Dersler Ve Öğütler
Bu hadisi şerifte kastedilen saldırıların Moğol ve Tatar saldırıları olması muhtemeldir. Hadis metinlerinde Türk ismi ile kastedilenlerin, bilinen Türk halkından daha geniş bir kitleyi içine aldığı anlaşılmaktadır. Bundan dolayı hadislerin açıklamalarını yapan ilim adamları, bu bölümdeki hadisi şeriflerde işaret edilen olayların, müslümanların Moğol ve Tatar saldırıları dolayısıyla karşı karşıya geldikleri sıkıntılar olduğunu söylemişlerdir.
Süneni Ebu Davud'un şerhi olan 'Avnu'l-Ma'bud'un 4. cildinde şöyle denilmektedir:
"İmam Nevevi şöyle söylemiştir:
"Kıl giyerler" sözünün anlamı, hadisin diğer rivayetlerinden de anlaşılacağı üzere "ayakkabıları kıldan olur"dur. Böyleleri zamanımızda da bulunmaktadır.
Müslim'in rivayetinde ifade: "Kıl giyer ve kıl üstünde yürürler" şeklindedir. Bu ifade açıkça onların elbiselerinin de kıldan olduğunu ortaya koymaktadır. Bunun yanısıra onların ayakkabıları da kıldan olur. İbni Dihye'nin ve daha başkalarının söylediklerine göre bu halkların ülkelerinde çok kar yağması nedeniyle bu tür giysiler giymek zorunda kalırlar.
Kurtubi, Tezkire'de şöyle söylemiştir:
"Birinci hadis, yani Ahmed bin Hanbel'in rivayet etmiş olduğu hadis, sözü edilen insanların sefere çıkıp müslümanlarla savaşacaklarını ve müslümanları öldüreceklerini bildirmektedir. Bu olay, Resulullah (a.s)'ın bildirdiğine yakın bir şekilde gerçekleşti. O zamanda, sözü edilen halklardan, sayılarını ancak Allah'ın bilebileceği ve kendilerini müslümanların başından ancak Allah'ın uzak-laştırabileceği kalabalık bir topluluk saldırıda bulundu.
Bunlar Ye'cuc ve Me'cuc gibi bir kalabalık oluşturuyordu. Hicri 617 yılının cemaziyelevvel ayında, Türklerden, kendilerine Tatar denilen kalabalık bir topluluk müslümanların üzerlerine saldırıya geçti. Bunlar, önlerine geleni yakıp yıktılar. Müslümanlardan istedikleri kadar insan öldürdüler. Maveraunnehr'in çevresindeki Horasan beldelerinde yaşayan insanların tümünün canlarına kıydılar. Sasanoğullannın hakimiyetlerine son verdiler. Nişaver (Peşaver) şehrini tamamen yıktılar. Bu şehri ateşlere verdiler. Havarizm (Harezm) halkından önlerine kim çıktıysa öldürdüler. Bu halktan mağaralara ve kuytu yerlere sığınanların dışında kimse canını kurtaramadı. Hatta insanların sığınmış oldukları sığınaklara bile ulaştılar ve buralara sığınanları da öldürdü veya esir ettiler. Binaları yıktılar.
Ceyhan ırmağından şehirlere su akıttılar. Rey, Kazvin, Erdebil, Azerbaycan beldelerinin merkezi durumundaki Merağa şehirlerini ve daha başka şehirleri tamamen yerle bir ettiler. Bu beldelerin bilginlerinden ve ileri gelenlerinden kendilerine bir destek buldular; kadınların öldürülmesini ve çocukların kesilmesini de caiz gördüler.
Sonra ikinci Irak'a ulaştılar. Buranın en büyük şehri İsfahan'dı. Bu şehrin etrafı surlarla çevriliydi ve surların uzunluğu kırk bin zira'ı buluyordu. Surlar oldukça yüksek ve büyük bir özenle inşa edilmişti. Şehrin halkı da hadis ilmi ile uğraşıyordu. Yüce Allah, kendi ihsanı ile bu insanlara destek verdi. Bu şehrin halkı, gelen saldırganları göğüsleri ile karşıladılar. Burada o saldırganları karşılayanlar gerçekten cesur insanlardı. Onlar, kendileri hakkında söylenilen, bu beldenin kahraman insanların beldesi olduğu yolundaki haberin doğruluğunu gösterdiler. Burada yüzbin insan toplanarak Tatar (Moğol) saldırılarına karşı durdu. Saldırgan Moğollardan çoğu öldürüldü. Bunlar orada kendileri için belirlenmiş olan kesin kaderlerine kavuştular. Moğollar, İsfahan'dan okun yaydan çıkması gibi kaçtılar. O zaman onların İsfahan'dan kaçmaları, Bedir Savaşı'nda şeytanın kuyruğunu toplayıp savaş meydanından kaçmasına benziyordu. Moğollar da, direnmeleri durumunda helakten kurtulamayacaklarını anlamışlardı. Bunlar Erbid Dağlarına çıkıncaya kadar geri kaçmaya devam ettiler. Buralarda buldukları bütün salih müslümanları öldürdüler. Oraların bütün güzel bahçelerini ve bostanlarını da yakıp harap ettiler. Saldırgan Moğollar, Yukarı Doğu'nun (Maşrıkı A'la'nın) üçte ikilik kısmına kadar ulaşmışlardı. Buralarda sayılamayacak kadar cana kıydılar. İkinci Irak'ta da sayılamayacak kadar çok insan öldürdüler.
Bu Moğol saldırganları, onların çıkışlarından söz eden hadisi şeriflerde ifade edildiği üzere, atlarını, camilerin ve mescidlerin direklerine bağladılar.. Yolları kestiler, insanları tehdid ettiler, evlerin aralarında dolaşarak terör estirdiler. Bütün müslümanların kalplerinde korku saldılar. Baskı ve zulüm uygulamalarını her tarafta hissettirdiler.
Hadiste, saldırı düzenleyecekleri bildirilen topluluğun bunlar olduğunda şüphe yoktur. Hadiste bunların üç saldırı hareketi gerçekleştirecekleri ve üçüncüde tamamen İslam beldelerinden çıkarılıp atılacakları bildirilmiştir."
Kurtubi şöyle söylemiştir:
"Allah'ın izniyle onların üç çıkışları da tamamlanmış ve katillerinden de, saldırganlıklarından da geriye bir şey kalmamıştır. Daha önce söylediğimiz üzere, Birinci Irak'tan da, İkinci Irak'tan da çıkmışlardır. Bunun ardından da Üçüncü Irak olan Bağdat'ın ve bu şehir ile bağlantısı olan diğer beldelerin üzerine saldırıya geçmişler, bu beldelerde bulunan insanların tümünü öldürüp buraları bomboş hale ve viraneye çevirmişlerdir. Ardından çok kısa bir süre Şam beldelerini (Suriye ve civarını) da hakimiyetlerine geçirmişlerdir. Buralarda insanların kafalarını ve kafataslarını kılıçlarına geçirerek havaya dikmişlerdir.
Onların korkusu Mısır beldelerine de ulaşmıştır. Onların böyle her tarafa korku salmaları üzerine Zafer lakabıyla bilinen başarılı sultan -Allah kendisinden razı olsun- beraberindeki bütün askerlerle birlikte Mısır'dan çıkmıştır.
Korkudan insanların yürekleri ağızlarına gelmişti. Ayni Calut denilen yerde, bu saldırgan Moğol askerleri ile karşı karşıya gelinceye kadar ilerlediler. Yüce Allah, adeta Talut için mukadder kıldığı gibi, bu ordu için de zafer ve başarıyı mukadder kılmıştı. Bu savaşta Moğollardan çok sayıda asker öldürüldü. Bu yenilgi üzerine hemen Şam (Suriye) topraklarını terkedip kaçtılar. O topraklar eskiden olduğu gibi yeniden İslam'ın hakimiyetine geçti. Moğollar da yenilmiş bir halde Fırat'ın arkasına çekildiler. Bunlar, uzun zamandan beri uğramadıkları bir yenilgi ile karşı karşıya gelmişlerdi. Bu yüzden yenilmiş, perişan olmuş, aşağılanmış ve yüzleri yerlere sürtülmüş olarak geri dönmek zorunda kalmışlardır."
İmam İbnu'1-Esir de, 'el-Kamil fi't-Tarih' adı eserinde şu bilgileri vermiştir:
"Tatar (Moğol) saldırısı olayı, büyük olaylardan ve şiddetli musibetlerden biridir. Çağlar boyunca bu olayın bir benzeri yaşanmış değildir. Bu musibet, genelde bütün halkları etkilemiş olmakla birlikte, özelde müslümanları sarsmıştır. Bir kimse "İnsanlık, yüce Allah'ın bu alemi yarattığından beri bu olayın bir benzerine şahit olmuş değildir" dese, doğru konuşmuş olur. Çünkü tarihi kaynaklarda bu olayın bir benzerine rastlamak mümkün değildir..."
Zehebi de şöyle söylemiştir:
"Bu olay, İslam'ın, bir benzerine şahit olmadığı büyük bir musibettir."
İmam Nevevi ise, Sahihi Müslim Şerhi'nde şu bilgilere yer vermiştir:
"Bütün bu hadisi şeriflerde bildirilenler, Resulullah (a.s)'ın mucizelerindendir. Türkler (Moğollar) ile müslümanlar arasında aynen Resulullah (a.s)'ın anlattığı şekilde çarpışmalar meydana gelmiştir. Bunlar, aynı özellikleri ile bugün de varlıklarını sürdürmektedirler ve müslümanlar bunlarla bir çok kez savaşa girmişlerdir. Yüce Allah'tan sonucu müslümanlar için hayırlı kılmasını diliyoruz.."
Huz, Kerman ve Türk toplumlarından söz eden hadislerde, aynı toplumlara ait özelliklerin ele alındığını görmekteyiz. Bu özellikler ise Moğol ve Tatar toplumlarına ait özelliklerdir. Bu halklardan Türk olarak söz edilmesi ise, Kafkas dağlarının arkasında oturan halkların tümünün Türk olarak adlandırılması sebebiyledir. Müslümanlar, bu halklardan bazıları ile kendi topraklarında çarpışmışlardır. Bu halklardan Osmanoğulları gibi bazıları da müslüman olmaları sebebiyle Tatar ve Moğol dalgalarının önünden kaçarak batı taraflarına yerleşmişlerdir.
Bu itibarla, hadis metinlerinde İslam beldelerine saldıracakları bildirilen ve kendilerinden Huz, Kerman ve Türk kavimleri olarak söz edilen kavimlerin, Moğol ve Tatar kavimleri oldukları anlaşılmaktadır. Bununla birlikte ileride de geleceği üzere, İbni Kesir, 'Nihaye' adlı eserinde Ye'cuc ve Me'cuc kavimlerinin Türkler olduğunu ileri sürmektedir. Bu iddia ise ifade ettiğimiz üzere daha önce işaret ettiğimiz ıstılahlara dayandırılmaktadır.
İbni Kesir 'Nihaye' adlı kitabının bir bölümünde, Türklerle yapılacak savaştan söz ederken ve Huz ile Kerman kavimleri ile bunların özellikleri hakkında bilgi veren üç nass (hadis metni) vermektedir. Bu naslar mutlak ifadeler içermekte ve söz konusu kavimlerin özelliklerinden genel bir biçimde söz etmektedir. İbni Kesir daha sonra bu naslardan (hadislerden) hareketle, buralarda kendilerinden söz edilen kavimlerin tümünün Türkler olduklarını ileri sürmektedir.
Bu ilim adamları o zaman Türk derken Kafkas dağlarının arkasında oturan bütün halkları kasdetmektedirler. Oysa bu bölgede o zamanlarda çok değişik halklar yaşamaktaydı. Hadislerde zikredilen özelliklere uygun olan halklar ise Moğol ve Tatar halklarıdır. Bu halklar, müslümanlara yaptıklarını yapmışlardır. Öte yandan kendilerine Türk denilen diğer toplumların İslamiyeti kabul ettiklerini ve bu dini geniş alanlara yaydıklarını görmekteyiz. Müslümanların başlangıçta bu halklarla savaşmış oldukları doğrudur. Ancak bu çarpışmalar uzun sürmemiştir.
İbni Kesir'in 'Nihaye' adlı eserinde yaptığı açıklamaları da bu bilgilerin ışığında anlamamız ve değerlendirmemiz gerekmektedir. İbni Kesir'in konuyla ilgili açıklamalarını burada nakletmekteki amacımız da biraz önce söylediklerimizi açıklamak içindir.
İbni Kesir, 'Nihaye'de şöyle söylemiştir
"Ebu Hureyre (r.a)'nin şöyle söylediği rivayet edilmiştir:
"Acemlerden (Arap olmayanlardan) Huz ve Kerman kavimleri ile savaşmadığınız sürece kıyamet kopmaz. Bunlar kırmızı yüzlü, basık burunlu insanlardırlar. Yüzleri adeta enli tokmaklar gibidir. Ayakkabıları kıldandır."
Bu hadis, Süneni Nesai dışındaki muteber hadis kaynaklarının hepsinde rivayet edilmiştir.
Ebu Hureyre (r.a)'den bunun bir benzeri hadis daha rivayet edilmiştir, Sufyan bin Uyeyne şöyle söylemiştir:
"Bunlar, Bariz ahalisidir." Sufyan bunu bildirdikten sonra şöyle söyledi:
"Sanıyorum, bariz onların fuhuş pazarıdır."
Ahmed bin Hanbel dedi ki:
"Affan'ın, Cerir bin Hazim'den, onun Hasanı Basri'den, onun da Amr bin Sa'leb (r.a)'den rivayetine göre Resulullah (a.s) şöyle buyurmuştur:
"Kıyametin alametlerinden biri de, enli yüzlü bir takım insanlarla savaşmanızdır. Bunların yüzleri adeta enli tokmaklar gibidir."
Bunu Buhari de, Cerir bin Hazim'den rivayetle vermiştir. Burada kastedilenler Türklerdir. Sahabiler onlarla savaşmış, onları yenmiş, mallarını ganimet olarak almış, kadınlarını ve çocuklarını esir etmişlerdir.
Bu hadisi şerifin zahirinden anlaşılana göre Türklerle çarpışma olayının kıyamet alametlerinden sayıl-ması gerekmektedir. Ancak eğer kıyamet alametleri, kıyametin kapmasından çok kısa süre önce ortaya çıkacaksa, ileride müslümanlarla Türkler arasında büyük bir çarpışmanın daha meydana gelmesi gerekir. Ta ki, bu çarpışmanın arkasından Ye'cuc ve Me'cuc'un çıkması söz konusu olabilsin.
Ye'cuc ve Me'cuc hakkında ileride bilgi verilecektir. Ancak eğer kıyamet alametleri, hemen kıyametin kopma vakti öncesinde değil de, kıyametten önce herhangi bir vakitte ortaya çıkacaksa, o zaman, çok uzun süre önce ortaya çıkmış olsa da Resulullah (a.s)'ın yaşadığı dönemden sonra ortaya çıkmış olayları (hadislerde bildirilen özellikleri taşıması durumunda) kıyamet alametlerinden sayabiliriz. Bu bölümdeki hadislerin üzerinde düşünülmesi sonucunda, bu ikinci durumun daha kuvvetli bir ihtimal olduğu ortaya çıkmaktadır."
Dostları ilə paylaş: |