçevre yayılan sekiz niş bu sekizgen görünümü daha da kuvvetlendirir. Nişlerden doğu duvarında olanı hafifçe dışa taşkın olup bir apsis oluşturmaktadır. Köşelerde olanların yarım yuvarlak oluşuna karşılık, nişlerden üçü köşeli ve dikdörtgen biçiminde yuvalar halindedir. Bunlardan batıda olanın içinde büyük esas giriş bulunmaktadır. Bu giriş vaftizhanenin batı tarafında uzanan narteks biçimindeki bir hole açılır. Kuzeyde bulunan köşeli nişin içinde de daha önce bir yan kapının bulunduğu anlaşılmaktadır. Vaftizhanenin batısında kalan narteks, her biri bir çapraz tonozla örtülü olan üç bölüm halindedir. Bu narteksin Ayasofya'nın bugün esas girişi olan güneybatı köşesindeki yan kapısının önünde uzanan avluya açılan bir kapıya sahip olduğu kolayca tahmin edilebilir. Osmanlı döneminde bu giriş kapatılıp, demir parmaklıklı bir hacet penceresi biçimine sokulmuştur. 17. ' yy'dan beri eski vaftiz binasına kuzeydoğu köşesindeki eksedranın içinde açılmış olan bir kapıdan girilmektedir.
Ana bina ile vaftizhane arasındaki boşluk küçük bir avlu meydana getirmektedir. Burada ayrıca abidevi görünüşlü bir porc-
he bulunmaktadır. Bu küçük aralık veya avlunun bugün dışarıya veya ana binaya bir bağlantısı ya da çıkışı yoktur. Günümüzde bu avluya dolambaçlı şekilde, vaftizhane ile Ayasofya arasındaki bir dehlizden geçilerek girilir. Oysa burada yükselen porche oldukça kuvvetli bir sanat eseri iddiasındadır. Porche üst üste bindirilmiş sütunlar yardımıyla biçimlendirilmiştir. Alttaki sütunların altlarında aşırı derecede yüksek postament'ler vardır. Sütunların üstlerindeki başlıklar ise "faltkapiteU" olarak adlandırılan türdendir. Alttaki iki sütunun arasında tam ortaya mermerden bir kapı çerçevesi yerleştirilmiştir. Vaftizhanenin kuzey tarafında bulunan üstü kemerli ve Osmanlı döneminde örüldüğü anlaşılan yan giriş, ortasında mermer çerçeveli bir kapı bulunan porche ve iki bina arasında bulunan ve bugün bir çıkışa sahip bulunan ufak avlu, hiç değilse Bizans döneminin bir süresi boyunca vaftizhanenin, ana binanın yan nefiyle bağlantılı olduğunu ve buradan vaftizhaneye geçilebildiğini akla getirmektedir. Bu konuda ileri sürülebilecek ikinci bir hipotez, Mısır'daki Ebu Me-nas veya Suriye'deki Simeon Stylites Manastırı vaftizhanelerinde olduğu gibi Ayasofya Vaftizhanesi'nin dışında da çepeçev-
I. Mustafa Türbesi ile Ayasofya arastadaki avluda yer alan anıtsal görünüşlü porche (üstte) ve türbede 1982-1983'te yapılan restorasyon sırasında bulanan fresko parçası. Fotoğraflar Tahsin Aydoğmuş, 1993
MUSTAFA I- SULTAN İBRAHİM 544
545
MUSTAFA H
re revaklar veya dehlizler olduğudur. Aya-sofya Vaftizhanesi'nin güney yan cephesinin ortasında, kuzey cephede olduğu gibi bir yan girişin izleri bulunabilmiş olsaydı, güneyde de bir revak veya dehlizin varlığı hipotezi kuvvetli bir dayanak kazanmış olurdu.
Ayasofya ile bitişiğindeki vaftizhane arasında organik bir bağlantının bulunmaması, vaftizhane binasının, Ayasofya Kili-sesi'nin I. lustinianos zamanındaki (527-565) yapımından daha eski olduğunu akla getirmektedir. Vaftizhanenin Ayasofya'nın Constantinus tarafından ilk yapılışı ile yaşıt olup olmadığını ya da II. Teodosios döneminde, 404-415 arasındaki ikinci yapım zamanından kalıp kalmadığını bilemiyoruz. Yandaki porche'un mimarisinin, Stu-dios Manastırı Kilisesi'nin (461 veya 463) narteks girişi ile yakın benzerliği yapının 5. yy'dan kalma olduğuna işaret eder gibidir. Porche'daki başlıklardan ikisi, Aya-sofya'da hiçbir benzerine rastlanmayan bir türdedir. Oysa bu başlıkların benzerlerine İstanbul'da, 6. yy'dan kalan ve evvelce Sergios ve Bakhos Kilisesi olan Küçük Ayasofya Camii'nde rastlıyoruz.
Vaftizhanenin duvar örgü tekniği de Ayasofya'nınkinden farklıdır. Burada kullanılan harç pembemsi renkte olup içinde iri parçalar halinde tuğla kırıkları vardır. Oysa Ayasofya'da kullanılan harç hem daha kalındır, hem de rengi griye çalmakta ve içinde daha ufak dövülmüş tuğla kırıkları bulunmaktadır. Bu durum da her iki yapının aynı tarihlerde yapılmış olamayacağına işaret eder. Laleli'de, Mirela-ion Manastırı Kilisesi (Bodrum veya Mesih Paşa Camii) yanındaki 5. yy'a ait olarak tarihlenen bir yuvarlak yapının (rotunda) duvar örgü tekniği vaftizhanedeki örneğe çok yakındır. Vaftizhanenin bir başka elemanı da yapının tarihlenmesine ışık tutmaktadır. Bu eleman 17. yy'da vaftizhane-nin içinden çıkarılarak, porche'un bir köşesine yerleştirilen ve bugün de orada bulunan yekpare mermerden yontulmuş büyük vaftiz teknesidir. Daha önce vaftiz-hanenin tam ortasında, kısmen döşemenin içine gömülü olan bu büyük mermer kitlesi yerden 1,54 m yüksekliğindedir. Bunun 54 cm'lik bölümünün döşeme hizasından
I. Mustafa-Sultan İbrahim Türbesi
Tahsin Aydoğmuş, 1993
yukarı taştığı, altta kalan bölümlerin düzeltilmeden bırakılmasından anlaşılmaktadır. Teknenin genişliği 2,50 m, uzunluğu ise 3,20 m'dir. İçine oyulmuş havuz kısmı iki yanlarda yarım yuvarlak eksedralar biçiminde şekillendirilmiştir. Teknenin içine her biri üçer basamaklı iki merdivenle ini-lebilmekteydi. Teknenin derinliği, en üst kenarından 1,17 m'dir. Teknenin bu boyutları, içine dalıp çıkmak (immersion) suretiyle vaftiz edilmek üzere yetişkinler için yapıldığını göstermektedir. Bu da vaftizhane yapısının Hıristiyanlığın erken bir çağına, herhalde I. İustinianos'tan önceki bir döneme ait olabileceğini gösteren bir işaret sayılabilir. Teknenin üst kenarında birkaç yerde haç biçiminde oyuklar bulunmaktadır. Evvelce bu yuvaların içlerinde altın yaldızlı bronzdan ve belki de altından haçların çakılı olduğu anlaşılmaktadır.
Bizans döneminde Vaftizhanenin içinde mozaik veya fresklerin bulunduğu bilinmektedir. 1200'e doğru Konstantinopolis'e gelen Rus hacılardan Novgorodlu Anton, vaftizhane kubbesinin ortasında İsa'nın vaftiz edilişini tasvir eden bir sahne görmüştü. Yapı l639'da bir sultan türbesi biçimine sokulmuş olduğundan yapının içindeki bütün duvar yüzeyleri ve kubbeyi kaplayan sıva tabakasında Osmanlı dönemi kalem işi nakışları görülür. Ancak Ayasofya Müzesi Müdürlüğü'nün 1982-1983'te yaptırdığı restorasyon çalışması sırasında yapının iç duvarları ve kubbesinin iç yüzünün sıvaları tümüyle raspa edilmiş, fakat sadece küçük bir fresko parçası bulunabil-miştir.
Ayasofya Vaftizhanesi fetihten sonra komşusu olan yapı cami haline getirildiğinde, burada yakılan kandillerin yağlarının depolandığı bir ambar olarak kullanılmış ye bu durum l639'a kadar sürmüştür. 1623'te, akli dengesinin bozukluğu nedeniyle tahtan indirildikten sonra 16 yıl boyunca hapis hayatı yaşayan I. Mustafa 20 Ocak l639'da öldüğünde, İstanbul'da mevcut padişah türbelerinin hiçbirinde yer bulunamadığı için Vaftizhanenin türbe haline getirilmesine karar verilmiştir. Bu amaçla binaya yeni bir kapı açılmış, bunun önüne bir saçak ile bir türbedar odası eklenmiş, yapının eski esas girişi pencere bi-
çimine sokulmuş, Kuran ve cüzlerin konulması için dolaplar yapılmak üzere duvarlar oyulmuş ve herhalde bu sırada sıvanarak üstlerine nakış işlenmiştir. Binanın türbeye dönüştürülmesi sırasında en önemli iş ortadaki vaftiz teknesinin kırılmadan dışarı çıkarılmasıydı. Yapının kuzey duvarındaki yan kapının kenarları bu amaçla tekne genişliğinde yıkılmış ve sonra tekrar örülmüştür. Vaftizhanenin türbeye dönüştürülmesi işinin dönemin hassa baş-mimarı Koca Kasım Ağa tarafından gerçekleştirildiği kuvvetli bir ihtimaldir. Evliya Çelebi yapının türbeye dönüştürülmesi sırasında duvar delinirken iki tuğla arasında demirden bir tütün lülesi bulunduğunu yazar. Bu öğenin ne olduğunu anlayacak bilgiden yoksunuz. Bunun demirden bir çubuk lülesine benzeyen madenden yapılmış bir şey olduğuna ve duvarın harcı içine gömüldüğüne ihtimal verilebilir.
Artık Ayasofya etrafındaki padişah türbelerinden biri haline gelen Ayasofya Vaftizhanesi, 10 yıl sonra ikinci bir padişaha daha mezar olmuştur. 18 Recep 1058/8 A-ğustos 1648'de tahtan indirildikten sonra 28 Recep'te öldürülen Sultan İbrahim de bu türbeye gömülmüştür. L Mustafa ve Sultan İbrahim Türbesi'ne daha sonra şu kişilerin gömülmüş olduğu bilinmektedir: IV. Murad'ın kızı ve Melek Ahmed Paşa'nın zevcesi l659'da ölen Esmahan Kaya Sultan, I. Ahmed'in kızı ve Bayram Paşa'nın zevcesi Hanzade Sultan, yine I. Ahmed'in kızı ve Kenan Paşa'nm zevcesi Atike Sultan (ö. 1660), Sultan İbrahim'in kızı ve îb-şir Mustafa Paşa'nın zevcesi Buy-unaz Ayşe Sultan (ö. 1660), Sultan İbrahim'in oğlu Şehzade Selim (ö. 1669), IV. Mehmed'in oğlu Şehzade İbrahim (ö. 1679) ve II. Ahmed'in oğlu Şehzade İbrahim (ö. 1714). Türbede 18 sanduka bulunduğuna göre bu durumda bunlardan sadece yarısının kime ait olduğu bilinmektedir.
Yazdıklarından öğrendiğimize göre Evliya Çelebi, Esmahan Sultan'ın ölümünden sonra eşi Melek Ahmed Paşa tarafından bu türbenin türbedarı olarak atanmıştır. Türbenin içinde bulunan ve Evliya Çelebi'nin sözünü ettiği değerli şamdan, kandil, örtü gibi eşyalardan bugün bir şey kalmamıştır. Türbeden çıkarılmış bir rahlenin Türk ve İslam Eserleri Müzesi'nde bulunduğunu biliyoruz. Diğer eşyaların da bu müzede olmasına ihtimal verilirse de bu hususta aydınlatıcı bir bilgi edinilememiştir. Yine Evliya Çelebi'nin bildirdiğine göre, Sultan İbrahim kadınlara düşkün olduğu kadar onları "çırağ" etmekle de ün kazanmıştı, bu bakımdan kadınlar onun türbesini, bir veli kabri gibi ziyaret ederlerdi.
Binanın dış yüzünde türbe haline getirildiği tarihten bu yana önemli bir değişiklik olmadığı ileri sürülebilir. Yalnız yapı türbe haline getirildiğinde doğu tarafında açılan girişin önünde inşa edilmiş olan barok üsluptaki saçak ile türbedar odası, 18. yy'ın ikinci yarısında, belki de 1766 depreminin arkasından, o yılların zevkine uygun biçimde yenilenmiştir. Bu ahşap unsurlar 1982-1983 restorasyonu sırasında sökülmüştür.
Elimizde 1982-1983 restorasyonuna dair bir rapor bulunmamakla birlikte bu çalışma sırasında içerideki nişlerin eski biçimlerine sokulmaya çalışıldığını ve bunların önlerindeki dolap kapaklarının kaldırıldığını, apsis yarım yuvarlağının duvarının oyularak burada bir araştırma yapıldığını, gerek burada, gerekse de başka yerlerde çok sayıda Bizans ve Osmanlı dönemi ke-ramik parçaları bulunduğunu biliyoruz.
Bibi. W. Salzenberg, Altchristliche Baudenk-malevon Constantinopel..., Berlin, 1854, s. 19, levha 6, 7, 11, 12, 18; W. R. Lethaby-H. Swain-son, The Church ofSancta Sophia, A Study of Bzantine Building, Londra-New York, 1894, s. 21, resim 3 ve s. 154-155, 217, res. 39; E. E. An-toniades, Ekphrasis tes Hagias Sophias, Atina, 1907, I, s. 123-130, resim 178-181; ay, He Ha-gia Sophia, Paris, 1906; Gurlitt, Konstantino-pels, 21-22, resim 51; E. H. Swift, Hagia Sophia, New York, 1940, s. 174-176, resim 33, levha l, 2, 7 ve 20a; Gennadios Arabacıoğlu, "To Baptisterion tes Hagias Sophias", Ortodoksi-ya , XVIII (1943), s. 127-135; F. Dirimtekin, "Ayasofya Baptisteri", Türk Arkeoloji Dergisi, XII, 2 (1963), s. 54-64, resim s. 76-87; G. Bon-figlioli, S. Sofla di Constantinopoli-L 'Architet-tura, Bologna, 1974, s. 44-47, resim 7; H. Kah-ler, Die Hagia Sophia, Berlin, 1967, resim l, 16, 17, 19; Th. F. Mathews, The Byzantine Churches of istanbul, Pennsylvania, 1976, s. 311-312; R. van Nice, SaintSophia inlstanbul, An Architectural Survey, Washington, tz (1968?), levha l, 2, 6, 13; vaftiz teknesi hakkında, S. Lansen, "The Baptismal Font of St. Sophia: A Recent Interesting Discoveıy at istanbul", The Hlustrated London Neuıs, 13 Ekim 1945, s. 415, (Türkçesi Bedi N. Şehsuvaroğ-lu, Ressam Ali Sami Boyar, İst., 1959, s. 51-55); Tarih-i Naima, III, 395; Evliya, Seyahatname, I, 354-355; Ayvansarayî, Hadtka, I, 5; Şehsuva-roğlu, İstanbul, 153; S. Eyice, "Le baptistere de Sainte Sophie d'Istanbul", Atti del Congresso Internazionale di Archeologia Cristiana, Roma, 21-27 Ekim 1975, II, Roma, 1978, s. 257-273; ay, "Ayasofya Vaftizhanesi, Sultan I. Mustafa ve Sultan ibrahim'in Türbesi Olan Yapı", Atatürk Konferansları, VIII (1983), s. 139-174. SEMAVİ EYİCE
MUSTAFA H
(5Haziran 1664Edirne -20Aralık 1703 İstanbul), 22. Osmanlı padişahı (6 Şubat 1695-22 Ağustos 1703).
"Mustafa Han-ı Sani", "Gazi Sultan Mustafa Han", "Sultan Mustafa bin Mehmed Han-ı Rabi" adlarıyla da bilinir. IV. Meh-med(->) ile Emetullah Gülnûş Valide Sultan'ın^) oğludur. Fetihten sonra Edirne'de tahta oturan padişahların ikincisi (ilki II. Ahmed) olup Edirne'de tahttan indirilen tek padişahtır. Edirne'yi İstanbul'a tercih ederek devleti buradan yöneten padişahların da sonuncusudur. Kısa saltanatının büyük bölümünü Edirne'de geçiren ve Divan-ı Hümayun oturumlarını da burada yaptırtan II. Mustafa döneminde İstanbul, sadaret kaymakamlarınca yönetilmiştir.
II. Mustafa, babası IV. Mehmed'in Edirne'de oturmaya başladığı dönemin başında doğdu ve çocukluğu burada geçti. 1669' da babası ile Mora Yenişehir'inde bulunurken bed-i besmele töreni ile eğitimine başlandı. İlk dersi Vânî Mehmed Efendi verdi ve "Rabbi yessir"i okuttu. Yazı hocası ünlü hattat Hafız Osman'dı. l670'te Seyyid Feyzullah Efendi kendisine hoca tayin edil-
di. Tarihçi Raşid'in yazdığına göre "karar-gâh-ı saltanat olan dârü'1-meymene-i Edirne'de nâz ü naîm ile terbiyesi" önlemleri titizlikle alındı.
1675'teki muhteşem sünnet düğünü de yine Edirne'de yapıldı. Bu düğün geceli gündüzlü 15 gün sürdü. IV. Mehmed, çıktığı seferlere ve düzenlediği av partilerine Mustafa'yı da götürdü. Bu sayede genç şehzade Osmanlı Avrupa'sını tanıma olanağı elde etti. Buna karşılık İstanbul'da kısa sürelerle kaldığı için başkentin yabancısıydı. 1687'de babası tahttan indirildiği zaman hükümdarlık için ideal adaydı ve IV. Mehmed de yerine oğlunun geçirilmesi konusunda uyanda bulunmuş fakat "ekber ev-lad" olan kardeşi II. Süleyman tahta oturtulmuştu. Mustafa, 1687'de Topkapı Sara-yı'nın Şimşirlik Kasrı'nda göz hapsine alındı. Amcası II. Süleyman l689'da haremiyle birlikte Edirne'ye nakledirlerken Mustafa da babası ve küçük kardeşi Ahmed'le (III. Ahmed) kapalı arabalara bindirilip Edirne Sarayı'na götürüldü. II. Süleyman 1691' de Edirne'de ölünce Mustafa'nın tahta çıkartılması bir kez daha gündeme geldi. Ancak yine "ekber evlad" yaklaşımı ile II. Ahmed padişah oldu. II. Ahmed'in saltanatı boyunca (1091-1695) Mustafa da Edirne' de kaldı. Bu padişahın ölümcül hastalığı sırasında, yerine oğlu İbrahim'in tahta oturtulması ve Mustafa'nın padişahlık hakkından yoksun bırakılması vezirler arasında tartışılmakla birlikte Mustafa, Hazinedar-başı Nezir Ağa'nın yardımı ile Ahmed'in ölümünü herkesten önce haber aldı ve derhal hasodaya geçti. Sadrazam Sürmeli Ali Paşa'yi ve devlet erkânını, baltacılarla saraya çağırdı. Onların gelmelerini beklemeden de Edirne Sarayı'nın "cülus mahalli" o-lan mekânına taht kurdurup oturdu. Saraya gelen sadrazam, vezirler, ulema ve ağalar, misafir odasında toplanıp biat için huzura girdiler. Cülus töreni bitince Alay Köş-kü'ne geçti ve amcası II. Ahmed'in cenazesinin İstanbul'a götürülmes için buyruk verdi.
Cülusunun üçüncü günü (8 Şubat 1695) sadrazama bir hatt-ı hümayun göndererek zevk ve safaya dalan padişahların uyruklarının huzur ve rahat görmediklerini, bu nedenle saltanat zevklerini kendisine haram edip dinsiz düşmanlardan intikam almak için gazaya ve cihada çıkacağını, büyük atası Kanuni Sultan Süleyman'ın yolunu izleyeceğini bildirdi. Ayrıca devlet adamlarının toplanarak kendisinin ordunun başında savaşa gitmesinin mi veya serdar-ı ek-rem atamasının mı daha doğru olacağını tartışmalarını istedi. Sürmeli Ali Paşa'nın başkanlığında yapılan ve üç gün süren toplantılar sonunda, padişahın başkomutanlığının çok isabetli olacağı, ancak bunun masraflarının altından kalkılamayacağı, bu nedenle sadrazamın orduya komuta etmesinin uygun görüldüğü kendisine bildirildi.
Amcası II. Ahmed gibi Edirne'de Eski Saray'da kılıç kuşanan II. Mustafa, İstanbul' da Eski Saray'da bulunan annesi Emetullah Gülnûş Valide Sultan'ın Edirne'ye gelmesi için bir ferman çıkardı. Tevkii Elmas
Mehmed Paşa ile darüssaade ağası ve mat-bah emini bu amaçla görevlendirildiler. Valide sultan kalabalık bir hizmetli kadrosu ve kapalı arabalarla Babaeski'ye ulaştığında II. Mustafa büyük alay tertipleyerek annesini karşılamaya çıktı. Solak Çeşmesi yakınındaki İskender Çelebi Balıçe-si'nde ziyafetler düzenlendi ve Gülnûş Sultan dinlendirildi. Buradan, yine büyük bir törenle Edirne Sarayı'na gidildi. II. Mustafa, Erzurum'da sürgünde olan hocası Feyzullah Efendi'yi de önce İstanbul'a getirtip oradan da şeyhülislamlık makamına atamak üzere yanına davet etti. Savaş durumu öne sürülerek cülus bahşişinin her ocağa toptan ve belli oranlarda verilmesi kararlaştırıldı. Yeniçerilere 250, cebecilere, sipahi ve silahdarlara 15'er, topçulara 5 kese akçe cülus inamında bulunuldu.
II. Mustafa, Edirne'ye gelen hocası Feyzullah Efendi'nin tavsiyesi ile askeri seferden alıkoymakla suçlanan Ali Paşa'yı azledip Elmas Mehmed Paşa'yı 2 Mayıs 1695' te sadrazam atadı. 26 Mayıs'ta da Feyzullah Efendi şeyhülislam oldu.
Tahta geçtiği sırada, Avusturya ile karada, Venedik ile denizde ve karada savaşlar, Lehistan ve Rusya ile sorunlar devam ettiğinden askeri merkez konumundaki Edirne'den ayrılamayan II. Mustafa öncelikle savaş işlerine el attı. Başkent İstanbul' la ilgilenmedi. Bu ilgisizlik IV. Mehmed döneminden (1648-1687) beri süregeldiği için halk arasındaki hoşnutsuzluk giderek artmaktaydı.
II. Mustafa, ilk Avusturya seferine Edirne'den 30 Haziran 1695'te hareket etti. Belg-rad'a geldiğinde Kurs (Orta Macar) Kralı Tökeli İmre'nin burada oturmasını sakıncalı bularak 20 kadar yakını ile bir Tuna şaykasına bindirip İstanbul'a gönderdi. Lu-goş zaferini kazanarak "gazi" sanını alan II. Mustafa, Edirne'ye, buradan da İstanbul' a hareket etti. 14 Kasım 1695'te Davutpaşa ordugâhına indi. Burada dört gün kaldıktan sonra kendisini karşılamaya gelen İstanbul uleması, şeyhleri, müderrisleri ve kentin ileri gelenleri ile 18 Kasım günü büyük bir alayla kente girdi. Kışı, Topkapı Sarayı'nda geçirdi.
Padişahın İstanbul'da kaldığı beş ay zarfında, önemli ekonomik ve mali kararlar alındı. İlkin, artan savaş masraflarının karşılanması için müsadere işlerinin daha ciddi yürütülmesi, vergilerin toplanmasında titizlik gösterilmesi ve gerektiğinde ileriki yılların vergilerinin de tahsil edilmesi kararlaştırıldı. İstanbul'da hayat pahalılığına neden olan para kaçakçılığı ise en önemli sorundu. Darphane'de kesilen halis altınları toplayan Mısır tüccarları, bunları Kahire'de kesilen düşük ayarlı altınlarla değiştirdiklerinden piyasada sağ altın ve gümüş para giderek azalmakta, bu yüzden de fiyatlar artmaktaydı. II. Mustafa, her çeşit paranın sürümde olmasına kısıtlama getirerek kendi adına ilk kez "tuğralı" altın ve gümüş paralar bastırttı. "İstanbul eşrefisi" yerine aynı ayarda ve vezinde "tuğralı cedit altun" darp edildi. İstanbul'da sürümde olan veya tüccarların Akdeniz limanlarından getirdikleri her çe-
Dostları ilə paylaş: |