Osmanlica lügat



Yüklə 11,57 Mb.
səhifə136/181
tarix17.11.2018
ölçüsü11,57 Mb.
#83297
1   ...   132   133   134   135   136   137   138   139   ...   181

REHBER f. Yol gösteren, kılavuz. (Bak: Mürşid)(...Hem Rabb-ül-Âlemîn, meyve-i âlem olan insana âlemi içine alacak bir vüs'at-ı istidat verdiğinden ve bir ubudiyet-i külliyeye müheyya ettiğinden ve hissiyatça kesrete ve dünyaya mübtelâ olduğundan; bir rehber vasıtasiyle yüzlerini kesretten vahdete, fâniden bâkiye çevirmek istemesine mukabil; en âzami bir derecede, en eblâğ bir surette, Kur'an vasıtasiyle en ahsen bir tarzda rehberlik eden ve risaletin vazifesini en ekmel bir tarzda ifa eden yine bilbedahe O Zâttır... S.)

REHBERÎ Kılavuzluk, rehberlik.

REHBET Fazla korku, yılmak, çekinmek.

REHBETEN Korkup çekinerek, çekingenlikle.

REHC Toz, gubar. * Fitne.

REHD Bastırarak ezme.

REHDEN (C.: Rahâdin) Serçeden büyük bir kuş.

REHEB Korkmak, yılmak. Çekinmek. * Korku, havf.

REHEBUT Çok korkmak.

REHEC Toz.

REHF Keskinleştirmek, bilemek.

REH-GÜZER (Reh-güzâr) : f. Geçilen yol. Yol üstü. Geçit.

REHHAS Kârgir bina yapan.

REHİDE f. Sıkıntı ve dertten kaçmış olan.

REHİN (Rehn-Rehine) Bir şeyin yerine teminat olarak tutulmuş olan şey, rehin edilmiş. * Mevkuf ve mahpus kılmak.

REHK Aradan yetişip yaklaşma. * Yürüme. * şaşa kalma, taaccüb etme, hayrette kalma. * Kötü şeylere düşkünlük.

REHKET Güçsüzlük, kuvvetsizlik, zayıflık.

REHL Sülpük olmak. Kendini salıvermek. * Acı çekmek, muztarib olmak. * Çok uyumaktan yüzü şişip uyuşuk olmak.

REHLET şişkinlik, şişme.

REHMET Yağmur, rahmet.

REHN Sâbit ve dâim olmak. *Devamlı oluş. * Hapsetmek.

REHNEVERD f. Yola çıkan. Yolcu.

REHNÜMA f. Yol gösteren. Kılavuz.

REHNÜMUN Rehberler, yol göstericiler.

REHNÜMUNÎ f. Kılavuzluk, rehberlik.

REHPEYMA f. Yol ölçen.

REHPEYMAYÎ f. Yolculuk.

REHREHE Parlamak.

REHREV f. Yolcu. Yola giden.

REHS Bir şeyi ayakla çiğniyerek ezme.

REHS Kârgir bina yapmak. * Bir nesneyi çok sıkmak.

REHŞ Asmacık.

REHT (C.: Erhüt-Erhât-Erâhit) Cemaat, kalabalık. * Kavim, kabile. * Ondan az olan adamlar. * Göbekle diz arası miktarı deri. (Hayızlı avretler giyerler)

REHV(E) (C.: Rahâ) Yüksek mekân, yüksek yer. * Alçak, çukur yer, (içinde su toplanır) * Mahalle içinde, yağmur suyu ve çeşme suyu akan ark. * Üveyik kuşu. * Arası açılmış ve ayrılmış.

REHVAC Kebabı iyi pişirmek.

REHVECE Sür'atle gitmek.

REHYAB f. Yolunu bulabilen, girebilen.

REHYAT Acizlik. * Zayıflık, süstlük. * Bir dengi birinden ağır etmek.

REHZ Hareket etmek.

REHZEN f. Yol kesen, haydut, eşkiya.

REİM (C.: Arâm) Beyaz geyik.

REİS Baş, başkan.

REİS-İ ÂLEM Âlemin reisi. Hazret-i Muhammed'in (A.S.M.) bir ismi. (Bak: Mefhar-ı Kâinat)

REİS-İ KABİLE Kabile reisi.

REİS-İ VÜKELÂ Vekillerin başı. Başvekil. Başbakan.

REİS-ÜL KÜTTAB Eskiden Hâriciye Nâzırı, Dışişleri Bakanı.

REJİM Fr. Bir devletin sevk ve idare usulü, yolu. * Tıb: Hastanın tedavisinde tatbik edilen gıdalandırma yolu. Perhiz.

REKABET Kıskanmak. * Hıfzetmek. * Gözetmek. * Terakkub üzere olmak, başkalarından ileri geçmeğe çalışmak, benzerleriyle üstünlük yarışına çıkmak. * Kendi işini yürütmeğe çalışmak.

REKAİK (Rakik. C.) İnce ve nâzik olan şeyler.

REKAKET Kekeleme, dil tutukluğu. * Sözün kusurlu oluşu. Belagattan mahrum olmak. * Zayıf ve ince olmak, yufka olmak. * El ile cismin hacmi ve cüssesini anlamak için yoklamak. * Gevşeklik, zayıflık, dermansızlık.

REKAM Birbiri üstüne kat kat yığılmış nesne.

REKANET Vakarlılık, ağırbaşlılık.

REK'AT (Rik'ât) Huzur-u İlâhîde beli eğip yüzü üzeri kapanmak. * Bir kıyam, bir rüku' ve iki secdeden ibaret olan namazın bir rüknü.

REK'AT-I SÂNİYE İkinci rekât.

REK'AT-I ULÂ Birinci rekât.

REK'ATEYN İki rekât.

REKB Atlılar alayı, süvari takımı. * Diz ile vurmak. Dizi vurmak.

REKD Kımıldamamak, durgun olmak.

REKEAT (Rek'at. C.) Rekâtlar.

REKEB (C.: Erkâb) Kasığın kıl bittiği yeri.

REKİK Dili tutuk, kusurlu, peltek. * Rey ve idraki zayıf olan. * Gayret ve namusu olmayan. * Zayıf, kuvvetsiz.

REKİK-ÜL LİSÂN Dili tutuk. Peltek. Kekeme.

REKİN Yüce, yüksek, âli. * Ağırbaşlı, ciddi, vakarlı.

REKİZ (Rekz. den) Sağlam. * Gizli, gömülü define.

REKK İlzâm etmek, susturmak. * Birbiri üstüne bırakmak.

REKL Ayağıyla vurmak.

REKM Biriktirme, yığma.

REKME Cem'olmuş, toplanmış. * Yön, cânip. * Parça, cüz'.

REKN Meyletmek, yönelmek, eğilmek.

REKS (Rekkese) Geri döndürmek, çevirmek, tepesi aşağı etmek.

REKTÖR Fr. Üniversitenin başkanı.

REKU' Sâkin olmak. * Kesilme.

REKUB Binek hayvanı, binilecek şey.

REKUB Erkeğinin ölümünü bekleyen kadın. * Evlâdı durmayan avret. * Kalabalıktan suya yaklaşamıyan deve.

REKUD Uyumuş.

REKVE (C.: Rukâ-Rekavât) İbrik.

REKYE (C.: Rekâyâ-Rekâ) Örülmemiş kuyu.

REKZ Dikme, yere saplayıp sabit kılma.

REKZ-İ ALEM Bayrağı bir yere dikme.

REKZ-İ HİYÂM Çadır kurma.

REKZ Harıl harıl ayak ile tepmek. Hayvana tekme ile vurmak. Kakıvermek. * Kaçmak. Seğirtmek, koşmak. * Hicret. Gaza.

RE'L (C.: Riâl-Ri'lân-Er'ul) Deve kuşu yavrusunun erkeği.

REM f. Titreme. * Ürkme. * Sürü.

REMA Bir yerde ikamet eylemek. * Ziyade olmak. * Riba, faiz. * Bir haberi zan ile anlayıp idrak etmek.

REMAD Kül. (Bak: Ramad)

REMADET İnsan veya hayvan kırımı.

REMAK Bedende ruhun bakiyyesi. * Koyun sürüsü.

REMAN (Remen) f. Sürü. * Ürken, ürkücü.

REMAS Göz pınarında toplanan çapak.

REMAZ Güneşin harâretinin çoğalması.

REMAZE Oturak yeri. * Zina eden kadın.

REMD Helâk olmak. * Gözün çapaklanması. Göz hastalığı.

REME Ürkek, ürken. * İyi nesne.

REMED Gözün ağrıması, göz kapağı iltihabı.

REMEKE (C.: Rimâk-Ramek-Ramekât-Ermâk) Kısrak.

REMEL (C.: Ermâl) Yelmek. * Yağmurun az yağması. * Vahşi sığırın ayağında olan hatlar.

REMENDE f. Ürkek, ürkücü.

REMES (C.: Ermâs) Denizde üzerine binilen sal. * Kalan süt artığı.

REMG Bâtıl etmek. * Baş yarmak.

REMGERDE f. Titremiş. * Ürkek, ürkmüş.

REMH Süngü ile vurmak. * Tekme vurmak.

REMİ (C.: Ermiye) Yağmuru iri olan ve yere şiddetle inen bulut.

REMİDE f. Ürkmüş, korkmuş, çekingen.

REMİM f. Kemiğin çürümesi. Çürük.

REMİYYE Bir nesne ile atılmış olan av.

REMK Durmak, ikâmet. * Boz renk.

REML (Remil) Kum falı, bir takım nokta ve çizgilerle fala bakmak oyunu. * Filistin'de bir kasaba.

REMLA' Ayakları siyah, diğer tarafları beyaz olan dişi koyun.

REMLÎ (Şihâbüddin Remlî) (Mi: 1371-1440) Filistin'in Reml kasabasında doğmuş, Şeyhülislâm'dır. Mecmuat-ul Ahzab'da namı Kutb-ül Ârifîn diye geçer. Kimya-yı Saadet namında salâvatları ile meşhurdur. Fıkh ve tevhide, tasavvufa dair manzumeleri vardır. " İmam-ı Remlî" diye anılır.

REMM Islah etmek, düzeltmek. * Yemek, ekletmek.

REMMA' Beyaz tenli kadın.

REMMAA Oturak yeri. * Çocukların başındaki oynak yer.

REMMAH Mızrakçı, süngücü.

REMMAZ (Remz. den) İşaretlerle konuşan.

REMRAM Bir ağaç cinsi. * Yazın biten bir ot.

REMS (C.: Rumus) Mezar, kabir.

REMS Sürtme odunu. * El ile meshetmek. * Islah etmek, düzeltmek.

REMY Atma. Tüfek atma.

REMZ İşaret. İşaretle anlatmak. * Güç anlaşılır. * Gizli ve kapalı söyleme.

REMZA' Güneşin tesiriyle kızmış taş.

REMZEN İşaretle. Remz olarak.

REMZÎ İşarete ait, işaretle alâkalı.

REMZŞİNAS f. Bir maksad anlatan şekil, resim vb. * Gizli ve kapalı olarak anlatılan şeyleri ve işaretleri bilen.

RENA Nazar olunan, bakılan.

RENAK Mastar. * Suyun bulanık olması. * Kederli olmak, mükedder olmak.

RENANET İnleme.

RENC f. Sıkıntı, zahmet, eziyet. * Ağrı, sızı. * Öfke, gazab, hışım.

RENC-BER f. (Renc; sıkıntı, zahmet. Ber; çeken) Tarla ve bahçede yahut başka işlerde kazmak veya taş, toprak taşımak gibi işlerde çalıştırılan gündelikçi. Amele, ırgat. * Çiftçi.

RENCİDE f. İncinmiş, kırılmış.

RENCİDEGÎ f. İncinip hatırı kırılmış olma. * Dertlilik, kederlilik.

RENCİDEHÂTIR f. Gücenmiş, hatırı kırılmış.

RENCİŞ f. Sızlanış, inciniş, eziyet ve sıkıntı veriş. Keder.

RENCUR f. İncinmiş. Sıkıntılı, rahatsız, dertli, hasta.

RENCURÎ f. Dertlilik, rahatsızlık, hastalık. İncinmiş olma.

REND Mersin ve defne ağaçları.

RENDE f. Tahtaların yüzlerini pürüzlerden kurtarıp dümdüz etmek için marangozların kullandıkları âlet. * Mutfakta peynir, soğan, havuç gibi şeyleri ufalamak için kullanılan tenekeden veya ona benzer maddelerden yapılan âlet.

RENDELEMEK Pürüzlerini gidermek. Rende ile düzlemek, pürüzlü yerlerini kazımak. Rende ile ufalamak.

RENDİDE f. Rendelenmiş, ufalanmış.

RENEM Avaz, ses, savt. * Ayrılmak.

RENEVNA Dâim sâkin olmak, devamlı durmak.

RENF (Davar) zayıflığından kulaklarını sarkıtmak.

RENG f. Renk, levn. * Suret, şekil. * Oyun, hile, dalavere.

RENG-AMİZ f. Renk renk, çeşitli renkli.

RENGÂRENG f. Renkli, çeşit çeşit.

RENG-AVER f. Dalavereci, hilekâr.

RENGİN f. Renkli, boyalı. Parlak. Hoş. Süslü. Mülevven. Lâtif.

RENG Ü BU Renk ve koku.

RENİM Türkü söylemek.

RENİN Bağırma, haykırma. * İnleme, inilti.

RENK Bulanık su.

RENNA' Devamlı kadınlara bakan kimse.

RENNAN Çok ses çıkaran, inleyip duran. Çınlıyan.

RENNE (RİNNE) Avaz, ses, savt.

RENV Bakma hususunda mübâlağa etmek.

RE'REE Gözü tez tez döndürmek. * Koyun çağırmak.

RES f. (Residen: Erişmek mastarının emir köküdür.) "Ulaşan, erişen, yetişen" mânasına gelir ve birleşik kelimeler yapılır.

RE'S Baş, kafa. * Tepe. Uç. * Başlangıç. * Reis.

RE'S-ÜL MAL Ana para, sermaye, kapital. * İnsanın ömrü. Hayat.

RESA f. Yetişen, erişen. Yetiştiren.

RESA' Tatlı sütü ekşi yoğurtla karıştırmak. (O yapılan yemeğe "resise" derler.)

RESA' Şiddetli hırs.

RE'SA Başı ve yüzü siyah olan koyun.

RESAE Ölünün üzerine ağlayıp, onun iyiliklerini saymak.

RESAG Devenin ayaklarında olan gevşeklik.

RESAİL (Risale. C.) Risaleler, bir mevzuda yazılan mektuplar veya küçük kitaplar. * Dergiler, mecmualar.

RESAİL-ÜN NUR Nur Risaleleri. (Bak: Risale-i Nur)

RESALET Saçı salıverme. * Deveyi eşkin yürütme. (Bak: Risalet)

RESAN f. (Residen mastarından) "Yetişenler, ulaşanlar, getirenler" mânalarına gelerek birleşik kelimeler yapılır.

RESAN Ulaştırı yağan yağmur.

RESANE f. Teessüf. * Hasret.

RESANEHÂR f. Hasret çekici.

RESANENDE f. Ulaştırıcı, getirici.

RESANET (Bak: Rasanet)

RESAS (Bak: Rasas)

RESASET Eskilik, köhnelik. Yıpranmış olma.

RESATİK (Rustâk. C.) Köyler, çiftlikler.

RESD Eşyaları birbiri üstüne yığmak.

RESED f. Lâyık, şâyan, şâyeste.

RESED Ev eşyası.

RESEL (C.: Ersâl) Deve ve koyun sürüsü. Topluluk, cemaat.

RESEM Atın üst dudağında olan beyazlık.

RE'SEN Kendi başına, bizzat. * Kimseye danışmadan. Müstakil olarak. * Doğrudan doğruya.

RESEN (C.: Ersân) Atı veya davarı ip ile bağlamak. * İp, halat, urgan.

RESENBAZ f. İple oynayan. İp cambazı.

RESENBEND f. Halat atmış, halatla bağlı.

RESF (RESFÂN) Ayağı köstekli gibi yürümek.

RESH Bir şeyin, yerin sabit olması.

RESH Âcizlik, zayıflık. * Uyluk etleri az olmak.

RESİBE (C.: Rasibât) Dizlerde ve mafsallarda olan hastalık.

RESİDE f. Erişmiş, ulaşmış, yetişmiş.

RESİDE-İ HİTÂM Sona ermiş, hitâm bulmuş, bitmiş.

RESİF Su yüzüne kadar gelen sıralanmış kayalar.

RESİL (C.: Rüsül - Rüselâ) Elçi.

RESİM Bir çeşit deve yürüyüşü.

RESİS Yaralı, mecruh. * Köhne, eski. Eskimiş, yıpranmış.

RESİS Sâbit, devamlı. * Bakıyye, artık. * Akıllı, zeki kimse. * Sahih olmayan haber. * Aşk-ı muhabbetin ibtidası. * Hastalık başlangıcı.

RESİYY Hayır veya şerde musırrâne direnen. * Çatıyı ayakta tutan direk.

RESL Kıvırcık olmayan saç.

RESM (Resim) Yazma, çizme, desen. * Eser, iz, nişan, alâmet. * Suret. * Tertib. Tarz, üslub. * Fotoğraf resmi. * Âdet, usul, tavır, davranış. * Alay, merâsim. * Man: Bir şeyi başkalarından ayırdeden tarif.

RESM-İ GEÇİT Askerî bir kıt'anın yahut bir mektebin talebelerinin gösteri mahiyetinde geçişi. Geçit resmi.

RESM-İ GÜMRÜK Gümrük vergisi.

RESM-İ KADİM Eski usûl.

RESM-İ KÜŞAD Yeni yapılan mekteb, fabrika, kışla, hükümet konağı, demiryolu vs. gibi şeylerin umuma açılışı yerinde kullanılan bir tâbirdir. Yeni tabirde " Açılış töreni" demektir.

RESMEN Devlet namına, resmî olarak, devlet tarafından. * Kat'i olarak anlaşıldığına göre. * İsteye isteye. Bile bile. * Görünüşte, âdet yerini bulsun diye. Nezaket icabı olarak.

RESMÎ Devlet adına veya devlet tarafından. * Ciddi. Çok sert. * Resme, yazıya, çizgiye ait. Resme dair.

RESMİYÂT Resmî olan işler.

RESMİYET Resmîlik. Resmî olmaklık.

RESS Taşla yapılmış, taşla örülmüş kuyu. * Semud taifesinden kalmış bir kuyunun adı. * Maden. * Dere. * İnsanlar arasında ıslah ve ifsad etmek.

RESSE (C.: Rises-Risâs) Eski ve çürümüş, köhne. * Ev eşyasından eskiyip atılanı.

RESSAM Resim yapan, resim çizen.

RESSE Avcıların gizleneceği yer. * Hastalığın başkasına bulaşması.

RESTE (C.: Restegân) f. Kurtulmuş.

RESTEGÂN (Reste. C.) f. Kurtulmuş olanlar.Restgâr : f. Kurtulan.

RESTGÂRÎ f. Kurtulma, necat.

RESTORASYON Fr. Tarihî eserlerin aslına uygun tarzda tamiri.

RESÜL Peygamber. Yeni bir kitap ve yeni bir şeriat ile bir ümmete veya bütün beşeriyete Allah tarafından Peygamber olarak gönderilmiş olan zât. Mürsel de denir. Yeni bir kitap ve şeriatla gelmeyip kendinden evvelki Resülün getirdiği kitap ve şeriatı devam ettirirse, ona Nebi denir. * Haberci. * Huk: Tasarrufta hakkı olmaksızın, birisinin sözünü olduğu gibi bir başkasına bildiren kimse. * Elçi.

RESÜL-İ EKREM (A.S.M.) (Bak: Muhammed (A.S.M.)

RESÜL-ÜL MELÂHİM Resül-i Ekrem'in (A.S.M.) bir ismidir. Cenk ve muharebe ile de vazifeli olduğundan ümmeti ve kendisi din için, dinin ihyası uğrunda büyük muharebelere mükellef olduğundan bu isim ile de yâd edilmiştir.

RESÜL-ÜR RAHAT Resül-i Ekrem'in (A.S.M.) bir ismidir. Kendisine tâbi olup onun getirdiği hakikatları tasdik ve iman ile insanlar büyük nimetlere ve rahatlara mazhar olduklarından kendisine bu isim verilmiştir. Ve kendisi buyurmuştur ki: "Ben dinin doğruluğu ve kolaylığı için peygamber gönderildim." ... İnsanlara en büyük selâmeti ve rahatı bahş eden Resül-i Ekrem'in (A.S.M.) getirdiği İlâhî hakikatlar, beşeriyeti Cemalullâh'a ulaştırır ve en büyük rahata kavuşturur. (D.H.)

RESÜL-ÜR RAHMET Peygamberimize (A.S.M.) verilen bir isim. Çünkü bütün âlemlere rahmet olarak gönderilmiştir. Rahmeten lil-âlemîn'dir.

RE'S-ÜL MAL Ana para, sermâye, kapital. * İnsan ömrü, hayat.

RESÜLULLAH Allah'ın (C.C.) gönderdiği Peygamber. Hazret-i Muhammed'in (A.S.M.) bir ismi.

RESVE (C.: Rasa) Kadınların kollarına boncuktan veya inciden yaptıkları kolbağı.

RESY Sâbit olmak, devamlı olmak.

RESYE Romatizma.

REŞA' Yürüyebilen geyik yavrusu.

REŞAD Hak yolda yürümek. Doğru yolda olmak. Doğru yolu bulup ondan sapmamak. * Aklın kuvvetli olması.

REŞAD-PENAH Reşada sebep olan. Kurtuluşa sebep.

REŞAHAT (Reşehât) (Reşha. C.) Reşhalar. Sızıntılar, serpintiler.

REŞAHAT-İ İHTİYAR İstekle yapılma alâmetleri. İhtiyar sızıntısı, yâni bir irade ve tercih ile yapıldığını gösteren alâmetler.

REŞAHAT-İ KALEM Kalem sızıntısı, kalemden dökülen fikirler, yazılar.

REŞAK Helâk etmek. * Atmak.

REŞAKAT Bel inceliği. * Davranma ve kımıldanıştaki incelik ve hoşluk.

REŞAŞ (Reşâşe) Serpinti ve toz gibi ince yağmur.

REŞAŞAT Su sızıntıları, serpintiler.

REŞAŞET Su serpintisi. * Emmek, emerek içmek.

REŞAT (Bak: Reşad)

REŞED Hayır. Rahmet. Hidayet.

REŞEHAT (Reşha. C.) Reşhalar, damlalar, sızıntılar.

REŞEM İlk evvel çıkan ot.

REŞEN Tar: Yeniçeri maaşlarının üçüncü üç aylığı.

REŞF Suyu dudakları ile emmek, emerek içmek.

REŞH Sızma, terleme, sızıntı.

REŞHA Damla, katre. Sızıntı, ter, rutubet, yaşlık.

REŞHAPÂŞ f. Damla saçan.

REŞHARİZ f. Damla döken.

REŞHAYÂB f. Sızıntı bulmuş.

REŞİD(E) Doğru yolda giden, hak yolunda olan. * Akıllı, iyi davranan. Ergin, olgun. * Büluğ çağına girmiş kimse. * Doğru yola sevkeden, hayra delâlet eden. * Fık: Malını muhafaza hususunda aklı eren, istediği gibi meşru yolda sarfedebilen kimse.

REŞİDİYYE Reşid olanla ilgili. * Şeker ve nişasta ile yapılan bir çeşit tatlı.

REŞİH Ter.

REŞİK Boyu, endamı lâtif ve güzel olan.

REŞK Kıskanma. Kıskanmayı uyandıran. Kıskanılmış. Hased ve gıpta veren.

REŞK-İ ÂLEM Herkesi kıskandıracak kadar üstün durumda olan.

REŞK-ÂVER f. Hasede düşüren, kıskanmayı uyandıran.

REŞK-ENDÂZ f. İmrendirici, gıpta ettirici. Kıskandırıcı.

REŞKİN f. Kıskanç. Kıskanan. Hased eden. Hâsid.

REŞK-SAZ f. Gıpta ettiren, imrendiren.

REŞN (RÜŞÜN) Köpeğin, başını kaba sokması.

REŞRAŞ Kavak ağacı. * Su veya yağ damlayan kebap. * Su saçmak.

REŞREŞ Yumuşak döş kemiği.

REŞŞ Serpmek, püskürtmek. * Serpinti, serpintili yağmur, çisilti.

REŞV Rüşvet almak.

RET' (Rita' - Rütu') Yemek, içmek. Bolluk içinde dilediğini yiyip içmek. * Oynamak.

RETAİM (Retime. C.) Bir şeyi hatırlayabilmek için parmağa bağlanan iplikler.

RETC Kapıyı sürgülemek. Kapının kilitlenmesi.

RETEB Zahmet. Şiddet. * Şehadet parmağı ile orta parmak arası.

RETEC (Ritâc) Büyük kapı.

RETED Defne ağacının yaprağı.

RETEH Bündük-i Hindî denilen yuvarlak taş.

RETEL Muntazam, hoş. Gönül çeken.

RETEME (C.: Ratem) Bir ağaç cinsi.

RETİME (C.: Retaim) Bir şeyi hatırlayabilmek için parmağa bağlanan iplik.

RETK Yırtığı onarmak, yarığı düzeltmek, bitiştirmek.

RETK Ü FETK Noksanları düzelterek idare etme. * Ayırmak ve bitiştirmek. * İyi idare etme.

RETK (RETKÂN) Adımların birbirine yakın olması. * Deve kuşunun sür'atle gitmesi.

RETL (Diş) seyrek olmak. * Bir şeyi okurken her kelimenin arasını ayırıp açıklamak.

RETM Kırmak.

RETN Karıştırmak.

RETT şerif, seyyid.

RETV Kuyudan kova çekmek.

RETVE Adım. Hatve.

REUM Yavrusunu seven deve. * Yanından geçen kimsenin elbisesini yalayan koyun.

REV f. (Reften mastarının emir kökü) "Giden, yürüyen" mânasında olup birleşik kelimeler yapılır. Meselâ: Piş-rev $ : Önde giden.

REV' Korku, halecan. Ürkmek. * Nefsanî hareket.

REVA f. Lâyık, uygun. Meydana gelmek. * Gidici.

REV'A Korkak kadın. * Kendisini görenleri şaşırtacak derecede güzel olan kadın veya kız. (Müz: Ervâ)REVA' : Tatlı.

REVABIT (Rabıta. C.) Râbıtalar, bağlılıklar. Münasebetler. * Düzenler, sıralar, tertibler.

REVAC Sürüm. Kıymet, değer, geçerlik, makbuliyet.

REVACDÂR f. Sürümlü ve revâcda olan mal.

REVADAŞTE f. Uygun bulmuş.

REVAH Öğleden akşama kadar olan vakit. * Bir şeyin tahsilinden dolayı gelen sürur ve şâdlık, neş'e.

REVAHİ (Râhiye. C.) Bal arıları.

REVAHİL (Râhile. C.) Yük hayvanları.

REVAİD Göçebe topluluk.

REVAİH (Bak: Revâyih)

REVAK (Rivak) Ev önündeki saçak. * Kemer. Kubbe. Çardak. Önü açık, üstü örtülü yer.

REVAK-ÜL AYN Kaş.

REVAK-I UHREVİYE Âhirete açılan yer, mezar. * Cennet bahçesi. Âhiretin mukaddemesi.

REVAKİD (Râkid. C.) Durgun olanlar.

REVALVER (Bak: Rovelver)

REVAN f. Giden, akıcı. * Derhal. * Ruh, can. Nefs-i nâtıka. * Edb: Su gibi akıp giden güzel söz.

REVAN-I TABİAT Âlemin canlılığı, akıcılığı, hareketli oluşu.

REVAN-BAHŞ(A) f. Canlandırıcı, can bağışlayıcı.

REVANE f. Yürüyen, giden.

REVANİ f. Değerli, rağbetli revaçlı. * Tepside pişirilen irmik veya undan bir tatlı çeşidi.

REVANİ-FÜRUŞ f. Revanici. Revani satan.

REVASİ (Râsiye. C.) Büyük dağlar.

REVASİB (Rüsub. C.) Tortular.

REVASİB-İ REMLİYE Kum tortuları.

REVASİM Akarsu.

REVASİR (Reysar. C.) Reçeller.

REVATİB Vazifeler, maaşlar. * Farz namazından önce kılınan müekked sünnetler.

REVAYİH (Revâih) Râyihalar, güzel kokular. (Aslı: Revâih)

REVAZİN (Revzen. C.) f. Pencereler.

REVB (RUB) Sütün yoğurt olması.

REVBAN (C.: Rübâ) Sütün yoğurt olması. * Sarhoşluk şiddetinden birbirine karışmış olan insanlar.

REVC (Revac) Geçmek. * Rüzgârın karışık esmesiyle ne taraftan geldiği belli olmaması.

REVENDE f. Giden, gidici. * Çok yürüyen.

REVENDEGÂN (Revende. C.) f. Yürüyenler, gidenler.

REVG Talep etmek, istemek. * Yönelmek, eğilmek, meyletmek.

REVGAN f. Yağ. * Hafif hafif esen rüzgârın verdiği serinlik, rahatlık. * Üstü yağ gibi kayan parlak nesne. * Parlak deri.

REVGAN-I ZEYT Zeytinyağı.

REVGANDÂN f. Yağ kandili.

REVGANİ f. Revani tatlısı.

REVH(A) İç açıklığı. Rahat. * Rahmet. * Hafif esen rüzgârın verdiği tatlılık, canlılık. (Bak: Ravh)

REVHANÎ İyi ve pâk olan, ferahlık veren yer.

REVHANİYET Gönül açıcılık, güzel görünüşlülük.

REVHAT Öğlen vaktinden akşama kadar gitmek.

REVHULLAH (Bak: Ravhullah)

REVH U REYHAN Rahat ve rızık, bolluk ve hoşluk.

REVİR Alm. Okul, kışla gibi yerlerde ufak hastalıkları olanların yatırıldıkları hasta odası, ilk bakım yeri. * Bölge, mıntıka.

REVİŞ f. Gidiş, hal, tavır. * Tutum, yol.

REVİY Edb: Kafiye olan kelimenin son harfi. Şiirde kafiye harfi.

REVİYYET (C.: Reviyyât) Bir işin her cihetini iyice düşünme.

REVK (C.: Ervâk) Perde, hicâb. * Boynuz. * Ev önü. * Saf, hâlis, katıksız.

REVK-UŞ ŞEBAB Gençlik başlangıcı.

REVM Maksad. Taleb, istek. * Tevcidde: Sükûndan ayırd edilmeyecek derecede olan belirsiz hareke.

REVNAK f. Zinet. Parlaklık. Göz alıcılık, güzellik. Safa, taravet.

REVNAK-I BAHAR Baharın güzellik ve tazeliği.

REVNAK-I CEMAL Yüzün güzellik ve parlaklığı.

REVNAK-BAHŞ f. Güzellik, tazelik ve parlaklık veren.

REVNAK-DÂR f. Parlak, lâtif, güzel, hoş.

REVNAK-EFZA f. Bir şeyin parlaklığını artıran. Güzelleştiren.

REVNAK-NÜMA f. Tâzelik, güzellik ve parlaklık gösteren.

REVNÜMA (Ru-nüma) f. Zuhur eden, kendini gösteren. * Yüz görümlüğü.

REVS Sabit olmak.

REVSE Pislik. * Fışkı, tezek.

REVV Çift, karı-koca, zevc.

REVY (Davar) Suya kanmak.

REVZ Sınamak, denemek, tecrübe.

REVZAT (C.: Ravz-Ravzât-Riyaz-Rizât) Çayırlı, çimenli ve sulu yer. * Bostan.

REVZEKE (C.: Revâzik) Küçük kuzu ve oğlak.

REVZEN (C.: Revâzin) Pencere.

REVZEN-İ MAHLU İndirilmiş pencere.

REVZENE (C.: Revâzin) Pencere.

RE'Y Görüş, görmek, rey. Hüküm ve itikad. Kıyas etmek. Bir iş hakkında söylenen söz, fikir.

RE'Y-İ ÂM Umumun re'yi, ekseriyetin fikri. Umumun görüşü.

RE'Y-İ SÂLİM Doğru fikir ve düşünce.

RE'Y-ÜL AYN Kendi gözüyle görerek.

REY' Arpa, buğday, tahıl. * Rücu', geri dönme, avdet. * Ziyade, çok.

REYAH (Râh. C.) şaraplar. * Gökçek kokulu küçük bir kuyu.

REYB (Bak: Rayb)

REYC Akça, para, pul. * Örtülmüş ve kilitlenmiş olan büyük kuyu.

REYDE (C.: Ruyud) Dağın sivri ve yumru tarafı. * Yavaş ve yumuşak esen rüzgâr.

REYEAN Artma, çoğalma, ziyâdeleşme, bereketlenme. * Her şeyin evveli, tazelik zamanı.

REYEAN-I ŞEBAB Gençlik çağı.

REYHAN Hoş güzel koku. * Rızık ve maişet, rahmet. * Ekin yaprağı. * Fesleğen denilen kokulu bir ot.

REYHANÎ Fesleğen gibi ince nakışlı. * Divanî hat da denilen bir yazı tarzı.

REYHEKAN Za'feran.

REYK Her nesnenin evveli ve efdali, iyisi.

REYM Alçak yer. * Kabir. * Derece. * Deveyi boğazlayıp taksim ettikten sonra kalan kemik. * Ziyâde çok, fazla.

REYN Leke, kir, pas. * Gönül karası, kalb katılığı, günahın artması. * Uyku, mestlik galebe etmek. * Çıkması mümkün olmayan şey.


Yüklə 11,57 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   132   133   134   135   136   137   138   139   ...   181




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin