Muhabbetname



Yüklə 1,6 Mb.
səhifə81/83
tarix12.08.2018
ölçüsü1,6 Mb.
#69835
1   ...   75   76   77   78   79   80   81   82   83

VEL ASR SÛRESİ


Cenâb-ı Allah asra yemin ederek insanın hüsranda olduğunu bildiriyor. Yüz yıla bir ‘asr’ denir. Resûlullah Efendimiz bir hadislerinde “Dehre küfretmeyiniz. Çünkü Dehr Allah’tır.” buyurmuşlardır. Dehr zaman demektir. Zaman ise Allah’tır. Bu nasıl olur. Senelerde aylar, aylarda günler, günlerde saatler, saatlerde dakikalar, dakikalarda saniyeler, saniyelerde saliseler, saliselerde de ‘an’ vardır. Kesret âlemindeki mesâfelere ‘zaman’, mesâfesiz olan Vahdet âlemine de “an” denilir. O da Allah’tır. Bu saydığımız bütün tecellîlerin ef’âl ve sıfat zuhûrâtına mazhar olan zât ise yüz yılda bir gelen ‘müceddit’tir. Yâni yenileyicidir. İşte ona îmân edip bu Âdem ve âlemdeki Cenâb-ı Hakk’ın tecellîlerini göremeyenler zarardadırlar.

Çünkü âyet-i kerîmede “İnsanlar hüsrandadır. Yalnız îmân edip sâlih amel işleyenler, Hakk’ı ve sabrı tavsiye edenler müstesna” buyrulmuştur. İşte bu yüz yılda bir gelen müceddit, Zâtiyyun velîyyullah olması nedeniyle Allah’ın bu mukayyed olan âlemde canlı bir Kur’ân’dır. Ancak ona inanmak ve ondan Tevhîd tahsili yapmakla kişi sâlih amel işlemiş olur. Sâlih amel ise ihlâs, katkısız, saf, temiz amel demektir. O İnsan-ı Kâmil’e inanmayanlar bunu elde edemezler. Çünkü Allah, senelerden an’a kadar sergilediği bütün ef’âl ve sıfat tecellîlerini bir ağacın bütün yaprak, dal ve gövdesinin yekûn sırlarını çekirdekte cem ettiği gibi ef’âl ve sıfat tecellîlerinin bütün kemâlât sırlarını Zâtiyyun velî olan o İnsan-ı Kâmil’de cem etmiştir.

İşte bu tecellîlerden habersiz olanlar hep hüsrandadır. Yalnız ona îmân edip kendi diye bildiği varlığın Hakk’ın varlığı olduğunu anladığında sâlih amellere kavuşmuş olacaktır. İşte bunlar müstesna olanlardır. Elbette ilm-el yakînlikleri nedeniyle Hakk ve hakîkata vâkıf olduklarından hem Hakk’ı tavsiye ederler, hem de sabrı tavsiye ederler. Çünkü onlar Fenâfillâh oluncaya kadar gayriyetten kurtulup Hakk’ın tecellîsinden başka tecellî göremeyecek hâle gelmişlerdir. Hakk’ı tavsiye etmek budur. Bunlar sabrı da tavsiye ederler. Zira bu sâliklerin Bekâbillâh olduklarında Cenâb-ı Hakk’ın her an ayrı bir şe’nde tecellîsine sabretmek çok ama çok zordur. Her babayiğidin harcı değildir. Onun için sabrı da tavsiye ederler. Sabır iki çeşittir:

1- Başkalarından gelen her türlü kötülüklere tahammül etmek,

2- Mülkünde Hakk’tan gayri kalmayınca her an nereden ve nasıl bir tecellî ile karşılaşacağını bilmediği için sabrederek gaflete düşmeme hâlidir ki bu da çok zordur.

İşte yüz yılda bir gelen müceddit yani yenileyici İnsan-ı Kâmil’e inananlar ondan gördükleri Tevhîd tahsili sonucu zâten sıfatlarından fiilleriyle tecellî edişini bilirler ve bu da sâbit olan Hakk’tır. Onun için Vahdet deryasından tecellîlerinin hepsinin Hakk’ın bir zuhûru olduğunu öğretirler. Zira Hakk’a vuslat kolaydır. Fakat Bekâda Hakk üzere kullukta sabretmek çok zordur. Bu sûre üç âyetten ibarettir. Zira Allah’ın üç yüzü olan ef’âl, sıfat, Zât yüzlerinin kemâlâtını sergilemekte, bunlara vâkıf olanlar kurtulanlar, vâkıf olmayanlar ise hüsranda kalanlardır buyrulmaktadır.

ZÂTİYYUN VE SIFATIYYÜN VELÎ NE DEMEKTİR


Velî, Allah’ın dostu, sevgili kulu, Allah’ın velâyetine sahip olan kemâlât esmâsıdır. Allah’ın bir adı da El-Vely’dir. Velilik mertebeleri her ne kadar çoksa da genelde üç türlü velîlik mertebesi vardır:

1- Zâtiyyun Veliler

2- Sıfatıyyun Veliler

3- Ef’âliyyun Velilerdir

Zâtiyyun velîler kendi varlıklarını Hakk’ın varlığında yok ettikten sonra Hakk’ın varlığı ile varlıklanarak zerreden kürreye kadar her varlığında kendi tecellîsini gören ve zevk eden evliyaullahtır. Nokta sırrına vâkıftırlar. Üst üste konulduğunda yedi noktadan bir ‘elif’ harfi meydana gelir. Elif harfi de çeşitli şekillere bürünerek Kur’ân-ı Kerîm’deki yirmisekiz harfi meydana getirmektedir. Zâtiyyun veliler bu kâinatta nokta olan o İnsan-ı Kâmil’in her varlıkta tecellî ettiğini görür ve yirmisekiz mertebede zuhûrâtını zevk ederler.

Sıfatiyyun veliler ise Allah’ın bütün varlıklarda tecellî ettiğini bilir ve görürler. ‘Her zuhûrât O’ndandır. ’ derler. Bir tecellî eden bir de tecellî olunan vardır. Onun için Sıfâtiyyûndurlar. İlimde kendi varlıklarını Hakk’ın varlığı yanında bir tecellî mazharı bilirler. Tecellî eden kendi olduğu zevkine sahip olmamışlardır. Her şey O’ndandır derler. O’dur diyemezler.

Ef’âliyyun velilerde bu kesret âleminde esmâ ve fiillerin vâkıfıyeti mevcuttur. Her tecellînin Allah’ın âyetleri olduğunu, şerîat hükümlerinde aşırı hassasiyet göstermeleri mevcuttur. Allah’ın fiil ve işlerinin her tecellîsine boyun eğmiş kimselerdir.

Bu saydığımız veliler de irşâdda görevli olanlar ve idârî bölümde olanlar diye ikiye ayrılırlar. İrşadla görevli olanlara Mürşid-i Kâmil denilmektedir. Bunların da kendi içinde irşâdla görevli her mertebede Mürşîdleri vardır. Bir de Mürşid-i Kâmil dediğimiz can Mürşîdleri vardır. Bunlar Resûlullah efendimizin nübüvvet vârisidirler. İdari bölümde olanlar ise irşâdla görevli değillerdir. Onlar “Gök kubbemin altında Benim nice sevgili kullarım vardır ki onları Benden başka kimse bilmez.” Hadis-i Kudsîsi gereğince bilinmezler. Bunlarda velâyet hâli gâlib geldiği için irşâdla görevli değillerdir.

Bizler Allah’ı seviyor muyuz. Allah da bizi seviyor mu. Bunların belirtisi nedir. diye sorduğumuzda Allah’ı sevmemiz, bizim Hakk’ın varlığında yok olmamızla mümkündür. Yani kişi Fenâfillâh olmasıyla Allah’ı sevmiş olabilir. Allah ‘Bu varlıklar benimdir. ’ diyor. Sen de ‘Benimdir. ’ dersen ihtilâfa girmiş olmaz mısın. Sevgilin için canını ver ki sana canân ihsân etsin.

Allah da seni sevdiyse senin bütün sıfatlarından kemâlâtıyla zuhûra gelir ki canını vermenin karşılığında canân almış olursun.



ZEKÂT NASIL VERİLMELİDİR


Zekât temizlenme ve arttırma anlamına gelmektedir. Zekât Kur’ân-ı Kerîm’de âyetlerle farz kılınmıştır. Zâhirinde mallarımızın kırkta birini fakirlere vermemiz, bâtınında da nefsimizi temizleyerek, nisbîyetlerden kurtulmamız emredilmiştir.

İslamiyette 96 gr. altını veya karşılığında parası olan kişi zengin sayılmaktadır. Kendi yiyeceğinden başka bu 96 gr. altın veya karşılığı paranın, üzerinden bir sene geçtikten sonra o mevcut mal ve paranın zekâtı verilmelidir. Fakat her sene verilmiş olan mal veya paranın zekâtı ise verilmeyecektir. Çünkü zekât malın kirini temizler. Siz bir çamaşırınızı yıkayıp dolaba kaldırsanız giymediğiniz sürece o çamaşırınız kirlenmediği için yıkamazsınız. Aynen bunun gibi bu sene 96 gr. altın veya karşılığı paranın zekâtını verdin. Bu altın veya karşılığı olan paran önümüzdeki sene 196 gr. altın veya para olduysa bunun hepsinin değil yalnız artan 100 gr. altın veya paranın zekâtı verilecektir. 96 gr. altının zekâtı zâten daha önceden verilmişti. Bir tüccar elindeki 20 altının zekâtını birinci sene verdi. İkinci seneye bu miktar 25 olduysa bunun artan beş tanesinin zekâtı verilecek kalan yirmisinin zekâtı verilmeyecektir. Bu altınlar hiç artmadıysa yirmide kaldıysa yine onların zekâtları önceden verildiği için tekrar verilmeyecektir. İslâm İlmihâlinde (Ömer Nasuhi Bilmen Sahife 334 zekât bölümü 10. Madde) ‘Zekâta tâbi bir mal, üzerinden bir sene geçtikten sonra artacak olsa, bu artan kısmı -artmazsa verilmeyecek demektir- arttığı günden itibaren üzerinden bir sene geçmedikçe zekâta tâbi olmaz’ diye kayıt vardır. İşte zenginler onun için her sene milyarlar eden mallarının zekâtını vermek isteseler zekâtı da milyarları tuttuğundan o kadar parayı vermeye kıyamadıkları için Allah’a layıkiyle kulluklarını yapamama ezikliği içinde günden güne îmândan uzaklaşıyorlar. Mallarının kirlerini temizleyecek olan zekât fakirlere verilmediği için fakirler de toplumda maddî ihtiyaçlar içerisinde yaşamlarını sürdürüyorlar. Din âlimlerimiz İslâmın emirlerini lâyıkiyle anlatsalar zenginler seve seve mallarının zekâtını verecektir

Bu mevzunun bir de bâtınına bakalım. Kendimizi Allah’tan ayrı olarak düşünüyorsak biz zenginiz demektir. Çünkü bu düşünceye göre bütün varlık bizimdir. Biz yaparız, biz biliriz, biz görürüz ve bizim varlığımız vardır. İşte zengin olarak bu varlığımızı ‘hak sahibine’ verdiğimizde zekât vermiş olmaz mıyız. Ef’âlimizi bu sene verdik, önümüzdeki sene verilmiş olan ef’âl zekâtını tekrar veriyor muyuz. Olmayan şeyin zekâtı olur mu. Tabii ki olmaz. Zekâtı verilen malın zekâtı verilmez. Fakat zekâtını verdik deyip önümüzdeki yıllarda tekrar ef’âli kendimize nisbet edersek işte o zaman zekâtını vermek gerekli olur. Ehl-i Tevhîd fakir olduklarının idrâkiyle zengin olan Allah’ın her an zekât tecellîlerine mazhar olarak mutluluk içindedirler. Bu mânâdaki mutluluk rüzgârlarının zâhirde zengin mazharlardan fakir mazharlara da esmesini engellemeye, yanlış mânâ verişle toplumların huzur ve mutluluğunu bozmaya kimsenin hakkının olmadığını belirtmek isterim. Zâten kimsenin de hakkı yoktur.


Yüklə 1,6 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   75   76   77   78   79   80   81   82   83




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin