Sonuç
Çalışmamız sırasında Kur’an’ın, Eski ve Yeni Ahitlerin öngördüğü ahiret anlayışını ortaya koyduk. Yine bu sırada Cahiliye’nin ölüm sonrası hayat konusundaki anlayışını işledik. Apokaliptik Edebiyat’ta ve Yahudi geleneği içinde Eski Ahit’in eskatolojik yönünün beşerî bir yaklaşımla yorumlanıgını gördük. Çağdaş Teologların, Allah’ın Hükümranlığı üzerindeki tartışmaları ise bize, Kitab-ı Mukaddes’in bütününün çağdaş Hıristiyan eskatoiojisi açısından yorumlanışını göstermiştir.
Çalışmada kökleri vahyi dökümanlara dayanan söz konusu dinî bünyelerdeki ahiret inançları incelenirken, bu bünyelerin kaynağının aynı olduğu temel yaklaşımı takib edilmiştir. Bu sebeple de önce bu temel yaklaşımın karakterini ortaya koyabilmek amacıyla, Kur’an’ın ahiret anlayışı ele alınmıştır. Çünkü Kur’an, vahyî bilgiye bütün saflığı ile ulaşabildiğimiz yegane döküman olarak elimizdedir. Kur’an söz konusu edildiği zaman, sadece vahiy akla gelmemektedir. Ancak Eski Ahit veya Yeni Ahit ele alındığı zaman bu Kitapların içinde bulundukları dinî gelenekler ister istemez inceleme alanına girmek durumundadır. Çünkü bu Kitaplar vahye dayanmakla birlikte, kendi oluşturdukları dinî geleneklerinin etkisi altında bırakılmışlardır. Bunların metinlerine onları çevreleyen kültürlerinin unsurları girmiştir. Bunun da ötesinde bu metinlerin yorumu onları kaplayan kültür çevresinin siyak ve sibakında yapılmıştır. Bu durumda bu dökümanları vahyin öngördüğü bağlam içerisinde anlamak ve yorumlamak, ancak vahyî bilgiyi saflığı ile aktarabilen bir başka döküman ile mümkün hale gelmiştir. İşte, Kur’an’ın Kitab-ı Mukaddes açısından fonksiyonu ve anlamı budur. Zaten Kur’an da önceki vahiy metinleri üzerinde koruyucu (muhaymin) olduğunu belirtmektedir. Kur’an olmaksızın önceki vahiy metinlerinin vahyî bağlam içerisinde anlaşılmaları mümkün değildir. Çünkü ancak Kur’an ile anılan metinlerdeki vahiy ürünü unsurlar ile vahiy dışı unsurları biribirinden ayırabilmek mümkündür. Hatta metinlerdeki şeklî değişiklikler bile o kadar önemli olmamaktadır. Çok daha önemli olan husus, metinlerin bütünü ile olmaları gerekenden farklı bir ortam içerisine yerleşterilmeleridir. Bu mesela İran, Yunan, Helenistik kültür ortamları olabilmiştir. Bu noktada metinlerin suretlerinin değişmesi, ya da değişmemesi pek önem arzetmemektedir. Metinleri bütünü ile kaldırıp bir başka siyak-sibak içine yerleştirmekle metindeki kavramlar bir önceki bağlam içerisinde ifade ettikleri manalardan çok farklı manaları ifade eder hale getirilmişlerdir. İşte Kitab-ı Mukaddes tarihi boyunca vahiy bağlamından koparılarak, farktı ortamlara yerleştirilmiştir. Bu yüzden, bu Kitaptaki ahiret inancı gibi önemli bir konu işlenirken Kur’an’ın yolgöstericiliği kaçınılmaz olmuştur.
Kur’an’da ahiret inancının önemli bir yer işgal ettiği, öncelikle bu inanç ve onun çeşitli yönleri için kullanılan kavramların çokluğu ve çeşitliliği ile ortaya çıkmaktadır. Ancak Ahiret anlayışı ve ona ait kavramlar, Kur’an’ın merkezinde bulunan Kadir-i Mutlak Allah mefhumunun etkisi altındadırlar. Aslında bu mefhum sadece ahiret mefhumuna değil, vahyin bütününe karakterini veren temel mefhumdur. Bu bakımdan Kur’an Teosentrik bir karakterdedir. Allah’ın kudretini en vurgulu bir tarzda ortaya koyan inanç usum ise Kur’an’da ahirettir. Allah Dîn Günü’nün sahibidir. Kainatı içinde yaşadığımız güzende yaratan Allah, saat geldiği zaman yeni bir düzen kurmak üzere onu bozacaktır. Allah, insanları kudreti ile yeniden diriltecektir. Sonra onlar hakkında hükmünü verecektir. Bütün bu olayların tek faili Allah’tır.
Bir inanç unsuru olarak ise ahiret, Allah’a iman ile birlikte Tevhid inanç sisteminin temelini oluşturmaktadır. Bu iki inanç unsuru, birlikte olduklarında var olabilmektedirler. Sistemden bu İkisinden birini çıkardığınız zaman, diğeri de anlamını yitirmektedir. Kadir-i Mutlak Allah’a iman olmadan ahirete imanın bir manası yoktur. Çünkü insanı yeniden diriltecek onun hakkında hüküm verebilecek bir kudret yoktur artık. Bu durumu Cahilî-maddeci anlayışta görmekteyiz. Yine ahiret inancı olmaksızın Kadir-i Mutlak Allah’a iman anlamsızlaşmaktadır. Çünkü sistemdeki ilâh kudretli ve adil bir ilâh değildir, insan da dünya hayatında yaptıklarının karşılığını alamayacaktır.
Tevhidi sistem içerisinde insanın dünya ve ölümsonrası ahiret hayatı bir bütün olarak, bir uyum içinde ele alınmıştır. Dünya hayatı, ahiret hayatına karakterini vermektedir, insanın ahiret hayatında rahat içinde veya sıkıntı içinde olması dünya hayatındaki, hayat tarzına bağlıdır. Yine ahiret hayatı, insanın dünya hayatı üzerinde etkilidir. Ahiret hayatının bilincinde olarak insan, dünya hayatına yön vermektedir Yoksa yalnızca dünya hayatını öne çıkararak dünyada insanın zaaflarına tekabül eden yakındaki maddi zevklere yönelmesi, diğer taraftan ahiret hayatını öne çıkararak, dünya hayatının nimetlerine sırt çevirmesi, tevhidi anlayışın dışında kalmaktadır. Oysa İnsan dünya ve ahirettekî varoluşunu birlikte ele almalıdır.
Kitab-ı Mukaddes’te ahiret mefhumu için aharit ha yamim ibaresi veya daha çok çağdaş teolojideki kullanımı ile Yunanca eskatoloji kavramı kullanılmaktadır. Çağdaş Kitab-ı Mukaddes Teolojisi 18. yüzyılla başlayan rasyonalist hareketlerin tesiri altında kalmıştır. Bu disiplin karakterini büyük ölçüde Kitab-ı Mukaddes Tenkidi çalışmalarıyla kazanmaktadır. Bu çalışmaların tarihleri boyunca Eski ve Yeni Ahitler’e nüfuz etmiş, asıla ait olmayan unsurları tesbil etme yolunda teknik bir baharı ortaya koyduğu, bu yolda bir çok konuda tek tek önemli katkılarda bunduğu inkar edilmemelidir. Nevar ki bu çalışmalar, temel anlayış itibarı ile Yahudi-Hıristiyan dini geleneğinin temel dogmaları doğrultusunda yürütülmüştür. Modern Teoloji’de geliştirilen Heilsgeschichte (Kurtuluş Tarihi) teorisi, anılan temel dogmaların tasdikinden ibarettir. Buna göre Allah, kavmini, Beni İsrail’i seçmiş ve onu tarihinin zor dönemlerinde dünyaya yaptığı müdahalelerle kurtarmıştır. En sonunda da Mesih İsa’da gelerek insanlığı kurtarmıştır. Bu bakımdan temel yaklaşım itibarı ile Çağdaş Teoloji, Tenkit çalışmaları vasıtası ile Kitab-ı Mukaddes’i vahyî-tevhidî bir siyak-sîbak içine oturtma çabasından uzaktır. Bunun için yukarıda da sözünü ettiğimiz gibi Kur’an’ın yol göstericiliğine ihtiyaç vardır.
Eski Ahit’te ahiret mefhumunun Kadir’i Mutlak Allah mefhumu doğrultusunda karakter kazanmasının görülmesi gerekiyordu. Çünkü tevhidi yaklaşımı öğrendiğimiz Kur’an bize bunu öğretmektedir. Nitekim gerek doğrudan Eski Ahit’in kendisine, gerekse Tenkit çalışmalarının sağladığı malzemeye yönelindiğinde bu görülmüştür. Beni israil Peygamberleri, kavimlerini sürekli olarak çok yaklaşmakta olan korkunç bir Hesab Günü’nün azabı ile uyarmışlardır. Diğer yandan, ahiret ve kudretli ilâh anlayışları birlikte söz-konusu olduğu zaman dikkate alınması gereken bir başka mefhum da yeniden dirilmedir. Özelikle son yıllar içerisinde konu üzerinde yapılan çalışmalar, Eski Ahit’te yeniden dirilme fikrinin dış etkiler sonucu çok sonraları oluştuğu yolundaki iddiaların aksine, söz konusu fikrin baştan beri orada bulunduğunu göstermeye gayret etmektedirler. Bu çabaların temel çıkış noktası ise, Eski Ahit’te Kudretli İlâh mefhumunun bulunuşudur. Bu noktada, Kur’an’ın ve Kitab-ı Mukaddes Teolojisi’nin son çalışmalarının yaklaşımı, ilgi çekici bir şekilde aynı noktada çakışmaktadır.
Eski ve Yeni Ahitler arasında bir dönemde ortaya çıkan Apokaliptik Edebiyat’ın konusu çoğunlukla eskatoloji olmuştur. Apokaliptik Edebiyat karakteri itibarı ile dualistiktir. Buna göre, bu çağ ile gelecek çağ birbirinden kesin çizgilerle ayrılmıştır. Bu çağ kötülüğe bırakılmış, adeta lanetlenmiştir. İyilikler ise gelecek çağa bırakılmıştır. Allah mefhumu da bu anlayışa uygun olarak oluşmuştur. Allah bu çağı değiştirilebilecek kudrette değildir. Böyle bir dünya ve ahiret anlayışı, Beni israil’in söz konusu dönemde büyük zorluklar ve hayal kırıklıkları geçirmesine ve Helenizm’in tesirine bağlanmaktadır. Yine bu dönem daha sonra ilk Hıristiyan Kilisesi Teolojisi’nde çok önemli olan Mesih ve insanoğlu kavramlarının eskatolojik kurtarıcı anlamlarını kazandıkları dönem olmuştur. Aslında Eski Ahit içerisinde hiç de bu siyak ve sibakta kullanılmayan kavramlar, bu dönemde ahir zamanda gelecek ve Allah’ın Hükümranlığı’nı kuracak, Beni İsrail’i kurtaracak birer kurtarıcı figür olarak tarif edilmişlerdir. Apokaliptik Edebiyattaki ahiret anlayışı, muharef bir anlayış olarak karşımızdadır.
Yeni Ahİt’e geldiğimizde Allah’ın Hükümranlığının çok yakında olduğu ve İnsanların tevbe etmeleri gerektiği mesajı ile karşılaşmaktayız. Tevhidi yaklaşım doğrultusunda bu kavram oldukça kapsamlı bir anlam ifade etmektedir. Öncelikle kavram, Allah’ın Mutlak olarak hükmedişine işaret etmektedir. O’nun kudreti geçmişi, anı ve geleceği kaplamaktadır. Esasen Hz. İsa, masajında bu kavramı tebliğ ettiği dini ve onunla bağdaşabilecek her fikri ifade için kullanmıştır. Bu önemli kavram Allah’ın hükmünü ortaya koyacağı Hüküm Günü mefhumunu da içermektedir. O, çok yakında olan bu Hüküm Günü’nü insanlara hatırlatır mahiyettedir. Böylece bu kavramla Allah’ın Mutlak Kudreti ve dünyanın sonunda hükmünü ortaya koyusu birlikte ifade edilmiştir. Sinoptik İnciller’de yine temel olarak insanın öldükten sonra dirilişinin imkanı, doğru bir şekilde Allah’ın kudretinde görülmektedir. Oysa Yeni Ahit’le Sinoptik Inciller’in dışında kalan kısımda kendini gösteren Kristosentrik yaklaşımda yeniden dirilmenin imkanı Mesih’in yeniden dirilmesinde görülmekledir.
Son yüzyılda, Kitab-ı Mukaddes Teolojisi’nde Allah’ın Hükümranlığı kavramı üzerinde yoğunlaşan tartışmalarla Mesih İsa’nın eskatolojik görevi gündemde gelmiştir. Bu tartışmalarda Hıristiyanlık tarafından Hz. İsa’ya hamledilen kurtarıcılık rolü ve onun mahiyeti işlenmiştir. Bu rol, Mesih’i tarihin merkezine oturtan bir anlayış çerçevesinde görülmek istenmiştir. Hükümranlık’ın gerçekleşmesinin İsa’da görülmek istenen mesihî-eskatolojik şahsiyete bağlı kılınması, İnciller’de ilk bakışta farklı manalara İşaret eden İfadelerin anlaşılmasında problemler doğurmaktadır. İsa’nın gelişi ile Hükümranlık gerçekleşmiş midir, yoksa gelecekte mi gerçekleşecektir. İsa’nın me.sihî eskatolojik Hükümranlık mesajı nasıl değerlendirilmelidir ve onun fonksiyonu nedir? Bunlar aslında Sinoptik İnciller’in, daha da ileride bütün Kitab-ı Mukaddes’in Heilsgeschichte anlayışı çerçevesinde Mesih-merkezli olarak yorumlanışınm ortaya çıkardığı sorulardır.
Dünyanın sonu, o anın ürkütücürtığü ve insanların dünyada yaptıklarının karşılığını görmeleri fikri, incelediğimiz her üç Kitaba ait risaletleri ilgilendiren bir konu olmuştur. Allah’ın azabını, hükmünü göstereceği zaman, ansızın gelecek ve o gün günahkarlar için korkunç olacaktır. Bu asaletlerin hemen başlangıçta vurguladıkları bir fikir olmuştur. Bu şekilde risaletler, muhatablarına varoluşlarının başka bir boyutunu ve her iki boyuta da hakim olan Mutlak Kudret sahibi İlâh’ın varlığını bildirmiş veya hatırlatmışlardır. Bu mesaj muhatabın dünya hayatındaki davranışlarının ahlakîlik kazanmasını amaçlamaktadır. Ansızın gelecek ve yalnızca Allah’ın bildiği o an, insan yaptıklarının karşılığını verecektir. Öyleyse insan o an gelmeden davranışlarını doğru bir yön vermelidir. Diğer yandan Allah’ın mutlak hakimiyeti fikri bu mesaj ile işlenmiştir. O gün karar verecek olan yalnızca Allah’tır.
Bu sonuca ulaşmak Yeni ve Eski Ahitlerin Kur’an’ın öngördüğü siyak ve sibak içerisinde değerlendirilmesi ile mümkün olmaktadır. Oysa Eski Ahit’in Apokaliptik anlayış doğrultusunda ele alınması çok farklı sonuçları doğurmuştur. Dünya ve ahiret kesin bir çizgi ile birbirinden ayrılmıştır. Dünya Şeytan’a, kötülüğe terkedilmiş, gelecek hayat İse, Allah’ın hükmedeceği yegane boyut olarak görülmüştür. Muhatabda bu yüzden dünya hayatı hakkında derin bir pesimizm duygusu oluşmuştur. Bütün beklentiler gelecek hayata aktarıldığı için, burada dünyanın sonunu beklemekten başka yapılacak bir şey kalmamıştır. Onun vakti üzerinde yapılan spekülasyonlar, ahiret fikrinin bütün dinamizmini yok etmiştir. Son an burada artık Allah’a ait bir bilgi değil, apokaliptik yazarların bir takım alametlerle ve hesaplamalarla bilebilecekleri bir bilgi olmuştur. Bu pasif ve pesimist ahiret anlayışı, bir takım kurtarıcı figürler de oluşturmuştur. Mesih ve insanoğlu kavramlarına, asıllarında bulunmadığı halde eskatolojik kurtarıcı anlamı hamledilmiştir. Bunlar ya da bu isimleri taşıyan kişi ahir zamanda gelerek müminleri kurtaracak ve Allah’ın Hükümranlığı’nı kuracaktır.
Bu daha sonra Hıristiyanlık’ etkilemiş bir anlayış olarak karşımıza çıkmaktadır. Başka bir ifade ile ilk Kilise’den başlayarak Hıristiyanlık Yeni Ahiti bu anlayış doğrultusunda yorumlamaktan kurtulamamıştır. Bunu son yüzyılda Allah’ın Hükümranlığı üzerine yapılan tartışmalarda görmek mümkündür. Hz. İsa’ya isnad edilen eskatolojik kurtarıcılık görevi Hıristiyanlığın temel konusu olmuştur. Heilsgescbichte teorisi ile de bu anlayış bütün Kitab-ı Mukaddes’i içine alan bir yorumla ortaya çıkmaktadır. Mesih’in kurtarıcılık görevi, bütün Kitab-ı Mukaddes tarihi boyunca görülen Allah’ın kurtarıcı aktivitesinin bir tamamlanışı olarak yorumlanmıştır. Tarihin merkezinde ise Mesih’in gelişi olayı vardır. Bu anlayışla Yeni Ahit’in Mesih merkezli yorumu sürdürülmektedir.
Dostları ilə paylaş: |