siyaset olumsuz, idare olumlu kavramlardı. Oysa, Komünizm gelmeden siyaset kaldırılır, insanlar "siyasetsiz idare" edilirse, buna olumsuz gözlerle bakmalıydık. Ben de, bizde 1925'te başlayan "İdare" döneminin çok-partili yaşama dönülen 1945'e kadar sürdüğünü yazdım. Siyasetin yerine idareyi geçirme eğilimleri, iktidar sürelerinin ortalarında buyurganlaşan DP'den sonra da, 20. yüzyılın ikinci yarısında birçok kereler askerlerce temsil edildi.
Şimdiden geriye bakınca, çalışmamın kuramsal çerçevesi bana böyle oluşmuş görünüyor. (Gerçekte o zaman neler düşündüğümü hiç kimse bilemez!) Pekiyi, bu ayrıntıları niçin anlattım? Tarih Nedir'in (ve Sovyetler Birliği tarihi üstüne bir dizi cildin vb.) yazarı E. H. Carr, (T.C.'nin 23 Ekim 1923'te kurulduğu gibi) olgusal doğrulardan sapmamanın, tarihçi için bir erdem değil, Ödev olduğunu belirtmişti. Gerçekten, tarihyazımını başka yazın türlerinden ayıran, burada yapılan yorumun niteliğidir. Tarihyazımında yorum, nelerin kurulacak anlatıda "olgular" sayılacağının saptanmasıyla başlar. Bu anlam yakıştırma işlemi, tarihçinin kafasındaki çerçeve uyarınca yapılır. O çerçeve ise, (tarihçinin zekası ve yaratıcılığı gibi öznel öğeler bir yana) toplumsal olarak belirlenir. Tarih yazarı, (başka bütün insanlar gibi, ama diyelim sanatçılardan daha çok) yaşadığı çağın ürünüdür.
241
Mete Tuncay
Ben, anlattığım çalışmayı Türkiye'de 1960 Devrimini izleyen yıllarda yapmamış, İngiltere'ye gidip sözünü ettiğim düşünsel etkilenmelere uğramamış olsaydım, vb. böyle bir dönem-lendirmeye gider miydim?
Bu süreçte (tarihyazımcı) birey önemli gibi duruyor; ama daha yakından bakınca, o kendi üstüne düşen ışıkları kafasında kırarak yansıtan bir prizmadan başka bir şey değildir. (Benzetme/analoji ile akıl yürütmenin aldatıcı olduğunu biliyorum; ama bunun anlatım kolaylığı sağladığı açıktır.) Aynı ortam ve çağda başka bir prizmadan farklı görüntüler yansıyacağı gibi, aynı prizmanın bir başka ortam ve çağda yansıtacağı görüntüler de farklı olacaktır. Burada, postmodern tarih kuramlarının tartışmasına hiç girmek istemiyorum. Geçmişin olayları verilidir; varolmayanı uyduramayız. Ancak, kimilerini anlam yakıştırarak "tarihsel olgu" düzeyine yükseltip, anlatımızı onların üstünden kurabiliriz. Aynı ortam ve çağda yaşayan ve aynı geçmiş dilimini araştıran iki tarihçi, dikkatlerini başka başka olgulara odaklayıp, bunların arasında farklı ilişkiler görebilirler. Birbirlerini etkileseler de, ayrı tarihler yazarlar. Daha önemlisi, belirli bir tarihyazımcının aynı konuyu başka bir ortam ve çağda olsaydı farklı yazacağını düşünmemizdir. (Ötekinin tersine bu, varsayımsal kalmak zorunda bir örnek!) Geçmiş öylece durup durur, ama oradaki olaylara bakan kişinin benimsediği değerler, duyarlılıkları, kurduğu ilişki çerçeveleri, farklı tarih-yazımlarına yol açacaktır.
Yazımın en başında, tarihçinin neler yapması, neler yapmaması gerektiğini sıraladım. Ama kendi tanımladığı malzemeyi incelerken, asıl, "sorun yakalama"ya çalışmalıdır. Bilinenlere yenilik getirmenin, katkı yapmanın yolu budur. Sorun yakalamak, varolan öykünün Öğeleri arasında ya da onlarla (henüz o öyküye katılmamış) sizin anlamlı gördüğünüz bir bilgi parçası arasında bir çelişki, en azından bir uyuşmazlık bulunduğunu saptamak demektir. Sorunu çözmek, genellikle sorunu yakalamaktan daha kolaydır. Yeterince düşünürseniz, bir açıklama bulursunuz. Fark ettiğiniz aykırılıkların üstesinden gelmeye çalışmanız, katkının, yeniliğin söz konusu olmadığı durumlarda da hayli işe yarar.
242
Eleştirel Tarih Yazıları
Yine kendi deneyimimden bir örnek vereyim. Ben, yakın dönem Türkiye tarihini biraz araştırmış olmakla birlikte, öteden beri "Batı'da Siyasal Düşünceler Tarihi" Öğretmenliği yapıyorum. Rahmetli Nu-rullah Ataç, edebiyat öğretmenlerine "edebiyat memuru" derdi. Benimki de, "siyasal düşünceler tarihi memurluğu" gibi bir şey. O alanda katkılara yol açabilecek araştırmalar falan yapmış değilim. İşim, geçmiş düşünürleri doğru dürüst anlamaya ve öğrencilerime doğru dürüst anlatmaya çalışmakla sınırlı. Bir keresinde, Aristoteles okuturken, onun hocası Platon'u ne kadar kötü anlattığı dikkatimi çekti. İngilizce'sinden Türkçe'ye çevirdiğim Politika'da (Remzi Kitabevı), Platon'un Devlet'ine (Politeia-Republic) ilişkin olarak söylediklerini, sınavda benim bir öğrencim yazsa kırık not verirdim. Üstelik, Aristoteles'in Akademia'da uzun yıllar Platon'dan ders gördüğünü biliyoruz. Başvurduğum hiçbir felsefe tarihi kitabında bu sorunun açıklamasını bulamadım. Sonra, Platon'un Yasalarını (Noınof) okudum. Aristoteles'in Politika'smdaki çoğu fikirlerin bu kitaptan esinlendiğini gördüm. Sorun (bence) aydınlandı: Aristoteles Platon'un Politeia'yı yazdığı dönemde değil, NomoCy]e uğraştığı yaşlılık yıllarında öğrencisi olmuş, onun o zamanki görüşlerinin etkisi altında kalmıştı. Herhalde, hiç değilse bazı klasik çağ felsefe tarihi uzmanları bunu biliyorlardır; ama ben onlardan öğrenmedim, kendim fark ettim.
Başta sıraladığım tarihçilik kurallarından birinin daha uygulanışını göstermek için, kendi mütevazı tarihyazımcılık serüvenimden bir başka örneğin üstünde durayım, inkılap Tarihi denilen alanda çalışanlar, bilindiği gibi, kabaca ikiye ayrılır: Osmanlı'dan Cumhu-riyet'e geçişte süreklilikten çok kopuş yaşandığını düşünenler ve bu süreçte kopuştan çok süreklilik görenler. "Resmî tarihçiler" ilk eğilimdendirler; ben diğerleri gibi, sürekliliğin daha ağır bastığını düşünüyorum. "Kopuş" kuramcıları, bunu belirtmek kendi tezlerini kuvvetlendireceği halde, (TBMM Tutanakları, Düsturlar, gündelik gazeteler gibi sıradan kaynakları zahmet edip incelemedikleri için) Cumhuriyet kurulurken Osmanlı asker ve sivil bürokrasisinin esaslı bir biçimde tasfiye edildiğini yazmamışlardır. Ben, bu ayıklamayı yapan "Heyet-i Mahsusalar"ın varlığını keşfedince, süreklilik tezini zayıflatacağını bile bile, hiç duraksamadan, bu konuda uzunca bir
243
Mete Tuncay
makale yazdım ve Kanun-i Esasinin 100. Yılı Armağanı'nda yayımladım (SBF Yay., 1978, s. 307-29.). Daha sonra, Cemil Koçak arkadaşımın da Tarih ve Toplum dergisinin 52. sayısında (Nisan 1988) tamamlayıcı bir yazısı çıktı. (Bildiğim kadarıyla, ondan beri Heyet-i Mahsusalar üstünde hiç durulmadı.)*
Bizim yazdıklarımızla konu tüketilmiş, iş bitmiş midir? Elbette, hayır. Biz sadece bir olguyu saptadık. Benim bir dipnotunda değindiğim gibi, Genelkurmay Başkanlığı, İçişleri Bakanlığı ve Danıştay arşivlerinde bulunması gereken ilgili belgelerin incelenmesi, erken Cumhuriyet döneminde devletin benlik-imgesini, hatta o zamanki "vizyon"u kavramamızla hâlâ yardım edebilir.
Bizde Tarihyazımcılığın hal-i hâzin hakkında söylenecek şeyler çok. Hiç kuşkusuz, genç tarihçilerimiz değerli çalışmalar yapıyorlar. Ama birçok bilgiyi, güvendikleri (ikinci el) kaynaklardan eleştirisiz aktarıyorlar, girdikleri çizgide yeterince aykırı düşünmüyorlar gibi bir izlenim var. İnşallah, yanılıyorumdur.
* 2Q05'te Cemil Koçak, bana ithaf etmek zarafetini gösterdiği, kapsamlı bir Heyet-i Mahsusalar çalışması yayımladı (İletişim Yayınları).
244
İlk ve Orta Öğretimde Tarih*
Türkiye'de eğitimin çağdaşlaştırılması sürecinde, Saffet Paşa'nın hazırladığı 1869 tarihli "Maarif-i Umumiye Nizamnamesi" önemli bir aşamadır. Bu tüzük, ilk ve orta okullarda tarih derslerinin okutulmasını da öngörmektedir: Sıbyan mekteplerinde "Muhtasar Tarih-i Osmanî", Rüştiyelerde ise hem "Tarih-i Umumi" hem "Tarih-i Osmanî" öğretilecektir. Genel tarih içinde, (Batfdaki Biblical Histoıy gibi) Tarih-ı Enbiya ve Tarih-i İslâm merkezdedir. Bu bakımdan, eskiden beri süregelen öğretimden bir fark yoktur. Osmanlı tarihi de, ulusal bir tarih olmaktan çok, bir hanedanın tarihi niteliğindedir. Bu amaçla hazırlanacak kitaplara "bilcümle selâtin-i Osmaniyenin tarih-i velâdet ve cülus ve vefatlarını mübeyyin bir cetvel" konulması istenmekte; vekayiin "hakikati veçhile bitarafane yazılıp, fakat muhabbet-i vataniyeye müteallik mevaddin sena ve sitayişle yad" oiunması gereği belirtilmekte; memleket ve şahıs adlarıyla tarihlerin zikrinde "imsak" öğütlenmektedir.
Çeyrek yüzyıl sonra, II. Abdülhamit döneminde ilk okullardan Osmanlı Tarihi, orta okullardan da Genel Tarih dersleri kaldırılmıştır. Yani, orta okullarda yalnız Osmanlı Tarihi kalmıştır.
Abdülhamit'in bu geriye adımından 15 yıl sonra, İkinci Meşrutiyet döneminde tarih öğretiminde güçlü bir canlanma göze çarpıyor. İslâm ve Osmanlı tarihlerinden başka, genel uygarlık tarihi de okutulmaya başlanıyor. Ancak, alelacele Fransızcadan çevrilmiş genel tarih kitapları, ulusal bir görüş açısından yazılmadığı için eleştirilere yol açmıştır.
1913 tarihli Tedrisat-ı İptidaiye Kanun-u Muvakkatı'nda eski Sıbyan mekteplerinin yerine geçen altı yıllık "Mekâtib-i İptida-iye"de şu tarih dersleri göze çarpmaktadır. (İlk iki sınıfta doğrudan doğruya tarih yoktur. Ancak, birinci sınıftaki "Musahabat-ı Ahlâkiye ve Medeniye" dersi ile ikinci sınıftaki "İslâm ve Türk
" Felsefe Kurumu Seminerleri, [1975], s. 276-285.
245
Mele Tuncay
Büyükleri" dersi, bir çeşit giriş olacaktır) III ve IVde "Muhtasar Tarih-i Osmanî", V ve Vl'da "Muhtasar Tarih-i Medeniyet".
Meşrutiyet'te orta öğretimdeki durumu ise, dilerseniz 1911 tarihli bir müfredat programından izleyelim.
Maarif-i Umumiye Nezareti Mekâtib-i İdadiyede Tedris Olunan Ulûm ve Fünunun Müfredat Programı:
1325-1326 sene-i tedrisiyesine mahsus olmak üzere erbab-ı ihtisastan müteşekkil komisyonlar tarafından mekâtib-i idadiye tedrisatı için tertip edilip Meclis-i Maarifçe baattetkik kabul olunan Müfredat Programıdır.
İstanbul-Matbaa-i Âmire 1327
Tarih (s. 79-98) Yedi yıl, haftada iki ders
Birinci Sene: "Tarih-i Enbiya ve Tarih-i İslâm" Hazret-i
Âdem... Hz. İsa muhtasaran kıssalarının beyanı.
İkinci Sene; "Muhtasar Tarih-i Osmanî"
Üçüncü Sene: "Tarih-i Umumî"
1. Kurun-u Evvel, 2. Kurun-u Vusta,
3. Kurun-u Cedide, 4. Asr-ı Hâzır
Dördüncü Sene: "Tarih-i Umumî
Mısrîler, Asuriler ile Babillîler, İbranîler, Finikeliler, îranîler,
Yunanîler, Makedonyalılar, Romalılar, K. Vusta, Şarkî
Roma...
Beşinci Sene: "Tarih-i Umumî" - İslâm Tarihi
Altıncı Sene: "Tarih-i Umumî" - Osmanlılar
Yedinci Sene: 'Tarih-i Umumi" Devlet-i Aliyye-i Osmaniye
ve Asr-ı Hâzır
Görüldüğü gibi, yeni idadilerin bugünkü ortaokullara karşılık olan ilk üç yılında alaturka, bugünkü liselere karşılık olan sonraki dört yılında ise alafranga bir tarih öğretim programı vardır. Sekiz yıllık Sultanîlerde ise, elimdeki 1922 tarihli müfredata göre, orta okulun birinci bölümü sayabileceğimiz ilk üç sınıfta hiç tarih dersi olmamakla birlikte, dördüncü yılda yine eski usul "Tarih-i Enbiya ve Tarih-i İslâm" girişi yapılmakta, ancak
246
Eleştirel Tarih Yazıları
beşinci sınıftaki "Tarih-i Osmanî" konusu, çağdaş bir yaklaşımla incelenmektedir. Sultanîlerin VI, VII ve VIH'üıci sınıflarında, tarih en başından büyük Fransız Devrimi'ne kadar yeniden tekrarlanmaktadır.
Cumhuriyet döneminde ilk ve orta okullarla liselerdeki tarih eğitiminin envanterini, izninizle, bu okul türlerine göre ayrı ayrı yapmaya çalışacağım. İ924 programına göre, tarih dersleri ilk mekteplerin üçüncü sınıfında, "daha ziyade bir kıraat ve musahabe" şeklinde başlamakta, IV ve Vinci sınıflarda ise genel tarih ve Türk tarihi karışık olarak okutulmaktadır. Bir yıl denendikten sonra, 1927-28 ders yılından itibaren uygulanan 1926 programında, ilk üç sınıftaki Hayat Bilgisi derslerinin bazı konularıyla bir tür tarihe hazırlık olacağı düşünülmüş, IV ve Vinci sınıflarda ise doğrudan doğruya tarih dersleri konulmuştur: IVte İlk ve Orta Çağlar, V'te Yeni ve Yakın Çağlar. Artık, içerikte, Tarihi Enbiya ve Tarihi İslâm'dan iz kalmamıştır... Osmanlı tarihi de, hanedana bir övgü olmaktan çıkarılmış, özellikle son sultanlara karşı çoğu kez haksız bir yergi halini almıştır. Özde, Meşrutiyet tarih tedrisatından başka bir farkı yoktur.
Atatürkçü, "bütün eski uygarlıklar Orta Asya kökenlidir ve Türk'tür" tezini yansıtan -ki bu tezi daha ileride tartışacağım-1936 programından sonra tarih derslerine bağımsız olarak yer veren son müfredata, 1948 programına bakalım. Buna göre, ilk okulların IV ve Vinci sınıflarında haftada iki saat (yirmialtı saatte iki saat) tarih okutulmaktadır. Temel, Türk tarihidir; başka uluslar Türk tarihiyle ilgileri derecesinde incelenmektedir. IV. Sınıfta işlenen başlıklar şöyle:
1. İlk insanların yaşayışı ve tarihten önceki devirler
2. Türk uygarlığı ve yayılması
3. Müslümanlık
4. Türklerin Müslüman oluşu (Selçukluların sonuna kadar.)
Beşinci sınıfta da Osmanlı ve Cumhuriyet tarihi okutulmakta, yalnız dünya tarihinden iki saptama olarak, biri Osmanlı Gerileme ve Islahat dönemlerinin arasında "Avrupa'da Önemli
247
Mete Tuncay
Değişiklikler", öteki en sonda "İkinci Dünya Savaşı" konularına yer verilmektedir.
Bugün ilkokullarda uygulanan 1968 tarihli programda bağımsız bir tarih dersi yoktur. IV. ve V. sınıflarda, Tarih, Coğrafya ve Yurttaşlık Bilgisiyle birleştirilerek bir "Sosyal Bilgiler" dersi meydana getirilmiştir. Hemen söyleyelim ki, Sosyal Bilgiler adı altında toplanan bu üç disiplin arasında organik bir bütünleşme sağlanabilmiş değildir. Tarih, Coğrafya ve Yurttaşlık Bilgisinin ayrı ayrı okutulmasının ne gibi sakıncaları olduğunu, itiraf ederim ki, bilmiyorum. Herhalde geçmiş uygulamalarda birtakım sakıncalar görüldüğü için bu birleştirmeye gidilmiş olmalı. Fakat yeni program uyarınca yazılmış, yamalı bohça görünümündeki çeşitli ilkokul Sosyal Bilgiler kitaplarında, eskisine oranla herhangi bir yarar göremediğimi de açıklamak isterim. Müfredata göre, IV. sınıftaki Sosyal Bilgiler dersinin ilk ünitesi "İlimiz ve Bölgemiz"dir. Tarih konularına ilkin bu ünitede "ilimizin ve bölgemizin tarihi" dolayısıyla değinilmekte, ama "yazının bulunması, tarih çağları, milât, takvim" gibi kavramlar aralara saplanmaktadır, Asıl tarih, "Yurdumuz" ünitesinde "Yurdumuzda Yaşayan İlk İnsanlar" ve "Türklerin Anadolu'ya Yerleşmesi" diye başlıyor. Programa göre, bu konuların birincisinde "Etiler ve Sonraki Uygarlıklar" -yani "Urartu, Frigya, Lİdya, İonia, Roma, Bizans"- işlenecektir. İkinci konuda ise, Türklerin Anayurdu Orta Asya'dan göçler, Anadolu'nun dışındaki Mezopotamya ve Mısır uygarlıkları ele alınacak; sonra İslâmlık, Büyük Selçuklular ve Anadolu Selçukluları ve Türklerin özellikleri anlatılacaktır. Türlü çelişkilere gebe görünen bu müfredatın okul kitaplarına nasıl yansıdığını, isterseniz ilkokullar İçin Sosyal Bilgiler adını taşıyan kitaplann en iyilerinden birini açıp, kısaca araştıralım. Elimdeki kitabın yazarı müfredat programının ikinci ünitesindeki yukarıda anladığım iki konuyu, ilkinde beş tarih bölümü olmak üzere Üç ayrı ünite halinde ele almayı uygun görmüş. Şöyle ki: Ünite II
Konu 7. Yurdumuzda ve Dünyada ilk İnsanlar Bu bölümde yazar, Tarih Öncesi-Tarih ayırımını yapıyor: birincisini Yontmataş, Cilalıtaş, Maden, ikincisini İlk, Orta, Yeni ve
248
Eleştirel Tarih Yazılan
Yakın Çağlara bölüyor. ("İlk" demenin yanlışlığı, belki "Eski" Çağ demenin daha uygun olacağı yıllardır söylenir; ama bir türlü okul kitaplarına geçmez- burada ona şöyle bir değineyim. Bir de, sırası gelmişken, "Yakın" çağı niçin ille de 1789 devrimiyle başlatırız- Fransız kitaplarını örnek aldığımız için herhalde-, niçin İngiliz Burjuva Devrimi'ni görmezlikten geliriz, XVIII. Yüzyıl sonu yerine XVII. Yüzyılın ortasından başlatmayız, bilmiyorum; onu da söylemiş olayım.)
Konu 8. Türklerin Anayurdu ve Türkiye'ye Gelmeleri (Dikkat edilirse, yazar programın iç çelişkisinden bir ölçüde sıyrılmak için "yerleşme" demiyor. Yerleşmeyi, "İslâmlık ve Türklerin İslâmlığı Kabulü" konusunu işleyeceği IV, Üniteden sonraki, V. Üniteye, Selçuklular dönemine bırakıyor.)
İşte bu konuda, Atatürk'ün Önayak olduğu ünlü "Millî Tarih" efsanemizin anlatıldığını görüyoruz: "Tarih öncesinin ilk devirlerinde"!!) Orta Asya'da iç denizler, göller, ırmaklar vardı. Su bol, iklim ılıman, toprak verimliydi; her taraf yemyeşil. Bu ortamda sırasıyla hayvancılık, tarım, madencilik gelişti. Kentler kuruldu. İlk uygarlık doğdu. Ama, zamanla (!) Orta Asya'da iklim değişti. Yaşam zorlaştı. Göçler başladı. Onlarla birlikte, uygarlık bu ortak beşikten çıkarak Çin'e, Hint'e, Güney Rusya'ya, Orta Avrupa'ya, Mezopotamya'ya, Anadolu'ya, Mısır'a, Ege'ye yayıldı.
Burada işler biraz karışmaktadır. Yazar, elinden gelse Çin, Hint, Mezopotamya, Mısır, Ege uygarlıklarının Asya kökenli halklarca yaratıldığı varsayımını savunmakla, Türklerin de Asya kökenli olduğunu söylemekle yetinecek, böylelikle, hem resmî tarih tezini açıkça reddetmemiş, hem de bilinen gerçeklerle düpedüz çelişmemiş olacak. Ancak, bu ince noktada durmak mümkün olmuyor. Daha doğrusu, millî tarih tezimizin gerekleri bununla doyum bulmuyor. Çocuklarımız hemen bütün eski uygarlıkların, özellikle Anadolu'daki eski uygarlıkların Türklerce kurulmuş olduğu gibi, içinde binlerce yıllık anakronizmler taşıyan bir yanlışı belliyorlar.
249
Mete Tuncay
Konu 9. Göçlerden Sonra Anayurtta Kalan Türkler Bunlar, sırasıyla Hunlar (!), Göktürkler ve Uygurlardır. Göktürkler, ayrıca Konu 10'da geniş olarak işlenmektedir.
Konu 11. Eti (Hitit) Uygarhğı-Mezopotamya ve Mısır Uygarlıkları
Göktürklerden sonra, birkaç bin yıl geriye dönmek, kolayca anlaşılabileceği gibi, öğrencileri yukarıda değindiğim kutsal yalana kandırmanın bir gereğidir herhalde. Aynı konuda Okuma Parçası olarak. "Etilerden sonra Anadolu Uygarlıkları" anlatılıyor. Bunlar, programda sıralandığı gibi, Frigya, Lidya, İonia, Roma ve Bizans'tır. Yazarın, vatanperverlik gayretiyle "Yunanlı" dememeye itina ettiği, hep "İyonlar"dan söz ettiği de, dikkati çekiyor.
Kitapta, Ünite FV: "İslâmlık ve Türklerin İslâmlığı kabulü" Ünite V: "Türklerin Anadolu'ya Yerleşmeleri" yani Selçuklulardır.
Merak ederseniz, Programın anlatılmasını emrettiği, Türklerin özelliklerini de aynı kitaptan sayayım: Cesurluk, Konukseverlik, Doğruluk, Yardımseverlik, Temizlik, Hoşgörürlük ve Büyüklere Saygı, Küçüklere Şefkat. Türkleri birbirine bağlayan bağlar ise, tarih birliği, yurt birliği, dil birliği, kültür birliği, ekonomi birliği ve ülkü birliğidir. Bir ders kitabında ilkokul IV. sınıf Sosyal Bilimlerinin tarih müfredatının nasıl yansıtıldığını göstermek için açtığım parantezi burada kapatarak, yürürlükteki programda V. sınıf Sosyal Bilgiler dersinin içeriğine geçiyorum.
Bu derste dört ünite vardır:
I. Yurdumuz ve Komşuları
II. Osmanlı İmparatorluğu IH. Cumhuriyetimiz
IV. Dünyamız
Ünitelerin ortadaki ikisi açıkça tarih konuları olduktan başka, coğrafyanın ağır bastığı birinci ve dördüncü ünitelere de tarih bilgileri serpiştirilmiştir. Az önce baktığımız kitabın devamından
250
Eleştirel Tarih Yazılan
bir örnek: Çin hakkında şöyle deniyor -her ne kadar "Adı Halk Cumhuriyeti ise de, yönetim şeklinin cumhuriyet ve demokrasi ile ilgisi yoktur."
Ortaokulların müfredat programları 1973 yılında, 1968 tarihli ilkokul programına paralel olarak yeniden düzenlenmiş: yani, Tarih-Coğrafya-Yurttaşlık Bilgisi "Sosyal Bilgiler" adı altında toplanmıştır. Bu ders, birinci ve ikinci sınıflarda haftada beş, üçüncü sınıfta dört saat okutulmaktadır (29 ya da 32'de beş ve dört saat.) I. Sınıf Sosyal Bilgiler'ınin IV, V ve Vl'tncı üniteleri tarihle ilgilidir;
IV.- Yurdumuzda Bizden Önce Kimler Nasıl Yaşamışlardır?
V,- Apenin Yarımadası (ki bu ünitenin yarısı coğrafya oluyor) ve Roma İmparatorluğu
VI.- Orta Çağda Avrupa ve Doğu Roma
İlkokul için söylediklerim, burada da aynen geçerli. Nitekim, bu ders kitabında resmi görüş şu inciyle anlatımını buluyor: "Orta Asya'da Türkler, Cilâlı Taş Çağına ve Maden Çağına çoğu toplumlardan önce girmişlerdir."
Ortaokul II. sınıfta Sosyal Bilgiler programının ilk yarısı silme tarihtir:
Ünite I: Ortaçağ'da İslâmlıktan önce başlıca Türk devlet ve
uygarlıkları.
Ünite II: İslâmlık- Doğum ve Yayılma
Ünite III: Müslüman Türk Devletleri
Ünite IV: X. Yüzyıldan sonra Anadolu
A. Anadolu Selçuk Devleti
B. Osmanlı Devleti
Ünite V: Yeni Bir Çağ Başlıyor
Ünite VI: Osmanlı Yükselme Devri (araya bir coğrafya
ünitesi girer)
Ünite VIII: Duraklama ve Gerileme Devirleri
Böylelikle XVIII. Yüzyılın sonuna kadar gelinmiş oluyor.
25!
Mete Tuncay
Üçüncü sınıf Sosyal Bilgiler Programının II. Ünitesi, hikayeyi kaldığı yerden itibaren sürdürerek XIX. ve XX. Yüzyıllarda Osmanlı İmparatorluğu'nun yıkılmasını ve başlıca dünya olaylarını kapsamaktadır. III. Ünite ise, "Yeni Türk Devleti'nin kurul-ması"na ayrılmıştır. Bu sınıf programının ders kitaplarına yansıtılmasından da, isterseniz, ulusçu duygularla gerçeklerin saptırılmasına bir örnek verebilirim. Bir Üçüncü sınıf kitabı, Birinci Dünya Savaşı'ndaki Çanakkale Zaferimizi ballandıra ballandıra anlattıktan sonra, Mondros Silah Bırakışması'na gidişimizi şu sözlerle açıklamaktadır:
Birinci Dünya Savaşı, Çanakkale Zaferi:
"... öteki cephelerimizde genellikle böyle büyük başarılar olmadı... Sarıkamış'ta Türk ordusunu Rus ordusundan çok, kış aylarının soğuğu yendi. Güneyde ise Sina çölü Türk ordusunun Süveyş Kanalı'nı aşmasına... engel oldu... İngilizlerin Bağdat üzerine yürüyüşlerini Kut-ül Amare'de durdurdular. Burada bir İngiliz ordusunu olduğu gibi tutsak aldılar. Ama, bu sırada Birinci Dünya Savaşı'nı başlatan Almanya, kendi cephelerinde yenilgiye uğrayınca teslim olmuştu. Onu da Avusturya-Ma-caristan İmparatorluğu ile Bulgaristan izlemişti. Türkiye, Rus Çarlığı aradan çekilmekle beraber, İngiltere ve Fransa gibi iki zorlu düşmanla karşı karşıya kalmıştı. Dört yıldan beri süren savaş bütün varı yoğu götürmüş, Anadolu'da askere alınacak er bile kalmamıştı. Bu durumda tek başına savaşmak gücü kalmayan Türkiye de barış istedi."
Lise Müfredat Programlarında ise, henüz Sosyal Bilgiler birleştirmesi yapılmamıştır. (İleride yapılacak mı, onu da bilmiyorum.) Şimdi yürürlükteki program 1957 tarihlidir. (Yani Tevfık İleri'nin bakanlığı dönemi!) Bağımsız tarih dersleri haftada ikişer saat okutulmakta, -son sınıf edebiyat şubesi üç saat-, bütün sınıflarda iki haftada bir saat "Türkiye Cumhuriyeti ve İnkılâbı Tarihi"ne ayrılmaktadır. Bunun dışında, Lise 1 tarihinin konusu "İlk Çağ", H'ninki "Orta Çağ", IH'Ünkü "Yeni ve Yakın Çağlar"dır. (Ayrıca Lise II Edebiyat şubelerinde okunan bir "Genel Sanat Tarihi" dersi ile Lise II. sınıf Edebiyat ve Fen şu-
252
Eleştirel Tarih Yazılan
beleri için ortak bir 'Türk ve İslâm Sanat Tarihi" dersi de vardır. Ama bunların üstünde durarak konuyu genişletmek istemiyorum) Şunu da hatırlatayım ki, bir ara (1950'lerin ilk yıllarında) Lise oniki sınıf olunca, IV. sınıf Edebiyat şubelerinde "Yeni ve Yakınçağ Tarihinden Seçilmiş Siyasî ve İçtimaî Meseleler" okutulmuştu. Fakat, bu sorunsal yaklaşım pek başarılı olmadı. Daha çok, XVI-XLX. yüzyıl Osmanlı ve Batı tarihinden bazı bölümlerin tekrarıyla derinleştirilmesi gibi bir durum ortaya çıktı.
Lise programlarını, bir de ders kitaplarından izlemek isterseniz, daha önceki öğretim basamaklarında değindiğim, "İlk uygarlıkları kuranlar Türklerdi" efsanesinin bu düzeyde daha dikkatle sınırlandırıldığını, Orta Asya kökenlilığin Türklükle özdeş tutulmadığını; örneğin (Niyazi Akşit ve Emin Oktay tarafından yazılmış) bir kitapta, en eskileri şöyle dursun, Bunlardan başka hiçbir eskice halka açıkça Türk denmediğini gözlemleyebiliriz. Ortaokul kitaplarından verdiğim örneğin ise, bir Lise III tarih kitabında şöylece düzeltildiğini görüyoruz:
"Batı cephesinde Almanlar yenildiler. Avusturya-Macaris-tan ve Bulgaristan cepheleri de çöktü. İyi yönetilmeyen Osmanlı orduları da hak, Hicaz ve Suriye'de müttefikler tarafından yenildiler. Bunun üzerine İttifak devletleri mütareke istemek zorunda kaldılar.
Bu arada Osmanlılar da Mondros mütarekesini imzalayarak savaştan çekildiler."
Bu envanterden sonra, şimdi şu soruları sormak istiyorum: İlk ve orta öğretim düzeyinde tarih eğitiminde ne yapılıyor,
Dostları ilə paylaş: |