Muhabbetname


NAMAZDA ALLAH’LA NASIL KONUŞULUR



Yüklə 1,6 Mb.
səhifə55/83
tarix12.08.2018
ölçüsü1,6 Mb.
#69835
1   ...   51   52   53   54   55   56   57   58   ...   83

NAMAZDA ALLAH’LA NASIL KONUŞULUR


Namaz mü’minin mi’racıdır. Mi’rac ise Hakk ile konuşmaktır. Bir mü’min namazında Hakk’la nasıl konuşur. Zâten namazında Hakk’la konuşmayan ve konuştuğunu bilmeyen namaz kılmamıştır. ‘Allahü ekber’ tekbiriyle namaza başladığımızda evvelâ ‘Sübhaneke'yi okumaktayız. Bunu okumaktaki gâyemiz kendi varlığımızı yok ederek Hakk’ın varlığını zevk etmektir. Ondan sonra okuduğumuz yarısı Hakk’a, yarısı da halka ait tecellîlerin ifadesi olan Fâtiha-i Şerîfte, mü’minlerin canlı bir Fâtiha olduğu anlaşılmaktadır. Ayakta durma idraki bizlere fiilerin fâilinin Hakk olduğunu bildirmektedir. Fakat fiilerin vücûdu olmadığından nereden tecellî ettiğini anlamak için tecellî ettiği sıfatlara nazar ediyoruz. Gördüklerimizle bütün sıfatlardan fiilerin tecellî ettiğini, hiçbir sıfatın kendine ait bir gücünün, kudretinin, duymasının, görmesinin, bütün mevsûf sıfatlarının olmadığını, yalnız mevsûf sıfatların sahibinin Allah olduğunun şühûd ve müşâhedesi ile rükûda “Sübhâne Rabbiyel azîm” diyoruz. Yani “Rabbim, bu gördüğüm noksan sıfatlardan münezzeh, azîm olandır.” diyoruz. Üç defa demekteki gâyemiz Allah’ın bu mukayyed olan Âdem veya âlemdeki ef’âl, sıfat ve Vücûdullah olan üç tecellîsine binâendir. Allah da kulun dilinden “Semi Allahülimen hamide” “Kulumun hamdini işittim” diyor. Kul kıyama kalkarak “Rabbena lekel hamd” “Hamd yalnız Rabbime mahsustur” diyerek Hakk’ın sözüne cevap veriyor. Görüldüğü gibi Hakk ve halk kuldan tecellî ediyor. Yine üç defa “Sübhâne Rabbiyel alâ” “Noksan sıfatlardan münezzeh olan Rabbim en alâdır, yücedir” diyoruz. Ne gördük de bunu diyoruz. Çünkü kıyamda fiilerin fâilinin Allah olduğunu, rükûda sıfatlardan tecellî eden mevsûfun O olduğunu, secde de bunların vücûddan tecellîsini müşâhede ederek Vücûdullahtan başkasının olmadığını görüp zevk ederek yüceliğini ifade ediyoruz. İkinci rek’atta oturunca da ‘Ettehiyyatü’yü okuyarak namaz içindeki Rabbiyle karşılıklı konuşmanın özetini tekrar yapıyoruz. Evvelâ kul ‘İbâdetler, dualar ve bütün tesbihât Sanadır ya Rabbim’ diyerek acziyetini, kulluğun gereği olan saygı ve hürmetini bildiriyor. Rabbi de ona cevaben ‘Selamım, selâmetim, bereketim, mutluluğum senin ve bütün inananların üzerine olsun’ diye kulun diliyle, kula cevap veriyor. Melekler de bu Yaratan ve yaratılanın konuşmalarına şahit oldukları için “Şehadet ederiz ki Allah tektir, Hz. Muhammed onun kulu ve Resûlüdür” diyorlar.

İşte böylece Mi’racımızda Rabbimizle görüşmüş oluyoruz. Rahmân Sûresi 26 ve 27.”Yeryüzünde bulunan her şey fânîdir; Yüce ve iyilik sahibi Rabbinin yüzü bâkidir” âyetlerde de buyrulduğu gibi mülkünde kendisinden başkasının olmadığını, bilinmekliğini murat ettiği için biz sıfatlarını yarattığını ve fiileriyle de bizlerin isti’dâdları nisbetinde tecellî ettiğini her yönüyle bizlere bildirmektedir.

İşte günümüzde her an ve her nefes birliği bozmayan bir ikilikle, Aynı kulakla hakk’ı duyar iken, Hakkın da aynı kulakla halkı duyduğunu, Aynı gözle Hakk’ı görür iken Hakk’ın da Aynı gözle Halk’ı gördüğünü yani sıfatlarını seyreylediğini, ve yine aynı dille Namazda olduğu gibi rukuda, Hamdi rabbımıza yapar iken “aynı dille hakk’a hamd eder iken” ve yine aynı dille doğrulur iken, işittim kulumun hamdini diyerek Rabbımızın işittim dediği dilin aynı olduğunu bu vucut ülkemizde görmemiz ve daim seyrininde Namaz oluşunun zevkiyle Daim namazda olmuş oluruz. Allah cümle kardeşlerimize Salat-ı daimun olan daim namazı, daimi seyri nasib eylesin. Amin.

NAMAZDA KOLAYLIK


Kur’ân-ı Kerîm’de üç türlü namazdan bahsedilmektedir:

Salât-ı Vukuta (yani vakitlerle ilgili)

Salât-ı Vusta (kalb namazı, orta namaz)

Salât-ı Dâimûn (dâimî olarak Hakk’tan başka görmemektir)

Vakitlerle ilgili namazımızı câmiye gitme imkânımız var ise elbette cemâatle kılmalıyız. Câmiye gitme imkânımız yoksa evimizde veya işyerimizde de kılabiliriz. Fakat çalıştığımız yerde bu imkânların hiçbiri yoksa kendimizi zorlamaya gerek yoktur. İmkân nisbetinde öğle ile ikindiyi cem ederiz. Akşam ile yatsı namazlarını da yalnız farzlarını kılmak sûretiyle cem edebiliriz. Uzun bir yolculuk veya yirmidört saat nöbet gibi iki vaktin dışına çıkacak bir zaman içersinde namazımızı ta’dîl-i erkânla veya cem ederek kılamıyorsak yalnız farzlarını îmâ ile yâni akıl nimetiyle kılabiliriz.

Allah bize namaz kılacak bir imkân tanımamışsa biz Allah’tan daha üstün bir imkâna mı sahibiz de onu yaratmaya kalkışıyoruz.”Dinde kolaylaştırıcı olunuz. Zorlaştırıcı olmayınız.” Hadis-i Şerifinde ve Âl-i İmrân Sûresi 191.”Onlar ki, gerek ayakta, gerek otururken ve gerekse yanları üzerinde yatarken Allah'ı anarlar; göklerin ve yerin yaratılışı hakkında inceden inceye düşünenler "Ey Rabbimiz, sen bunu boşuna yaratmadın, seni bütün eksiklerden tenzih ederiz; o halde bizi o ateş azâbından koru” âyetinde “Onlar ayakta iken, otururken ve yatarken Allah’ı zikrederler.” Yani namaz kılarlar. Onun için dinde zorlama yoktur. İmkânımız neye elveriyorsa ona göre hareket etmemiz gereklidir.

Namaz nedir. Namaz mü’minin mi’racıdır. Mi’rac nedir. Mi’rac Allah’la beraber olmak ve konuşmaktır. Bizler her varlıkta Allah’ın tecellîlerini görüyorsak yalnız câmide değil her zaman ve her yerde O’nunla konuşma imkânına sahibiz demektir. Doktor veya hemşire bir kardeşimiz günümüzdeki yasaklamalar nedeniyle kollarını sıvayarak lavaboda abdest alma imkânı bulamıyorsa, seccadeyi serip kıyam, rükû ve secde etme imkânı yoksa, bu kardeşlerimiz îmâ ile abdest alıp îmâ ile namaz kılabilirler. Her ne kadar şerîat-ı evvelde namazın kazâsı vardır ama, şerîat-ı sânî olan hakîkatte namazın kazâsı yoktur. Şerîat-ı evvel zevkinde olan kardeşlerimiz namazlarını kazâ da yapabilirler.

Zâhir imkânlara sahip olmayan bir mü’min, bâtın diye vasıflandırdığımız kalben Allah’la konuşmayı terk etmemelidir. İmkânı olduğunda zâhir ve bâtınını birleyerek her ikisini de yapabilir. Bâtın Hakk’la beraber olmak her zaman ve her durumda mevcuttur. Fakat günümüzün koşullarına göre zâhiri ibâdet imkânlarımız zaman zaman engellenebilir. İmkân mevcûd olmayabilir. Çalıştığımız yerin durumuna göre bizlere gerici, yobaz gibi tabirler kullanılabilirler. İşte böyle yasaklamalarla karşılaştığımızda ibâdetleri terk etmek değil, onlarla sürtüşmek değil, zâhirini terk ederek, bâtına geçip gönlümüzden bağları sağlamlaştırmak en çıkar yoldur. Zira İslamiyette zorda kalınca, haram olan leş yemek bile helal olur. Ayrıca Allah bizlerin sûretlerimize, amellerimize bakmaz. Kalb ve niyetimize bakar. Şu halde cem etme imkânımız varsa evvelâ öğlenin yalnız farzını sonra da ikindinin farzını arka arkaya kılabiliriz. Evvelâ akşamın farzını sonra da yatsının farzını kılar, cem edebiliriz.

Namazlarımızı vaktinde geçirmeden mutlaka kılmalıyız. Kazâya bırakmak olmaz. Çünkü kazâ namazı avâm içindir. Tevhîd ehli namazlarını kazâya bırakmaz. Mutlaka vaktinde kılar. Kılamadıysa hem zamanında vakti geçmeden îmâ ile onu kılar hem de imkânı olunca evinde cem eder. İnsanların Cehennem’i cahilliği, Cennet’i ise irfâniyet ve zevkidir. İşte bu kâideleri bilmeyenler ‘zamanında namazımı kılamadım diye’ dâima azâb içindedirler. Allah ümmet-i Muhammed’i bu azâblardan bir an evvel kurtarsın. Âmin.


Yüklə 1,6 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   51   52   53   54   55   56   57   58   ...   83




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin