Kompozisyon kavraminin tanimi ve çEŞİtleri tanimi



Yüklə 2,75 Mb.
səhifə20/34
tarix27.05.2018
ölçüsü2,75 Mb.
#51867
1   ...   16   17   18   19   20   21   22   23   ...   34

5. ELEŞTİRİ (TENKİT)
Eleştiri, bir sanat veya düşünce eserinin (şiirin, tiyatronun, hikâyenin, romanın, resmin, heykelin, filmin...) zayıf ve güçlü yönleri göz önünde bulundurularak gerçek değerini belirleme amacıyla yapılan inceleme sonucunun anlatıldığı yazılara eleştiri (tenkit) denir.
Eleştiri (tenkit): Bir şeye kıymet biçme, o şeyi kıymetlendirme demektir. Aslı Yunanca "Kritikos" kelimesinden gelen "Critic" (hükmetme) karşılığı olarak dilimizde kullandığımız "tenkit" kelimesi "nakd" kökünden türemiştir. "Nakd", bir şeyi satın alırken verilen akçe, kıymet ölçüsüdür ve tenkit, o şeyi kıymetlendirme anlamını taşır.
Bir eser ya da yazar hakkında inceleme yapan ve bir değer yargısına varan kişiye eleştirmen (münekkit = tenkitçi) denir. Eleştirmen; düşünce, sanat ve edebiyat alanında topluma yarar sağlayan; sanatın, sanatçının ve toplumun yol göstericisi olan; eserlerdeki zenginlikleri gözler önüne seren; okuyucuya kılavuzluk yapan kişidir.Eleştirmen eserin gerçek değerini, güçlü ve zayıf yönlerini, özünü ve önemini belirtir; yeni eserler için sanatçılara kılavuzluk eder. Hem sanatçıya hem de okuyucuya karşı sorumluluğu olan eleştirmen, aynı zamanda okuyucu (veya izleyici) ile sanatçıyı birbirine yaklaştırır. Bir şiirin eleştirisini yapan kişi şair olmayabilir, ama bu türün bütün özelliklerini çok iyi bilmeli, başka örneklerle karşılaştırarak şiirin gerçek değerini taraf tutmadan, peşin hükümlerde bulunmadan belirleyebilmelidir.

Eleştirmen hangi sanat eserini eleştirecekse o sanat dalının gerektirdiği birikime sahip olmalıdır. Bu birikim; o alana ait geniş bilgiye ve kültüre sahip olmakla, dünün ve bugünün sanat meselelerini çok iyi bilmekle, başka milletlerin de önemli sanat eserlerini ve sanatçılarını etraflıca tanımakla sağlanabilir. Bu yüzden, eleştiri yazmak kolay bir iş değildir.


Eleştiride amaç; iyi olanın değerini ortaya koymak, sanatı unutul-maktan kurtarmak, iyi olmayana ve kötüye fırsat vermemektir. Eleştiri yapmak için inceleme yapmasını bilmek gerekir. İnceleme yoluyla, eleştirilecek olan şey tanıtılır, sonra eleştiriye geçilerek olumlu ve olumsuz yanlar bulunur ve bir yargıya varılır.


Eleştiri yazarken şu özelliklere dikkat etmek gerekir:

(1) Eserin (ya da yazının), gerçeği yansıtmadaki başarısı nedir?

(2) Eser (ya da yazı), okuyucu üzerinde nasıl bir etki bırakmıştır?

(3) Eserin (ya da yazının) olayı okuyucularına anlatmasında, aktarmasında başarısı nasıldır? Eserdeki içtenlik, özgünlük ve hayal gücü; başarıya nasıl katkıda bulunmuştur?

(4) Eserde (ya da yazıda) yansıtılan duygu ile sanatçı arasında nasıl bir ilgi vardır?

(5) Genel olarak eser (ya da yazı) başarılı mıdır? Başarılı olduğu yanlar, başarılı olmadığı yanlar var mıdır?

Sanat eserini meydana getiren bazı şartlar, hatta yasalar vardır. Bunları bulup açığa çıkarmak gerekir. Eleştiri, mahiyetine uygun olarak meydana gelen dil varlığı ile bunu yapar. O, eser karşısında iki önemli görevi yerine getirmeye çalışır.
Çözümleme ve yorumlama

Eleştiri, sadece övgü ya da yergi değildir. Eleştiriler, ele alınan eserin ya da yazarın iyi anlaşılmasını sağlar. “Yergi”, ayrı bir tür olup, özellikleri şöyledir:


YERGİ: Bu tür ürünlerde toplum, kişi ya da olayların kusurları, kötü ve gülünç yönleri ele alınmaktadır. Divan şiirindeki karşılığı "hiciv"dir. Halk şiirinde ise "taşlama" adı verilmektedir.

Bu tür yergiler, dikkatli ve iyi yapıldığında toplum sorunlarını dile getirmesi bakımından oldukça önemlidir. Yapılan yergi, bayağı ve kaba bir anlatımdan meydana gelirse insanları rahatsız etmektedir. Yergi, aynı zamanda, gerçeklere uygunluk derecesinde değer kazanmaktadır. Türk edebiyatında en büyük yergi ustası, 17. yüzyılda yaşayan Nef'î' dir.



Eleştiri örneği:

NAKARAT (Ömer Seyfettin)

G i r i ş

Son 150 - 200 yıldır Türk ülkesinde sosyal ve siyasî şartların olumsuzluğu karşısında aydınımızın esas itibariyle kayıtsız ve bilinçsiz olması, yaşanmış gerçeklerdendir. Bu gerçek içinde diğer aydınlarımızdan soyutlayamayacağımız, belki de etkinliği sebebiyle önder aydınlardan kabulleneceğimiz subaylarımızı ayrı bir şekilde mütalaa etmemiz gerekir. Sadece cephelerde, kıt'alarda, karargâhlarda ve plân tatbikatlarında değil; ülkenin siyasî, sosyal ve kültürel hareketlenmelerinde etkinliğini gösteren, milletin ve ülkenin yönlendirilmesinde küçümsenmeyecek payı bulunan bir kadronun önemi tartışma götürmeyecek şekilde büyüktür.

İşte, bizim tahlil ve tenkidini yapmaya çalışacağımız, Ömer Seyfettin' in "Nakarat"ı yukarıdaki düşüncelerimiz çerçevesinde oluşturulmuş bir hikâyedir.

1. Vak'a

a. Ara Düğüm: Hikâyenin başkahramanı; Pirbeliçe, Babina gibi Bulgar köy ve kasabalarında emrine verilen müfreze ile Bulgar çetecilerine karşı savaş veren bir Türk subayıdır. Başından geçen olayları anı def-terine kaydeder.

Hikâye başkahramanı, yaşanan gerçeklerden uzak, hayalci ve biraz da sıkılgandır. Pirbeliçe' deki görevine nisbetle daha aktif bir yer olan Babina' ya gitmek için binbaşısından ricada bulunur ve Babina'ya tayin olur. Burası küçük bir Bulgar köyüdür. Köyün tek tüccarı olan bir Bulgar'ın dükkânının üst katında bulunan, pislik içinde ve tek penceresi olan odaya taşınır. Askerlerine ise uygun bir mahalde çadır kurdurtur. Pirbeliçe'deki sıkılganlığı ve umursamazlığı burada da devam eder. Okuyamaz, yazamaz, yorgundur ve içinde bulunduğu ortamdan şikâyetçidir.

Bu duygular içindeyken bir ses duyar. Bu, bir kadın sesidir, tesirinde kalır, sesin sahibini merak eder. Karışık duyguların ve anıların derinliğinde kendini kaybeder. Bir taraftan İstanbul'u, Feneryolu'nu, peksimeti, annesini ve onun sarımsağını hayaller; diğer taraftan ise duvardaki yazıları okur. Bu yazılar, odanın daha önceki misafirlerinin hediyesidir. Bu duygu ve hayal anarşisi içinde dışarıdaki gürültüyle, biraz önce duymuş olduğu sesin sahibini görme fırsatını yakalar. Sesin sahibi; kaldığı odanın karşısındaki evde oturan, güzel, şuh, sarışın bir Bulgar kızıdır. ilk karşılaşmada birbirlerine tebessüm gönderirler. Artık, Türk subayı canlanmış, iştahı açılmıştır. Hatta, merkeze yazarak, Babina'da daha uzun süre kalmayı teklif eder. Lüzumlu hâllerin dışında odadan dışarı çıkmaz ve Bulgar kızı ile pencereden pencereye aşk yaşar. Bulgar kızı kendisine tesellidir. Çünkü, daha önceleri mutluluğu pek tadamamış, hatta ahlâk puanının düşüklüğü ve mahkûmiyeti dolayısıyla erkân-ı harp (kurmay subay) olamamıştır. Bu sebeple, adını sonradan öğreneceği (dükkâncının çırağı vasıtasıyla) sarışın Bulgar kızıyla avunur. Onun pencereden avazı çıktığı kadar söylediği Bulgarca şarkının sözlerini kendine göre anlamlandırır.

"Nat naş Çarigrat naş.." (seni seviyorum, seni seviyorum.)

Türk subayının tayini bir ay sonra Manastır'a çıkar. Gidecektir, ama içinde burukluk vardır. Bulgar sevgilisine hediye olarak bir kolonya dolu şişe hazırlar, dükkâncının çırağı ile kendisine gönderir. Fakat, yine mutlu değildir. Çünkü, her ne kadar sevgilisinin her pencereye çıkışta söylediği şarkıya kendi kendine bir anlam verdiyse de tam olarak Türkçe karşılığını öğrenememiştir. Nihayet dayanamaz, biraz çekingenlikle beraber Bulgar dükkâncıdan şarkının tercümesini ister. Aldığı cevap ilginçtir, meraklanır.



" -- Haşa efendim. .../... Buranın ahalisi hep namusludur." (s.146)

Türk subayı, şarkının sözlerinin müstehcenliği üzerinde yorum yapar ve daha çok meraklanır. Zorlama karşısında dükkâncı, şarkının sözlerinin Türkçe tercümesini yapar:



"Bizim olacak, bizim olacak, İstanbul bizim olacak." (s.147)

Türk subayı beyninden vurulur, şaşırır, hatasını çok geç de olsa anlar. Bir tarafta Bulgar kızının şarkısında bile milliyetçilik yaptığını; diğer tarafta ise kendisinin ruh hâlini, vazife karşısındaki kayıtsızlığını, sorumsuzluğunu düşünür.


b. Ana düğüm

1) Zaman: 1903 - 1904 yılları arası. (Hikâye kahramanının Bulgar kızıyla sürdürdüğü ilişkisinin süresi bir aydır ve mevsim kıştır.)

2) Mekân: Hikâye kahramanının anılarının yaşandığı bölge Makedonya'dır. (Pirbeliçe, Babina gibi Bulgar köy ve kasabalarıdır.) Daha dar mekân ise; Bulgar Babina köyündeki bir dükkânın üst katındaki odadır.

3) İnsan unsuru dışında kalan figürlerin faktörü: Bu çeşit figürlerin başında Bulgarca söylenilen şarkı gelir. Çünkü, ana düğümü sağlayan en önemli faktör, bu şarkının Türkçe anlamında saklıdır.

Diğer bir figür ise; olayın yaşandığı süre içinde havanın çok soğuk olmasına karşın pencerenin açık tutulması ve Türk subayının pencerenin karşısında duvarın dibinde kaputuna sarılıp soğuktan korunmasıdır. (Bu şekilde Bulgar kızıyla görüşme fırsatını elde edecektir.)

Üçüncü figür, Bulgar kızına hediye olarak gönderilen kolonya şişesidir.

Son olarak; hikâyede genişçe yansıtılan duvar yazıları da insan unsuru dışındaki önemli figürlerden biridir. Bu yazılardan bazıları şunlardır :



"Bunu yazan bir muhalif ruzigâr. Kendi gitti ismi kaldı yadigâr." (s.132)

"Sekiz sene sonra istibdal tezkerelerimiz geldi. Yolunu unuttuğum köyüme dönüyorum. Darısı hemşehrilerimin başına." (s.132)

"Bu da geçer yahu ..." (s.132)

"Dün gece Çakalarof'u sardık. Yine elimizden kurtuldu." (s.132)

"Kıble ocağın sağ köşesidir. Burada misafir kalacak din kardeşlerimin malûmu olsun." s.133)

4) Dil ve Üslûp: Ömer Seyfettin'in hikâyelerinin çoğunda görülen canlılık ve hareketlilik, bu hikâyenin özellikle sonuna doğru hızlanır, kendini daha belirginleştirir. Entrik unsurlar hikâyede oldukça başarılı bir şekilde kurulmuştur. Çünkü, "Nakarat", merak unsurları doruk noktada olan, ayrıca okuyucunun beklemediği sonla bitirilen bir hikâyedir. Merak unsurları ile birlikte ilginç sonu hazırlayan, yoğuran da yine Bulgarca şarkıdır.

"Nakarat", oldukça sade bir dille yazılmıştır. Tasvirler ile konuşma bölümlerinin dilinde farklılık göze çarpmaz.
c. Ana Fikir

19. y.y. sonları ile 20. y.y. başlarında Makedonya'da devlete zarar veren Bulgar çetecilerine karşı müfrezesi ile mücadeleye vazifeli bir Türk subayının, Bulgar milliyetçisi bir kadının güzelliğine kapılarak gaflet ve dalâlette bulunması, vazife mes'uliyetinden uzaklaşması, bilinçsizliği ...


2. Figürler
a. Merkez figür (Merkez kişi)

Türk subayı: Hikâyenin kahramanı subaydır. Daha önce aldığı hapis cezasından ve disiplinsizliğinden kurmay olamamıştır. Bu nedenle orduya ve devlete karşı gizli bir küskünlüğü görülür. Kendini pasif duruma getirerek içinde yaşadığı şartların zorluğundan kurtulmaya çalışır gibidir. Zaman zaman boşlukta olduğunu hissetmesine rağmen; iradesiz ve idealsiz bir insan özelliği çizer. Aynı zamanda trajiktir. Devlet ve milletin bekası için gerekli olan vazifenin icrası yerine; Bulgar kızıyla 10-15 metre uzaktan aşk yaşamayı tercih eder. Neticede yanıldığını, yanlış tercih yaptığını anlar. Burukluğu, kendine kahretme duyguları ve yaşadığı anılardan başka bir şeyi kalmaz.
b. Karşıt figür

Rada: Bulgar milliyetçisi, sarışın, güzel bir kızdır. Köylü olduğuna gözlerin inanamayacağı bir kızdır. Pencereden pencereye Türk subayına aşk nağmelerine benzer şarkısında millî duygu ve ideallerini terennüm ettiren bilinçli bir Bulgar kızıdır.

Bulgar dükkâncı: Babina köyünün tek tüccarı olup, dükkânında köylünün her türlü ihtiyacına karşılık veren, Türklerle iyi geçinmenin menfaati icabı olduğunu bilecek kadar kurnaz bir Bulgar.

Dükkâncı çırağı: "Şiddetli soğuğa inat, yazmış gibi yarı çıplak dolaşan sıska" (s.132) dükkâncı çırağıdır. Çok az da olsa Türkçe bilir. Hikâye kahramanı Türk subayının Bulgar sevgilisine hediye olarak vereceği kolonya şişesini götüren; bu görevi yerine getireceğine Türk subayını ikna edebilmek için de inancı doğrultusunda haçını gösterip, küçük yaşta dindarlığını ortaya koymaya çalışan Bulgar çocuğu.
c. Yardımcı figürler

Agâh usta: Hikâye kahramanının taburunda tüfekçidir. Yazar, onu sakalsız olmasına rağmen yüz itibariyle Karagöz'e benzetir. Gençliğinde çapkınlık yapmış, güreş tutmuş, orta yaşlı bir askerdir. Hayatı; içki içmek, eğlenmek olarak bilir. Bu yüzden hikâye kahramanına nasihat verir, gençliğini yaşarken kendisini örnek almasını ister.

Binbaşı: Hikâye kahramanı Türk subayının Bulgar köyü Babina'ya atanmasını sağlayan, hikâyede kendinden fazla söz edilmeyen Türk subayı.

Hüsnü onbaşı: Merkez figür Türk subayının müfrezesinde bulunan, Bulgarca bilen bir Türk askeri.

Ayrıca, "Nakarat"ta bir doktor ve bir çavuş ismi geçer. Fakat, bunlar, özellikleri hakkında bilgi verilmeyen yardımcı figürlerdir.


3. Kavramlar ve Kabuller
Hikâyedeki ana kavramlar şunlardır :

a. Hayalperestlik: (Merkez Figür: Türk subayı)

Hikâyede başkahramanın hayalperestliği şöyle verilir:



" ... / ... Yalnız ben meyus! Neden? Bu sefaletten, bu perişanlıktan! Ben mükemmel, muntazam, şık bir ordu istiyorum. Ben hayalimdeki orduyu, hayalimdeki hayatı istiyorum." (s.128)

Hikâyenin sonunda yaşadığı olaydan müspet olarak etkilenen Türk subayı kendini muhasebeye çeker. Hayâlperestlikten, idealsizlikten gerçeğe ve ulvî değerlere doğru yönelmek ister gibidir.



"İnsanın hayvandan farkı ne? Mukaddes, âli, yüksek bir fikre sahip olması değil mi? İşte anladım, bende şimdiye kadar böyle insanî bir fikir yokmuş. Her şeyi uzviyetimle tadarak, şehvetimin hayaliyle sezerek, hayvanî temayüllerimle arzu ederek yaşamışım." (s.142/143)

b. Milliyetçilik: (Karşıt Figür: Bulgar kızı Rada)

c. Kozmopolitlik: (Yardımcı Figür: Agâh Usta)

Hikâyenin en önemli mesaj bilgisi şudur: Bir tarafta vazife mesuliyetini idrak edemeyen, kendini boşluk içinde hisseden, hayalperest, bilinçsiz bir Türk subayı; öbür tarafta ise, şarkısında bile Bulgar milliyetçiliği yapan, millî tarih ve millî kültür bilincine sahip bir Bulgar kızı...


S o n u ç :

Tedricen devletin yıkılmaya doğru gitmesi, Balkan hezimeti ve Mondros Mütarekesi ...

Hikâye kahramanının özelliklerine sahip, benzer Türk aydını günümüz Türkiye'sinde hâlâ yaşamakta mıdır? Bu soruya "hayır!" diyebilmeyi çok isterdim. Fakat, hikâyede geçen olayın benzerlerinin yaşanılıyor olması millî bilinci almış insan ve aydınımızı tedirgin etmektedir.

Eğer, günümüzde, hikâyede olduğu gibi, anlamını bilmediğimiz yabancı şarkıları zevkle dinliyor, tempo tutturuyorsak; «İtalyano valantino» gibi şarkılarda yabancı milliyetçiliklerinin yapılmasıyla ilgilenmiyorsak «Nakarat» hikâyesinden çıkarılacak mesaj; ulaşması gereken yere ulaşmamış, ulaştırılmamış demektir. Bunun da mesuliyeti; milleti yönlendiren, milletin gözü, kulağı ve gönlü olması gereken aydınımızdadır.

Ahmet KIYMAZ

Duygu Dergisi, Sayı: 2, Yıl: 1997

6.SÖYLEV (NUTUK)
Dinleyicileri coşturmak ve belli bir amaca yöneltmek; onlara bir duyguyu, bir düşünceyi, bir isteği, bir ülküyü aşılamak; önemli açıklamalarda bulunmak için yapılan etkili, coşkulu, duygulu konuşmalara söylev denir.

Söylevler dinleyicilerin zeka durumlarına, hayal güçlerine, duygularına, ilgilerine göre hazırlanır; dinleyicileri düşündürür, onlarda ilgi uyandırır, onları coşturur, onlara beklenilen davranışı yaptırır.

Söylevde sevgi, sevinç, coşku, acıma, utanma, acı, ümit gibi tutkular yer alır, konuya uygun olan kaynaklardan incelenerek bulunmuş yardımcı, inandırıcı, mantığa uygun olarak değerlendiren kanıtlar bulunur.

Söylevde konuşmacıyı ve dinleyenleri yanılgıya düşürmemek için aceleye getirmeden, düşünerek konuşmak, dinleyenlere karşı iyi niyet beslemek, dinleyenlerin inanmasını sağlayacak biçimde dürüst konuşmak, seyircilere karşı yaşının verdiği olgunluk içinde konuşmak, dinleyenleri kıracak biçimde konuşmamak, gerekirse kendini dinleyenlerin yerine koymasını bilmek, basma kalıp sözler kullanmamak, abartarak konuşmamak gibi ahlâk ölçülerine önem verilir, özen gösterilir.


Söylev giriş, gelişme ve sonuç bölümlerinden oluşur.

Söylevde doğruluğu kuşkulu olan düşünceler, görüşler ded edilir.Bu açıkça ve anlaşılır bir dille belirtilir.Özel yargılardan genel sonuçlara da varılabilir, yani söylevde genelleme yapılabilir.

Söylevlerin faydalanıldığı yerler çoktur.Seçimlerde, politik karşılaşmalarda, devletler arası konferanslarda, mahkemelerdeki savunmalarda, savaşlarda ve barışlarda, dinî toplantılarda düşünceler, söylev verilerek kişilere benimsetilmeye çalışılır.

Söylevin önemini, faydasını bilen ve güzel konuşan diplomatlar, iş adamları, yöneticiler başarılı olabilmişlerdir.

Söylevde öz bakımından politik, ekonomik, bilimsel, toplumsal, edebî, dinî konular işlenir.
İyi bir söylevcinin özellikleri
1.Sağlam düşünce yapısı vardır.

2.Karşısındakileri inandırıcı bir yeteneğe sahiptir.

3.Coşturucu, zevk verici, öğretici niteliği bulunur.

4.Ne zaman susulacağını, ne zaman konuşulacağını bilir.

5.Karşıt düşünceleri hemen sezer.

6.İyi bir hayal gücü taşır.

7.Konuşmalarında alayın da inceliğin de yerini bilir.

8.Güçlü bir hafızası, pozitif düşüncesi vardır.

9.konuşması ahenkli, morali güçlüdür.

10.Gerçeklere bağlılığı, adalet düşüncesine saygısı, güzellik duygusuna verdiği değer tamdır.

11.Zihne, kalbe, duygulara seslenmesini bilir.

HİTABET ÇEŞİTLERİ
a. Siyasî Hitabet: Asıl yeri Türkiye Büyük Millet Meclisi kürsüleridir. Ayrıca, seçim dolayısıyla yapılan konuşmalar da bu gruba girmektedir.
b. Askerî Hitabet: Askerî hitabetin hedefi; vatan savunmasının gerektiği zamanda icap eden şerefli, kutsal vazife için askeri teşvik, ma'nen kuvvetlendirmektir. Cümleler kısa, yiğitçe, en cahil neferlerin bile kolayca anlayacağı tarzda açık, kesin olmalıdır. ATATÜRK'ün meşhur bir hitabesinde olduğu gibi, askerî hitabet anlamca kuvvetli bir ifade ile biter. "Ordular! ilk hedefiniz Akdeniz'dir, ileri!" Askerî hitabet garnizonlarda yapıldığı zaman sözlüdür. Fakat, savaş zamanlarında genellikle yazılı olarak kıt'alara gönderilir.
c. Hukûkî ya da Adlî Hitabet: Mahkemelerde yapılan savunmalar, savcıların iddianameleri bu çeşittendir.
ç. Bilimsel ya da Akademik Hitabet: Akademilerde, bilimsel toplantılarda yer alır. Amacı; araştırılan herhangi bir konu hakkında aydın bir topluluğa, o konu ile ilgili kimselere bilgi vermektir. Heyecanlandırma amacı güdülmez. İfadenin açık, kesin ve mantıklı olması şarttır.
d. Dinî Hitabet: Bu tarz hitabetlerin yeri mabetlerdir. Amacı; halka dinî bilgi ve eğitim vermek, dinî heyecan ve hisleri kuvvetlendirmek, onları fikren, mâ'nen yükseltmektir. Bu tarz hitabetlerde, anlaşılır dil kullanılmalıdır.
Söylev örneği:
BALIKESİR HUTBESİ
Atatürk'ün din konusundaki samimiyetini ve dinine olan bağlılığını ortaya koyan diğer bir tarihi delil de onun çıktığı bir yurt gezisi sırasında Balıkesir'de vermiş olduğu hutbedir. Atatürk, bu hutbeyi, 7 Şubat 1923 tarihinde Zağanos Paşa Camii'nde vermiştir:

Ey Millet! Allah birdir. Şanı büyüktür. Allah'ın selameti, atıfeti ve hayrı üzerinize olsun. Peygamberimiz Efendimiz Hazretleri, Cenab-ı Hak tarafından insanlara dini hakikatleri tebliğe, memur ve Resul olmuştur. Koyduğu esas kanunlar cümlemizce malumdur ki, Kuran-ı Azimüşşan'daki ayetlerdir. İnsanlara feyz ruhunu vermiş olan dinimiz son dindir. Ekmel dindir. Çünkü dinimiz akla, mantığa, hakikate uymamış olsaydı, bununla diğer İlahi ve tabii kanunlar arasında aykırılıklar olması gerekirdi. Çünkü bütün İlahi kanunları yapan Cenab-ı Hak'tır.

Arkadaşlar! Cenab-ı Peygamber mesaisinde iki dara yani iki haneye malik bulunuyordu. Biri kendi hanesi, diğeri Allah'ın evi idi. Millet işlerini Allah'ın evinde yapardı.

Efendiler... camiler; ibadet ve itaatle beraber din ve dünya için neler yapmak gerektiğini düşünmek, yani meşveret için yapılmıştır. Millet işlerinde her ferdin zihni, başlı başına faaliyette bulunmak elzemdir.

İşte bizim burada din ve dünya için, istikbal ve istiklalimiz için neler düşündüğümüzü meydana koyalım. Ben yalnız kendi düşüncemi söylemek istemiyorum. Milli emelleri, milli iradeyi yalnız bir şahsın düşüncesinden değil, bütün millet fertlerinin arzularının, emellerinin bilinmesi neticesinden çıkarmak gerekir. Binaenaleyh benden ne öğrenmek, ne sormak istiyorsanız serbestçe sormanızı rica ederim.

... Efendiler! Hutbe demek halka hitap etmek, yani söz söylemek demektir. Hutbenin manası budur. Hutbe denildiği zaman bundan birtakım manalar ve mefhumlar çıkarılmamalıdır. Hutbeyi irad eden hatiptir. Yani söz söyleyen demektir. Biliyoruz ki, Hazreti Peygamber zaman-ı saadetlerinde hutbeyi kendileri verirlerdi.

Gerek Peygamber Efendimiz gerekse Hulefayı Raşidin'in hutbelerini okuyacak olursanız görürsünüz ki, gerek peygamberin gerekse Hulefayı Raşidin'in söylediği şeyler, o günün meseleleridir. O günün askeri, idari, mali, siyasi ve içtimai konularıdır. İslam ümmeti çoğalıp, İslam memleketleri genişlemeye başlayınca, Cenab-ı Peygamber ve Hulefayı Raşidin'in hutbeyi her yerde bizzat kendilerinin irad etmelerine imkan olmadığından halka söylemek istedikleri şeyleri bildirmeye birtakım zevatı memur etmişlerdir. Bunlar herhalde ileri gelenlerin en büyüğü idi.Onlar cami-i şerifte ve meydanlarda ortaya çıkar, halkı aydınlatmak ve doğru yolu göstermek için ne söylemek gerekiyorsa söylerlerdi. Bu tarzın devam edebilmesi için bir şart lazımdı. O da milletin reisi olan zatın halka doğruları söylemesi ve halkı aydınlatması; halkı, umumi ahvalden haberdar etmek son derece ehemmiyetlidir. Çünkü herşey açık söylendiği zaman halkın dimağı faaliyet halinde bulunacak, iyi şeyleri yapacak ve milletin zararına olan şeyleri reddederek, şunun veya bunun arkasından gitmeyecektir...

Hutbeden maksat, halkın aydınlatılması ve doğru yolun gösterilmesidir. Başka şey değildir. Yüz, iki yüz, hatta bin sene evvelki hutbeleri okumak, insanları cehl ve gaflet içinde bırakmak

demektir. Hutbeyi okuyanın her halde halkın kullandığı dili kullanması lazımdır. Geçen sene BMM'de irad ettiğim bir nutukta demiştim ki: 'Minberler halkın dimağları, vicdanları için bir feyz menbaı, bir nur menbaı olmuştur.' Böyle olabilmesi için minberlerde aksedecek sözlerin bilinmesi ve anlaşılması, fenni ve ilmi hakikatlere uygun olması lazımdır. Hatiplerin siyasi, içtimai ve medeni ahvali her gün takip etmeleri zaruridir. Bunlar bilinmediği takdirde halka yanlış telkinler verilmiş olur. Binaenaleyh hutbeler tamamen Türkçe ve zamanın icaplarına uygun olacaktır.15

Atatürk'ün dindarlığının önemli bir göstergesi de; elbette ki vatanın müdaafası için verdiği mücadelesidir.Atatürk bütün yaşamını cephelerde mücadele etmekle geçirmiş, Kurtuluş Savaşı'na tek başına yön vermiş, Türk Ordusunun başına geçmiş ve büyük bir zafere imza atmış büyük bir komutandır.

İslam yurdu olan güzel vatanımızın düşmanın eline geçmemesi için herşeyi göze almış ve yıllarca mücadele etmiştir. Atatürk'ün önderliğinde yürütülen Kurtuluş Savaşı'nı büyük bir inançla gerçekleştiren Türk Milleti'nin tavrı, aşağıdaki Kuran ayetiyle büyük bir uyum içindedir:

Sizinle savaşanlara karşı Allah yolunda savaşın, (ancak) aşırı gitmeyin. Elbette Allah aşırı gidenleri sevmez.



(Bakara Suresi, 190)

7. MEKTUP
İnsanlar arası münasebetlerden biri de mektuplaşmadır. Bu vasıtayla, dostlarımıza, yakınlarımıza fikirlerimizi, duygularımızı bildirir, başımızdan geçen olayları, içinde bulunduğumuz halleri anlatırız. Bazen da bir işimizi halletmek, yahut bir istekte bulunmak için dilekçeler ve iş mektupları yazarız.
Bir kimsenin, yakınlarına mektup yazması insanlık borcudur. Uzakta bulunan yakınlarıyla alâkayı kesmesi iyi karşılanamaz. Kezâ, gelen bir mektuba cevap vermek daha da önemli bir görevdir. Mektubu cevapsız bırakmak gönderene saygısızlık ve vefasızlıktır.

Mektubu, uygun yer ve zamanda, ruhen ve bedenen rahat olduğumuza kanaat getirdiğimiz bir anda yazmamız gerekir. Aksi halde, içinde bulunduğumuz ruh hali üslûba aksedebilir ve mektubu alacak kişide kötü intibalar bırakır. Muhatap, hususî mektuplarda bir kişidir, önemli olan onu memnun edebilmektir.


Bir mektubu ilk oturuşta yazıp bitirmek mümkündür. Fakat bu, mükemmeliyet için yeterli olmayabilir. Yazılacak konular üzerinde uzun uzun düşünmek, önce müsveddeyi kaleme almak, sonra da tashih ederek son şeklini vermek daha iyi bir usûldür.
Mektuplarda nezaket vazgeçilmez bir özelliktir. Bu sebeple nazik, tatlı bir hitapla başlamak, saygı ve sevgi sözleriyle son vermek âdet olmuştur. Tabii, hitapların şekli, saygı ve sevgi ifadeleri, mektubu yazanla muhatap arasındaki yakınlığın derecesine göredir. Daha yeni tanıştığımız birine “Canım Arkadaşım” diye başlayan, “gözlerinden öperim” diye biten bir mektup yazamayız.

Kardeşimize yazdığımız mektuba da “Muhterem Beyefendi,” hitabıyla giriş yapamayız.

Hitap ifadelerinin büyük harfle başladığını, sonuna virgül konduğunu da unutmamak lâzım,
İyi mektup yazabilmek tecrübe ve kültür işidir. Dili de iyi kullanmak gerekir. Bu da yetmez, yazarın gözlem gücü olmalıdır. Çevresine dikkatle bakmasını öğrenen, olayları ve insanları değerlendirmesini bilen kişi, yazma alışkanlığı da kazanmışsa iyi mektuplar yazabilir.
Mektupta nelerden bahsedilir? Bu soruya verilebilecek en kısa ve en doğru cevap şudur: Muhatabı ilgilendiren fikirler, duygular, olaylar, haberler ve hallerden bahsedilir. Bu tür konuları seçmek, önemli olanları ayırmak gerek. Onu ilgilendirmeyen konuları uzun uzun anlatmak hatalı bir davranış olur.
Bazı kimseler basmakalıp konuları işlerler. Bunların, çoğu zaman ifadeleri de klişeleşmiştir. Her mektupta aynı şeyleri tekrar etmekten başka şey yapmazlar. Değişen sadece muhataptır. Çok yanlış! Önemli, orijinal, alâka çekici konuları yakalamak gerek. ifadeler de şahsî olmalı. Duygularımızı, fikirlerimizi anlatırken kendimize has ifadeler bulmalıyız. içimizden geldiği gibi yazmalı, yapmacıktan uzak bir üslûp yakalamalıyız. Yapay ifâde tarzı insanı gülünç duruma bile düşürür.

Mektubun dili sade ve açık olmalı, söylenilenler muhatap tarafından kolayca anlaşılmalıdır.


Mektubun da bir plânı vardır. Düşünceler, olaylar ve diğer unsurlar belli bir mantık düzenine göre sıralanır. Girişte, genellikle mektubun konusu ve niçin yazıldığı nazikâne bir edâ ile söylenir. Gelişme kısmında konu açılır. Fikirler, duygular eksiksiz anlatılır. istekler belirtilir. Burada kapalı nokta kalmamasına dikkat edilir. Sonuçta saygı ve sevgi ifadeleri kullanılır. Fakat bu plân bağlayıcı olmamalıdır. Hususî hallerde, daha değişik bir sıra takip etmek de mümkündür.

Mektuplar konularına ve yazılış üslûplarına göre;

1. Özel mektuplar,

2. İş mektupları,

3. Resmî mektuplar,

4. Edebî mektuplar,

5. Açık mektup

gibi çeşitlere ayrılırlar. (Manzum olarak yazılan mektuplar da vardır.)
1.Özel Mektuplar:

Birbirinden uzakta bulunan yakın akraba veya arkadaşların haberleşmek, bir olayı aktarmak, bilgi vermek, ortak düşünceleri paylaşmak gibi çeşitli amaçlarla yazdıkları ve sadece yazanla okuyanı ilgilendiren mektuplar, özel mektuplardır. Özel mektupları, konularına göre alt başlıklar hâlinde adlandırmak da mümkündür: Aile mektupları veya sağlık mektupları (eşe, dosta, yakın akrabaya yazılanlar), tebrik mektupları (herhangi bir başarı, nikâh, nişan, düğün, bayram, yılbaşı gibi sebeplerle yazılanlar), teşekkür mektupları (iyilik veya yardım görme gibi sebeplerle yazılanlar), davet mektupları (davetiyeler) (nişan, düğün, gezi vs. sebeplerle yazılanlar),  taziye mektupları, özür mektupları vs. gibi. Bu türdeki mektupların gizliliği vardır ve bu gizlilik kanunla korunmuştur.Özel mektuplarda konu sınırlaması olmamakla birlikte birbirlerine mektup yazanlar muhataplarının ilgi alanlarını bildikleri için bu durumu gözetirler. Kitap okumaktan hoşlanan birine, yeni çıkan bilgisayar programlarından bahsetmek uygun olmaz.


Özel mektupları yazarken dikkat edilecek özellikler şunlardır:
(a) Mektup yazılacak kâğıt, şekil yönünden düzenli ve temiz olmalıdır.

(b) Mektup, mürekkepli ya da tükenmez siyah renkli kalemle yazılmalıdır.

(c) Mektubun sağ üst köşesine "tarih", yanına da yazıldığı "yerin adı" konmalıdır.

(d) Mektubu göndereceğimiz kişinin genel özelliklerine göre (yaşı, kültür düzeyi, yakınlık derecesi vb.) "hitap cümlesi" bulunmalıdır.

(e) Mektubun sağ alt köşesine "ad-soyad" yazılmalı ve "imza" atılmalıdır.

(f) Mektubun sol alt köşesine "adres" yazılmalıdır.


Özel mektuplar çizgisiz beyaz kağıda el yazıyla mürekkepli bir kalemle vakit ayırarak ve özenle yazılır. Muhataba duyulan saygı ve verilen önem mektubun tertibinde kendisini göstermelidir. Bu tarz mektuplarda (kitabın başında verdiğimiz sayfa düzenine dikkat edilerek) sağ üst köşeye yer adı yazıldıktan sonra virgül konur ve tarih atılır. Sonra muhataba uygun (Sevgili kardeşim, Canım anneciğim, Değerli dostum... gibi) bir hitap ifadesi yazılır. Mektubun yazılış amacı giriş bölümünde verildikten sonra gelişme bölümünde bunlar açılır. Hâl hatır sorma, selâm ve iyi dilekler mektubun sonuç bölümünde yer alır. Mektubu yazan kişi imzasını mektubun sonuna sağ alt köşeye atar. Birinci sayfada bitmeyen mektuplar için kağıdın arka yüzüne yazılmaz, ikinci bir kâğıt kullanılır. Zarf açıldığında hitap üste gelecek şekilde katlanan mektup, uygun bir zarfa konur. Zarfın sol üst köşesine veya zarf kapağına gönderenin adı ve açık adresi yazılır. Alıcının adı ve açık adresi zarfın ortasından itibaren (otomasyon sistemiyle dağıtımda kolaylık sağlamak için) altta en az 1,5 cm boşluk kalacak şekilde posta kodu ihmal edilmeden yazılır.

Tarihi, eski Mısır’a kadar uzanan mektup türü, bilhassa özel mektuplar için günümüzün teknik imkânları içinde eski önemini kaybetmiştir. Zamana karşı yarışan insanlar şimdilerde mektup yazma yerine telefon etmeyi, cep telefonlarıyla mesaj (ks msj) yollamayı, Outlook Express, Messenger, AOL, Eudora gibi bilgisayar programlarını kullanarak elmek    (e-posta, elektronik posta) yollamayı; ICQ, MIRC gibi programları kullanarak sohbet etmeyi (chat), fotoğraf göndermeyi, hazır sunular, karikatürler, espriler, şakalar... yollamayı tercih ediyorlar.


Özel mektup örneği:

Knokke-Le Zoute, 30 Ağustos 1974, Cuma

Sevgili Huriye, Selma, Ayşe,

Saat öğleden sonra dördü çeyrek geçiyor. Evvelki gün öğle üstü Brüksel'e gelmiştik. Binbir telâş içinde, sora soruştura gideceğimiz yeri öğrendik. Valizleri hava alanında emanetçiye bırakmıştık, orta halli bir lokantada 200 franga bir kap yemekle iki bardak bira içerek gene havaalanına döndük trenle. Bavulları alıp tekrar Brüksel. Oradan başka trene binip Knokke-Le Zoute denilen yere geldik. Bize ayrılan oteli bulduk. Ayrı odalara yerleştik. Gece dokuz buçuğa geliyordu. Sokakları tarayıp lokanta vitrinlerindeki yemek fiyat listelerine bakarak, en ehvenini seçip karnımızı doyurduk.

Dün öğleden sonra Bienal Sekreterliğini bulduk. Geldiğimizi bildirdik, 500 frankımızı alıp bize birer dosya verdiler. İçinde katılanların listesi, hangi otellere dağıtıldıkları ve başka şeyler. Her milletten şöyle böyle dört yüz kişi. Gece, saat sekizde büyük bir salonda büfe vardı. Yakalarımızda adımızı, milletimizi belirten küçük plakalar, ellerimizde davetiyeler girdik içeri. Dörder kişilik masalardan birine çöktük. Masadaki öteki iki kişi Japon idi. Gece öyle geçti.

Şiir toplantıları bu sabah onda başladı. Açış konuşmaları saat 12:00'ye kadar sürdü. Saat 3'te tekrar toplanılmak üzere öğlen tatili yapıldı. Konuşmalar Fransızca. Ben hep Avusturya heyetine bakındım, gece bulamamıştım kimseyi, öğle üzeri yakalara baka baka, on sene kadar önce birkaç şiirini çevirip Türk Dili dergisinde bastırdığım Ernst Jandl'ı yakaladım, iki de arkadaşı vardı. Tanıttım kendimi. Meğer onlar da Fransızca bilmezlermiş. Bunu öğrenince içim rahat etti.

Yol çok uzun, Beşiktaş-Ortaköy yolundan uzun. Tahsin'le döndük otele, ne verdilerse yedik çekildik odalara. Üçteki toplantıya dörtte katılırız diyorduk. Şimdi saat beşe geliyor. Vazgeçtik.

Şurda cumartesi, pazar, pazartesi, iç gün kaldı. O da geçer. 4 Eylül çarşamba günü Brüksel'den İstanbul'a uçacağız herhalde. Belçika müthiş pahalı. Tahsin'le vitrinlere bakıyoruz hep. Tahsin mukayeseler yapıyor. Fransa'dan sonra en pahalı yeriymiş Avrupa'nın. 3170 franktan 1200 frank kaldı üç gün içinde. Ortada alınmış bir şey yok. Gideriz, ederiz, Paris, Londra deyip duruyorduk. Şimdi arpacı kumrusu gibi düşünüyoruz. Tahsin önce şöyle şöyle diyor, sonunda benim dediğime geliyor, düşünmeye başlıyor. Hiç değilse ben her gece gömlek yıkıyorum, Tahsin onu bile yapmıyor. Hâsılı boşa koyuyoruz dolmuyor, doluya koyuyoruz almıyor.

Dur bakalım!..
Gene yazarım.
Kimseye kart gönderemedim, üşeniyorum, içimden gelmiyor.

Her şey önce iç rahatlığına bağlı. Siz benim için Beşiktaş'a kapanmayın, benim ne zaman döneceğim belli değil. Kumburgaz'da da bulurum sizi.


Gene yazarım. Gün ola, hayrola! Gözlerinizden öperim.

Behçet Necatigil

2.İş Mektupları
Özel kişilerle ticarî kurumlar veya ticarî kurumlarının kendi aralarında sipariş, satış, alacak verecek, bilgi isteme, müracaat gibi konularla ilgili olarak yazdıkları mektuba iş mektubu denir.

Bu mektuplar herhangi bir yanlış anlamaya meydan vermeyecek biçimde açık ve anlaşılır bir dille, gereksiz ayrıntılara girmeden, sayfa düzeni ölçüleri göz önünde bulundurularak ve aşağıda tarif edilen şekil özelliklerine dikkat edilerek, daktiloyla (veya bilgisayarla) yazılmalıdır.


İş mektuplarını, konularına göre altı başlık altında inceleyebiliriz:
Sipariş mektupları

Satış mektupları

Şikâyet mektupları

Alacak mektupları

Tavsiye mektupları

Başvuru mektupları vb.



İş mektuplarına mektubu yazan kişinin, kurumun (veya ticarethanenin) adı (veya ticarî unvanı) ve adresi yazılarak başlanır. (Kurumun özel başlıklı (antetli) kâğıt kullanması hâlinde bu bilgiler zaten kâğıdın üstünde olacaktır.) Sağ üst köşeye tarih atılır. Uygun bir aralık bırakıldıktan sonra mektup yazılan kurumun (özel veya tüzel kişinin) adı ve adresi yazılır. Bir veya iki satır boşluktan sonra doğrudan, isteğin yazılmasına geçilir. Saygı sözüyle mektup tamamlanır. Mektubu yazan sağ alt köşeye adını yazar ve imzalar.


İş Mektubu örneği:

25.5. 2000

 

Kardeş Yayınevi,



Ankara

İlgi: 19.5.2000 tarihli yazınız.

Yayıneviniz tarafından yayınlanmış olan Çocuklara En Güzel Türk Masalları adlı kitabınızdan okul kitaplığımız için beş adet gönderilmesini rica ederim.

Saygılarımla.

(İmza)

Hasan Kahraman



İrfan Baştuğ İlköğretim Okulu Müdürü
Ek: Söz konusu kitabın beş adedinin bedeli olan -15.000.000TL’nın yayıneviniz adına açılmış olan hesaba yatırıldığına dair makbuz.

Şikâyet Mektubu Örneği:
İLGİLİ MAKAMA

Sayın Yetkili,

İlk taksidini 04.06.1997 tarihinde yatırıp 04.07.1997 tarihinde ise sahibi olduğum 652 (40 ekran) ve 832 (70 ekran) cihaz tiplerinde iki adet ................... marka televizyon satın aldım. Televizyonları satın aldığım mağazanın “Sevk İrsaliyesi” EK-A’dadır.

Bu televizyonlardan özellikle cihaz tipi 832 olan 70 ekranlısından daha ilk günlerde aradığım ses ve görüntü kalitesini bulamadım. Ekrandaki görüntü ayarının bozukluğunun giderilmesi için yetkili servise yaptığım müracaatın sonucu 08.07.1997 tarihinde “Vartıkıl ayarı” nın yapıldığı tarafıma bildirildi. (EK-B) Aynı şikâyetten dolayı, yine aynı servis, 25.10.1997 tarihinde bir kere daha “vartıkıl ayarı” yaptı. (EK-C)

Aynı televizyon, daha iki ay geçmeden önceki günlerde az, sonraki günlerde daha kuvvetli olmak üzere tiz bir ses çıkarmaya başladı. Yine yetkili servise yapmış olduğum müracaatın sonucunda 30.09.1997 tarihinde bobinin silikonlandığı ve arızanın giderildiği tarafıma bildirildi. (EK-D)

Gerçekten de, birkaç ay o rahatsız edici sesi, en azından yüksek frekansta duymadım. Sonraki aylarda ise televizyonu açamaz ve kullanamaz hâle geldim. Bir başka yetkili servise 27.05.1998 tarihinde yapmış olduğum müracaatımın sonucu sözü edilen arızanın giderildiği ve ayrıca, kablo soketinin girdiği aletin de arızalı olduğu ve değiştirilerek bu arızanın da giderildiği tarafıma bildirildi. (EK-E)

Televizyonu aldığım tarihten itibaren bir (1) yıl içinde (Garanti süresi içinde) aynı şikâyetlerden dört kere yetkili servislere müracaat etmiş bulunmama rağmen, gerek ses ve gerekse görüntüden bir randıman alamadım. Hâlâ, hem rahatsız edici tiz sesi duymaktayım, hem de ekran görüntü ayarı bozuktur.

Bütün bu şikâyetlerime şu anda bir yenisi daha eklendi. O da, televizyonun renk ayarının bozulması ve özellikle ekran köşelerinden farklı renklerin ortaya çıkmasıdır.

Aynı bayiden birlikte satın aldığım cihaz tipi 652 olan 40 ekran televizyondaki sorunu ise hiç gündeme getirmedim. Ekranın sol tarafında yukarıdan aşağıya doğru gölgeli şekilde bir şerit çizgi uzanmaktadır. Yetkili servislere yaptığım şikâyetlerde, “bunun yapılabilecek bir arıza olmadığı, anormalliğin fabrika çıkışında böyle olduğu” şeklinde .................. prestijine hiç de yakışmayan, hatta, komik bulduğum bir açıklamayla karşılaştım.

Artık, tüketiciyi hafife alan, müşteriye dalga geçer gibi muamele eden ................... yetkili servislerine -doğrusunu söylemek gerekirse- hiç güvenim kalmadı.

Ülkemiz ekonomisinde tartışılmaz büyük bir yeri ve önemi bulunan ................... teknolojisine olan güvenimi ve saygımı da, yukarıda belirttiğim müracaatlarımın neden ve sonuçlarından dolayı yitirmek üzere olduğumu özellikle bildirmek isterim.
Sayın Yetkili,

4077 sayılı “Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’un 13 ncü maddesinin 3 ncü fıkrası” na göre; “Garanti süresi içerisinde sık sık arızalanması sonucu maldan yararlanamamanın süreklilik arz etmesi veya tamiri için gereken azami sürenin aşılması hâllerinde, tüketici malın ücretsiz olarak yenisi ile değiştirilmesini satıcıdan talep edebilir. Satıcı bu talebi reddedemez. Tüketicinin bu talebine karşı satıcı, bayi, acenta, imalâtçı, üretici ve ithalatçı müştereken ve müteselsilen sorumludurlar.” demektedir.

  Ayrıca, 9 Eylül 1995 tarih ve 22399 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı’nın “Garanti Belgesi ile Tanıtma ve Kullanma Kılavuzunun Uygulama Esaslarına Dair Tebliği (TRKGM-95/116-117)” nin 12’ nci maddesine göre; “Tüketiciye teslim edildiği tarihten itibaren, belirlenen garanti süresi içinde kalmak kaydıyla, bir yıl içerisinde; aynı arızanın ikiden fazla tekrarlanması veya farklı arızaların dörtten fazla ortaya çıkması sonucu, maldan yararlanamamanın süreklilik kazanması ve tamiri için gereken azami sürenin aşılması” koşullarının da hepsi, benim televizyonumda ortaya çıkmıştır.

Yukarıdaki açıklamalar doğrultusunda, “Tüketiciyi Koruma Yasası” nın bana verdiği hakka dayanarak üretici, satıcı, müşterek ve müteselsil sorumlu olarak size başvuruyor, yukarıdaki yasanın ilgili maddesinin gereğinin yapılmasını talep ediyorum.

Ben, yukarıdaki şikâyetlerimi sizlere bildirmeyi bilgili, bilinçli ve sorumlu bir tüketici ve vatandaş olarak görev addediyorum. Aynı bilgi, bilinç ve sorumluluğu idrak ettiğine inandığım ................... teknolojisinin de, üstün sorumluluk duygusu içerisinde gereken bütün işlemi yaparak mağduriyetimi ortadan kaldıracağına, gönülden inanmak istiyorum.

Aksi takdirde, yasal haklarım saklı kalmak üzere, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı, Kalite Derneği (KALDER), Türk Standartları Enstitüsü ile gazete ve televizyonların tüketici köşelerine tek tek başvurmak suretiyle yasal haklarımı arama yoluna gideceğimi bildirmek istiyorum.

Saygıyla bilgilerinize rica ederim.

22.07.1998



EKLER :

EK-A : Televizyon “Sevk İrsaliyesi”

EK-B : 08.07.1997 Tarihli Yetkili Servis Raporu

EK-C : 25.10.1997 Tarihli Yetkili Servis Raporu

EK-D : 30.09.1997 Tarihli Yetkili Servis Raporu

EK-E : 27.05.1998 Tarihli Yetkili Servis Raporu


ADRES :

Ev Adresi :

Gençlik Caddesi Yüksel Sokak Yiğit Apt. No.: 32/9 Maltepe - ANKARA

Telefon: 0.312. 889 94 18

İş Adresi :

Kara Harp Okulu Öğretim Başkanlığı Öğretim Elemanı Bakanlıklar - ANKARA

Telefon: 0. 312. 417 51 90 / 42 11
NOT: Bu şikâyet mektubunun gönderilmesinden kısa bir süre sonra ................ firma yetkilileri, eski televizyonu yenisi ile değiştirerek, tüketicinin mağduriyetini gidermiştir.

 


3. Resmi Mektuplar

Resmî kurumların ve tüzel kişilik taşıyan kuruluşların birbirlerine yazdıkları resmî yazılara ve vatandaşların dilekçeyle bildirdikleri isteklerine verilen yazılı cevaplara resmî mektup denir. (Aşağıda, üzerinde durduğumuz dilekçeler de resmî mektup sayılabilir.)


Resmî mektuplar, biçim yönüyle iş mektuplarına benzerler; başlık, metin ve son kısım diye üç bölüme ayrılır.*Resmî mektuplarında dikkat edilecek özellikler şunlardır:

(ı) Mektup yazılacak kâğıt şekil yönünden düzenli ve temiz olmalıdır.

(ıı) Bu tür mektuplar, mümkünse daktilo ya da bilgisayarla yazılır. Mümkün değilse, özel mektuplarda olduğu gibi siyah mürekkep ya da tükenmez kalemle yazılır.

(ııı) Resmî mektuplarda yazının çıktığı kurumun adı, kâğıdın üstüne ortalanarak büyük harflerle yazılır.

(ıv) Hiçbir saygı kelimesi kullanılmaz. Kâğıdın sağ üst köşesine tarih , sol tarafa da sayı ve konu yazılır.

(v) Yazı cevap mahiyetinde ise "ilgi" hanesine cevabı olduğu mektubun sayı ve tarihi, "konu" hanesine de kısaca amaç yazılır.

(vı) Mektubun gideceği makamın adı ve yeri ise kağıdın orta üst yerine ortalanarak yazılır.

(vıı) Mektubun giriş paragrafında sorun ya da konu kısaca belirtilir. Gelişme paragraflarında ise konu ve sorun açıklanır. Sonuçta ise ast kademelere yazılanlar için rica ederim; üst kademelere yazılanlar için arz ederim; aynı seviyedeki makamlara yazılanlar için  arz ederim kelimeleri kullanılır.

(vııı) Yazının bitiminde sağ tarafa imza atılır. İmzanın altına yazıyı imzalayanın adı ve soyadı yazılır. (soyadı büyük harflerle) Bunun altına makam adı ( küçük harflerle) yazılır.

Resmî Mektup Örneği :
T.C.

MİLLİ EĞİTİM BAKANLIĞI

ATATÜRK LİSESİ MÜDÜRLÜĞÜ
Sayı: 10.10.1968

Konu:
MİLLİ EĞİTİM MÜDÜRLÜĞÜNE / ANKARA


Okulumuza kaydını yaptırmak isteyen Hasan oğlu Hüseyin ATMACA'nın yaşı, nüfus hüviyet cüzdanında 19 görülmektedir.

Yönetmeliğe göre, 17 yaşını doldurmamış olanlar kayıt olabilir. Bu nedenle, adı geçen öğrencinin alınması mümkün görülememiştir.

  Bilginize arz ederim.


Müdür Yrd.

(Parafe)


İmza

Adı ve Soyadı

Atatürk Lisesi Müdürü

 

4. Edebi Mektuplar

Edebî mektuplar de esas itibariyle özel mektuptur. Ancak yazarları, içerikleri ve anlatım şekilleriyle, içinde özel hususların az olmasıyla, özel mektuplar içinde ayrı bir yer tutarlar. Bu tarz mektuplardan yazıldıkları döneme ait sanat, edebiyat ve fikir olayları hakkında bilgi edinmek de mümkündür. Tanınmış yazarlar birbirlerine yazdıkları mektuplarla fikir ve sanat olaylarını, eserleri tartışırlar. . Eski dönemlerde, bu tür kişisel edebî mektuplar, "Mektûbât = Mektuplar" adı altında toplanır ve geniş kitlelerin de okuyabilmesi için yayımlanırdı.
Düşünce ve edebiyat alanındaki görüşleri sergilemeleri bakımından mektupları yayımlanan yazar ve şairlerimizden bazıları şunlardır:

Ali Şir Nevaî (XV. yy.)

Kınalızade Ali (XVI. Yy.)

Veysî (XVII. yy.)

Ragıp Paşa (XVIII. yy.)

Namık Kemal (XIX.yy.)

Ahmet Hamdi Tanpınar (XX. yy.)

Ayrıca mektup tarzında eleştiri, seyahatname, roman, hikâye, şiir gibi yazılı kompozisyon türlerinin (edebî türler) de yazıldığı görülmektedir.


Hikâye ve roman türlerinde kahramanların hayatlarını, ruh hâllerini, duygularını, düşüncelerini, anlayışlarını daha etkili anlatmak için zaman zaman mektuplar araç olarak kullanılmıştır. Hatta kahramanların birbirlerine yazdıkları mektuplardan oluşan romanlar da vardır.

Edebî Mektup örneği:

Kardeşim Kaplan,

Bir yığın can sıkıntısı, üzüntü ve yorucu iş arasında mektubuna cevap veremedim. O bir tarafa, o güzel makalene de vaktinde teşekkür etmek lazımdı. Fakat daha iyisi tebrik etmeliyim. Çünkü hakikaten güzel makaleydi. Artık birinci sınıf bir muharrir olduğuna hiç şüphe etmiyorum. Sana çok bağlı olduğum için bundan mesudum.

Orhan Seyfi biraderimiz, daha doğrusu Yusuf Ziya Bey’in biraderi, Raks manzumesi için yaptığı latif tenkitten sonra, bu sefer de senin yazdığına cevap vermiş. Ben okumadım. Yine kafiyelere çatıyormuş. Tabii görüşlerimiz ayrı. Münakaşaya değmez. Hakikat şu ki, ben kafiyeye bağlıyım. Yani bir ses müşabehetini mısraın sonunda lüzumlu görüyorum. Ayrıca kafiyenin ve şekl-i kafiyenin şiirde yeri olduğuna inanırım. Tedaiyi açar. Fakat çok defa bir aksan müşabehetini, kafiye benzerini tercih ederim. Benim şekil dediğim şey, ne vezinden, ne kafiyeden gelir. O cümlenin, hayal ve tasavvurun, hulasa kendisini tamamlamış yahut tamamlamamış idee poetique (ide poetik)in kendisidir.

“Mest kendi güler altındaki rahş oynardı” mısraı tek başına kafiyesiz de güzeldir. Ben kafiyesi zayıf yüzlerce mısra tanırım ki güzeldir. Fakat onların anladıkları kafiye bende yoktur. Merhum Cenab’ın dediği gibi, baston sapı gibi mısradan ayrı kafiye. Hulasa kendi zaviyelerine göre haklıdırlar. Fakat ben onların haklarından bir şey anlamadım.

Ne ise... Kitabın müsveddelerini göndereyim. Mahur Beste adlı bir yolculuğa çıktık, Ülkü’de canım neler, ne tenbellikler istiyor, ben neler yapıyorum. Çok yorgunum. Başımda bir de Erzurum yazısı var. Behice’ye çok selam ve dostluklar. Senin de gözlerinden öperim kardeşim

Ahmet Hamdi Tanpınar

5. Açık Mektup

Her hangi bir düşünceyi, görüşü açıklamak, bir tezi savunmak için bir devlet yetkilisine ya da halka hitaben, bir kişi ya da kurum tarafından yazılan, gazete, dergi aracılığı ile yayımlanan mektuplara açık mektup denir.

Açık mektuplarda sadece yazanı değil, geniş kitleleri ilgilendiren önemli konular ele alınır.

Açık mektubun türü; makale, fıkra, inceleme yazılarından birine uygun olabilir. Açık mektup örneklerine zaman zaman gazete ve sanat dergilerinde rastlanmaktadır.


Açık Mektup örneği:
Üniversite Öğrencilerine Açık Mektup

Neden bir üniversitede okuyorum. Kaç üniversite öğrencisi bu soruyu kendine sormuştur acaba; ya da daha önemlisi kaç öğrenci açık yüreklilikle bu sorunun cevabını vermeye çalışmıştır? Henüz çok başlarından olduğum akademik yaşantında, bu soruya verirken cevapları değişik üniversitelerin değişik bölümlerindeki öğrencilerden duyma şansına eriştim ama duyduğum cevapların- en azından benim için- çok tahmin edici olduğunu söyleyemem. Cevaplardan tatmin olmak tabii ki göreceli bir durum, bu yüzden bu soruyu sormadan önce hangi cevapların beni geleceğe dönük olarak umutlandıracağını düşündüm. "Kendimi gerçekleştirmek için buradayım" ya da "Bilimsel düşünmek için üniversiteye geldim" gibi cevaplar belki de beni daha mutlu edecekti ama aldığım cevaplar genelde iki grup altında toplandı. (1) "Buradayım çünkü ailem böyle olmasını istedi" ve (2) "Üniversite diploması alabilmek için üniversitedeyim". Doğal olarak yukarıdaki soru ve buna verilen cevaplar son derece kısıtlı gözlemlere dayanıyor; bilimsel bir veri toplamaktan uzak olan bu gözlemler hiç değilse bize genel yapı hakkında biraz fikir verebilir diye düşünüyorum. Verilen cevapların doğruluğunu ya da haklılığını tartışmayacağım çünkü bu yanıtların, yanıtı veren kişi açısından "en doğru" olduğunu kabul ediyorum. Bu yazının amacı, bu soruyu henüz düşünmemiş ya da cevabını henüz verememiş öğrencilere alternatif sunabilmek. Bunu gerçekleştirmek için uzun bilimsel tartışmalar yerine bir mektup yazmanın daha uygun olduğunu düşündüm...

"Üniversitelerde verilen bilgiler gerçek hayatta ne kadar işime yarayacak?"

Bu soruya verilecek cevabı çok uzatmaya gerek yok, soru zor ama yanıt basit "Bilmiyorum!" "Aslında, öğrendiğiniz her bilgi kırıntısı sizin işinize mutlaka ve mutlaka yarayacak" diyerek hem sizi hem de kendimi belirsizlikten korumayı seçebilirdim ve inanın bu çok kolay olurdu. Ama, gerçekten de bu sorunun doğru cevabını bilmiyorum; daha doğrusu sizi tanımadığım sürece herhangi bir tahminde bulunamam. Belki aranızdan bazıları üniversite eğitimi süresince öğrendiği pek çok şeyi kendi profesyonel iş yaşantısında başarıyla uygulayacak ama bazılarınız da öğrendiklerinin büyük bir bölümünü "kaybedecek". Sorumuzu şu şekilde değiştirirsek belki daha açık bir cevaba ulaşabiliriz. "Bize verdiğiniz, örneğin Araştırma Yöntemleri dersinde, gerçek hayatta uygulanabilecek bilgiler mi öğreteceksiniz?" Bu soru diğerlerine göre daha detaylı bir soru ama cevabı biraz daha karışık "Hayır, böyle bir amacım yok".

Hangi bilim dalı olursa olsun ve buna bağlı hangi dersten söz edersek edelim kuşkusuz buradaki bilgiler hayatın kendisiyle ilgilidir. Bilimin hayattan kopuk olması zaten beklenemez. Kuantum fiziğiyle ilgili bilgi ve kuramın, matematiğin, psikolojinin, felsefenin ve daha bir çok alanın hayata yansımasının mümkün olmadığını söylemek büyük bir hata olur. Günlük hayatla olan bu doğal yakınlığa rağmen üniversitedeki bilimcinin ya da eğitmenin size bilgileri hap şeklinde vermesini bekliyorsanız hata yapıyorsunuz. Bilimcinin, "Hadi bunu öğreteyim de, günlük hayatta kullanın" gibi bir kaygısı yoktur, bence olmamalıdır da. Uygulama, alınan bilgileri gerçek hayata taşıma, diğer bir deyişle aktif öğrenme, eğitim gören kişinin sorumluluğundadır, eğitmenin değil.

Örneğin; Psikolojiye Giriş dersi alan öğrencilerin bu dersten bekledikleri arasında (1) karşılarındaki insanlarla daha iyi ilişkiler kurabilmeyi öğrenme, (2) karakter tahlili yapabilme becerisini kazanma ve (3) beğendikleri kız ya da erkek arkadaşlarını "tavlayabilmenin" yollarını bulma ilk sıraları alır. Üstelik bu beklentiler sadece bize özgü değil, evrensel beklentilerdir (McBurney, 1996). Bütün bu talepleri-üzgünüm ama- karşılayamıyoruz. Bunun iki nedeni var; birincisi, insan davranışı ve düşünce sistemiyle ilgili cevapların çoğunu biz de bilmiyoruz ve ikinci olarak insan hayatında o kadar çok farklılık ve değişkenlik var ki, bütün bu sisteme tek bir yanıt (hap) verebilmek imkansız. Yukarıdaki taleplerin cevabı psikoloji de yok mu? Mutlaka var; ama bu cevabı bulup ortaya çıkarmak ve kendi hayatı için uygulamaya sokmak bu bilgileri alan kişinin becerisinde.

Sonuç olarak, üniversiteliler teknik okullardan farklı olarak mesleki beceriyi değil, düşünsel beceriyi geliştirmek için oluşturulmuş kurumlardır. Düşünsel beceri olmadan mesleki aşamalardan bahsetmenin çok da anlamlı olmadığı sanırım açıktır.



"Bu kitabın tamamını okuyacak mıyız?"

Dönem başlarında öğrencilerin endişe dolu ses tonlarıyla sordukları önemli bir sorudur bu. Ders kitabından 1-2 bölümün çıkarılması öğrencileri mutlu eder, hele hele kitabın yarısını "atarsanız" en sevilen hocalardan birisi olmanız işten bile değil. İlk bakışta oldukça doğal ve doğal olduğu kadar da mantıklı bir süreç gibi görünüyor. Öyle ya, kim daha fazla okumak ister?

Daha az kitap, daha az sayfa, daha az ders sayısı, daha az ders saati, daha az üniversite... daha az gelecek! "Neden üniversitedeyim?" sorusuna verilecek cevabın önem kazandığı bir bölüme geldik; banka hesabımızdaki paranın sadece %80'ini çekebileceğinizi söyleseler bunu kabul eder miydiniz? Hayır mı? Peki, o zaman neden eğitiminizi kısıtlamaya bu kadar gönüllüsünüz? Tahminen kültürel bir özellik, hakkımız olanı istemek konusunda çok başarılı değiliz. Eğitim söz konusu olduğunda bu talepler bizi de uğraştıracağı için susmak çok daha rasyonel bir davranış olarak algılanıyor. Daha çok bilgi yerine daha az ve mümkünse kullanıma hazır bilgiyi tercih ediyoruz.

Öneri mi? Önerim basit, isteyin! Dersi veren hocalarınızdan sizlere daha fazla zaman ayırmalarını isteyin, dogmatik ders kalıpları yerine eleştirel düşünmeye yön verecek farklı uygulamalar, kitaplar, teknikler talep edin."Bu kitabın son 4 bölümünü işlemeyeceğiz" diyen hocanıza bunun gerekçesini sorun. Üniversitede olduğunuzu hissetmeyi isteyin.

Eleştirel Düşünme

Öğrencilerin sıklıkla yakındıkları durumlardan birisi eğitimin ezbere dayalı bir temel oturtulmuş olmasıdır. Bu yakınmaya rağmen, zihinsel süreci tetikleyici eleştirel düşünme temelli eğitimi gerçekleştirmenin önündeki engellerden birisi bu eğitimin öğrenciler açısından zorluğudur. (Kökdemir, 1999a). Üniversite sınavına girmek için ter döken lise öğrencilerinden üniversiteye geldiklerinde kazanmış oldukları ezbere dayalı ders çalışma alışkanlıklarını hemen değiştirmelerini beklemek çok gerçekçi değil sanırım. "Ezbersiz eğitim istiyoruz" söyleminize yürekten katılıyorum ama gerçekten bu tür bir eğitime hazır mısınız? Daha doğrusu bu eğitimde sizi daha çok okumanın, araştırmanın, soru sormanın beklediğini biliyor musunuz? Üniversite eğitiminin her kademesinde eleştirel düşünme modellerinin uygulanması gerektiğini savunan bir kişi olarak (Kökdemir,1999b), bu tür bir eğitimin size gerçekten üniversite hayatını yaşatacağına eminim ve bunun için eğitmenlerden çok sizlerin katkısı ve isteği lazım. Teknolojinin (özellikle internet uygulamalarının) bu eğitime çok katkıda bulunacağı açık. Bu yüzden, siz öğrencilerin gerek bilgisayar becerilerinizi geliştirmeniz lazım. Özellikle internet uygulamaları söz konusu olduğunda "internet kullanımının" bir modem ve telefon hattından fazlasını içerdiğini unutmayın.
Doğan Kökdemir, "Üniversite

Öğrencilerine Açık Mektup",


ZARF ÜSTÜ YAZMA

Zarf yazarken dikkat edilecek hususlar:

-Alıcının adresi zarfın ortasına yazılmalıdır.

-Gönderenin adı ve adresi zarfın sol üst köşesine yazılmalıdır.

-Tam ve açık adres yazılmalıdır.

-Büyük harflerle ve okunaklı yazılmalıdır.

-Alıcı adresinin posta kodu belirtilmelidir.

-Özellikle yurtdışına gönderilen mektuplarda posta pullarının ülkeyi temsil edici bir değer olduğu unutulmamalı ve posta pulu kullanılması yeğlenmelidir.

 

DİLEKÇE
Dilekçe, bir isteği bildirmek, bir şikâyeti duyurmak veya herhangi bir konuda bilgi vermek amacıyla resmî veya  özel kurumlara/kuruluşlara yazılan resmî yazıdır. Her Türk vatandaşının resmî kurumlara dilekçe verme hakkı vardır ve bu hak anayasanın teminatı altındadır.

Dilekçeler, ana hatlarıyla dört kısımdan ibarettir:

Hitap: Dilekçeye gönderilen makamın adı ve yeri yazılarak başlanır. Hitaptaki kelimelerin tamamı ya da ilk harfleri büyük yazılır.

Dilekçe Metni: İş mektuplarında olduğu gibi dilekçelerde de anlatılmak istenen ifadenin açık, anlaşılır, kesin, net ve öz olması gerekir. Yanlış anlaşılmalara meydan verilmemelidir. İfadeler bitirildikten sonra dilekçe, "... arz ederim" cümlesi ile bitirilmelidir.

Tarih ve İmza: İmzasız dilekçeler dikkate alınmadığı için dilekçe metninin biraz altında kâğıdın sağ alt tarafında tarih ve imzanın mutlaka bulunması gerekir. Tarih kısmı, kâğıdın sağ üst köşesinde de bulunabilir.

Gönderenin Adresi: Adres; tarih ve imza kısmından biraz aşağıda kâğıdın sol alt kısmına yazılmalıdır. Adresin ilk satırında ad ve soyad, ikinci satırında cadde, sokak ve apartman numarası yer alır. Üçüncü satırda ise ilçe ve ilin adı bulunur. Dilekçeye eklenmiş belge var ise adres kısmının altına EK ya da EKLER başlığı açılır ve belgelerin adları yazılır.
Dilekçenin Özellikleri

- Sorun hangi kurumu ilgilendiriyorsa ona hitap edilerek başlanmalıdır.

- Yer ve tarih belirtilmelidir.

-Çizgisiz beyaz kâğıt kullanılmalıdır. Kâğıdın arka yüzüne geçilmemeli, çok gerekliyse ikinci kâğıt kullanılmalıdır.

- Bilgisayarla ya da daktiloyla yazılmalı; el yazısı kullanılması halinde yazının kitap harfleriyle, açık, okunaklı olmasına özen gösterilmelidir.

- Ciddi, resmi, saygılı bir dil ve üslup kullanılmalıdır.

- Nesnel olunmalıdır.

- Sorun/durum ya da dilek kısa ve açık olarak ifade edilmelidir. Gereksiz ayrıntılara ve kişiselliğe yer verilmemelidir.

- İstenen şey yasalara uygun olmalı; yasal çerçeve kesinlikle aşılmamalıdır. Bir şikâyet söz konusuysa sorun mutlaka belgelere ve tanıklara dayandırılarak açıklanmalıdır.

- Dalkavukluğa ve yalvarmacılığa asla yer verilmemelidir.

- Hiyerarşik düzene dikkat edilmelidir.

- Bir konuda üst makamın bilgilendirilmesi amaçlanmışsa "....durumu bilgilerinize saygılarımla arz ederim",


üst makamın bir sorunu çözmesi, bir işlemi başlatması isteniyorsa "gereğini saygılarımla arz ederim",
yapılacak bir işlem için izin isteniyorsa "izninizi saygılarımla arz ederim"
gibi saygı ifadeleriyle son bulmalıdır.

- Doğru, düzgün, özenli ve temiz bir Türkçeyle yazılmalıdır.

- Yazım ve noktalama kurallarına dikkat edilmelidir.

- Mutlaka imzalanmalıdır.

- Dilekçe sahibi adını ve açık adresini belirtmelidir.

- Dilekçeye eklenecek ek belgeler yazının sonunda "ekler" başlığı altında maddeler halinde sıralanmalıdır.




Dilekçe örneği

Karatepe İlköğretim Okulu Müdürlüğüne

GAZİPAŞA
Okulunuz 8/A sınıfı öğrencilerinden H.Betül Kısa’nın velisiyim. Kızım hasta olduğu için okula gelemeyecektir.İzinli sayılmasını istiyorum.

Gereğini arz ederim.

11.22.2003

İmza


Adres: Yılmaz Kısa

Karatepe Köyü, Kahpaşlı

Mahallesi Çıkmaz sok.No:4

07900 Gazipaşa/Antalya



DAVETİYE

Toplantı, konferans, seminer, gezi, nişan, düğün ve açılış gibi tören ve etkinliklere katılması istenen kişilere bu etkinliği duyurma ve davet amacıyla yazılan kısa yazılardır. Davetiyeler genellikle özel olarak hazırlanmış davetiye kartlarına matbaada bastırılır ve seçilen kartın davetin niteliğine uygun olmasına özen gösterilir.


Davetiye’nin Özellikleri:

- Çok kısa ve açık olmalıdır.

- Bir davetiye metninde kimin, kimi, nereye, ne zaman, niçin çağırdığı eksiksiz olarak yer almalıdır

- Kişinin ne tür bir toplantıya davet edildiği açıklanmalıdır.

- Toplantının yeri (adresiyle), zamanı, süresi mutlaka bildirilmelidir.

- Saygılı ve nazik bir dil ve üslupla yazılmalıdır.

- Davetiyeler, o toplantı için özel hazırlanmış kart ve zarflara basılmış olarak iletilir. Kimi kişisel davetler için -çok özel durumlarda- el yazısıyla da kaleme alınmalıdır. O durumda açık, özenli bir el yazısıyla, çizgisiz beyaz kâğıda yazılmalı, özenle zarflanmalıdır.

- Davet eden kişi veya kurumun adı mutlaka belirtilmelidir.

- Gerekirse toplantının içeriği "Gündem" başlığı altında bildirilmelidir.

- Davetiyenin kaç kişilik olduğu, çocuk getirilip getirmeyeceği, özel kıyafet giyilip giyilmeyeceği, yemeğin olup olmadığı, ulaşım imkânı, programın süresi, davete cevap istenip istenmediği gibi.

-Gerekirse "LCV" (Lütfen Cevap Veriniz) notuyla birlikte bir telefon numarası eklenmelidir. Davetiyeyi alan kişi bu notu gördüğü takdirde verilen telefon numarasını mutlaka aramalı ve toplantıya katılıp katılamayacağını bildirmelidir. Bu, çok önemli bir nezaket kuralıdır.

- Doğru, açık, temiz ve düzgün bir Türkçe kullanılmasına özen gösterilmelidir.

- Yazım ve noktalama kurallarına titizlikle uyulmalıdır.
Davet edilen kişiye programda (açılış yapmak, nikâh şahitliği yapmak, oturum başkanlığı yapmak gibi) özel bir görev verilecekse bu durumun belirtilmesi şarttır.
Davetiye Örneği:
KARATAY VE KISA AİLELERİ

Zeynep ile Yılmaz düğün törenlerinde sizleri de aramızda görmekten kıvanç duyarlar.


Ramazan Karatay / Murat Kısa
Yer:Belediye Düğün Salonu

Tarih:04.11.2002, Pazar

Saat: 08.00

KUTLAMA (TEBRİK)

Düğün, yaşgünü, yılbaşı, bayram, doğum, mezuniyet gibi mutlu günler için çoğunlukla kartlara yazılan kısa mektuplardır.


Kutlama Kartı’nın Özellikleri:

- Kısa ve içtendir.

- Kutlanan kişi ile kutlayan kişi arasındaki yakınlık derecesine göre içeriği değişebilir. Yine kişiler arasındaki yakınlığa bağlı olarak kalıplaşmış ifadelerden kaçınılmalı, sevicin ve kutlamanın içtenliği hissettirilmelidir.

- Kişiler arasındaki ilişkiye bağlı bir hitap ile başlanmalıdır.

- Yer ve tarih belirtilmelidir.

- İmzalanmalıdır.

- Doğru, temiz, akıcı bir Türkçeyle yazılmalıdır.

- Yazım ve noktalama kurallarına özen gösterilmelidir.




Kutlama örneği:
18.8.2004 / Antalya

Biricik Kardeşim,

Üniversiteyi, üstelik de istediğin bölümü

kazandığını öğrenmek beni ne kadar sevindirdi, bilemezsin. Bir ağabey olarak, seninle gurur duyuyorum. Başarının ve mutluluğunu yaşam boyu sürmesini dilerim. Gözlerinden ve yanaklarından

özlemle öpüyor, tekrar tekrar kutluyorum.

Sevgilerimle.

(İmza)

Yılmaz Kısa




ÖZGEÇMİŞ

Herhangi bir kurum veya kuruluş tarafından özel bir amaçla istenen ve kişinin hayatını, yeteneğini, iş yapma gücünü ortaya koyan (belgeleyen) tanıtım yazısına öz geçmiş denir.

Öz geçmiş, genellikle bir işe başvuru sırasında adaylar hakkında ön bilgiler edinmek üzere işveren konumundaki kişi veya kurumlarca istenmektedir. Bazen de personelin tanıtımı için hazırlanan kataloglarda veya web sayfalarında kullanılmak üzere öz geçmiş istenmektedir.
İş başvurusu mektubu yazılırken dikkat edilmesi gereken noktalar şunlardır:
- Hitap edilecek kişinin adı ve soyadı belirliyse söz konusu kişiye hitapla ya da "İlgili makama", "Personel Dairesi Başkanlığı'na", "İnsan Kaynakları Bölümü Başkanlığı'na" şeklinde bir hitapla başlanmalı.

- Giriş paragrafında, hangi işe, neden başvurulduğu kısaca açıklanmalı.

- Gelişme bölümünde, bu işin hangi nedenlerle cazip geldiği, bu işle ilgili ne gibi hedeflerin olduğu, kişinin bu iş için neden (hangi özellikleriyle) uygun olduğu açıklanmalı. Özgeçmişte yazılı olmayan fakat önemli özellikler, ön yazıda belirtilmeli. İş ve diğer deneyimlere dikkat çekilmeli. Bu bölüm 2-3 kısa paragraftan oluşmalı.

- Sonuç paragrafı, okuyucuda (işverende) olumlu bir izlenim bırakacak açık bir sonuç cümlesiyle tamamlanmalı, ekteki belgelere dikkat çekilmeli, okuyucunun (işverenin) isteyebileceği diğer bilgiler kısaca verilmeli.


Başvurulan işin niteliğine göre istenen bilgilerde bazı farklılıklar olmakla birlikte öz geçmişte, kimlik bilgileri, eğitim durumu, iş deneyimi ve kişisel başarılar gibi bilgiler yer alır. Bazı kurumlar, öğrenmek istedikleri bilgileri içeren hazır formlar kullanmaktadırlar. (Aşağıda örnek olarak düzenlenmiş öz geçmiş formu verilmiştir.) Hazır formların kullanılmadığı yerlerde öz geçmiş yazılırken, özellikle belirtilmesi gerekenler dikkate alınır ve kişinin kendi üslûbuna göre yazılır. Verilen bilgiler kadar bilgilerin sunuluş biçiminin de önemli olduğu unutulmaz; bir başkasının öz geçmişine bakarak aynı üslûpla öz geçmiş yazılmaz.

Öz geçmiş yazarken öz geçmiş isteğinde bulunan kurumun (kuruluşun veya kişinin) amacı bilinmeli ve sadece bu amaca yarayacak bilgiler kısa, açık, doğru ve abartısız bir üslûpla yazılmalıdır. Öz geçmişte yer alan bilgilerin belgelendirilebilir olmasına özen gösterilmelidir. İsteniyorsa (son zamanlarda çekilmiş) bir fotoğraf da öz geçmişe eklenebilir.

Öz geçmiş, sayfa düzenine, imlâya ve noktalamaya da dikkat edilerek sağlam cümlelerle özenle hazırlanmalıdır. Bu özen, her hâliyle ilgilerce hissedilmelidir. Öz geçmişin kişinin doğru ve olumlu tanınabilmesi bakımından ilk adım olduğu unutulmamalıdır.
Özgeçmiş Örneği

YASEMİN KURAL


17. Sokak No: 67/11 Bahçelievler/Ankara
Tel. 0 312 2297631
____________________________________

Sayın Adalet Yaren


Yayın Masası Şefi
Anka Yayıncılık
Kızılay/Ankara

23.9.2000

Sayın Adalet Yaren,

Yayınevinizde ihtiyaç olduğu -14 Eylül 2000 tarihli gazetede ilanla- belirtilen "Çocuk Kitapları Sorumlusu" işine başvuruda bulunmak istiyorum.

Halen, bilimsel kitapların yayınına ağırlık veren Yarın Yayıncılık adlı küçük bir yayınevinde çalışmaktayım. Göreve başladığımdan beri bilimsel yayınların basımıyla ilgili olarak her aşamada görev aldım ve birçok kitabı bizzat yayına hazırladım. Bu sayede edindiğim deneyim ve birikimi, özel olarak ilgi duyduğum ve üzerinde çalışmaktan büyük zevk alacağıma inandığım bir alan olan çocuk kitaplarına yöneltmek istiyorum.

Lisans tezim Türkiye'de çocuk kitaplarının basım ve yayımı ile ilgili sorunlar üzerine idi. Ayrıca öğrencilik yıllarım boyunca çeşitli çocuk kitaplıklarında gönüllü olarak çalıştım ve çocuklarla ilgili kimi etkinliklerin düzenlenmesinde etkin rol aldım. Çocuk kitapları yayıncılığının hem bilgi ve birikimlerimi hem de yaratıcılığımı kullanabilmem için uygun bir alan olduğunu düşünüyorum.

Masaüstü yayıncılık ve Photo-Shop kullanımında deneyimliyim. Çizgi film ve karikatür teknikleri hakkında da bilgi sahibiyim. Bu özelliklerin çocuk kitaplarında resimlerin seçilmesi ve düzenlenmesi bakımından önemli olacağı kanısındayım.

Anka Yayıncılık gibi köklü bir kuruluşta, deneyimli kişilerle birlikte çalışmak ve kişisel yeteneklerimi kullanabilmek, beni mutlu edecektir. Ekte bu konudaki çalışmalarımı içeren bir dosya ve özgeçmişim yer almaktadır.

Saygılarımla.

İmza


Yasemin Kural

TELGRAF
İvedilik taşıyan durumlarda kullanılan yazılı haberleşme biçimidir. Doğum, ölüm, evlilik, yolculuk vb. bir durumu haber vermek için kullanıldığı gibi başsağlığı dileme, kutlama, teşekkür etme gibi amaçlarla da telgraf çekilebilir.
Telgrafın Özellikleri:

- Kısadır.

- Açık ve kesin bir anlatımla yazılır.

- Alıcının açık adı ve adresinin yanı sıra , telgrafın eline geçmesi istenen tarih ve saat de mutlaka belirtilmelidir.

- Gönderenin adresi alıcı tarafından biliniyorsa, telgraf metninde yer alması gerekmez. Çünkü telgrafta posta ücreti sözcük başına ödenir ve gönderenin adresi telgraf metnine dahildir.

- Telgraf postanelerden çekilebildiği gibi 141 Fono-Tel aracılığıyla telefonla da çekilebilir.


Biçim
Alıcının adı, soyadı
Açık adresi

Tarih ve saat


Telgraf metni
Gönderenin adı ve soyadı (Gerekiyorsa adresi)
Telgraf örneği
Alıcı: Ahmet MORDOĞAN
Necatibey Caddesi No: 53/7 Ankara
23.9.2004 Saat: 19.30
Annemi yarın sabahki Fatih Ekspresi'nden karşıla (3. Vagon 23 numaralı koltuk).

Sana telefonla ulaşamıyorum.

Beni mutlaka ara. Sevgiler.

Yılmaz


Yılmaz KISA


8.RAPOR

Yüklə 2,75 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   16   17   18   19   20   21   22   23   ...   34




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin