Osmanlica lügat



Yüklə 11,57 Mb.
səhifə137/181
tarix17.11.2018
ölçüsü11,57 Mb.
#83297
1   ...   133   134   135   136   137   138   139   140   ...   181

REYS Eğlenmek, eğlendirmek.

REYS (Reysân) Sallanmak. * Gururlanmak, tekebbürlenmek.

REYŞ Ok yeleklemek.

REYTA (C.: Riyat-Riyâtâ) Car denilen örtü.

REYYA Güzel koku.

REYYAN (C.: Rivâ) Suya kanmış, sudan doymuş. * Sarhoş.

REYYE Çokluk, fazlalık, kesret.

REZ f. Bağ kütüğü, asma.

REZA' (Bak: Reda')

REZAAT Süt emme.

REZAG Sıvı balçık. * İnce çamur.

REZAHAT Yorulmak. * Hali yaramaz, vaziyeti kötü olmak.

REZAİL (Rezile. C.) Utanılacak çok fena işler, alçakça hareketler.

REZALET Utanç verici şey. Utanılacak hal. * Alçaklık, rezillik. * Maskaralık. * Arsızlık.

REZAN Ağır, ciddi, vakarlı, ağırbaşlı ve temkinli kimse.

REZANET Ağırbaşlılık, vakarlılık, temkinlilik, ciddilik.

REZAYA (Rezie. C.) Musibetler, belâlar.

REZAYİL (Rezile. C.) Çörçöp. * Faydasız ve asılsız nesne.

REZAZ Zayıf yağan yağmur.

REZBAN f. Bağ bekçisi, bağcı.

REZEME (C.: Ruzum) Devenin ağzını açmadan boğazından çıkan ses.

REZEN (C.: Revâzin) İçeri çukurca olup su toplanabilen yüksek ve sağlam yer.

REZİE (C.: Rezâyâ) Musibet, felâket, belâ.

REZİL Alçak, adi, utanmaz, hayâsız, soysuz.

REZİLE (C.: Rezâil) Fenâ ve kötü huy.

REZİL Ü RÜSVA Kusur ve ayıpları meydana çıkarılmış, kepâze olmuş olan.

REZİM Arslan kükremesi.

REZİN Vakarlı, temkinli, ağır başlı, sağlam.

REZİZ Elbise boyamada kullanılan bir ot cinsi.

REZM Deve avazı. * Gök gürlemesi. * Cem'etmek, toplamak.

REZM Akmak, seyelân.

REZM f. Cenk, muharebe, çarpışma, savaş.

REZMGÂH f. Savaş meydanı, muhârebe sahası.

REZMÎ f. Savaşla ilgili.

REZMYUZ f. Savaşçı, kavgacı, muhârib.

REZN Bir şeyi kaldırıp ağır mı hafif mi diye görmek.

REZN Koparmak.

REZZ Bir şeyi yere batırmak. * Çekirgenin, kuyruğunu yere batırıp yumurtasını dökmesi.

REZZAK Bütün mahlukatın rızkını veren ve ihtiyaçları karşılayan. (Allah)

REZZAKANE f. Rızık verene, rezzaka yakışır surette.

REZZAKİYET Her mahluka münasib rızkını verici olmak.

REZZAZ Pirinç satan. Pirinç satıcı.

REZZE İçine kilit sokulan kapı razzesi.

RI Kur'an alfabesinin onuncu harfi olup, ebcedî değeri 200'dür.

RIAS Tâç.

RIBH (Bak: Ribh)

RIBKA (C.: Ribak) Davar bağlamada kullanılan ip.

RID' Yardımcı, muavin. * Gözleyici.

RIDA' (Bak: Red'a)

RIDDİDÎ Reddetmek.

RIDDİS (Mübalağa ile) Taş atan.

RI'DE Titremek, hareket etmek.

RIDFE (C.: Ruzuf) Diş aşığı kemiği.

RIDVAN Memnunluk, razılık, hoşnudluk. * Cennet'in kapıcısı olan büyük melek.

RIDVANULLAHİ ALEYH "Allah ondan razı olsun" meâlinde dua.

RIFK Yumuşaklık, yavaşlık, tatlılık, nezaket. (Zıddı: unf)

RIFKÎ (Rıfkıye) Yumuşaklıkla, tatlılıkla ilgili.

RIHAL Büyük halı.

RIHLET (Bak: Rihlet)

RIHTIM f. Gemilerin yanaşmalarına müsait şekle getirilmiş kıyı.

RIHV (RAHV) Yumuşak.

RIHVET Gevşek ve sölpük olma. Rahavet.

RIK'A Kur'an-ı Kerim'in harfleri ile bir yazı çeşidi.

RIKA Üzerine yazı yazılan deri veya kağıt parçaları. * Kısa mektublar. * Yamalar. * İstidalar. Müzekkereler. Dilekçeler.

RIKA Darbolunmuş dirhem.

RIKAK Yer yarığı.

RIKK (C.: Erkâ) Kul, abd. * Kulluk, esirlik, kölelik, ubudiyet. * Yufka nesne.

RIKKIYYET Kölelik, kulluk.

RIŞK Atılan ok.

RITANE Arap lisanından başka dille konuşmak.

RITL (Bak: Ratl)

RI'VE Depretmek.

RIYY Suya kanmak. * Beni Amir vilâyetinde bir dağın adı.

RIZA Memnunluk, hoşluk, razı olmak. * İstek, arzu. Kendi isteği.

RIZA-YI BÂRİ Allah'ın rızası.

RIZA-YI İLÂHÎ Allah'ın kulundan memnun olması. Her hangi bir hareketinde mü'minin en yüksek derecesi.(Rıza-yı İlâhî ve iltifat-ı Rahmanî ve kabul-ü Rabbanî öyle bir makamdır ki; insanların teveccühü ve istihsanı, ona nisbeten bir zerre hükmündedir. Eğer teveccüh-ü rahmet varsa yeter. İnsanların teveccühü, o teveccüh-ü rahmetin in'ikası ve gölgesi olmak cihetiyle makbuldür. Yoksa arzu edilecek bir şey değildir. Çünkü kabir kapısında söner, beş para etmez. M.)

RIZA-YI TARAFEYN İki tarafın isteği.

RIZA-CU f. Allah'ın rızasını arayan. Razı etmeyi gaye edinen.

RIZA-DÂDE f. Razı olmuş, kabul etmiş.

RIZAEN Razı olarak.

RIZAEN-LİLLÂH Allah rızası için.

RIZAM Büyük kaya parçası.

RIZK Yiyip içecek şey. Maddi mânevi ihtiyaca lâzım nimet. Allah'ın herkese lütuf ve kısmet ettiği ve bekaya sebeb olan nimet.(Rızk-ı helâl, iktidar ile alınmadığına, belki iftikara binaen verildiğine delil-i kat'i; iktidarsız yavruların hüsn-ü maişeti ve muktedir canavarların dik-ı mâişeti; hem, zekâvetsiz balıkların semizliği ve zekâvetli, hileli tilki ve maymunun derd-i maişetle vücutça zaifliğidir. Demek rızık, iktidar ve ihtiyar ile mâkusen mütenasiptir. Ne derece iktidar ve ihtiyarına güvense, o derece derd-i maişete mübtelâ olur. S.)(Rızk ise; hayattan sonra ni'metlerin en büyük bir hazinesi ve şükür ve hamdin en zengin bir menbaı ve ubudiyet ve dua ve ricaların en cem'iyetli bir mâdeni olmasından, suret-i zâhirede müphem ve tesadüfe bağlı gibi gösterilmiş. Tâ her vakit Rezzak-ı Kerim'in dergâhına iltica ve rica ve yalvarmak ve hamd ve şükür şefaatiyle rızk istemek kapısı kapanmasın. Yoksa muayyen olsa idi, mâhiyeti bütün bütün değişecekti. Şâkirane, minnetdarane ricalar, dualar, belki mütezellilâne ubudiyet kapıları kapanırdı. Ş.)( $ sarahatiyle; ummadığı tarzda yaşayacak kadar rızkını bulacak. Çünki şu âyet taahhüd ediyor. Evet, rızk ikidir:Biri hakiki rızktır ki, onunla yaşıyacak. Bu âyetin hükmü ile o rızk, taahhüd-ü Rabbanî altındadır. Beşerin su-i ihtiyarı karışmazsa, o zarurî rızkı her halde bulabilir. Ne dinini, ne namusunu, ne izzetini feda etmeğe mecbur olmaz.İkincisi: Rızk-ı mecazîdir ki, su-i istimâlât ile hâcât-ı gayr-ı zaruriye hâcât-ı zaruriye hükmüne geçip, görenek belâsiyle tiryaki olup, terkedemiyor. İşte bu rızk, taahhüd-ü Rabbanî altında olmadığı için, bu rızkı tahsil etmek, hususan bu zamanda çok pahalıdır. R.N.)

RIZVAN (Bak: Rıdvan)

RİA (Râî. C.) Çobanlar.

RİA Yüksek yer.

RİAT (Rie. C.) Akciğerler.

RİAYET İyi karşılamak, ağırlamak, hürmet etmek. * Uymak, tâbi olmak. * Otlamak veya otlatmak. * Hıfzetmek, korumak.

RİAYETEN Saygı ve hürmet göstererek. Sayarak. Hürmet ederek. * Tâbi olarak.

RİAYETKÂR f. Hürmetkâr, itaatkâr. Sevgi ve saygı gösteren.

RİB' Sıtmanın bir gün tutup iki gün tutmaması ve dördüncü gün yine tutması.

RİBA Tartısı ve ölçüsü belli olan bir malı aynı cinsten daha fazla olan bir mal ile, bir karşılığı olmaksızın, peşin olarak veya veresiye değiştirmektir. * Faiz. * Muamelede meşru miktardan tecavüz. * Bir şeyin artması, çoğalması. * Verilen borç para veya mal karşılığında kâr isteyip zarara ortak olmamak suretiyle hâsıl olan haram kazanç. (Bak: Faiz)

RİBA-İ FAZL Tartılan veya ölçülen bir cins eşyanın kendi cinsi karşılığında fazlasıyla satılması. Meselâ: Bir kilo buğdayı aynı cins bir kilo yüz gramla değiştirmek gibi.(Beşerin hayat-ı içtimaiyesinde bütün ahlâksızlığın ve bütün ihtilâlâtın menşei iki kelimedir. Birisi: "Ben tok olduktan sonra başkası açlıktan ölse bana ne..." İkincisi: "Sen çalış, ben yiyeyim.." Bu iki kelimeyi de idame eden; cereyan-ı riba ve terk-i zekâttır. Birinci kelimenin ırkını kesecek tek bir devası var ki; o da vücub-u zekâttır. İkinci kelimenin devası hürmet-i ribadır. Adalet-i Kur'aniye âlem kapısında durup ribaya: "Yasaktır, girmeğe hakkın yoktur" der. Beşer bu emri dinlemedi, büyük bir sille yedi. Daha müdhişini yemeden dinlemeli. M.)(Ribanın kap ve kapıları olan bankaların nef'i, beşerin fenası olan gâvurlara ve onların en zâlimlerine ve bunların en sefihlerinedir. Âlem-i İslâm'a zarar-ı mutlaktır. Mutlak beşerin refahı nazara alınmaz, zira gâvur harbî ve mütecaviz ise, hürmetsiz ve ismetsizdir. M.)

RİBA Bahar evleri, çadırlar. Arazi. * Yaz yağmurları.

RİBAB Arap kabilelerinden Zubeh, Sevr, Akl, Teym ve Ady denilen beş kabilenin adı.

RİBABE Ahd, söz, yemin, misak.

RİBAC Kanatlarının ortasında küçük kapısı bulunan büyük kapı.

Rİ'BAL (Ri'bân) Arslan.

RİBAH (Ribh. C.) Kazançlar, kârlar, ticaretten elde edilen kârlar.

RİBA-HAR f. Faizle para işleten, tefeci.

RİBAT (C.: Ribâtât) Han gibi konaklanacak yer. Tekke. * Bağ, ip. * Sağlam yapı.

RİBATET Kalb kuvveti. * Tahammül, sabır. * Kalbi sağlam olma.

RİBATÎ Hancı, odacı.

RİBBÎ (C.: Ribbiyyun) Büyük kalabalık.

RİBBİYYUN (Rabb. dan) Âlimler, fakihler. * Büyük topluluk.

Rİ'BE (C.: Riâb) Sihir.

RİBET (C.: Riyeb) şüphelilik. şüpheye düşme.

RİBH Kâr, kazanç. * Fâiz.

RİBH-İ TİCARÎ Ticaret kazancı.

RİBHALE Azası büyük olan, organları iri olan.

RİBKA Kement. Kement bağı. İlmekli ip.

RİBZE Deveye katran sürmede kullanılan yün parçası.

RİCA Yalvarmak, niyaz eylemek. * Canib. Taraf. (Bak: Recâ)

RİCAL (Recül. C.) Erkekler, er kişiler. * Mevki sahibi kimseler, devlet adamları. * Yaya olanlar.

RİCAL-İ DEVLET Devlet adamları, devletin ileri gelenleri. Devlet ricali.

RİCAL-İ GAYB Her devirde bulunan ve herkesçe görülmeyen ve bilinmeyen ve Allah'ın (C.C.) emirlerine göre çalışan mübârek, büyük zatlar. Ricâlullâh.

RİCALEN Yaya olarak. Yayan. * Erkek olarak.

RİCALULLAH Mânevi kudret ve kuvvet sahipleri olan evliya. (Bak: Ebdal)

RİCAM Büyük taş.

RİCANAME f. Bir iş için yazılan rica mektubu.

RİC'AT Geri dönme, çekilme, kaçma, vazgeçme.

RİC'Î Geri dönmeye ait ve mensub. * Üç talakla boşanmamış kadın. Tekrar kocasına dönmesi mümkün olan. Buna talak-ı ric'î denir.

RİCL Ayak, kadem.

RİCL-ÜL BAHR Körfez.

RİCLE Semizlik otu.

RİCS Dinin haram kıldığı şey. Günah, pislik, murdarlık.

RİCZ Azab, vesvese. * Maddi ve mânevi pislik. * Puta tapma.

RİÇAL f. Reçel.

RİÇAR f. Reçel.

RİDA Örtü, belden yukarı örtülen şey, çar ve şal. * Akıl. İlim. Seha. * Zinet. Parlaklık veren şey. * Hırka.

RİDA-YI MEMAT Ölüm örtüsü.

RİDAS Taş atmak.

RİDDET İslâm dininden dönme. İrtidad. * Doğumdan evvel davarın memesinin süt ile dolu olması.

RİDF (C.: Erdâf) Arka.

RİDFAN Gece ve gündüz.

RİE (RE') Akciğer.

RİETEYN İki akciğer.

RİF (C.: Eryâf) Mâmur, bayındır yer. * Ekini bol ve ucuz olan yer.

RİFA' Ekini tarladan getirip harman yerine ilettikleri vakit.

RİFADE Yara üstüne sarılan bez. * Ziyâfet.

RİFAS Ayakla vurmak, tepmek.

RİF'AT Yükseklik. Yüksek ve büyük rütbe sahibi olmak, âlişan olmak.

RİFD (C.: Erfâd - Rufud) Atâ, hediye, bahşiş. * Yardım, muavenet.

RİG f. Kum. * Toz.

RİH Rüzgar, yel. * Sızı, romatizma. * Mc: Galebe, kuvvet. Rahmet. * Devlet. Hoş ve iyi şey. * Koku.

RİHAL (Rahl. C.) Deve palanları.

RİHALE At semeri, eyer.

RİHAT Kayış yapımında kullanılan deri.

RİHLET Geçmek. Göç etmek, göçmek. Ölmek.

RİHME (C.: Ruhum-Rihâm) Yağmur çisintisi.

RİHS (C.: Revâhıs) Alçak duvar.

RİHTE f. Dökülmüş, akıtılmış.

RİHTE-GER (C.: Rihte-gerân) Dökmeci.

RİHVE (Ruhve) Rehâvetli, gevşek. * Tecvidde: Harf sükun ile söylenirken sesin akması hâli.

RİHVE-İ MECHURE HARFLERİ Dad, zı, zel, gayın, ze, vav, yâ, elif.

RİHVE-İ MEHMUSE HARFLERİ "Fe, ha, se, he, şın, hı, sad, sin" Bu harflerde sesin kemâli ile nefes birlikte akar. Rehavet ve hems sıfatı, zayıf sıfatlardır, bunun için rehavet sesin kâmilen akmasını, hems de nefesin kâmilen akmasını icabettirir.

RİK Salya. Ağız suyu.

RİKAB (Rakabe. C.) Boyunduruk altında olanlar. Kullar, köleler. * Boyun, ense kökü.

RİKÂB Özengi. * Büyük bir kimsenin huzuru, önü, makamı.

RİKÂBDAR Padişahların atla bir yere gidişleri sırasında özengiyi tutmak suretiyle ata binip inmelerine yardım eden kişi.

RİKÂBÎ Binici, binen.

RİKASE Davar bağlanan yer.

RİKAZ Yer altında bulunan madenler. * Câhiliyet zamanından kalmış gömülü mal.

RİKBE (C.: Rikeb-Rekebât) Diz. (Diz, insanın ayaklarında olur; dört ayaklının ön ayaklarında olur.)

RİKK Kulluk, ubudiyet. * Ist: Esir olmuş, hürriyetini kaybetmiş olan ehl-i harb. * Yufka, yumuşak nesne.

RİKK (C.: Rikâk-Rekâik) Yağmur çisintisi.

RİKKAT Acıma, incelik, yufka yüreklilik. Yumuşaklık.

RİKKAT-İ CİNSİYE Cinsi şefkat. İnsanın kendi cinsinden olana acıması.

RİKKAT-İ KALB Kalb rikkati, kalb yufkalığı.

RİKKAT-ÂMİZ Acıma veren, kalbe hüzün verecek olan, acındıran.

RİKKAT-ÂVER f. Acıma ve merhamet uyandıran.

RİKKAT-ENGİZ f. Acıklı.

RİKKAT-YÂB f. Acıyan, merhamet eden.

RİKS Adam topluluğu. * Pis, necis.

RİKZ Gizli söz.

RİM f. İrin.

RİM (C.: Arâyim) Beyaz geyik.

RİMA Atmak. * Atışmak. * Bırakmak.

RİMAH (Rumh. C.) Mızraklar, kargılar, süngüler.

RİMAHAT Mızrakçılık sanatı.

RİMAHA (REMUH) Tepici davar, tepen davar.

RİMAK Nifak, ayrılık. * Darlık.

RİMAL (Reml. C.) Kumlar.

Rİ'MAM Sevmek.

RİMAN Eğilip meyletmek.

RİMAYET Ok, gülle, kurşun gibi şeyleri atmada mâhir olma. Atıcılık.

RİMDİDA' Gül.

RİME f. Çapak.

RİME-İ ÇEŞM Göz çapağı.

RİMM (Rimme) Çürümüş kemik. Kemik çürümesi. * Yer. * Çok mal.

RİMME (C.: Rimem-Rimâm) Çürümüş kemik.

RİMNAK f. Murdar, pis. * İrinli.

RİMS Devenin yediği otlardan ekşi cins bir ot. * Islah etmek, düzeltmek.

RİND f. Kalender. Aldırışsız, dünya işlerini hoş gören. * Laübali meşreb feylesof. * Bâtını irfan ile müzeyyen olduğu halde zâhiri sâde görünen hakîm. Dış görünüşü laübali olduğu halde, aslında kâmil olan kimse.

RİNDÂN f. Kalenderlik. * Rindler.

RİNDÎ f. Kalenderlik, rindlik, aldırışsızlık.

RİR Fâsid, bozuk, yaramaz.

RİS f. Öfke, gazab, gayz.

RİSAİL (Bak: Resail)

RİSALE Mektub. * Bir ilme dair yazılmış küçük kitap. * Haber göndermek. * Elçinin götürdüğü mektub, name. * Fık: Bir kimsenin sözünü veya emrini başka birisine tebliğ etmek.

RİSALE-İ NUR f. Nurun Risalesi. Kur'an'dan alınan âyetlerin tefsiri ile tahkikî iman dersi veren kitap. Büyük mücahid Bediüzzaman Hazretlerinin eserleri.(Risale-i Nur'un vazifesi:... Hayat-ı ebediyeyi mahveden ve hayat-ı dünyeviyeyi de dehşetli bir zehire çeviren küfr-ü mutlaka karşı, imanî olan hakikatlarla, gayet kat'i ve en mütemerrid zındık feylesofları dahi imana getiren kuvvetli bürhanlarla Kur'ana hizmet etmektir. Ş.)

RİSALET Birisini bir vazife ile bir yere göndermek. * Peygamberlik. Büyük kitapla gelen peygamberlik. * Elçilik.

RİSALET-ÜN NUR Risale-i Nur tabirinin Arapçası. (Bak: Risale-i Nur)

RİSALET-PENAH Risaletin kendine istinad ettiği Hazret-i Muhammed (A.S.M.). (Risalet-meab da denir)

RİSAR (C.: Ravâsır) Reçel. * Turşu.

RİSDE İnsan cemaatı, insan topluluğu.

RİSE Miras yemek.

RİSL Vakar, ciddiyet, sekinet. * Sabır.

RİSM Kırmak. * Bulaştırmak.

RİSMAN f. İp, halat.

RİSMAN-BÂZ f. İp oynayan. * Mc: Cambaz.

RİŞ f. Yara. * Yaralı. * Tüy. Kıl. Kuş kanadı. * Sakal.

RİŞ (RİYÂŞ) Çok pahalı elbise.

RİŞA (Rişvet. C.) Rüşvetler.

RİŞA' (C.: Erşiye) Kuyudan su çekmekte kullanılan urgan. * Menazil-i Kamer'den "Balık karnı" dedikleri menzilin adı.

RİŞAŞ(E) Döküntü, serpinti.

RİŞBÜZ f. Keçi sakalı gibi sivri olan sakal.

RİŞDAR f. Sakallı.

RİŞDET Doğruluk, dürüstlük. Temizlik.

RİŞE Saçak, püskül.

RİŞE-GİR f. Kökleşmiş, kök tutmuş.

RİŞHAND f. Bıyık altından gülme. Alay.

RİŞSAZ f. Cerrah.

RİŞTAB f. Kıvırcık saç ve sakal.

RİŞTE f. Tel, iplik, hayt.

RİŞTE-İ HÜRMET Sevgi, hürmet bağı.

RİŞTE-FÜRUŞ f. İplik satan. İplikçi.

RİŞVET Bir işi yapmak veya bitirmek için haksız yere alınan mal veya para. (Bak: Rüşvet)

RİŞVET-HÂR f. Rüşvet yiyen.

RİTAM (Retime. C.) Bir şeyi hatırlayabilmek için parmağa bağlanan iplikler.

RİTİC Çıkmaz yol. Yasak olan şey. Haram.

RİTL (Retl) Hoş, lâtif, pâkize şey.

RİTM (Reythme) Fr. Mısra ve cümlelerdeki ses uygunluğundan gelen iç âhengi. Duygunun ses hâline gelişi. * Müvazeneli ve tenasüblü hareket.

RİTMİK Ölçülü, âhenkli.

RİV f. Hile, düzen.

RİVA' (C.: Erviye) Deve üstünde yük bağlanılan ip.

RİVA (Reyyân. C.) Suya kanmış olanlar.

RİVAD Talep etmek, istemek, arzulamak.

RİVAK (Bak: Revak)

RİVAYAT (Rivâyet. C.) Rivayetler.

RİVAYET Hikâye edilen hâdise veya söz. * Bir hâdisenin başkalarına anlatılması. * Peygamberimiz'den (A.S.M.) işittiklerini veya sahabeden duyduklarını birisinin başkasına anlatması. * Kuyudan halk için su çekmek.(Eğer denilse : Resül-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın her hal ve hareketini kemal-i ihtimam ile Sahabeler muhafaza ederek nakletmişler. Böyle mu'cizat-ı azime, neden on-yirmi tarik ile geliyor? Yüz tarik ile gelmeli idi. Hem neden Hazret-i Enes, Câbir, Ebu Hüreyre'den çok geliyor; Hazret-i Ebu Bekir ve Ömer az rivayet ediyor?Elcevab: Nasılki insan, bir ilâca muhtaç olsa, bir tabibe gider; hendese için mühendise gider, mühendisten nakleder; mes'ele-i şer'iyye, müftüden haber alınır ve hâkezâ.. Öyle de, sahabe içinde, ehadis-i Nebeviyeyi, gelecek asırlara ders vermek için, ulemâ-i sahabeden bir kısım, ona mânen muvazzaf idiler. Bütün kuvvetleriyle ona çalışıyorlardı. Evet Hazret-i Ebu Hüreyre, bütün hayatını, hadisin hıfzına vermiş; Hazret-i Ömer, siyaset âlemiyle ve hilafet-i kübra ile meşgul imiş. Onun için, ehâdisi, ümmete ders vermek için, Ebu Hüreyre ve Enes ve Câbir gibi zatlara itimad edip; ondan, rivayeti az ederdi. Hem mâdem sıddık, saduk, sâdık ve musaddak bir sahabenin meşhur bir namdarı, bir tarik ile bir hâdiseyi haber verse; yeter denilir, başkasının nakline ihtiyaç da kalmaz. Onun için bâzı mühim hâdiseler, iki-üç tarik ile geliyor. M.)

RİVAYET-İ SÂDIKA Senet ve delillerle sâbit, şüphesiz, doğru rivâyet.

RİVAYETKERDE f. Söylenilen. Rivayet edilen.

Rİ'Y Hey'et. * Güzel halet, iyi hal. * Güzel elbise.

RİYA Özü sözü bir olmamak. İnandığı gibi hareket etmeyiş. İki yüzlülük etmek. Gösteriş için yapılan hareket. (Bak: İhlâs)

RİYAD Ot aramak.

RİYAH (Rih. C.) Rüzgârlar, yeller. * Letaif ve in'amlar. * Mc: Galebe, kuvvet, rahmet, devlet. * Mazarrat.

RİYAKÂR Riya eden. Adam kandırmak için yalan söyleyen. Sahte iş yapan. İki yüzlü.

RİYAKÂRÂNE f. İkiyüzlülükle. Riyakârlıkla.

RİYASET Reislik. Bir işi idarede başta bulunmak. Başkanlık.

RİYASETPENAH f. Başkanlık makamında bulunan. Başkanlık eden, başkan olan. Reislik yapan.

RİYAZ (Ravza. C.) Bahçeler. Ağaçlık, çimenlik yerler. Yeşil bahçeler.

RİYAZ-I CENNET Cennet bahçeleri.

RİYAZAT (Riyazet. C.) Nefsi terbiye maksadıyla az gıda ile geçinmek, nefsini hevesattan men' ile faydalı fikir ve işle meşgul olmak.

RİYAZET Nefsi kırma. Fani şeylerden nefsini çekerek kanaat içinde yaşamak. * Bir hastalıktan dolayı veya nefsini terbiye maksadıyla çok yemek ve içmeyi terkederek faydalı fikirlerle, ibadet ve ilimle meşgul olmak. Az gıda ile yaşamak. * İdman.

RİYAZET-İ BEDENİYE Cimnastik. Bedenî riyazet.

RİYAZİ Hesap ve hendeseye dair. Matematiğe dair.

RİYAZİYAT Matematik ilmi, hesap-hendese ilmi. Aritmetik-geometri.

RİYAZİYAT-I ÂLİYE Yüksek matematik.

RİYAZİYE Hesap ilmi. Matematik bilgisi. Hesapla alâkalı. * Bir yazı çeşidi.

RİYAZİYYUN (Riyazî. C.) Matematik âlimleri.

Rİ'YE (C.: Riin) Sihir.

RİYEB (Ribet. C.) Şüpheye düşmeler.

RİZ f. Döken, saçan, akıtan.

RİZAM Serkeş adam veya at.

RİZAM Kabile, kavim, topluluk.

RİZAN f. Akan, dökülen.

RİZE f. Döküntü, kırıntı. Ufak parça.

RİZEÇİN f. Kırıntı ve döküntü toplayan.

RİZEHÂR f. Kırıntı ve döküntü yiyen.

RİZEHOR f. Kırıntı, döküntü yiyen.

RİZE RİZE f. Parça parça, ufak ufak.

RİZİŞ f. Akış, dökülüş.

RİZME Esvap koyulan bohça.

RİZNE Su toplanacak yer.

RİZZ Gizli ses.

ROBOT Fr. Elektrikle veya mekanik yollarla hareket ettirilerek çeşitli işler yaptırılabilen otomatik cihaz.

ROL Fr. Oyun. Sahnede gösterilen oyun hareketlerinden her bir oyuncuya düşen kısım.

ROMAN Hayalî veya hakiki, kitap halinde yazılmış büyük hikâye. * Eski Roma devletinin diline de Roman denirdi.(Edebsizlenmiş edeb, "müsekkin hem münevvim" hakiki fayda vermez. Tek bir ilâcı bulmuş o da romanları imiş.Kitab gibi bir hayy-ı meyyit, sinema gibi bir müteharrik emvat! Meyyit hayat veremez...Hem tiyatro gibi tenasuhvari, mâzi denilen geniş kabrin hortlakları gibi şu üç nevi romanları ile hiç de utanmaz. Beşerin ağzına yalancı bir dil koymuş. Hem insanın yüzüne fâsık bir göz takmış. Dünyaya bir alüfte fistanını giydirmiş. Hüsn-i mücerred tanımaz... Lemaat)

ROMAN-VÂRİ f. Roman gibi hayalî olabilen. Hakikatla alâkası olmayan veya az olan.

ROMÖRK Fr. Denizde veya karada başka bir vasıta tarafından çekilen motorsuz taşıt.

ROTA Vapur ve gemilerde istikamet yolu. Geminin seyir yolu.

ROVELVER Fr. (Aslı: Revolver-Lüverver) Tabanca. Küçük silâh. Toplu tabanca. Altı patlar denilen, altı mermi alan tabanca.

RÖNTGEN Röntgen adında bir Alman âliminin 1896' da keşfettiği ışıklar. Bunlar gözle görülmediği halde fotoğraf camına tesir eder, vücuddan, tahta, kâğıt gibi maddelerden bu ışık geçebilir. Bazı hastalıkların teşhis ve tedavisinde de kullanılır. * Vücuddaki iç uzuvların filmini çekmek.

RÖPORTAJ Fr. Bir gazete muharririnin gördüklerini anlatan yazısı.

RU' Kalb, fuad. Kalbde korku ârız olacak yer. * Zihin ve akıl.

RU f. Olan, biten manalarında birleşik kelimeler yapılır. Meselâ: Hod-ru: Kendiliğinden.

RU (RUY) f. Yüz, cihet. Sebep. Çehre.

RUY-İ DERYA Denizin yüzü.

RUY-İ HUB Güzel yüz.

RUY-İ ZEMİN Yeryüzü.

RUY-İ ZİŞT Çirkin yüz.

RUAF Burun kanaması.

RUAM Burun suyu, sümük. * Sakağı (mankafa) hastalığı.

RUAMA Çekirge çokluğu.

RUAT (Râî. C.) Çobanlar.

RU'B Korku, havf. Korkudan dolayı iş ve hareketten kesilmek. Korkutmak. * Kesmek. * Sihir, büyü, efsun.

RUB f. Süpürge. * Süpürme.

RU'B Sütün yoğurt olması.

RUB' Dörtte bir. Bir şeyin dört kısmından bir kısmı.

RUB'-I DAİRE Dairenin dörtte biri.

RUB'-İ MESKÛN Dünyanın kara olan dörtte bir kısmı.

RUBA (Bak: Rüba)

RUBAH (Rubeh) f. Tilki. * Mc: Kurnaz, hilekâr.

RUBAÎ (Bak: Rübaî)

RUBB Meyva suyu.

RUBBAN Kaptan.

RUBBE Gr: Harf-i cerdir, nekre ile beraber olur. Çokluk veya azlığa işaret eder. "Öylesi var ki" mânâsındadır.

RUBBEMA (Rubbe-mâ) Bâzan, bâzı kere.

RUBEHANE f. Kurnazca, tilkicesine.

RUBEHÎ f. Kurnazlık. Tilkilik.

RUBERAH f. Gitmeğe hazır, yüzü yola doğru.

RUBERU f. Yüzyüze.

RUBH Deve yavrusu. * Bir kuşun adı. * İç yağı.

RUBU' (Rub'. C.) Dörtte birler. * Metrenin kabulünden evvel ipekli, yünlü, basma ve emsali kumaş, bez ve sairenin ölçülmesinde kullanılan çarşı arşınının kesirlerinden birinin adıdır.

RU'BUB Zayıf, korkak kişi.

RUBUBİYET Cenab-ı Hakk'ın her zaman her yerde her mahluka, muhtaç olduğu şeyleri vermesi, terbiye ve tedbir etmesi ve mâlikiyyeti ve besleyiciliği keyfiyyeti. * Artırmak. Ziyade kılmak.(Ey gözleri sağlam ve kalbleri kör olmayan insanlar, bakınız! İnsan âleminde iki daire ve iki levha vardır. Birinci daire: Rububiyyet dairesidir. İkinci daire: Ubudiyyet dairesidir. Birinci levha, hüsn-ü san'attır. İkinci levha ise tefekkür ve istihsandır. Bu iki daire ile iki levha arasındaki münasebete bakınız ki, ubudiyet dâiresi bütün kuvvetiyle rububiyyet dairesi hesabına çalışıyor. Tefekkür, teşekkür, istihsan levhası da bütün işaretleri ile hüsn-ü san'at ve nimet levhasına bakıyor. Bu hakikatı gözün ile gördükten sonra rububiyet ve ubudiyyet dairelerinin reisleri arasında en büyük bir münasebetin bulunmamasına aklınca imkân var mıdır? Ve Sâniin makasıdına kemal-i ihlas ile hizmet eden ubudiyet reisinin Sâni' ile azîm bir münasebatı ve kavi bir intisabı ve o intisab ile her iki daire reisleri arasında bir muârefe ve mükâleme ve alış verişin olmamasına ihtimal var mıdır? Öyle ise, bilbedahe tahakkuk etti ki; Ubudiyyet Reisi, Rububiyyetin hâss mahbub ve makbulüdür. M.N.)


Yüklə 11,57 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   133   134   135   136   137   138   139   140   ...   181




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin