Muhabbetname



Yüklə 1,6 Mb.
səhifə58/83
tarix12.08.2018
ölçüsü1,6 Mb.
#69835
1   ...   54   55   56   57   58   59   60   61   ...   83

NİÇİN MELAMÎ OLUNMALIDIR


Bir kişinin tasavvuftaki vuslatı, Mi’rac yaparak Allah’ın dâima Zâtının sıfatlarıyla beraberliğinin ve sevişmesinin, her sıfattaki ayrı ayrı tecellîlerini her an zevk ederek seyretmektir. Bu da bir İnsan-ı Kâmilin tahsilinden geçmekle mümkündür. Hakk’a gönül verenlerin, kendi İnsan-ı Kâmilindeki bu tahsilinde, biat etmekle birlikte, zikirde nasıl Mi’rac yaptığını, ef’âl mertebesinde, fiilleriyle nasıl Mi’rac zuhûrunun görüntüye girdiğini, sıfat mertebesinde varlıklarla olan bütün temaslarındaki Mi’rac zevkinin nedenlerini ve Zât mertebesinde de O’nunla O olmanın zevki ve bunları kendi gönül laboratuvarında işleyerek, Allah’ın bütün sıfatlarının isti’dâd ve kabiliyetleri nisbetinde, Zâtının sıfatlarından tecellî edişi Mi’racı olacaktır. Günlük ibâdet ve çalışmalarında kendini dâima yakın takibe alarak, kendine telkîn edilen bu anayasa maddelerini hiçbir zaman unutmamaya gayret göstererek zikirle birlikte mutlaka fikir edilmelidir. Cenâb-ı Allah, kâinatta bütün varlıkların imal etme ve çoğalma fabrikalarını kendi içindeki çekirdeğin içine koymuş ve her an ayrı bir biçimde sonsuza kadar tecellîlerini zuhûr ettirmektedir. İşte bizler de, Cenâb-ı Allah’ın bir sıfatı olarak, “En üstün yarattım” dediği bu insan varlığının özünde kendini, Hüviyyet ve Eniyyeti ile gizlemiş olduğundan O’nu kendi gönlümüzde zuhûra getirmek olmalıdır. Kişi o zaman anlamış olacaktır ki, kişi diye bildiğimiz ve kabul edip oyalandığımız varlık, bizlerin olmadığını, varlık sahibinin Allah’ın insan sıfatından zuhûrunun bir görüntüsü olduğunu anlamış olacaktır.

Allah’ın Zâtı olmasa, bu insan mazharlarının, ne bir gücü ne de kuvveti vardır. Meğerse kendi sıfatından bilen de, gören de, açığa çıkan da Cenâb-ı Hakk’mış. İşte böyle bir idrâk ile, kişinin her varlıkta tecellî eden Allah imiş demesi bile ikilik olduğundan bu kişiler, zevklerinde ve gönüllerinde, O’nda O olmanın zevkiyle her neredeki mazharda tecellî ediyorsa, kendi tecellîsini, kendisi seyredeceği için, hem dâima mutlu, hem de hiçbir varlıkla ihtilafı kalmayacaktır. Çünkü kendi varlığının yanında başka bir varlık yok ki ihtilafa girsin. Bütün ihtilaflar ve çekişmeler ikiliktedir. Zerreden küreye kadar her sıfatında Zâtını ilâneden Hakk’tır.

Sizlere biraz da Makâm ve mertebelerdeki Mi’ractan bahsedeyim. Zikir, Makâm değil, mertebedir. Her mertebenin Mi’racı olduğu gibi, bizlere “Allah’ı Allah’la zikret” dendiği için, Allah’ı biz değil, Allah bizlerden zikretmektedir.”Velâ havle velâ kuvvete illâbillahilalîyül aziym” kuvvet ve kudret sahibi biz değil Allah’ın olduğu anlaşılmış olur. Zikredenler mest olur, onlar Allah’la dâima dost olur. Tefekkür ettiğimizde, kendimizdeki Allah’ın bizden nasıl zikrettiğini, gönlümüzde yaşadıkça, O’nunla beraber olmanın ve O’nun zikriyle gönlümüzün huzur ve saadet içinde aydınlandığını hissederiz. Daha bu demde iken bile, ‘Senden zikreden Allah’tır’ dendiği için, Allah’ın Mekke’de Medine’de değil, kendi gönlümüzde olduğunu hissetmeğe başlarız. Allah’a gönül veren kişinin, her işi O’nunla olacağı için, gaflete girmemeye özen göstererek, saat gibi kalbinin zikrini sağlamaya ve dâima onunla beraber olmak Mi’racını yapmış olacaktır.”Zikirle gönüller huzur ve sükûna kavuşur” ve “Zikirle kalbler itminan olur” âyetlerinden de anlayacağımız gibi, kulun gönlünde çok zevkli tecellîler vardır. Bütün ibâdetlerde, ibâdete mutlaka bir zaman ayırmak mecburiyetindeyiz. Fakat zikir ibâdetine zaman ayırmamız gerekmemektedir. Zira her zaman ve her yerde yapılabilir. Dâimî zikre giren kardeşlerimiz, dâimî Mi’racı da elde etmiş olabilirler. Zira Ankebut Sûresi 45. âyette Sana vahyedilen Kitabı güzel güzel oku ve namazı kıl! Muhakkak sahih namaz edepsizlikten ve uygunsuzluktan alıkoyar. Muhakkak zikir en büyük iştir ve Allah, her ne işlerseniz bilir.” buyrulmuştur. Görüldüğü gibi bütün ibâdetlerin üstünde Allah’ı zikretmek, en büyük üstünlüktür. Yeter ki zikirle birlikte fikir de yapalım. Bütün tarîkatlarda zikir vardır. Fakat Allah’ın Vahdâniyyet tecellî fikri yoktur.

Tevhîd-i Ef’âl mertebesinde, bütün mazharlardan tecellî eden Cenâb-ı Hakk’ın fiillerinden fâil olanı görmek, o kişinin Mi’racı olacaktır. Zira abdest alırken, namaz kılarken veya başka birisi ile herhangi bir iş yaparken, fiillerin fâilini düşünmek ve ona göre hareket etmek, elbette günbegün kişiyi bunları seyredecek bir hale getirecektir. Yeter ki gönül verelim. İlimde ‘Fiillerin fâili Allah’tır’ dedikleri halde, bazı kişiler fiili ayrı fâili ayrı mütalaa ettiklerinden fiilleri kişilere nisbet ederek ilimden öteye geçemiyorlar. Allah lâtif olduğu için onun fiilleri de, fâilliği de bir mazhardan tecellî ettiği için lâtiftir. Sen yalnız zâhir mazharı görür de lâtif olan tecellî edeni göremezsen, bil ki lâtif olan fâil ve fiilin o mazharın isti’dâdına göre, o mazhardan tecellî ettiğini henüz idrâk edememişsin demektir. Bu ilmi, amellerimizle uygulamaya koymadığımız müddetçe, artı ve eksi kutupların bir araya gelmeden lambayı yakmadığı gibi, gönlümüzdeki fiillerin Mi’racını yapmamız da mümkün değildir. Fiillerin Mi’racı, abdest alırken senin elinden seni nasıl yıkadığını seyretmektir. Namazda, kıyamını, rükûunu, secdeni senin mazharından nasıl ta’dîl-i erkân ile yaptığını kendi mazharından seyretmektir. Âfâktaki bütün sıfatları, her neresi için yaratılmışlarsa orada onu nasıl kullandığını, onun mazharından fiilleriyle nasıl zuhûra geldiğini ve ona göre şerîat doğrultusunda hareket etmek olduğunu uygulamak onun Mi’racı olacaktır. Cenâb-ı Hakk’la beraber olmak ve dâima onunla konuşmak isteyen kardeşlerim, hem kendisini, hem de çok geniş sahaya sahip olan fiiller âlemini yakın takibe alarak, verilen telkînât doğrultusunda izlemeyi hiç bırakmasın. Günbegün, fiillerin Mi’rac zevkine sahip olacaktır.

Sıfat mertebesinde, sabit olan sıfatların, ister kişinin kendisinden tecellî eden kelâm ve kudret olsun, isterse âfâktaki bütün sıfatlardan tecellîler olsun, Cenâb-ı Hakk’ın tecellîleri olduğunu bilip zevk etmek de kişinin sıfat Mi’racı olacaktır. Kur’ân okurken, namaz kılarken kelâmın kelâmullah olduğunu zevk ettiğimizde, Zâtını bizim gibi insan sıfatlarından nasıl açığa çıkarmak istediğini, uygulandığında da namazdaki gibi açığa çıktını, fiilleriyle görür, kelâmı ile de duyarız. Artık kıldığımız namazları Rabbimizi görüyormuş gibi değil, bizzât görerek icra ederiz. İki cihan serveri güzel Peygamberimiz bunu, namazın ta’dîl-i erkânında îzâh etmişlerdir. Rükûda iken kulun üç defa, “Subhâne rabbiyel azîym” “Noksan sıfatlardan münezzeh olan Rabbim yücedir” yani ‘Bütün sıfatlardaki yüceliğini gördüm. Bu gördüğüm sıfatlardan tecellî ettiğin halde hiçbirine benzemesin. Bunların hepsinden yücesin’ sözüne karşılık, Cenâb-ı Hakk’ın “Semi Allahhülimen hamide” demek sûretiyle “İşittim kulumun hamdini” diyerek kulun dilinden kula cevap vermesi, kul ile Rabbimin karşılıklı konuşması değil midir. Halka hizmetin Hakk’a hizmet olduğunu dâima söyler dururuz ama şühûd sahibi olamadığımız için halk diye bildiğimiz sıfatların Hakk’ın Zâtının açığa çıkma mazharları olduğunu, sıfatların kendilerine ait varlığının olmadığını, varlık sahibi Cenâb-ı Hakk olduğu için hizmetin de O’na olduğunu zevk edemeyiz. Ancak bu zevke sahip olanlar, fiil ve sıfat Mi’raclarını iç içe yapmış olurlar. Hacı Bayram Velî Hazretlerinin :

Kim bildi ef’âlini, o bildi sıfatını



Onda buldu zâtını sen seni bil sen seni

Görünen sıfatındır onu gören zâtındır

Gayri ne hacetindir sen seni bil sen seni”

ilahilerdeki ifadelere vâkıf olanlar kendi gönüllerinde zevk ederler.

Zât mertebesinde ise varlık günahı kalmayınca, tecellî eden Cenâb-ı Hakk’ın Zâtının bütün sıfatlarından, fiilleriyle kendi yüceliğini sıfatların isti’dâd ve kabiliyetlerine göre sergilemesidir. O’nun mülkünde kendinden başkası kalmayınca tecellî eden, tecellî ve tecellî olunanın birliği zuhûr edecektir. Burada, Zâtının bizim gibi sıfatlarından tecellî ederek o yüceliklerini fiilleriyle sergilemesi ve yine bizim gibi sıfatlarından her an ayrı bir şe’nde tecellîlerini kendisinin o mazhardan seyretmesi onun Mi’racı olacaktır. Cenâb-ı Allah kendi sıfatlarına ‘kul’ demiştir. Kul demek köle demektir. Onun kendine ait hiçbir varlığı yoktur. Varlık sahibi Zâtı olan Cenâb-ı Allah’tır. Bu mi’racımızın en güzel bir şeklini de namazda iken, o güzel Peygamberimizin hadisi olan, Mi’racta iken Cenâb-ı Hak’la konuşma özeti ‘Ettehıyyatü'de görmekteyiz. Kulun Cenâb-ı Hakk’a karşı kulluk ifadeleri olan ‘ibâdetler, dualar ve bütün tesbihâtlar sanadır ya Rabbim’ diyerek acziyetini, kulluğun gereği olan saygı ve hürmetini bildirmesi ve Cenâb-ı Hakk’ın kulunun dilinden, memnuniyet ifadesi olan, ‘Selâmım, selâmetim, bereketim, mutluluğum senin ve bütün inananların üzerine olsun’ diyerek, kuluna verdiği lütuflar, ihsânlar ve bütün vücûd ülkesindeki melek durumunda kuvvelerinin de, yine kul diliyle Hakk ile kulun karşılıklı konuşmalarına şahitlik yaptıklarını ve selamete çıktığını, kurtuluşa erdiğini görüyoruz.

Bizler işte böyle bir irfâniyet ve zevk ile yaşamak için melamî olduk. Çünkü melamîler Hakk’ın varlığı ile var olduğunu şühûd ve müşâhede ile zevk edip gönül âleminde, O’ndan başkasını bırakmazlar. Yoksa, kendim ayrı Hakk ayrı olarak, ikilikle ömür müddetince yapacağım ibâdetler, adedî zikir ve hatimler, O’nda O olmayı bir türlü sağlamaz. Allah’a yaptığımız ibâdetlerin mükâfatını dünyada ve âhirette değil de, yalnız Âhirette diyerek veresiye, Rabbimle yaptığım alışverişlerimiz de bizleri mutmain etmez.”Bu gün ibâdetlerini yap mükâfatını âhirette göreceksin” sözleri, ayrıca, mânâsını idrâk etmeden yüzlerce, binlerce esmâların çekimi, bizlerde, hiçbir hicabımızın açılmasını sağlamadığı gibi, kambur üzerine kambur yaratmıştır.

Hiçbir gün îmân ağacımın gövdesi değil, dalları değil hiç olmazsa yaprağı olduğumu bile zevk etmek mümkün olmadı. Halbuki Kur’ân ifadesiyle Âdemiyet bu îmân ağacının meyveleri, zübdesi yani özü ise Resûlullah efendimiz olduğunu görüyoruz. Cevizin yeşil kabuğu ile ömür müddetince oyalanmayı kendime zûl addettiğim için, her nefeste Cenâb-ı Hakk’la beraber olmak, O’nun bana şah damarımdan daha yakın oluşunu idrâk ederek onunla dâima alışveriş yapmam beni melamî etmiştir. Bazı kişiler, nasıl Allah’ı zanda, hayâlde veya akıllarında bir ilâh yaratarak ibâdet ediyorlarsa, âhiret hakkında yeterli bilgisi olmayanlar da zanlarında ve hayâllerinde bir âhiret, Cennet ve Cehennem yaratmaktadırlar. Şuara Sûresi 213. âyette “Bundan dolayı sakın, Allah ile beraber başka ilâhlara ibâdet etmeyiniz” buyrulmaktadır. Hem kendilerindeki can içindeki Canândan haberi olmayanlar hem de zerreden küreye kadar Zâtını ilâneden Cenâb-ı Hakk’tan habersiz olanlar, maalesef, taklîdi ibâdetlerden öteye geçemeyecekleri için hüsranda olacaklarını bu âyetlerden anlamaktayız. Allah inanan bütün kardeşlerimin yardımcısı olsun.


Yüklə 1,6 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   54   55   56   57   58   59   60   61   ...   83




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin