|
|
səhifə | 32/53 | tarix | 22.12.2017 | ölçüsü | 3,49 Mb. | | #35622 | növü | Yazı |
|
alınmaktadır.
Bu operasyonun dış uzantıları ise oldukça kötü sonuçlar vermiştir.
Fransa'da ve İsviçre'de eroin satarken yakalanarak sorgulanan Abdullah
Çatlı ve Oral Çelik Avrupalı gizli servislerin elinde bir oyuncak haline
getirilmeye çalışılmışlardır. İsviçreli savcılar bu operasyonla ilgili
bütün belgeleri iddianamelerine almışlar , sanıkları konuşturmuşlardır.
Çatlı kurtulmuş ve Türkiye'ye dönebilmiş olmasına rağmen, Oral Çelik bu
konuda bir koz olarak halen İtalyan ve Fransız gizli servislerinin
baskısı altında bulunmaktadır. Mehmet Ali Ağca'nın Papa'ya karşı giriştiği
eylem, Fransa'daki Ermeni eylemleri nedeniyle bir Türk gizli servisi
organizasyonuymuş havasına sokulmak istenmekte, olaylar daha da karmaşık
hale getirilmektedir. Oysa Papa suikastinin savcısı Dr. Marini ile 17
Şubat 1995 tarihinde yaptığımız görüşme sırasında bize söyledikleri çok
ilginçtir. Marini Oral Çelik ile görüşmemizin sağlanması konusundaki
isteğimize " bunun mümkün olamayacağını" gayet açık bir dille bize
aktarmıştır. Oral Çelik ile ilgili olarak olayın savcısı Pellagi ile de
görüşen Marini,şunları dile getirdi:
" Oral Çelik, Fransa ve İsviçre'nin de istediği bir suçlu. Biz kendisiyle
Fransa'da görüştüğümüzde bize yardımcı olacağını söyledi. Yani tanık
pozüsyonundaydı. Ancak bugün hiç yardımcı olmadığı gibi gerçekleri
saklıyor. Bu durumda tanıklıktan çok sanık sandalyesine oturacağa
benziyor"
Bu konuşmanın ardından o güne kadar Rebbibia cezaevinin hemen dışında
bulunan ve özel olarak korunan bir lojman gözaltıevinde kalan Oral Çelik
cezaevine alındı. Tanıklıktan sanık sandalyesine oturtuldu. Peki
İtalyanlar ve Fransızlar Oral Çelik'den ne istiyorlar dersiniz? Bu sorunun
yanıtı Mehmet Ali Ağca ile bağlantılı. Oral Çelik'den istenen şey ASALA
eylemlerindeki MİT 'in rolüyle bağlantılı olarak Papa suikastinde MİT
parmağının olduğu yolunda bir açıklama olsa gerektir. bu hem Oral Çelik
'in hem de Ağca'nın yakın çevresi tarafından dile getirilmektedir. Zaten
İtalyan gizli servisinin 1982 yılında hazırladığı ve Ağca dosyasının içine
koyduğu ve Türkçe'ye de İstanbul 17. Noterliğince çevrilen bir raporda bu
tez dile getirilmektedir. Yani MİT bu eylemdeki hataları ve kullandığı
yanlış adamlar nedeniyle bugün dahi Batılı gizli servislerin baskısı ve
senaryolarının hedefi durumundadır.
ABDULLAH ÇATLI, SARP KURAY'DAN CIA AJANINI KAÇIRMALARINI NEDEN İSTEDİ
İtalyan savcı Dr. Marini yaptığımız görüşme sırasında Papa olayında Oral
Çelik'in İtalya'da bulunmadığı ve Avusturya'da olduğu şeklindeki
sözlerimize şu ilginç yanıtı vermiştir:
" Evet o sırada Avusturya'da oldukları yolunda bir bilgi bizde de var.
Hatta Abdullah Çatlı ve diğer arkadaşlarıyla kaldıkları evin numarası,
sokağı ve telefon numaraları da mevcut."
Bütün bunları bilen İtalyan güvenlik makamları acaba niçin Oral Çelik'i
sorgulamalarını 2 yıldır sürdürmekteler. Bu sırada Mehmet Ali Ağca 'da
yeni senaryolar açıklamaktadır. Ancak Ağca'nın Türkiye'deki avukatı Doğan
Yıldırım'a söyledikleri çok ilginçtir.
" İtalyanlar herşeyi biliyorlar."
O dönemlerde kendisi de Fransa'da saklanan sol örgüt lideri Sarp Kuray
cezaevindeki bir arkadaşları kanalıyla Abdullah Çatlı'nın kendilerine
haber yolladığını ve Papa suikastinde Bulgar bağlantısı olduğu yolundaki
iddaları güçlendirmek için yalan ifade vermek üzere kendilerine baskı
yapıldığını aktardığını söylemektedir. Kuray bununla ilgili olarak ," Bize
yolladığı haberde, kendisine bir CIA ajanının gelerek, adı geçen Bulgar
yetkililerle ilgili oda ve diğer detay ayrıntaları ezberleteceğini
bildirdi. Durumlarının giderek kötüleştiğini aktardı. Bizden bu CIA
ajanının kaçırılmasını istiyordu. Bunun imkansızlığı kendisine aktarıldı"
demektedir. O dönemde yurt dışında bulunan sağ veya sol örgüt
elamanlarının gizli servisler için bir açık hedef olduğu gayet iyi
bilinmektedir. Bugün bunların hangisinin hangi gizli servisin elinde
bulunduğunu kestirmek oldukça güçtür. Abdullah Çatlı'nın bir arkadaşına
aktardığı söylenen özeleştirisi oldukça düşündürücüdür:
" Yurtdışında hepimiz bir gizli servisin avı haline gelmiştik. Biz baktık
ki yabancı gizli servisler başımıza üşüşüyor, bari Türk gizli servisiyle
bir irtibatımız olsun, diğerlerine kendimizi kullandırtmayalım dedik."
MİT, ASALA olayını bitirmek için kullandığı yol , yöntem ve kişileri iyi
ölçüp, biçmediği; sağlam bir organizasyona gitmediği için bugün
sıkıntıdadır. O döem bitirilen ASALA terörü de , bugün PKK ile kol kola
yine Türkiye'nin gündeminin en başında bulunmaktadır.
ÜLKÜCÜLER VE MİT ARASINDAKİ BAĞLAR
MİT bu olayın ardından ülkücülerle ilgili pek çok sıkıntıyı da yaşamaya
devam etmektedir. MİT'in adını sıkça kullanan ülkücü mafya babaları
kendilerine devlet görevleri verildiğini belirterek etkinliklerinin
arkasına kamunun gücünü de almaya çalışmaktadırlar. O gün gercekten
devletçe kullanılanların büyük bölümü, bugün de başka işlerde, başka
şekillerde kullanılmakatadır. Daha da karanlık şekillerde mafyaya
bulaşanların sayısı hiç de azımsanacak gibi değildir. Yani olay bir iç
güvenlik sorunu haline de dönüşmüş durumdadır. Bunlara en iyi örnek de
Alaattin Çakıcı'dır. Çakıcı ile temaslar kurulur , cezaevelerinde
görüşmeler yapılır . Çakıcı daha sonra bu görüşmelerden kaynaklanan bir
edayla kendini " Milli Baba" ilan eder. Kendisi hakkında basında MİT
tarafından görevli olarak ASALA kamplarına baskın düzenleme görevi
verildiği yolunda yalan haberler yeralır. Bu konuda bir MİT yetkilisi
araştırmamız sırasında şunu dile getirmiştir:
" Bizi arayıp ' Ben bu vatan için neler yaptım' diyor zaman zaman. Biz de
hem kendisine hem de kendimize ' Yahu bu adam ne yaptı ' diye sorup
duruyoruz. Bizimle ilgili bütün hikayeler yalan. Kendisinden uyuşturucu
konusunda bilgi alınmak istenmiştir, bazı konularda da alınmıştır o kadar.
ASALA kamplarına baskın haberlerini Okuyunca kendisi bile bu yalanlara
inanır oldu. "
Evet, MİT'in 12 Eylül sonrasında gerçekleştirdiği en önemli operasyonun
gelişimi böyledir. Ancak bu askeri bir dönemin ürünüdür. 1993'den sonra
iktidara gelen Başbakan Tansu Çiller PKK konusunda perde arkasında
verdiği sert emirlerle bu tür eylemlere yeşil ışık yaksa, " İlk seçimden
önce bana Apo'nun dirisini veya ölüsünü getirin" diye emirler verse de,
olaylar politikacılar ile güvenlik birimleri arasında büyük kopuklukların
bulunduğunu gözler önüne sermektedir.
POLİTİKACI GÜVENLİK RAPORLARINI NE YAPARA DEMİREL'Lİ BİR ÖRNEK
Türkiye'de siyasetçiler açısından sadece MİT değil genelde güvenlik
birimleri üzerinde bir kuşku bulunmaktadır. Ayı kuşkuların istihbarat
yöneticileri için de geçerli olduğu gözlenmektedir. Bu birimlerden gelen
bilgiler zamana ve kimleri ilgilendirdiğine göre değerlendirilmekte ve
yargılar yürütülmektedir. Örneğin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel
partisinin bir milletvekilinin ve aynı zamanda TBMM'de çok önemli bir
araştırma komisyonunun başkanının kendisine getirdiği Emniyet Genel
Müdürlüğü Kaçakçılık ve İstihbarat Dairesi'nin bir raporunu okuduktan
sonra araştırmamız sırasında bize olamaz dedirten " Sen bu raporlara çok
güvenme, bunları kimin yazdığını biliyoruz" sözlerini sarfettiği
belirtilmektedir. Raporda neler mi yazılıdır? Demirel tarafından biri
Devlet Bakanı yapılan iki milletvekilinin ayrı ayrı dosyalarıdır Demirel'e
bunu söyleten. Raporda yeralan iddialara göre bu iki kafadar ortak
düzenledikleri sebze ihracatı sırasında uyuşturucu işine bulaşırlar.
Bunlardan biri aynı zamanda Suriye gizli servisi ile de pek sıkı fıkı
ilişkiler içinde olmuştur. Şimdi bunları yazan bir rapor konusunda ya
yazanlar hakkında işlem yaptırılması ve söylediklerinin kanıtlarının
istenmesi ya da itham edilenler hakkında bir soruşturmanın yürütülmesi
gerekmez mi? Gerekir diyenlere yanıt : Gerekmez .Bunların hiç birisi
yapılmaz Türkiye'de, Rapor unutulur böylece kimsenin başı ağrımaz. Buna da
siyaset denir. Hastalık buradan başlamakta ve bütün kurumlara
yayılmaktadır.
YALI KOMŞUSU OLMAZDAN EVVELE AİT BİR MEHMET ÜSTÜNKAYA VE MİT ÖYKÜSÜ
Geçmişte de MİT'in başına bu tür olaylar çokça gelmiştir. Örneğin
Bulgarların 12 Eylül 1980 öncesi Türkiye'de MAT adlı kamu kuruluşları
aracılığıyla oluşturdukları Trakya Nakliyat Şirketi kurucu üyeleri olan
M. Üstünkaya, A. Tunga, N. Kürşat, D. Tunga, G. Günşar adlı Türk
ortaklarıyla beraber çokça tartışmalara yolaçmıştır. Şirketin kuruluşuna
Maliye Bakanlığı tarafından üst düzey yöneticilerin oluru ile 3. 6. 1976
gününde izin verilmiştir.
MİT ise şirketin kuruluşuna ilişkin bilgileri değerlendirerek,
Başbakanlığa gönderdiği 18.3. 1976 günlü yazıda, şirketin Genel
Müdürü'nün Bulgar uyruklu olması, daimi Türkiye'de ikamet ettirilmesi ve
şirketin Anadolu'da Bulgar teknisyenleri çalıştırmasının Bulgar Haber
Alma Teşkiletının yararına olacağını belirtmiştir. Ancak Başbakanlığa
sunulan bu yazı şirkete kuruluş iznini veren Maliye Bakanlığı'na kalema
alındıktan tam 5 ay sora 20. 8. 1976 tarihinde iletilmiştir. Bu arada
şirket Genel Müdürlüğü'ne Bulgar uyruklu Petkov getirilmiştir. Bunun
üzerine İçişleri Bakanlığı şirketle ilgili olarak kendisinden bilgi
istenmesi üzerine 20.9. 1977 tarihinde Petkov Doçev ile ilgili olarak
kendisine ulaştırılan 2.6.1977 tarihli MİT yazısında belirtildiği üzre
Petkov Doçev'in istihbaratçı olduğunu, genelde şirketin Türkiye'de
çalışmasınının sakıncalı olabileceğini belirtmiştir.
Güvenlik açısından verilen bu bilgiler üzerine Sanayi ve Ticaret Bakanlığı
konuyu gündeme getirmiş, bunun üzerine Maliye Bakanlığı 3.9.1977 tarihinde
şirketin yargı yoluyla feshi için dava açılmasına karar vermiştir. Açılan
dava İstanbul Asliye Ticaret Mahkemesine sakıncaları bulunduğu
gerekçesiyle kanıtlar sunulmadığı için reddedilmiştir. Bunun bir diğer
tanımlaması da "Bilmek yetmez" olsa gerektir. Türkiye'de bilginin de
üstünde olan şey organizasyondur. Ve ne yazık ki Türk gizli servisleri bu
işte karşılarında yeraldıkları güçler kadar etkili ve becerikli
olamamaktadırlar.
MİT'İN ADI YOK
Bugün bunun bir sonucu olarak MİT elemanları en çok kendi adları
kullanılarak yapılan ama kendileriyle alakası olmayan olaylardan
yakınmaktadırlar. Örneğin MİT mensupları kimlik göstermez ve kurum
açıklamazken, özellikle askeri istihbarat ve polis istihbarat birimleri
kendi kimlikleri yerine MİT çi olduklarını ifade etmekte ve gözaltı ile
sorgularını MİT kimliği altında yapmaktadırlar. Bunun önlenmesi için MİT
yetkililerinin zaman zaman emniyet mensuplarına teklif götürerek " İşler
karışıyor siz bizim, biz de sizin kimliğinizi kullanmayalım" dedikleri
bilinmektedir. Bu karşılıklı kimlik kullanımlar zaman zaman işleri içinden
çıkılmaz kılabilmektedir.Bu çalışma için görüştüğümüz bir emniyet
istihbaratçısı MİT elemanları için bakın neler dedi:
" Onlar bir olay yerinde hemen tanınırlar. Tipleri sıradandır da bizimle
yan yana geldiklerinde hemen ortaya çıkarlar. Biz de bir klasik polis tipi
ve rajonu var. Onların ki ayrı. Güvenlik birimleri arasında en şık
giyinen, parfüm kullanan ve olay yerinde lordlar gibi dolaşanlar onlardır.
Korku vermezler ama efendi davranışları saygı uyandırır. Gene de biz bile
çekiniriz. Onlar MİT çiyiz demezler. Adları büro veya servis elemanı
olarak geçer aramızda. Biz bir işi yaparken pisikolojik değeri yüksek
olduğu için, korku açısından, daha çok MİT'çiyiz deriz. Ama onlar kimlik
kullanmaz ve MİT'çi olduklarını açıklamazlar. Haklarını yemeyeyim fiziki
ve kafa bakımından polisten biraz daha üstün gözüküyorlar."
Peki MİT üstün taraflarını veya zayıf yanlarını objektif
değerlendirebiliyor mu? Bir gizli servisin varoluşu kadar önemli olan; iç
özeleştiri veya değerlendirmenin sağlıklı yapılabildiğini, fikirlerin
rahatlıkla ortaya konduğunu dile getiremiyor MİT çalışanları. Daha çok bir
ast ve üst ilişkisinden bahsediyorlar. Konuşmalarından çıkan sonuç askeri
etkinin ve eğitim anlayışının kalıcılığı konusunda insana bilgi
verebiliyor. Disiplinli, içindeki asker hegomonyasından yeni kurtulmuş,
ama sivil bir örgüt kimliğini, düşünce biçimini henüz kazanamamış bir
teşkilat MİT. Ancak yeni yöneticilerin bunu oluşturmak konusundaki kararlı
tutumları hemen her konuşmalarında dikkat çekiyor. Hatta bu eleştiri
karşısında tersi düşünceleri savunuyor ve bunları kabullenmek
istemiyorlar:" Biz kendisini en azımasızca eleştirebilen ender
teşkilatlardan biriyiz" diyorlar.
Aslında MİT'i de değerlendiriken diğer kurumlardan bağımsız olarak ele
almamakta fayda bulunuyor. Çünkü Türkiye'nin ana sorunu onu oluşturan
siyasi otoritenin içine düştüğü açmazda yatıyor. Ulusal kimliğini yitiriş
ve 72 yıllık Cumhuriyet birikimini kültürde, sanatta, politikada, bilimde
bir patlamaya dönüştürememe, Cumhuriyet'in diğer kurumlarında olduğu gibi
MİT'de de hedefsizlik ve kabını aşamama sorununu, getirip öncelikler
arasına koymuş.
Yani Türkiye'de parlamento ne kadar sağlıklı ve içerik açısından doluysa,
diğer kurumlar ne kadar başarılıysa MİT'de o kadar başarılıdır. Biz
bireyler olarak dünyayı ne kadar geniş ve bilimsel algılayabiliyorsak,
analiz yapma yeteneğimiz ufkumuz genişse, koordinasyon ve organizasyon
içinde olabiliyorsak , MİT elemanları da o kadar algıyabiliyor ve yorumlar
getiriyorlar olaylara. Dünyanın hiç bir gizli servisi kendi ülkesinin zeka
düzeyinin üzerinde bir birikimi içinde toplayamamaktadır. Ortalama ahlak
düzeyimiz ne ise ve Türk toplumunun ortalama değerleri neyi gösteriyorsa
MİT'nda da onu bulmak mümkündür. Fazlasını beklemek ise havanda su
dövmektir. Sorunları sistemin genelini ele almadan; birey veya bir kaç
kurum düzeyinde ele almak hataların en büyüğü olsa gerektir. Yani ormanı
görmeden ağaçlara bakmanın kurumsal değerlendirmelerde bir anlamı
olmayacağı da su götürmez bir gerçektir..
ÇİLLER VE MİT KAVGASI
Bir istihbarat servisinin başarısındaki en önemli unsur lider ile gireceği
sağlam ve sağlıklı diyalogdur. Karar süreçlerine böylece
yaklaşılabilmektedir. Türkiye'deki ana sorunlardan biri de budur. Malesef
MİT Türkiye'yi yöneten liderler ile ilişkilerinde oldukça pasif ve zayıf
durumda bulunmaktadır.Böyle olunca gelişmeler karar alma sürecinden MİT'i
uzaklaştırmakta ve etkinliğini yoketmektedir. Türkiye'de ve Dünya'da karar
alma mekanizmaları içinde bilgiden çok askeri unsurların ön planda
bulunduğunu da hatırlatmakta fayda vardır. Örneğin Tansu Çiller
Başbakanlığı süresince MİT'e ayak atmayan ve MİT ile kavga eden ilk ve
tek Başbakan olmuştur. MİT kendini Çiller'e anlatamamıştır. Dolayısıyla
istihbarat pazarlamasında başarılı olamamıştır. Oysa iktidardan düştükten
sonra eski Başbakanlardan Yıldırım Akbulut'un " Bugünkü aklım olsa hergün
sabah güne MİT Müsteşarıyla yapacağım kahvaltıyla başlardım" sözleri
ilginçtir. Liderlerin kimliği ve ilgili alanlarının iyi analizi, güçlü
istihbarat birimlerinin oluşturulmasında birincil etkenlerin başında
yeralmaktadır. Tabii en önemlisi kişiler veya gruplar adına değil, ulusu
için çalışan gizli servis oluşturulmalıdır. Bunun yolu da siyasi
otoritenin hedef göstermesi ve diyalog kurmasından geçer.
Ayrıca analiz düzeyleri değerlendirmesinde Türkiye'nin büyük eksiklikleri
bulunduğu ortadadır. Olaylar kişi düzeyinde, çokça hükümet düzeyinde
zaman zaman sağlıklı analizlere tabi tutulabilirken, uygun birimlerinin
tam ve sağlıklı çalıştırılamaması , nitelikli elemanların devlet
yönetinde bulunmaması yüzünden uluslararası sistem üzerine analizler
yapılamamaktadır. Sonuçta da eylemde ve planlamada Türkiye'nin yenilgisi
ortaya çıkmaktadır. Türkiye için uzun ve orta dönem vadeli politikaların
üretilememesi gündeme gelmektedir. Bugün ne MİT'in, ne Dışişleri
Bakanlığı'nın ne de diğer kurumlarımızın uzun vadeli önceden planlanan ve
uygulamada bulunan bir Kafkasya, Ortadoğu , Amerika, Avrupa, Suudi
Arabistan, İran, Irak , Suriye politikaları bulunmamaktadır. Bu analiz
düzeylerindeki eksikliğin bir sonucudur. Günü kurtaran ve geçmişin devamı
olan statik politikalar süreklilik izlenimi yaratsa da geleceği
aydınlatamamaktadırlar.
Ulusalarası analiz ve etkinlik yoksunluğu, girişilen eylemde Türkiye'nin
elde edeceği karı maksimize edememekte ve en alt sınırdakiyle yetinmesi
sonucunu doğurmaktadır. Bunun en önemli örneği Azarbeycan ve Kazak
petrollerinin taşınmasında öngörülen eylem ve senaryo ilişkisi olmuştur.
Türkiye bu konuda en azla yetinmiş ve bunu zafer olarak yorumlamak gibi
bir özeleştiri noksanlığı; hatası yapmıştır. Çünkü Türkiye uluslararası
bilgi toplayamamaktadır. Uluslararası ticaret, ekonomi, siyaset , sosyal
yapı, yaşam, teknoloji, ekolojik ortam konularında Türkiye'nin bilgilenme
düzeyi günlük gazetelerin bir kısmının izlenmesinin ötesine
geçememektedir. Gelen eksik bilgiler de iyi analizciler tarafından
yorumlanmamaktadır. Bu konuda Amerika'da, Avrupa'da çeşitli siyasal
görüşlerin, faaliyet gösteren binlerce bilgi değerlendirme kulübü
olmasına, bilgi tacirliği ile geçinen entellektüel birikimi yüksek
araştırma şirketleri bulunmasına karşın, Türkiye bu alanda kısır ve devlet
memuruna terkedilmiş bir analizci yapılanmasıyla karşı karşıyadır. Sonuçta
tekdüze, yetersiz, dünyayı hatta Türkiye yi dahi algılamaktan uzak bir
bilgi değerlendirme tablosu karşımıza çıkmaktadır. MİT'de bundan en
olumsuz etkilenen kurumların başında gelmektedir.
KÜRT REALİTESİNİ TANIDIK DİYEN LİDERLERE "KÜRT YOKTUR" DAYATMASI
Örneğin DYP-CHP koalisyon hükümetinin ilk yıllarında Süleyman Demirel ile
Erdal İnönü bir Güneydoğu gezisine çıkarak, "Kürt realitesini tanıdık"
demişlerdir. Bu büyük çıkış sonrasında katıldıkları ilk MGK toplantısında
ortaya konan rapor da " Türkiye'de Kürt diye bir halk veya topluluğun
yaşamadığının devlet politikası olduğu" tezini benimseyen bir analiz
tartışılmıştır. Bu tür yaklaşımların sorunların çözümünde yarattığı
tıkanmalar da ne yazıkki aşılamamaktadır.
Bütün bunların iyileştirilmesinde ana etkinin eleştirel ortamlardan
çıkacağı kesindir. Ama bu eleştiri ortamına Türkiye'nin diğer kurumları
ve kurumlarındaki yöneticiler gibi, MİT' in ve yöneticilerinin de hazır
Dostları ilə paylaş: |
|
|