KirkçEŞme tesisleri



Yüklə 8,15 Mb.
səhifə137/140
tarix27.12.2018
ölçüsü8,15 Mb.
#87838
1   ...   132   133   134   135   136   137   138   139   140

MUSTAFA m CAMÜ

554


555

MUSTAFA IV

vi'ndedir. Kadınları, Adilşah, Aynülhayat, Mihrişah ve Rıfat kadın efendilerdi, iki oğlu Selim (III) ile küçük yaşta ölen Meh-med'di. Kızları Hibetullah, Mihrimah, Şah, Mihrişah, Beyhan, Hatice, Esma ve Fatma sultanlardır.



Bibi. Mür'i't-Tevarih, II/A, II/B; Çeşmizade Mustafa Reşid, Çeşmizade Tarihi^lsi., 1993; Ahmed Vasıf Efendi, Mehasinü 'l-Âsâr ve Ha-kaiku'l-Ahbâr, (yay. M. Ilgürel), İst., 1978; B. S. Baykal, "Mustafa III", İA, VIII, 700-708; Uzunçarşılı, Saray, 33 vd; Danişmend, Kronoloji, IV, 40-56; M. Ç. Uluçay, Harem, II, Ankara, 1985, s. 22 vd; Uluçay, Padişahların Kadınları, 98 vd; Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi, E. no. 7014, 7019, 7029.

NECDET SAKAOĞLU



MUSTAFA m CAMÜ

Kadıköy'ün eski iskele meydanı yakınında, Tavus Sokağı'nda bulunmaktadır. III. Mustafa (hd 1757-1774) tarafından 1174/1760'-ta yaptırılmıştır. Mimarının, dönemin hassa başmimarı Mehmed Tahir Ağa(-0 olduğu anlaşılmaktadır. Cami, konumu itibariyle "iskele Camii" diye anılmaya başlamış ve bugüne dek bu adla amlagelmiştir. Ancak bugün sahilden oldukça içeride kalmıştır. Etrafı yapılarla kuşatılmış olan caminin yalnızca denize bakan kuzeybatı cephesi görülebilmektedir.



Hadîka Ün belirtildiğine göre, caminin inşa tarihi ebced hesabı ile 1174/1760'tır.

III. Mustafa ve Şehzade Selim. tu Ktp, T 9366 Ara Güler

Bu tarih Türk mimarisinde barok üslubun egemen olduğu bir döneme rastlar. Yine Hadîka ida caminin mahallesinin bulunmadığı kaydedilmiştir ki, Kadıköy'de 18. yy'da yerleşimin Osman Ağa Camii çevresinde yoğun olduğu ve Kadıköy'ün ancak 19. yy'dan sonra geliştiği bilinmektedir. Aynı eserde camiye daha sonra bir sıbyan mektebinin ilave edildiği de belirtilmiştir. Yapı 1270/1853'te yangın geçirmiş, 5 yıl harap durumda kalmış ve Abdülmecid (hd 1839-1861) tarafından 1275/1858'de kagir olarak yeniden inşa ettirilmiştir. Cami kare planlı, üzeri kubbe örtülü asıl mekân ile hemen bu kısma bitişik olarak kuzeybatı cephesine inşa edilmiş ek bölümden oluşur. Minare bu iki kısmın arasında kalmıştır.

Harim kısmına, basık yuvarlak kemerli üç açıklıktan girilir (şimdi buraya ahşap kapılar koyulmuştur). Orta açıklık diğerlerine oranla daha geniş ve yüksektir. Yan duvarlarda, yine ortadakiler büyük olmak üzere yuvarlak kemerli üçer pencere vardır. Mihrabın iki yanında da birer pencere yer alır. Doğu ve batı duvarlarının üst seviyesinde ve mihrap üzerinde üç pencere vardır. Kubbeye geçiş pandantiflerle sağlanmıştır. Kubbenin ağırlığı yapının kalın duvarları ile taşınır.

Duvarlar, üstteki pencerelere kadar bitkisel motifli, yeşil, lacivert, firuze ve kırmızı renklerin hâkim olduğu, geç devir Kü-

tahya çinileri ile kaplıdır. Duvarlardaki bu süslemenin alt ve üst sınırı lacivert rengin hâkim olduğu çini bordürlerle belirlenmiştir. Bu bordürler tüm mekânın duvarları ile pencere kenarlarını dolaşır. Üstteki pencerelerde iki tane vazodan çıkan çiçek kompozisyonunun görüldüğü çok renkli zarif vitraylar vardır. Çini süslemenin bittiği yerden itibaren, yan duvarlarda oldukça sade bir kalem işi süsleme görülür. Bunlar gri ve beyaz rengin hâkim olduğu, aralarında kiremit rengi ile zenginleştirilen, geometrik geçmelerden oluşmuş dikdörtgen kasetlerin içlerindeki bitkisel motiflerden meydana gelen bezemelere sahip bordürlerdir. Buna benzeyen bir bordur de kubbe kasnağını dolaşır. Kubbe göbeğinde ise zengin bitkisel motiflerle çok güzel bir kompozisyon meydana getirilmiştir. Tüm kalem işlerinde gri-beyaz rengin hâkimiyeti ve motiflerin benzerliği ile zarif bir bütünlük sağlanmıştır. Pandantiflerde ilk dört halifenin adının yazılı olduğu madalyon şeklinde birer pano bulunmaktadır. Bunlar, iyi bir hattat olan Abdülmecid tarafından yazılmıştır. Ayrıca caminin içinde bulunan Lafza-i Celal, Ism-i Nebî ve Kelime-i Tevhid levhalarının hattı da Abdülmecid'e aittir.

Mihrap bitkisel motifli Kütahya çinileri ile süslenmiştir. Bunun etrafını lacivert zemin üzerine beyaz yazılı kalın bir bordur çevreler. Mihrabın sağındaki ahşap minberin ajurlu aynalık kısmının ortasında bitkisel bir kompozisyon oluşturan geçme bir çiçek deseni ve etrafında yıldız motifleri bulunmaktadır. Mihrabın solundaki ahşap vaaz kürsüsünün geometrik motiflere sahip ajurlu bir korkuluk kısmı ve beş basamaklı bir merdiveni bulunmaktadır.

Harime bitişik kuzeybatı kısma eklen


miş bölüm düzgün kesme taştan ve iki
katlıdır. -Cümle kapısı tarafında "U" şeklin
de bir girinti yapar. Cephesi bol pencere
li olup alt kat pencereleri dikdörtgen, üst
kat pencereleri ise basık yuvarlak kemer
lidir. Bu bölümün üzeri iki yana hafif me
yilli bir çatı ile örtülüdür. Alt katta, orta
da üzeri mozaik kaplı yuvarlak bir paye
vardır ve bu üst kat tavanına dek uzanır.
Bu payenin sağ ve solundaki merdiven
lerle üst kata çıkılır. İkinci kat mekânına
yuvarlak kemerli üç açıklıkla girilir. Diğer
lerine göre daha geniş kemerli olan orta
daki bölüm ileriye doğru küçük bir çıkın
tı yapar. Burası hünkâr mahfilidir. '.

Yapının cümle kapısı üzerinde 12757 1858 tarihli binanın ihyasına ait kitabe panosu Şair Safvet tarafından tertip edilmiş ve dönemin ünlü hattatlarından Kazasker Mustafa İzzet Efendi tarafından ta'lik hatla yazılmıştır. Bu panonun üstündeki üçgen alınlığın (şu anda üst kısmı kırıktır) ortasında bir madalyon içinde Sultan Abdül-mecid'in tuğrası görülmektedir. Bu madalyonun iki kenarında, mermer üzerine kabartma olarak yapılmış, kıvrık dal ve çiçek motifleri ile süslü ampir üslubunda bir çerçeve bulunur.

Caminin minaresi kuzeybatı cephesinin batı köşesindedir. Pabuç kısmı ek bölümün

l

ı



m. Mustafa Camii

Banu Kutun / Obscura, 1994

çatısından başlar ve kapısı cami içine açılır. Kesme taştan, tek şerefeli olan minarenin pabuç ve şerefe kısımları birer bilezikle gövdeden ayrılmıştır. Kubbesinin alemi dönemin özelliği olan ay ve çok kollu yıldız şeklindedir.

Cami 1975'te Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından tamir ve restore edilmiş, binanın kuzeybatı kısmında, tali kapıya açılan yere abdest muslukları ve tuvaletlerin yer aldığı bölümler eklenmiştir.

Bibi. Ayvansarayî, Hadîka, II, 256; M. Erdoğan, "Mehmed Tahir Ağa", TD, X (1954), 166-167; Öz, İstanbul Camüeri, II, 61; M. Şükrü Us-luduran, "Kadıköy-Bostancı Arası Türk Mimari Eserleri", (İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fak., yayımlanmamış lisans tezi) İst., 1979.

TÜLAY AKIN



MUSTAFA IH ÇEŞMESİ

bak. LALELİ KÜLLİYESİ



MUSTAFA m MEKTEBİ

Üsküdar İlçesi'nde, Şemsi Paşa Mahalle-si'nde, Ayazma Camii'nin güneydoğusunda bulunmaktadır.

III. Mustafa (hd 1757-1774) 1757-1760

arasında, annesi Mihrişah Emine Kadın'ın adına Ayazma Camii'ni(->) yaptırırken bir mektep ve hamam da inşa ettirmiştir. Ahşap bir yapı olan bu mektep, küçük ve kullanışsız olduğu için yıktırılmış ve yerine yeni bir bina yaptırılmıştır. Binanın yapımına 1913'te başlanmış ve savaş nedeniyle ancak 1917'de bitirilebilmiştir. Kitabesinde, Ayazma Vakıf İbtidai Mekte-bi'nin "Müdafaa-i Milliye" tarafından yaptırıldığı belirtilmektedir. Okulun günümüzdeki adı Ayazma İlkokulu'dur.

Planı Mimar Kemaleddin Bey'e ait olan bina bodrumla birlikte üç katlı ve altı dersliklidir. Tuğla yığma olarak yapılan binanın döşemelerinde çelik kirişler kullanılmış, üzeri kırma çatı ve kiremitle örtülmüştür. Kabaca dikdörtgen biçiminde planlanmış olan binanın yer katında düz bir koridor çevresinde üç büyük derslikle bir toplantı salonu, müdür odası ve tuvaletler bulunmaktadır.

Koridora yerleştirilen bir merdivenle diğer katlara ulaşılmaktadır. Bu katlarda yer katı düzeni tekrarlanmıştır. Bodrumda, yer katındaki dersliklerin altına gelen mekânlar yemekhane ve depo olarak kullanılmaktadır. Üst katta ise giriş katındaki toplantı salonunun üstüne gelen mekânda kütüphane bulunmaktadır.

Binanın cephesi girişe göre bakışık bir biçimde düzenlenmiştir. Orta bölüm, yapının yüzeyinden dışarı ve saçak düzeyinden yukarı doğru taşırılarak orta doğrultu vurgulanmıştır. Basık kemerli giriş kapısı profilli bir silme ile çerçevelenmiş, girişin üstündeki katta bulunan dikdörtgen pencerenin üzerine, sivri kemer biçimli, profilli bir silme yapılmıştır. Yapının tüm yer katı pencerelerinin sivri kemerlerle geçildiği, bodrum ve üst kat pencerelerinin ise dikdörtgen açıklıklar olarak bırakıldığı görülmektedir. Yer katı pencerelerinin ü-zerinde dolaştırılan silmeler, kemer üzengileri düzeyinde birbirlerine bağlanarak bunlara süreklilik kazandırılmış, yüzeyden girintili panolar içinde düzenlenmiş olan üst kat pencereleri üzerindeki silmeler ise panoların kenarlarında bitirilmiştir. Duvarları sıvanarak taş izlenimi verecek biçimde yatay çizgilerle derzlenmiş olan yapının dış yüzeyinde bezeme öğeleri bulunmaktadır.

III. Mustafa Mektebi'nin giriş cephesi. Yıldırım Yavuz, 1970



Bibi. Ayvansarayî, Hadîka, II, 188; M. Kemal, Evkaf-ı Hümayun Nezaretinin Tarihçe-i Teşkilatı, İst., 1919, s. 235; Konyalı, Üsküdar Tarihi, II, 265; Yavuz, MimarKemalettin, 208-209.

YILDIRIM YAVUZ



MUSTAFA m TÜRBESİ

bak. LALELİ KÜLLİYESİ



MUSTAFA IV

(8 Eylül 1779, istanbul -17Kasım 1808, istanbul) 29. Osmanlı padişahı (29 Mayıs 1807-28 Temmuz 1808).

"Mustafa-yı Râbî", "Sultan Mustafa bin Abdülhamid Han" olarak da bilinir. I. Abdülhamid^) ile Ayşe Sineperver Valide Sultan'ın oğludur. Annesinin adım Nükhet-sezâ olarak veren kaynaklar da vardır. Kabakçı Mustafa Ayaklanması(->) ile tahta çıkan, Alemdar Mustafa Paşa'nın saray baskını ile tahttan indirilen IV. Mustafa'nın 14 ay süren saltanatı boyunca istanbul'da Boğaz yamaklarının ve yeniçerilerin terörü sürmüş; yangınlar, şiddetli yağmurlar ve yiyecek yetersizliği yüzünden kent halkı sıkıntılı günler yaşamıştır.

IV. Mustafa, babası I. Abdülhamid öldüğü sırada 10 yaşındaydı. Amcasının oğlu III. Selim'in(->) hükümdarlığı sırasında sarayda bir ölçüde özgür ortam bulmasına karşın yeniliklere ve kültür edinimine gereksinim duymadı. Muhakeme yeteneğinden yoksun, zekâsı kıt, gelişmelerden habersiz, çağdaşlarının gözlemlerine göre çabuk kanan "sade-dil ve saf-de-rûn", ama saltanat hırsı aşırı bir şahsiyetti.

Kabakçı Mustafa Ayaklanması'nm üçüncü günü 29 Mayıs 1807'de Paşakapı-sı, Ayasofya ve Topkapı Sarayı çevreleri kalabalıklarla dolup taşarken "güruh-ı eşkıya, Sultan Mustafa Efendimizi isteriz!" diye bağırmaktaydı. Bunlar, Babıâli'deki ulema ve ricali de önlerine katıp sarayın ilk iki kapısından geçip Bâbüssaade önüne geldiler. Sadaret Kaymakamı Köse Musa Paşa ile Şeyhülislam Ataullah Efendi'yi içeriye göndererek Mustafa'yı cülus için kapı önüne çıkartmalarını istediler. Sek-banbaşı da III. Selim'e gidip cuma selam-lığı(->) için hazırlık yapılıp yapılmayacağını sorduğunda padişah "ben ne selamlığa çıkarım ne de benim teb'am vardır, kavganın bana karşı olduğunu anladım" diyerek Mustafa'ya haber gönderdi. "Tahta buyursun, uğurlu kademli olsun!" dedi. Mustafa kafesten çıkıp Sofa-yı Hüma-yun'a geldi. Şeyhülislam ve kaymakam orada biat ettiler.

Enderun halkına mahsus biat-ı hastan sonra Hırka-i Saadet odasına girilerek dua edildi. Yeni padişah için Bâbüssaade önünde biat-ı amme denen cülus yapıldı. Bu törenin hazırlanması ve tamamlanması zaman aldığından ikindi vakti olmuştu. İvedilikle Ayasofya'ya cuma selamlığına gidildi. Ayaklanmacı gruplar da Atmeyda-nı'na döndüler. Saraydan dönüş sırasında III. Selim'in mabeyincisi Ahmed Muhtar Bey, asilerin kılıç darbeleri ile parçalandı. IV. Mustafa Ayasofya'dan çıkınca cü-

MUSTAFA IV

556

557


MUSTAFA IV

lus toplan atılmaya başladı ve o ana kadar korku içinde evlerinde bekleyen kent halkı, günlerdir süren olayların bittiğini ve taht değişikliği olduğunu anlayarak sokaklara çıktı. Çünkü dolaşan söylentilere göre köylerin basılacağı, katliam yapılacağı sanılıyordu. Akşamüstü, Beylerbe-yi'ndeki yalısına gizlenmiş olan Umur-ı Bahriye Nazın Hacı ibrahim Efendi de yakalanıp getirildi. Onu da Etmeydanı'na götürürken Beyazıt'ta Çömlekçilerbaşı'nda kılıç darbeleriyle öldürdüler. Ertesi 30 Mayıs günü, Sır Kâtibi Ahmed Faiz Efendi'nin^) kesik başı Atmeydanı'na getirildi. Zorbalar, isteklerini bir kâğıda yazıp IV. Mustafa'ya gönderdiler. Bu istekler hemen yerine getirildi. Kabakçı Mustafa, turnacıbaşılıkla Rumeli kaleleri nazın ve ağası, Arnavut Ali Anadolu kaleleri ağası, Bayburtlu Süleyman Tersane-i Âmire sancak kaptanı oldular. Memiş Ağa ise "ben bin altun isterim!" dedi, daha sonra da 120 akçe gündelikle haseki tekaütlüğüne razı oldu. isyana elebaşılık eden 17 çavuşa da aylıklar bağlandı. Zorbalar, oybirliği ile Mustafa Reşid Efendi'yi Tersane emini, Seyyid Mehmed Efendi'yi Darphane emini seçtiler.

IV. Mustafa yamakların ve yeniçerilerin "Sultan Abdülhamid zamanındaki nizama dönülsün" önerisini de kabul ettiğinden l Haziran 1807'de Nizam-ı Cedid resmen lağvedildi. Yeni padişah, kendisine taht yolunu açan zorbalara çuvallar dolusu pirinç, tulumlarla yağ gönderip ziyafet verdirtti.

Zorbaların ortalıktan çekilmesinden sonra Köse Musa Paşa ulemayı ve devlet ricalini şeyhülislam konağında meşverete çağırdı. Sadrazam, yeniçeri ağası, defterdar cephede olduğundan bu toplantıya istanbul'da bulunan ve Kabakçı ayaklanmasında kıyıma uğramayan görevlilerle, bazı ocak ihtiyarları katıldılar. Fakat bir karar alınamadı. Çünkü ayaklanmacıların daha ne gibi isteklerde bulunacaklan bilinmiyordu. IV. Mustafa, binbir güçlükle temin edilen 180.000 kuruşu ve kız kardeşi Esma Sultan'ın verdiği 20.000 kuruşu cülus bahşişi olarak İstanbul'daki ocak mensuplarına ve orduya gönderdi. Kıla-ı Seb'a (yedi kaleler) denen Boğaziçi istihkâmlarının muhafız ve yamaklarına da 100.000 kuruş inam dağıtıldı.

4 Haziran günü sakal bırakan IV. Mustafa, 8 Haziran'da valide alayı ile Eski Saray'dan(->) Topkapı Sarayı'na gelen annesini Orta Kapı'da karşıladı. 12 Haziran'da da kılıç alayı(-») düzenlendi. Önce Fatih Türbesi'ne giden IV. Mustafa, Edir-nekapı'dan Eyüp'e indi. Eyüb Sultan Tür-besi'nde, Şeyhülislam Ataullah Efendi'nin elinden Osman Gazi'nin kılıcını kuşandı. Defterdar Iskelesi'ne kadar alayla gelip burada saltanat kayığına bindi ve saraya döndü.

Padişahın her şeye kolayca inanmasından ve öngörü yoksunluğundan yararlanan Sadaret Kaymakamı Köse Musa Paşa, ayaklanma sırasında öldürülen veya kaçan kişilerin tüm mallarının ve servetlerinin müsadere edilmesini ve bu şekil-

de sağlanacak gelirlerin doğrudan ordu giderlerine ayrılmasını padişaha önererek bir ferman çıkarttırdı. Bundan amacı, kendisine ve çevresindekilere bir tür yağma olanağı sağlamaktı. Musa Paşa ve Enderun ricali Cevdet Paşa'nın deyimiyle aç kurtlar gibi her tarafa saldınp hayli şeyler çalıp çırptılar. Müsadere edûenlerin çoğu şunun bunun elinde kaldı. Öldürülenlerin sahilhaneleri, konakları bile "miras-ı peder" gibi paylaşıldı.

18 Haziran 1807'de Silistre'de bulunan Sadrazam ve Serdar-ı Ekrem İbrahim Hilmi Paşa azledilerek Çelebi Mustafa Paşa bu göreve getirildi. O gün İstanbul'da da IV. Mustafa Darphane-i Âmire'yi ziyaret etti. Hovhannes Çelebi Düzyan'ın odasında bir süre oturup izahat aldıktan sonra aşağıya inip kârhaneleri gezdi.



IV. Muştala

G. Renda, Osmanlı Padişah Portreleri, ist., 1992

IV. Mustafa'nın otorite kuramamasından, Köse Musa Paşa'nın kendi çıkarını düşünmesinden ve ordunun cephede olmasından dolayı zorbalar, verdikleri "hüc-cet-i şer'iye"ye karşın giderek yönetim işlerine daha çok karışır oldular. 23 Haziran'da Süleymaniye Camii avlusunda toplanıp sadaret kaymakamım, şeyhülislamı, sekbanbaşını ve ricalden bazı kimseleri istemediklerini ilan ettiler. Kendilerine noksan cülus bahşişi verdildiğini ileri sürdüler. Sekbanbaşı azledildi. 29 Haziran'da da Musa Paşa azledilip Bursa'da oturmaya memur edildi. Sadaret kaymakamlığına yaşlı ve deneyimli bir kişi olan Şehsu-varzade Hamdullah Bey, vezaret verilerek getirildi.

10 Temmuz günü Galata'da çıkan yangın 16 saat sürdü ve pek çok bina kül oldu. 13 Temmuz'da da Şeyhülislam Ataullah Efendi bu görevden uzaklaştırıldı. Fakat o gün ve gece konaklarda kulisler yapılıp zorba reisleri ile içkiler içilerek bu değişikliklerin iyi belirtiler olmadığı ko-

nuşuldu. Ataullah Efendi'nin lalazadesi olan rikâb reisülküttabı Halet Efendi(->) ile sekbanbaşı sabaha kadar görüşmelerini sürdürdüler ve ertesi gün zorbalar ve yeniçeriler bir kez daha Süleymaniye Camii avlusunda toplandılar. Bir günlük yeni şeyhülislam Ömer Hulusi Efendi tebrikleri kabul ederken Süleymaniye Camii avlusunda da Ataullah Efendi'nin tekrar şeyhülislam olması kararlaştırıldı. Sek-banbaşı ile kaymakam paşa bu konuyu tebdil-i kıyafetle geldikleri II. Bayezid Türbesi'nde konuştuktan sonra IV. Mustafa'yı ikna ettiler. Eğer Ataullah Efendi eski makamına getirilmezse "şimdi bir fit-ne-i azîme kopar, İstanbul here ü merç olur!" dediler. Halet Efendi de bir istifa yazısı hazırlayıp Ömer Hulusi Efendi'ye imzalattı.

Öte yandan, istanbul'da en çok konuşulan, ayaklanma sırasında öldürülenlerin ceplerinden, koyunlarından, müsadere edilen malları arasından çıkan büyüler, muskalar, tılsımlardı. Örneğin eski valide kethüdası Yusuf Ağa'nın Kapıarası'nda malları satılırken Edirne işi üç sandığın topraklarla dolu olduğu görüldü, bunların içinde, üzerinde "vav" harfi yazılı bir küre, bir kız tasviri, insan kemiği külü, mezar toprağı vb vardı. Başkalanna ait eşyalarda da tılsım ve büyü şekilleri, resimler, haçlar çoktu. Dönemin aydınlan bunca zamandır devleti idare edenlerin böylesine tılsım ve büyü düşkünü olmalarına şaşakaldılar. Ataullah Efendi'nin şeyhülislamlığa getirilmesine koşut olarak Musa Paşa da ikinci kez sadaret kaymakamı oldu.

18 Temmuz'da yamak dayıları ile o-
caklılar şeyhülislamlıkta bir araya gelip
tartıştılar. Ocaklılar yamaklara "yaptıkları
nız yetişir, her işe kanşmaktan vazgeçin!"
dediler. Öte yandan Musa Paşa, o sıkıntı
lı günlerde sanki en gerekli işmiş gibi kal
pak yasağı çıkarttı. Sivri kalpak yasakla
nıp tepesi düz biçimlilerinin giyilebile-
ceği duyuruldu. Kentte kıtlık ve pahalılık
almış yürümüştü. Halk aylardır et yüzü gör
mez, açlıktan kırılırken kol gezenler,
Türk, Rum, Ermeni demeden nizama uy
mayan kalpakları yırtıp atmaktaydılar.

19 Temmuz'da Balkapanı'nda Kadı Ha-


nı'nda geceleyin çıkan yangın 7 saat sür
dü, iki gün sonra da Şehzadebaşı'nda Ace
mi Oğlanlar Kulluğu köşesinde başlayan
yangın 10 saatte geniş bir çevreyi harabe
ye çevirdi.

28 Temmuz'da Boğaz yamaklarını susturmak için IV. Mustafa yeniden para gönderdi. Ayrıca ilmiye ileri gelenlerine de özenli bohçalarla hediyeler tertip edildi. Fakat yamakların uslanmalan ve disiplin altına alınmalan olanaksızdı. Boğaziçi'nde ve İstanbul'da silahlı dolaşmakta, kalelerine fahişeler götürmekte, bununla da yetinmeyip namuslu kadınlara takılmaktaydılar. Alenen içip sokaklarda sarhoş nara-lan atmaktaydılar. 16 Eylül'de IV. Mustafa kız kardeşi Esma Sultan'mn Gülşenâ-bâd denilen Çırağan Sarayı'nda dinlenmede iken o gün Beşiktaş Mevlevîhanesi'nin mukabele günü olduğundan çevre ana baba günü gibiydi. Birkaç yamak bunların

arasına girdi. Sarayın önünde nöbet tutan bostancılara sataştılar. Çıkan kavgada bostancılardan ve yamaklardan ölen ve yaralananlar oldu. Padişah da olayı bizzat gözlemledi. Silah seslerine başka yamaklar ve bostancılar da koşunca ortalık savaş yerine döndü. Yakalanan yamaklar zindana atılıp gece boğuldular. IV. Mustafa ancak bu olaydan sonra kentteki güvensizliğin derecesini anlayabildi. Saraya dönünce bir hatt-ı hümayunla zorbaların temizlenmelerini emretti. Sekbanbaşı, ertesi gün ocaklıları, yamakların takibi işiyle görevlendirdi. Kendisi de tebdil çıkıp yakaladığı tüm tabyacıları tutuklattı, istanbul'da kapılar kapatılarak halkın da yardımı ile bütün zorbalar saklandıkları yerlerden çıkartıldılar. Ortaköy olayında tepelere kaçıp korularda gizlenenler de Hırvatlar tarafından vuruldu veya yakalandılar. 23 yamak boğulup cesetleri hamalların sırtlarına verilerek denize atıldı.

Fenerli Divan-ı Hümayun tercümanı Sarıbeyzade Aleko ise göreviyle ilgisi olmayan devlet işlerine karıştığı ve casusluk yaptığı için 11 Eylül 1807'de idam edildi. Boynuna asılan yaftada ihaneti ve düşmana devlet sırlarını verdiği yazılıydı. Fakat bu idam, Osmanlı-Fransız ilişkilerim daha da gerginleştirdi. Fransız elçisi Sebastiani, hükümetinin himayesinde olan Aleko'nun idamını Babıâli'ye giderek protesto etti. 14 Eylül'de istanbul semasında, kuyruğu doğuya dönük ve kuzey kutbuna doğru ilerleyen bir kuyrukluyıldız görüldü ve üç ay süreyle izlendi.

Ruslarla imzalanan ateşkes antlaşmasından ve Silistre ordugâhında çıkan karışıklıklardan sonra, esasen adı dışında silahlı kuvvet olma niteliği bulunmayan ordu Edirne'ye döndü. Rumeli'deki asıl gücü ise 5.000'den fazla silahlı ve eğitimli askere sahip Rusçuk Ayanı Alemdar Mustafa Paşa temsil etmekteydi. Ordudan ve istanbul'dan kaçanlar da kendisine sığınmış bulunmaktaydılar. Alemdar'in istanbul'a yürümesi durumunda karşısına çıkabilecek herhangi bir kuvvet yok gibiydi. 19 Ekim 1807'de ise Nizam-ı Cedid karşıtlığı ile tanınan ve Rusya'ya kaçmış bulunan Tayyar Mahmud Paşa bir gemiyle istanbul'a geldi.

IV. Mustafa, Kapı Kethüdası Ömer Ağa'nın yalısına yerleşen Tayyar Paşa ile birkaç kez görüştükten sonra onu önce Trabzon valiliğine sonra da istanbul'a düzen vermesi koşulu ile sadaret kaymakamlığına atadı. Öte yandan, Rusçuk'ta örgütlenen "cem'iyet-i hafiyye"nin önde gelenlerinden Refik Efendi de istanbul'da özellikle Enderun ağaları ve padişaha yakın kişilerle görüşerek Alemdar'ın, padişaha bağlılık sunmak üzere başkente gelmek istediğini ve onun gelmesiyle her şeyin yoluna gireceğini anlattı. Amacı, III. Selim düşmanlarının eski padişahı öldürtmeleri-ne fırsat vermeden Rusçuk'taki milis ordusunun İstanbul'u işgal etmesine ortam hazırlamaktı. Refik Efendi IV. Mustafa'nın da huzuruna çıkarak onu iknaya çalıştı. Padişah saflığına karşın Alemdar'ın gelmesine izin vermedi. Ama Refik Efendi'yi

reisülküttablığa atayarak Edirne'ye sadrazamın yanına gönderdi.

istanbul'da bütün işler rüşvetle görülebilmekte, pahalılık ise giderek artmaktaydı. Halk, Tayyar Paşa'nın kaymakam olması ile yolsuzlukların kalkacağını ve pahalılığın önleneceğini sanıp sevindi. Oysa 1808 kışının şiddetli geçmesi, cemreler düşerken görülmedik soğuklar olması odun ve kömür sıkıntısına yol açtı. Edirne'de ise kıtlık yaşandığından oradaki birlikler ve sadaret kadroları perişan oldu. Ateşkes süresinin sona ermesi nedeniyle eyalet valilerine emirler gönderilerek asker şevki istenmekle birlikte, mayıs ayına kadar ancak izmit ve Şile gibi istanbul'a çok yakın birkaç yerden gülünç denecek sayıda asker geldi. Çünkü Anadolu'daki Nizam-ı Cedid yanlısı ayanlar ve başta Çapanoğlu Süleyman Bey, istanbul'a dönük her türlü yardımı kesmiş bulunmaktaydılar. Eski padişahlara öykünerek arada tebdil gezen IV. Mustafa, tanık olduğu yolsuzluklar! önleyici buyruklar vermekte bile isteksizdi. Bir seferinde idam edilmek üzere götürülmekte olan bir katilin, Atmeydanı'nda cinayeti işlediği yerde boynunun vurulmasını emretmesi bu bakımdan herkesi şaşırtmıştı. Kentin hemen her semtinde her gün cinayetler işlenmekte, sinmiş gözükmekle birlikte zorbalar uzak köylerde haksızlıklar yapmaktaydılar. Örneğin Rumelife-neri Köyü'ndeki Rum kilisesinin avlusuna girip ezan okuyan ve "biz burayı camiye çevirdik!" diyen yamakların bu eylemine karşı, şeyhülislam bir fetva yazarak köyün Rum halkının ödemekte oldukları cizye akçesini her yıl toptan hazineye yatırmaları gerektiğini hatırlatmış,

IV. Mustafa'nın 31 Ocak 1808 tarihli bir fermanmdaki tuğrası. Cengiz Kahraman arşivi

ancak bu şekilde kilise zorbalardan boşaltılmıştı. Üsküdar cihetine bakan Haseki Ağa, yanında 100 bostancı neferi halkı haraca kesmekte, kente koyun getiren celeplerle kavga çıkarmaktaydı. Hamalbaşı ile Eskici Hüseyin de bu kasabanın zor-babaşılarındandı. Bunlar bir gün Haseki Ağa'yı camide abdest alırken öldürdüler, izmit paşası, Karadeniz'den gelecek ani bir Rus saldırısı olasılığı nedeniyle Domuzde-resi'nden Karaburun'a kadar kıyıların sözde muhafızlığını yapıyordu. Bir gün, Boğaz yamaklarından birkaçını saygısızlık ettikleri için tutuklatıp prangaya vurdurdu. Ertesi gün tüm tabyacılar Çardak Kulluğu-'nu basıp yoldaşlarını kaçırdılar. Kuruçeşme'de bir çilingire prangalarım açtırdılar. Başka bir gün Macar Kalesi dayısı Kerim Çavuş, adamlarını toplayıp Galata'yı bastı. Kulluk kandilini çaldı. Kulluk zabiti Hasan Ağa'yı da yanına aldı. Nedeni ise Kara-köy'de yaptırdığı kahvehaneye izin veril-memesiydi. Buradan istanbul'a geçip Ağa Kapısı'na gitti, istanbul'un güvenliğinden sorumlu sekbanbaşını gecelik kıyafetiyle yaka paça götürüp hapsetti. Olay duyulunca IV. Mustafa sekbanbaşını azletti ve dayı ile adamlarının isteği doğrultusunda Mu-hib Ağa'yı sekbanbaşı atadı.

13 Mayıs 1808'de ilginç bir başka olay daha yaşandı. İstanbullu Müslüman kadınlar ellerinde uzun sırıklar olduğu halde istanbul kadısının konağına gittiler. Ellerindeki yemek sahanlarını gösterip "papaz herif, sen böyle mükellef taam eylerken biz açlıktan ölüyor, bir ciğeri yirmi beş paraya yiyoruz!" diyerek üzerine yürüdüler. Kadı, sofrayı bırakıp hareme kaçtu Buradan selamlık alayının geçeceği yol üzerine gelen kadınlar IV. Mustafa'ya arzuhal sundukları gibi "efendimiz, uyan ve bizi düşün! Pahalılığa dayanamıyoruz aç kaldık!" diye bağırdılar. Diğer yandan, Macar Kalesi dayısının eylemini, kendisine karşı bir hareket olarak değerlendiren Kabakçı Mustafa Ağa ise 17 Mayıs'ta Macar Kalesi'ni kuşattı. Kaledekiler, Yuşa Tepesi'ne toplar çıkartıp metrisler kazarak savunmaya geçtiler. Kerim Çavuş öldürüldü. Kabakçı kaleyi teslim aldı. Ocaklılar da topçuları, cebecileri, kalyoncuları yanlarına alıp Macar Kalesi yamakları ile birleşip Ağa Ka-pısı'nı basan, sekbanbaşını kaldıran 56. ortanın subay ve neferlerine karşı harekete geçtiler. Başyasakçı Hasan Ağa'yı, bir vezir çuhadarını ve birçok yeniçeriyi öldürdüler. Kaptan-ı Derya Seyyid Ali Paşa'nın askerleri ise Kasımpaşa'daki Ermeni kilisesini "mes ayini" yapılırken ansızın bastılar. Ayin giysili papazı ve halkı önlerine katıp Kaptan Paşa Divanhanesi'ne götürdüler. Seyyid Ali Paşa, adamlarına kızıp Ermenileri serbest bıraktırdı. Ermeni ileri gelenleri, benzeri bir eylem olmaması için aralarında para toplayıp kaptan-ı deryaya 15 kese rüşvet verdiler. Kentte yaşanan bir başka garip olay, bir medrese yobazının Sultan Mehmed (Fatih) Kulluğu neferleriyle fahişe kavgası ettikten sonra kaçıp medreseye sığınmasıyla başladı. Peşinden gelen yeniçeriler sıkıştırınca adam Fatih Camii'ne girip müezzin


Yüklə 8,15 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   132   133   134   135   136   137   138   139   140




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin