Müellitin Hayatı ve Eserleri


Kelâm İnşâî ve İhbârî Olmak Üzere İkiye Ayrılır



Yüklə 1,27 Mb.
səhifə15/27
tarix11.09.2018
ölçüsü1,27 Mb.
#80500
1   ...   11   12   13   14   15   16   17   18   ...   27

Kelâm İnşâî ve İhbârî Olmak Üzere İkiye Ayrılır

İnşâi kelâm emir, yasaklık (nehy) ve mübahhk (ibâha) bildirir. Bu tanıma göre emir ve nehyin tevili bizzat emredilen ve sakın­dırılan eylemin tevilidir. Nitekim Buhârî İle Müslim'in kaydettik­leri bir hadiste Hz. Âişe şöyle anlatmaktadır:

Hz. Peygamber rükû ve sücudlarında "Ey Rabbimiz olan Allah'ım! Seni, sana layık hamdinle teşbihle tüm noksan sıfatlar­dan tenzih ederim. Ey Allah'ım! Beni bağışla!" derlerdi. O bu şe­kilde Kıır'ân'ın hükmünü tevil ediyor, yani onun emrini yerine getiriyordu.7

Rasûlüllah'm bu sözü "Rabbîne hcımdederek O'nıı teşbih et!" (Nasr, 110/3) ayetinin tevili İdi.

Öte yandan İbn Uyeyne de sünnet'i, "Kur'ân'm emir ve yasak­larının tevili" olarak tanımlamaktadır.

Ebû Ubeyde ise dilbilimcilerle fakihlerin Rasûlüllah'ın -salât ve selam olsun üzerine- İştimâl'üs-sammâ' (Arabların büründü-ğü gibi îek parça kumaşla sıkı sıkı sarınmak) nehyetmesi konu­sundaki tartışmalarını anlattıktan sonra sözlerini şöyle bağlar: "Fıkıhçılar bu kelimenin tevilini diğer ilim adamlarından daha iyi bilirler; zira onlar Allah'ın neyi emredip neyi yasakladığının tevilini herkesten iyi ve emredilen eylemlerle yasaklananları ol­duğu gibi bilirler".

Ebû Ubeyde'nin bu görüşü tevil kelimesinin içerdiği mana­nın dışında ayrı bir anlam değildir; o yalnızca bir kelimenin an-İamını açıklamış, yorumlamış ve üzerindeki kapalılığı açmıştır.

Tefsir, anlatılan kavramları İfade eden sözlerle aynı türden olup, bir sözün, kendisini açıklayan başka bir sözle izah edilme­sidir.

Tcviî ise emredilen fiilin yapılması ve nehyedilenin. terkedil-mesi olup anlatılan kavramları ifade eden sözlerle aynı türden değildir.

Kelâmın ikinci türü de ihbâri olanıdır; şanı yüce Allah'ın ken­di zâtına ait isim ve sıfatlar hakkında bilgi vermesi, va'd ve va'îd-lerini kullarına bildirmesi gibi... Bu haber verme biçimi şu ayet­te zikredilen tevil kavramına girmektedir.

Gerçekten onlara, bilgiye göre açıkladığımız, İnanan bir toplum için yol gösterici ve rahmet olan bir Kitab getirdik. İlle de onun tevilini mi gözetiyorlar? Onun tevili geldiği gün, önceden onu unutmuş olanlar derler ki; Doğrusu rabbimizin elçileri hakkı getirmiş... (A'râf, 7/52-53)

Şu ifade de ayın kimselere aittir:

Vay bize! Bizi yattığımız yerden kim kaldırdı? İşte Rahmân'ın

va'dettiği şey budur! (Yâsîn, 36/52)

Şu ayetler de benzeri bir anlam ihtiva etmektedir:

Haydi yalanladığınız azaba gidin! (Mürselât, 77/29)

Doğru iseniz, şu tehdit ettiğiniz azab ne zaman? diyorlar.

De ki: Ona ait bilgi, Allah'ın katmdadır. Ben ancak apaçık bir uyarıcıyım.

Onu pek yakında gördüklerinde inkar edenlerin yüzleri kötüle-

şir. O zaman (kendilerine) "işte çağırıp durduğunuz şey budur!"

denilir. (Mülk, 67/25-27)

Kur'â n'da bunlara benzer birçok ayet vardır. Sözgelişi şu ayet­ler bu kabildendir:

Yoksa "Onu uydurdu!" mu diyorlar? De ki: "Eğer doğru iseniz haydi onun benzeri bir sure getirin ve Allah'tan başka çağırabil­diğiniz tanrılarınızı da çağırın!"

Hayır, bilgisini kavrayamadıkları, tevili kendilerine gelmemiş olan birşeyi yalanladılar... (Yûnus, 10/38-39)

Kur'ân'm bu ayetlerde bildirdiği şeyler çok kısa bir süre son­ra gerçekleşecektir. Burada tefsir, "onun bilgisini kavramak, ku­şatmak", tevil ise bizzat "-gerçekleştiği zaman- Allah'ın insanlara va'dettiği hususlar"dır. Nitekim ayette sözü edilen kimselerde bilgisini kavrayamadıkları ve tevili kendilerine gelmemiş olan birşeyi yalanlamışlardı. Oysa bazı insanlar tevili kendilerine gel­mediği halde onun bilgisini kavramışlardı. Örneğin Rasûlüllah tevilleri daha sonra gelmiş olsa bile Allah katından kendisine İn­dirilen mesajların bilgisini kavramıştı. Sözgelimi "De ki: "O, sizin üzerinize üstünüzden, yahut ayaklarınızın altından bir azab gön­dermeye güç yelkendir". (En'âm, 6/65) ayeti nazil olduğunda Hz. Peygamber "Burada zikredilenler mutlaka vukubulacaktır; ama nedense tevili gönderilmedi" buyurdular. Bunun üzerine Allah Tbâlâ şu ayetleri indirerek tevilini bildirdi.

O Kur'ân hak iken senin milletin onu yalanladı. De ki: "Ben si­ze vekil değilim. Her haberin gerçekleşeceği bir zaman vardır... (6/66-67).

Bazı teisirciler ayetin son bölümünü, "karar kılma yeri; haki­katin, kendisine ulaşılan son noktası, haberin gerçeğinin batılın­dan ayrılması, doğrusunun yalanından ayıklanması" şeklinde açıklamışlardır,

Mukâlil de bu konuda "Allah'ın bildirdiği her haberin mutla­ka bir gerçekleşme zamanı ve yeri vardır. Bu yer ve zaman ne de­ğiştirilir, ne de ertelenir" demiştir.

İbn Sâib'in yorumu ise şöyledir: "Her söz ve eylemin mutlaka bir hakikat payı vardır. Bu söz ve eylemlerden dünyada olacakla­rı kısa zamanda öğrenilecek, ahiretle ilgiîi olanları ise yakında bi­linecek, yani bir süre sonra açıklanacaktır".

Öte yandan aynı konu bağlamında el-Hasen de şu açıklama­yı getirmiştir. "Her eylemin mutlaka bir karşılığı vardır. İyilik ya­pan yaptığının karşılığı olarak cennetle ödüllendirilir, kötülük iş­leyen de cehennem ateşiyle cezalandırılır. Bunun böyle olduğunu yakında siz de biieceksiniz."

Hasen'in sözlerinin özeti şudur: Her amel ya ilahi va'di ya da va'îdi gerektirir. Amellere göre va'd ve va'îdin gerçekleşmesi, vu­kuu kesin bir haberdir. Ayetin açıkça ortaya koyduğu anlam bu­dur. Ceza (amelin karşılığı olan sevab veya azab) i!e anlatılmak islenen haberin kendisi değildir.

Süddî "Her haberin gerçekleşeceği bir zaman vardır." ifadesi­ni, "Allah'ın sîze va'dettiği sözün zamanı" olarak tanımlamakta ve sözlerini "Yakında bu habersize geldiğinde onun neoîduğunu bileceksiniz" diye bağlamaktadır.

Atâ'nın yorumu ise şöyledir: "Her haberin gerçekleşeceği bir zaman vardır" ifadesinin açılımı, insanın cezasının, günahını bil­mesi için ertelenmesidir. Buna göre İnsan, ancak günah işlediğin­de cezalandırılacaktır, salt va'îdle değil. Bir kul cezası tayin olu­nan bir suçu/günahı işlemedikçe, sırf va'îdden dolayı cezava carpürılamaz. Ceza biçilmiş bir günahı işlediğinde de Allah tara­fından tesbit edilen cezaya çarptırılır".

Nitekim birçok selef alimi bu tür ayetlerle ilgili olarak şu yar­gıda bulunmuşlardır: "Bu ayetin tevili ile ilgili olup alimlerin hakkında tevilde bulunmadıkları görüştür. Sözgelimi Ebu'1-Eşy-eb'in, el-Hasen ve er-Rebî1 aracılığı ile naklettiğine göre İbn Mes'ud huzurunda "Ey iman edenler! Siz kendinize hakiniz..." H (Mâidc, 5/105) ayetini okuyan Ebu'l-Âliye'ye "bunun zamanı he­nüz gelmemiştir. Kabul edildiği sürece doğruyu, hakkı, marufu söylemeye devam edin. Sözleriniz kabul görmez olduğunda ise başkalarına hakkı söylemeyi, marufu emretmeyi bırakıp kendi başınızın çaresine bakarsınız" der ve sözlerini şöyle sürdürür: "Kur'ân, zaman ve zemine göre indirilmiş bir mesajlar dizgesidir. Öyle ayetleri vardır ki tevili, Kur'ân indirilmezden önce geçmiş­tir. Bir kısmının tevili Hz. Peygamber zamanında gerçekleşmiş; bir kısmmmki de Rasûlüllah'ın hayatından kısa bir süre sonra vaki olmuştur. Kimi ayetlerin tevili de bu dönemden sonra ger­çekleşecektir. Bir kısmmmki dünyanın sonuna doğru (ahir za­manda) gerçeklik kazanacak diğer bazılarındaki -hesab, cennet, cehennem gibi kavramlarla ilgili haberler- ise ancak kıyamet gü­nü vukubulacaktir. Kalpleriniz ve istemleriniz (iradeleriniz) yek-vücut olduğu; bölünüp parçalanmadığınız, işlediğiniz günahlar yüzünden bazılarınızın acısı diğer bazılarına taddınlmadiği ma­rufu emredip münkerden yasakladığınız sürece bu ayetin anlamı (tevili) sizin durumunuzu göstermekte ve size bu emri vermek­tedir. Durumunuz bunun tersine dönüp kalbleriniz ve İstemleri­niz parça parça olduğunda, gruplara, partilere, cemaatlere, mez­hep ve meşreplere bölünerek bazınızın acısı bazınıza taddırıldı-ğında ise artık herkes kendi benliği ile başbaşa kalmış demektir. İşte bu ayetin tevili ancak o zaman gerçekleşmiş olacaktır".

Allah kendisinden razı olsun, İbn Mes'ud'un bu sözleri emir ve haberin tevili ile ilgilidir. Bu arada yukarıda geçen "Siz kendi­nize bakın!" ayeti emir; hesapla, kıyamet, cennet ve cehennemle ilgili ayetler ise haber içeriklidir. Haberin tevil edilmesi, haber ve­rilen (hakkında bilgi verilen) şeyin varlığını gerektirir. Bunun gi­bi bir emrin tevili de emrolunan eylemin (olgunun) yapılması­dır. Tevil Kıır'ân'm inişinden önce geçmiş ayetler, haber türünde-dir. Allah Teâlâ bunlarla, daha önce olmuş bir olayı anlatmakta ve hakkında bilgi vermektedir. Nitekim Cenab-ı Hak, yine ayetleri vasıtasıyla müşriklerin Rasûlüllah hakkındaki sözlerini ve onu yalanlamalarını da bildirmektedir. Tevilleri daha önce geçmiş ol­sa bile, bunlar sonraki insanlar için birer İbrettir; çünkü benzeri halâ sürmekte, aynı tür olaylar günümüzde de olmaktadır ve bundan sonra da olacaktır. Nitekim Ibn Mes'ud, Kur'ân ayetleri ile ilgili tevil türlerinin beş tanesinin geçmişte olan olaylarla ilgi­li olduğunu söyler, ki "Saat (kıyamet) yaklaştı ve ay yarıldı." (Ka­mer, 54/]) ayeti bunlardan biridir.

Bu açıklamalar ışığında müteşabih bîr emrin tevilinin bilin­mesinin kaçınılmaz olduğu ortaya çıkmaktadır; çünkü emredi­len bir eylemin yapılması ile sakıncalı şeylerin (yasaklanan ve nehyedilenin) terkedilmesi zorunludur. Bu da ancak sözkonusu emir ve yasakların bilinmesi ile mümkündür. Kur'ân'da kesin emirlerin müteşabih olmasını gerektiren bir durum sözkonusu değildir. Ayette geçen "Diğerleri de müteşabih ayetlerdir" İfadesi ile, emir niteliği taşıyanlar değil geçmiş ve gelecekle ilgili kavram­lardan ve olaylardan sözeden, onlar hakkında bilgi veren ayetler kastedilmiştir. Geçmiş ve gelecek olaylar hakkında bilgi veren ayetlerin müteşabih olması meselesine gelince et, süt, bal, su, ipek, altın cennet nimetleri hakkında bilgi veren ayetler bu kate­goriye dahildir. Bu şeylerin dünyadaki benzerlerinin isimleriyle anlatıldığı açıktır. Buna rağmen cennet nimetleriyle dünyada gördüğümüz nesnelerin gerçeklikleri aynı değildir. Bunların ger­çekliğini, mahiyetini bu dünyada bilemeyiz, Nitekim Cenab-ı Hak bu konuda şöyle buyurmaktadır:

Yaptıklarına karşılık olarak onlar için ne gözler aydınlatıcı ni­metlerin saklandığını hiç kimse bilmez. (Secde, 32/17)

Rasûlüllah da sahih olarak nakledilen bir hadisle şöyle buyur­maktadırlar

"Cennetle salih kullar için hiçbir gözün görmediği hiçbir kula­ğın işitmediği ve hiçbir insan muhayyilesinin hayal etmediği ni­metler hazırlamıştır".9 Allah'ın mü'min kullarına va'dettiği. ve nc'liğİni hiç kimsenin bilmediği bütün bu nimetler, yalnızca O'nun bildiği tevil türüne girmektedir. Bunun gibi kıyametin sa-atinî, koşullarını, ahire t te gerçekleşecek hesab, sırat, mîzân, havz, sevab, ceza ve benzeri olguların mahiyetini ve niteliklerini de O'ndan başka kimse bilemez. Onları kendilerinden sonra yarat­madı ki melekler haklarında bilgi sahibi olsun; dünyada benzer­leri de yok ki, insan bunlara bakarak ötekilerin durumunu -hiç değüse- tahmin ve tasavvur edebilsin. İşte Allah'tan başka kimse­nin bilmediği birbirine benzer olgular (müteşabihler) bunlardır.36


Yüklə 1,27 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   11   12   13   14   15   16   17   18   ...   27




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin