|
|
səhifə | 41/53 | tarix | 22.12.2017 | ölçüsü | 3,49 Mb. | | #35622 | növü | Yazı |
|
bırakılmıştır. bir çok konuda yetki dağılımı tam anlamıyla yapılmadığı
için müsteşarlık makamında oturan kişi, hemen hemen bütün konularda tek
karar sahibi durumuna gelmiştir.
Kendisiyle görüşmek için zamanında randevular vermediğinden iş birikmesi
ve gecikmeler çalışmaları menfi yönde etkilemiş ve verimlilik çok
düşmüştür. En azından 1988 den bugüne kadar kaybedilen zamanın telafi
edilerek , istihbari açıdan bir atılım yapılabilmesi için teşkilatın
başına uygun bir sivil müsteşar atanmasında yarar bulunmaktadır.
İstihbarat teşkilatı güçlendirilerek, görevi olan bütün konularda
özellikle yurtdışı ve yurt içi bölücü ve yıkıcı faaliyetlerle ilgili
haber toplama konularında atılım yapılmalıdır.
Aksi takdirde geçmişte görüldüğü gibi yeteneksiz bölge müdür ve bölge
daire başkanları ile haber toplama faaliyeti yürütülemeyecektir. Geçmiş
zamanda kendi beceriksizliklerini, haber toplamadaki
kabiliyetsizliklerini dikkate almadan bir kısım yetkili makamlara , '
işlerin iyi olacağı ve ülkenin kötüye gittiği' şeklinde haber yayanlar,
neticede etkili güçleri harekete geçirecek ortamı da hazırlayarak
ülkeyi kurtarma çabalarına girmelerine sebep olmuşlardır. Bu olayın
artık tekrarlanmaması için teşkilatın gerçek anlamda sivilleşmesi
gerekmektedir.
Bugün personel adededi 4400 civarında olan teşkilatın yüzde 4.5'u
muvazzaf subay ve assubay olmasına rağmen, yönetim kademelerinde bulunan
subay - assubay ve emekli subay assubay oranı yüzde 35'in üzerindedir.
Normalinde yönetim kademesindeki oranları da yüzde 5 ila 10 arasında
olmalıdır.
Teşkilatın bugünkü yapısı mutlaka değiştirilmeli ve yeni yapılanmaya
gidilmelidir. Bu da ancak konuları bilen , personeli tanıyan , zaman
geçirmeden icraata geçebilecek teşkilattan yetişmiş bir müsteşarla
mümkün olabilir.
Bugün adı geçen adaylardan
Emekli Orgeneral Burhanettin Bigalı:
1981-1986 yıllarında 5 yıl müsteşarlık yapmıştır.
12 Eylül'ün Bayrak Harekatı yazanlarından olduğunu kendisi
söylemiştir. Kenan Evren'in desteklediği ve 3 yıl uzatmayla orgeneral
yaptığı kişidir. Sayın Özal'ın Başbakanlığında işbirliği yapmıştır.
Sempatisini kazanmıştır. Emekli daire başkanı Hiram Abas'ın teşkilata
alınması için sayın Turgut Özal ve Kenan Evren'in empozeleri ile müsteşar
yardımcısı olarak atanmasını teklif etmiştir. Bütün olumsuzlukları
kendisine anlatıldığı halde, rütbesi uğruna karşı çıkmamıştır. Kendisini
tanıyanlarca gayet olumsuz nitelenmektedir.
Kendisini kullanmaları ve teşkilatın başkanlar kademesini elde etmek için
teşkilat içinden bazı asker kökenli ve sivil personelce atanması tasvip
görmektedir. Bu suretle bugünkü statüko muhafaza edilecek, müsteşar
Teoman Koman 'ın kurduğu düzen devam ettirilecektir. Ölüm korkusu içinde
teşkilatı sığınma yeri olarak gören bu kişinin teşkilatı geliştirici yönde
bir atılım yapması da mümkün görülmemektedir.
Müsteşar olarak atanması düşünülebilecek, teşkilat içinden yetişmiş iki
kişi bulunmaktadır.
Emekli Başkan Nuri Gündeş:
1986 yılında prensip meselesinden emekliliğini istemiştir.( Bu tarihte
Hiram Abas MİT'e dönmüştür: Yazarın notu) Teşkilattaki hizmeti 23 yıldır.
Harp Okulu mezunu olup binbaşılıktan ayrılmıştır. Teşkilatta iç
istihbarat, dış istihbarat, personel konularında çalışmıştır. Yurtdışı
görevinde bulunmuştur. Fransızca bilir.
Bilgili, çalışkan, halen dinamik ve mesleki bakımdan çok yeteneklidir.
Namusludur ve işkenceyle ilgili olmamıştır. Kendisi hakkında ortaya atılan
olumsuz sözler, geçmişteki rakibi Hiram Abas ve adamlarının iftirasından
öteye geçmemektedir. Başbakanlık Teftiş kurulu Başkanlığının hazırladığı
MİT raporu soruşturma dosyasında bu husus yer almaktadır. Bu dosyanın
tetkikinde yarar vardır. Teşkilatta müsteşarın görev süresi 68 yaşına
kadardır. 66 yaşında olmasına rağmen bu geçiş döneminde Nuri Gündeş'in
müsteşar olarak 2 yıl görev yapmasında büyük yarar bulunmaktadır.
Yeni Başkan Yardımcısı E. Taner:
SBF mezunu olup, 1966 yılından bugüne teşiklatta çalışmaktadır. Bilgili ve
çalışkan olup yalnız iç istihbarat konularında çalışmış uzman bir
kişidir. Nuri Gündeş'in atanmaması halinde, müsteşarlık için alternatif
olacak en uygun personeldir. Teşkilat dışından atanacak başka bir kişi,
teşkilata adapte olup, uygun bir icraata başlaması ve istihbaratın
güçlendirilmesi için en az 3 yıl geçecektir. Bugün bu zamanın geçmesine
ne teşkilatın ne de devletin tahammülü olmadığı kanaati hakimdir.
Müsteşar teşkilattan ayrılmasına çok az bir zaman kalmasına rağmen 1992
yılı terfi ve atama listelerini 4 Ağustos 1992 tarihinde çok gecikmeli
yayınlayarak, teşkilatta büyük bir çalkalanmaya sebep olmuştur. Yapılan
pek çok haksız terfi ve tayin büyük huzursuzluk yaratmıştır. Ayrıca yeni
gelecek müsteşarın yapacağı atılım icraatını da önleyici mahiyette
olmuştur. Eski müsteşarca başkanlık seviyesi için teklif edilen
atamaların yapılmasında acele edilmemelidir. Özellikle bunlardan 5
kişi( Vedat D, Dursun Ö, Tarı B, Galip T, İlhami Ü.) müsteşar ile aynı
görüşü paylaşan kişiler olup, başkanlıkları doldurarak müsteşarın
ayrılışından sonra, askerlerin izlediği MİT politikasını devam ettirecek
ve statükoya bağlı en uygun kişilerdir."
KOLTUK KAVGASINI HARİCİYE KAZANDI
Bu koltuk kavgasında Teoman Koman 'ın içerden Müsteşar olmalarını
sağlamaya çalıştığı Emre Taner ile Ertuğrul Güven birbirleriyle kavgada
öylesine acımasızca davranırlar ki ortaya her ikisini de bu göreve
getirmemek için yeterli nedenler çıkmış olur. Sonuçta tartışmalar
sırasında koltuğa bir dışişleri mensubu olan Sönmez Köksal oturur.
Oturduktan sonra da bu iki sivil yardımcıyı görevinden uzaklaştırıp
yurtdışı görevlere gönderir. Bunlardan birisi Azarbeycan'da adı darbe
iddialarına karıştığı için Haydar Aliyev'in bastırmaları sonucu,
Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in ısrarı üzerine, önce Türkiye'ye
getirilir, daha sonra da emekliye ayrılır. Bu kişi Ertuğrul Güven'dir.
Ertuğrul Güven 'in bu tür bir darbe girişiminde rol alırken Türkiye'deki
belirli güç merkezlerinin dışında hareket etmesi mümkün değildir. MİT
içindeki düzeni çok çok iyi bilecek tecrübe ve bilgide olan Ertuğrul
Güven'in, teşkilat içindeki veya Türkiye'de en etken yerlerdeki bazı
çevrelerin haberi olmadan böyle bir girişimde bulunması da mümkün
değildir. Ama sonuçta o ve beraberindeki MİT elemanları bu işten zararlı
çıkmışlardır.
MİT kurum içi bir genelgeyle Ertuğrul Güven ile mensuplarının konuşmasına
yasak getirmiştir. Bir zamanlar MİT'in en tepedeki iki adamından biri
olan Ertuğrul Güven böylece onca yılın sonunda kaybedip, çekilmek
durumunda kalmıştır.
Diğer yurtdışı görevli olan Emre Taner ise gizli servisin en tepesinden
indiği, görevinde direnmeye ve iş çıkarmaya çalışmaktadır. Sönmez Köksal
dış görevler kanalıyla bu iki potansiyel rakibini de Türkiye'nin uzağına,
hem de zorlu ülkelerde mücadelelerin tam ortasına atarak, rahat nefes
almıştır. Bu sırada da kendi kadrolaşmasını gerçekleştirmiştir. Dışişleri
Bakanlığı'ndan kendisine rakip olarak gelişen adlarla da mücadele
etmiştir. Halen bu mücadele sürmektedir. Ancak adları ya da görevleri ne
olursa olsun MİT'i bundan sonra bekleyen tehlike, asker hiyerarşisinden
kurtulurken, en az onlar kadar köklü ve kendilerine özgü kuralları olan
hariciyecilerin lider sultası altına girmek olsa gerektir. MİT'in başına
kendi içinden bir meslek mensubunu getirmek yapılacak en önemli işlerden
birisi olsa gerektir.
Dünya'da gizli servislerde asker-sivil ve liderin kim olacağı çekişmeleri
hep yaşanmaktadır. Batılı ülkelerde de aynı sorunlar vardır. Ama orada
bu sorunlar idari nedenlerden çıkmaktadır. Türkiye'deki gibi rejimin
temel etkileşimleri arasında bulunmamaktadır. İstihbarat değişen dünya
gerçekleri gözönüne alınarak yeniden yapılandırılırken özellikle
demokratik istihbarat yapılanmalarında başkanlar sivillerden
seçilmektedir. Örneğin Amerika 'da istihbarat içinde askeri ağırlık
bulunmasına karşın istihbarat piramidinin en başındaki kişi sivil
olmaktadır. Bu kişi istihbarat örgütünün içinden gelebileceği gibi,
dışardan da atanabilmekte ama belli özellikleri bünyesinde toplamış
olmasına önem verilmektedir.
Bunlar arasında istihbarat işini kavrayabilme özelliği en önemlisidir.
Örneğin İngiltere' de Türkiye'de olduğu gibi bir gizli servis-polis
çekişmesi yaşanmaktadır. Bu nedenle zaman zaman bu iki birim arasındaki
çatışmalar ön plana çıkmaktadır. Türkiye'de olduğu gibi bazı polis
şeflerinin gizli servisin başına getirileceği yolundaki haberler uzun
zaman tartışılmıştır. Ancak atama gizli servisin içinden yapılmıştır.
Almanya'da gizli servisin başına dışardan kişiler atanmaktadır. Helmut
Kohl gizli servisi rakip partiden bir milletvekiline emanet etmiştir.
Çünkü gizli servis olayı partiler üstü bir kavramdır. Rusya'da gizli
servislerin başına mutlaka servisin içinden birisi atanır.
CIA'nın başına çoğunlukla içerden yetişmiş veya dışardan istihbarat
faaliyetlerine karışmış veya onları incelemiş uzmanlığı olan kişilerin
örgütün başına gelmesine önem verilir. CIA dışındaki diğer haber alma
örgütlerinin başına içerden bir uzman atanmaktadır.FBI ile CIA arasındaki
kavgalar bitmek bilmediği gibi FBI, CIA ve polis arasındaki kavgalarda
dinmeden devam eder. Ama aradaki koordinasyonun mükemmelliği de göz
doldurmaktadır.
Bu sivil veya asker olsun değişmez. Yetenekleriyle sivirilen kişi lider
olur. Hemen bütün gizli servislerde lider seçimi çok ama çok önemlidir ve
büyük gürültüler koparır. Çünkü gizli servisin patronunun kimliği
yapılacak işin niteliğini doğrudan etkilemektedir. Çünkü gizli servislerde
liderlerin etkinliği tartışmasız olmaktadır.
POLİS MİT KAVGASI
Türkiye'de diğer ülkelerde olduğu gibi polis ile istihbarat servisi
arasındaki kavgalar hiç bitmemektedir. Polis istihbaratının eleman ve
teknik açıdan stratejik istihbarat amacıyla oluşturulan MİT ile yarışmak
veya onun alanından bilgi toplamak gibi bir özel gayretinin bulunduğu
ortadadır.
Örneğin SHP' (sonradan CHP) nin 1994 yılı Sosyalis Enternasyonal
Toplantısı için Ankara'ya çağırdığı bir delege, toplantı salonunda polis
istihbaratının dinleme aletlerini bulmuş ve olay bir skandala dönüşmüştür.
Bu toplantının emniyet istihbaratını ilgilendiren yönü yasal çerçevede
bulunmamaktadır. Aynı toplantı MİT tarafından dinlenmiş ve kayıtlara
geçirilmiştir. Peki buna ihtiyaç var mıdır? Bu bir başka ülkede olsa,
örneğin İngiltere, Amerika ya da Almanya ne olurdu? Bu dünyanın her
yerinde bir skandaldır ve sorumlularının hesap vermesi istenir. Ama bizde
küçük gazete haberleri olarak kalmaktadır . Olayın iki yönü vardır.
Birincisi toplantı yasal ve legal midir? Toplantının ev sahipliğini yapan
CHP iktidar ortağıdır. Ama yasalar çiğnenerek toplantısı dinlenmektedir.
Bu skandalın hesabı demokratik ülkelerde zor verilir.
İkinci olay ise madem bu yapılmıştır elinize, yüzünüze bulaştırmanın ,
başarısız olmanın hesabını kim verecektir? Bunu yapan polis istihbaratının
amacı nedir? MİT ile boy ölçüşmek ise tablo ortadadır. Arada bu tür
olayların izlenmesi ve dinlenmesinde kullanılan teknik ve elemandan,
geleneneklere kadar uzanan bir büyük fark bulunmaktadır. Bu iki kusurun
kapatılması için Türk gizli servislerinin yasalar çerçevesinde çalışmalar
yapmasının sağlanması gerekmektedir. Bir de emniyet istihbaratın eleman ve
teknik olanak durumunun acilen takviyesi şarttır. Çünkü dünya böylesi
acemilikleri ve kuraldışılıkları her zaman sineye çeken, geçmiş yıllardan
farklı dönmektedir. Olay sırasında görülmüştür ki sürekli çatışma
halindeki iki teşkilatın; MİT ve Emniyet Genel Müdürlüğü'nün bir
koordinasyon içinde birbirleriyle ilgili yetki, görev ve sorumluluk
alanlarının belirlenmesi şarttır.
Böyle olmaması durumunda yaşanılacak şeyler Türk istihbarat servislerini
2000 li yıllara taşımaktan uzak olacaktır. MİT bütün istihbarat
birimlerinin koordinasyonundan sorumlu olmalıdır.
TÜRK İSTİHBARATINDA AFFEDİLMEZ HATA:
KOORDİNASYONSUZLUK
Bu anlamda halen yasada ve fiilen uygulamada bulunmasına karşın işlerlik
kazandırılmayan Milli İstihbarat Koordinasyon Kurulu'nun çalışmalarına
önem verilmeli ve bu kurul çalıştırılmalıdır. Bu, istihbarattaki en büyük
açık olan koordinasyonsuzluğu ortadan kaldıracak bir yapı olarak
gözükmektedir. İstihbaratta MİT'in merkezi yapı olarak öne çıkmasının
nedeni istihbarat geleneğini, uygun elemanları ve teknik yapıyı bünyesi
altında bulundurmasıdır. Bu ve benzeri özellileri MİT'i servisler içinde
öne çıkarmaktadır. Polis istihbarat biriminin oluşumu ve görev alanı
yeniden belirlendiğinde sorunlar ortadan kalkacak ve karşılıklı
didişmenin yerini yardımlaşma alacaktır. Bireylerin kapris ve
hırslarından, çatışmalarından uzak bir yapılanma kaçınılmaz olmalıdır.
Buralara atanacak yöneticiler arasında çatışmaların olmamasına dikkat
göstermek de siyasi iradenin görevi olmalıdır.
Örneğin PKK terörü ile silahlı , fiili mücadelede bulunması gereken birim
polis teşkilatıdır. Bununla ilgili devlet çapında istihbaratı, özellikle
dış istihbaratı getirecek olanlar ise yasasında da belirtildiği üzere
MİT'dir. Çünkü MİT devlet istihbaratı yapar. Hem de iç ve dış olmak üzere.
Peki polis ne yapmaktadır. Polis MİT ile yarışmamalı, istihbaratını
polisiye olayların seyrine göre şekillendirmelidir. Hırsızlıktan,
uyuşturucuya, sokak çetelerinden, cinayete aklınıza gelecek her türde
suçta polis örgütlenmeli ve etkin olmalıdır. Emniyet istihbaratı, MİT gibi
çalışmaya , onun gibi raporlar düzenlemeye çaba göstermektedir. Hatadır.
Nasıl mı?
POLİS'İN MİT'E NİSPET RAPORUNDA YELTSİN'İN ALKOLİKLİĞİ NEDEN YERALIYOR:
BUNUN KÜRT SORUNU ÜZERİNE ETKİSİ NEDİR?
Gelin Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Dairesi'nin hazırladığı çok
önemli bir raporu birlikte okuyup görelim :
"02.04.1993
Ankara
KÜRT SORUNU YENİ BİR DÖNEMECE GİRERKEN...
Ülkemizin de içerisinde bulunduğu yeraltı ve yerüstü kaynakları bakımından
oldukça zengin olan Ortadoğu bölgesinin, bu alanın geçmişten günümüze
kadar hakimiyet ve çıkar çatışmalarının odak noktası haline gelmesine
sebep olduğu bilinmektedir.
Bölge üzerinde, daha fazla çıkar elde etmek amacıyla "Kürt Sorunu"nu bir
koz olarak kullanan ülkelerin, özellikle son yüzyıl içerisinde Kürt
insanını vesile ederek bölgedeki devletlerin başına çorap örmeye
yeltendikleri ve bu stratejilerinde de başarılı oldukları görülmüştür.
Kürtçülük, zaman içerisinde dış dayatmalar ve kendi iç şartlarına uygun
olarak farklı stratejilerin bir parçası olarak değişik taktikler ile
ortaya çıkmıştır. 1900'lü yılların başındaki dernekçilik ve fikirsel
oluşumlar ile 1920-40 arasındaki isyanlar, değişik gayelere hizmet etmiş
ve farklı taktikler kullanmışlardır. Keza, 1960-80 arası kürtçü
faaliyetlerin emrinde oldukları stratejiler ve uyguladıkları taktikler
farklılık arzetmektedir. 1980 sonrasından yakın döneme kadar Kürtçülük,
geçmiş dönemlere göre ayrı bir seyir izlemiştir. Tüm dış etkenlere rağmen
Kürt sorununun gelişiminde ve bugünkü halini almasında kendi iç
dinamiklerinin de rolünü inkar etmemek gerekir.
Son yıllarda, çeşitli batı ülkelerinin de destek ve yönlendirmesiyle
uluslararası platformlarda meşrulaştırılmaya çalışılan kürt sorununun,
yeni strateji ve taktiklerle birlikte ortaya çıktığı ve yeni bir oluşumun
altyapısının hazırlandığı müşahade edilmektedir. Nitekim; Mart 1993 ayının
ortalarında PKK ateşkesi ve Abdullah ÖCALAN ile PSK lideri Kemal BURKAY'ın
Lübnan'da imzaladıkları "Anlaşma Protokolü" bu oluşumun pratik
sonuçlarındandır.
17 Mart 1993 tarihinde terör örgütü PKK lideri Abdullah ÖCALAN'ın; önce
ABD istihbarat servisleriyle yakın ilişkide olan KYB lideri Celal TALABANİ
ile birlikte Lübnan'da yaptığı basın toplantısında PKK'nın silahlı
mücadeleyi bırakacağını ve bundan böyle siyasi platformdaki faaliyetlerine
ağırlık vereceklerini açıklaması, bilahare Avrupa ülkeleri istihbarat
servisleriyle bağlantısı bulunan PSK (Kürdistan Sosyalist Partisi) lideri
Kemal BURKAY ile bir protokol imzalaması "Kürt Sorunu"nu yeni bir dönemece
getirmiştir.
PKK-PSK Protokolü incelendiğinde;
1-"Kürdistan'ın AYNI ve DEĞİŞİK parçalarından yurtsever örgütler
birbirlerinin varlığına saygı gösterecek" denilerek, yıllardan beri
birbiriyle sürtüşme içerisinde olan bu örgütler, bundan sonra Kürdistan
olarak adlandırdıkları bölgenin her parçasında tek bir stratejinin
parçaları gibi hareket edeceklerini kabul etmişlerdir. Çünkü geçmişte
Sovyet, Avrupa ve ABD yanlısı örgütler bulunmakta iken, Sovyetler
Birliği'nin dağılmasından sonra ABD ve Avrupa anlaştıklarına göre,
örgütlerin de birleştirilmesinde bir sakınca görülmediği ortaya
çıkmaktadır.
2-"PKK ve PSK, Kuzey Kürdistan yurtsever örgütleri ile aralarındaki
ilişkilerin iyileştirilmesi ve giderek ortak bir cephenin oluşturulması
için çaba göstermelidir" maddesi Türkiye'deki kürtçü unsurların önümüzdeki
dönemdeki muhtemel hareket tarzını ortaya koymaktadır.
3-"Kürt ulusu da her onurlu ulus gibi özgür yaşama, kendi geleceğiyle
ilgili olarak serbestçe karar verme, zulüm ve baskıya karşı direnme
hakkına sahiptir." Bu maddeye ise, her iki örgütün yeni bir oluşum
durumunda kolayca tavır değişikligine gidebilecekleri yönünde bir anlam
yüklendiği anlaşılmaktadır.
Bu üç maddeye ek olarak esas itibarıyla her iki örgütün Türkiye
Cumhuriyeti'nden neler taleb ettigi (9) maddede sıralanmıştır. Sözkonusu
taleplerde dile getirilen hususların, hepsinin, çok değil bir ay öncesine
kadar PKK tarafından şiddetle eleştirilen reformist-teslimiyetçi (!)
istekler olduğu dikkat çekicidir. "Genel Af', "Kürtçe Eğitim", "Kürtçe
basın-yayın" gibi istekleri bir tarafa bırakalım, "Federasyon" kelimesi
dahi, PKK yönetimince geçmişte ihanet ile eş anlamlı olarak
kullanılmaktaydı.
Stratejileri, taktik ve gayeleri itibariyla birbirinden oldukça farklılık
arzeden, geçmişten günümüze birbirleriyle sürekli çatışma halinde bulunan
Dostları ilə paylaş: |
|
|