R.Denktaşın çəkdiyi Kıbrıs mənzərələri.
Rauf Denktaşın nitqi
Sayın müsafirlerimiz, baylar ve bayanlar, sayın aydınlarımız, sizleri Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinde görmeyimden memnunluk duyarım. Kongrede Kıbrısla ilgili çok deyerli meruzeler sunuldu. Bölgemizi gezip dolaştınız. Hepinizde bir memnunluk duyuyorum.
Bele zamanda ağır şeyler dile getirilmez, ama bizim hayatımız, hürriyetimiz, geleceyimiz - her şeyimiz Kıbrıs meselesinin anlaşılmasına bağlıdır. Onun için size çok kısa bir şekilde bir özet yapmak istiyorum. Kıbrıs meselesi en başda bir ahlak meselesidir. Uzun bir mücadileden sonra, karşılıklı kan akıtıldıktan sonra:
- Kıbrısı Yunan yapacağım!
- Hayır yapamazsın. Kıbrıs Türkdür, Türk kalacaktır.
- Hayır Yunan yapacağım!
- Yapamazsın!
Ve arada kan akıyor... Bunun arkasından ciddi bir anlaşma yapılıyor. Uluslararası bir anlaşma. Bu anlaşma diyor ki: “iki taraf da rahat etsin, korkusu kalmasın”. Kıbrısı Yunana bağlamak isteyi yasadışı yapılıyor. Rumlar korkuyor: “Türkler bu adayı taksim (bölmək, ayırmaq) edecek!” - diye Yunanlar endişe ediyor. Taksim de yasadışı!
Türklerin ise en böyük endişesi - Rumun idaresi altında yaşamak! “Türkler korkmasın, iki eşit insansınız, tarafsınız. Siyasi açıdan eşitsiniz, ayrı-ayrı seçimleriniz olacak. İki demokrasi vardır. Her iki tarafın seçdiyi insanlar bir araya geldiyinde, meşru (qanuni) hükumet var olacak”. Dolayısıyla tahahhüm edilme, sizleri idare edecek, hakkınızı yiyecek korkusu da ortadan kalkmıştır. Bunu İngiltere, Türkiye, Yunanistan garantiliyor. Garantinin burada işlediyini göre bilmek için israr ediyoruz. 650 Türk askeri, 950 Yunan askeri geliyor Kıbrısa. Kıbrıs ordusunu yetişdiriyorlar.
Garantimiz de var. Biz bunu iyi niyetle kabulettik. İndi tarihi belgelerden göröülüyor ki, Rum terefi bu imzayı atarken, yalan yaptığını bilerek attı. Hiyle yaptığını bilerek attı. Çünkü şimdi belgelenmiştir ki, imzayı attıkları gün İçişleri bakanına emir veriyor Makarios: “Rumları silahlandır, savaşa hazırla!” Kendi generallerı söylüyor bunu. Cumhuriyetin Doğuşunu imzaladığı gün bu emri veriyor ve bir gizli teşkilat kuruluyor. Bütün parti liderleri burada üye. Parti liderlerine ayrı-ayrılıkta milis kuvveti kurma hakkı tanınıyor. Gizli-gizli hazırlanıyorlar. Ve bu general diyor ki, 1963’te artık tamamen hazırlandılar ve Makarios “vur!” işaretini verdi. Savaş başladı. Savaşı niçin başlatmışlardı: “Yunanistana ilhak olmaz” garantisini ortadan kaldırıp Yunanistana bağlanmak için.
Bizi 103 köyden kovaladılar. Adanın yüzde üçlük toprağına hapsettiler, küçük küçük yerlere saldılar. Yunanistandan gizlice 20 minlik ordu geldi ve zaman-zaman bize saldırarak veya “bizi zamana terk ederek” ekonomik açıdan bizi yok etmek için ellerinden geleni yaptılar. Bizim suçumuz - dünyanın affetmediyi suç - direndik, boyun eğmedik.
Çünkü Amerika kendi çıkarı için, İngiltere kendi çıkarı için bizim bir kaç ayda boyun eğeceğimizi, teslim olacağımızı zannetti. Ve teslim olmadık. Hesapları bozuldu. Adayı Yunanistana vereceklerdi, veremedikleri için keyifleri kaçtı. 35 yıldır bizi cezalandıran Rumlara yardımcı oluyorlar.
Bir ortaklık cumhuriyeti kurulmuştu, eşit şartlarla, ortaklığı yıkan tarafı - Rum tarafı meşru hükme terkettiler, ortaklığın yıkılması için. Canını kaybeden, direnen Türk halkına ise “Zaman içerisinde kendi idareni kurduğun için, sen yasadışısın” - dediler. Bu şartlar altında bir milletin yapa bileceyi iki şey vardır - ya bu haksızlığa boyun eyecek, rezil olacakdır, gelecek nesilleri mahkum edecektir, ve yahut böyle bir şart altında yaşamaktansa “ölmek evladır!” diyerek direnecektir.
Bizim suçumuz Ruma teslim olmaktansa, bu adayı Yunanistana bırakmaktansa direniriz deyip, hakkımızı ve hürriyetimizi, yasal haklarımızı - uluslararası anlaşmalarla bize verilmiş olan hakları canımız pahasına korumamız ve Ana vatanın yardımı ve desteyi ile 11 il direnmemizdir. Böyük devletlerin hesabı böylelikle bozuldu. Bizi affetmediler. Şimdi uluslararası literatörde biz kendi kendine devlet elan etmiş insanlarız, sanki başka ölkeleri, başkaları elan etdi. Bu saçma sapan suçlama ile dediyim gibi 35 yıldır insan haklarımız çiynenmektedir, her kes seyirci olmaktadır. Ama içimizde 500-e yakın Rum var. Onlardan birisi “başım ağrıdı, Türkler ağrıtdı” derse, Birleşmiş Milletler raporlar yazar, sorgu-suale başlar: “Ne oldu bu Ruma?”. Diyoruz ki, buna sorunuz, hakkınızdır. Bizim yapmadığımızı göreceksiniz. Ama 190-200 min Türke ne oldu? - Onu ne zaman soracaksınız? Bosnada müslümanlara yapılanları bize yapmış olan Makariosu başlarına taz yaptılar.
Şimdi Avrupa Birliyine üye olacaklar. Avropa Birliyine üyelik demek - Kıbrıs davasını kendi açılarından tamamen bitirmek ve Yunanistana bu yerin tapusunu vermek demekdir.
Buna boyun eğmeyeceğimizi söyledik. Yine suç oldu. Diyorlar “Kıbrıs bize müracaat etti. Siz de gelin oturun Kıbrıs delegasyonunda”. Anlamıyorlar ki, müracaatı yapan Kıbrıs deyildir, 35 yıldır Kıbrısda iki idare vardır: Türk idaresi, Rum idaresi. Bunu Rum idaresi yapmıştır ve niçin yaptığını da anlatmışdır. Eğer Avrupa Birliyine girerse garanti sistemi ortadan kalkar. Garanti sistemi ortadan kalkınca Kıbrısın Yunan olmasını engelleyecek hiçbir engelde kalmaz... Ve bize soruyorlar: “Davet ediliyorsunuz, neden gelip masada oturmuyorsunuz?”
- Hangı masada?
- Kıbrıs masasında.
- Kıbrıs masası yoktur - diyoruz.
- Treni kaçıracaksınız.
- Hangı treni?
- Kıbrıs trenini.
- Kıbrıs treni yok, Rum treni var. Biz o trene binmeyiçz. O trenin gitdiyi yere de gitmeyiz. Orada Yunanistan var, kollarını açmış, bizi bekliyor. Anlaşmalar da diyor ki, Türkiye ve Yunanistanın birge olmadığı yere Kıbrıs gedemez. Yasa deriz!...
- Bırakın yasaları bir tarafa, siyasi meseledir - diyorlar.
- Anlaşmalar - diyoruz.
- Eski anlaşmalardır - derler.
Rum, Yunan ne deyirse, onu deyirler. Bizlere ve dolayısı ile bize kalan yegane seçenek, haklarımızı korumak, devletimizi korumak, devletimiz tanınıncaya kadar.
Rumların ikinci sınıf vatandaşıymışız gibi kendileri ile görüşme masası arkasında oturmayız. Bunu söyledik. Bu da böyük suç oldu. Ama bu suçlar birikdi... Şimdi başlarını iki ellerinin arasına alıp düşünüyorlar. Bu insanların başını eğemedik. Kendilerini buna mahkum edemedik. Düşünmeye devam ediyorlar. Türkiyenin yardımı ve desteyi ile yükseliyorlar. Türkiyeye de baskı yapamıyoruz. Türkiye de bunları sonuna kadar desteklemektedir.
O halde, bundan sonra ne yapacağız? Bu sorunun cevabını siz veriniçz? Bizim vereceyimiz cevap yoktur. Biz hiçbir şekilde Rumun tebeesi, ikinci sınıf vatandaşı olmayız. Devletimizi kurduk. Devleti kuran bir halk “benim devletim yoktur!”- diyemez. Bayrak göklerden endirilemez. Türkiyesiz Kıbrıs Türkü hiç yere gidemez. Dolayısı ile biz Türk dünyasından destek bekliyoruz, İslam dünyasından destek bekliyoruz. Ama üzülerek söylöyorum, maalasef, beklediyimiz destek henüz gelmiyor. Niye? Çünkü bu dünya böyük ölkelerin dünyası olmuştur. İstediklerini yaparlar, kılıfına uydururlar, bir sudan bahane ile masum halkın başını ezerler. Doğru yaptık - diye övünerler. Kimse kendilerine “böyle yapmaya hakkınız yoktur” - diyemez.
Bu dünyaya da baş kaldırmak lazımdır. Çünkü aksi taktirde küçük küçük milletlerin taleyini, kaderini başkaları halledecekdir. Halbuki Birleşmiş Milletler bu olmasın diye, devletler, milletler arasında eşitlik olsun diye kurulmuştur. Çünkü dostluk eşitliğe dayanır. Eğer siz bana eşit müamile yapmasanız, tebieti ile dost olmazsınız. Bana köle müamilesi yapacaksanız, köle ile köle sahibi arasında dostluk olmaz. Biz dostluk istiyoruz. Barışa inanıyoruz. Barışın temeli hukukun üstünlüyüdür, diyoruz. Hukukun üstünlüyü, 1960 anlaşmalarında bize verilmiş olan eşitliyi, egemenliyi, kendi kaderlerimizi tayin etme hakkını tanımaları anlamlarına gelir. Tanıdıkları gün zaten mesele biter.
Birşeyi daha söyleyeyim, ben Rum lideri ile Ağustos 1997’de Viyonda karşı-karşıya geldim. Birleşmiş Milletlerin genel sekreterinin temsilçisi de oradaydı. Kendisine dedim ki, füze getiriyorsunuz, ne olacak? Yunanistana üs veriyorsun, Yunanistandan paralı asker getiriyorsun, Kıbrıs benimdir - diyorsun. Egemenliyini bize de yaymak için silahlı hazırlık yapıyorsun ve tek yanlı olarak Avrupa Birliyine giriyorsun. Bütün bunlar bizim masada yapmağa çalıştığımıza ters düşer. Nasılyapıyorsun? Hangisini istiyorsun? Görüşme yoluyla halletmek, yoksa, bunları yaparak bizleri zabtetmek.
Dedi ki, “Hayır! Ben zabt etmek, falan demiyorum. Ama bunları yapmak hakkımdır. Çünkü ben Kıbrıs hükümetiyim. Görüşme var diye hökümetin icraatı durmaz.
- Yani sen bu icraatı Kıbrıs için yapıyorsun, bizim için yapıyorsun, bize iyilik için yapıyorsun? Sana öyle mi geliyor?
- Öyle geliyor!
- Peki, sen yani bizim hökümetimiz olduğunu mu söylöyorsun?
Allah söyletdi kendini:
- Hayır, ben sizin hökümetiniz olmadığını biliyorum, sizi temsiletmediyimi de biliyorum. Ama bütün dünya bana Kıbrıs hökümeti diyor. Benim dünyaya dönüb “hayır, ben Kıbrıs hökümeti deyilim” - sölemeyimi mi bekliyorsun.
- Senden bunu ben beklemem. Sen bu olasın diye yıktın ortaklığı. Halka bu kadar zülm yaptın, bu olasın diye. Biz sana müsaade etmedik. Böyle olasın deye yaptıklarınız iki devleti Doğurdu. Dolayısı ile bunu senden beklemem. Ama Genel Sekreterin temsilçisinden beklerim. Şimdi gördünüz - dedim. Kıbrıs meselesi niye halledilemiyor. Çünkü Kıbrıs hükümeti olmak için ortaklığı yıkan adama siz “her şey senindir” dediyiniz zaman, niye benimle anlaşsın, bir şey paylaşsın. Benim canım pahasına vermediyimi, siz bedava verdiniz. O da sahte ünvan arkasında saklanarak bu kötülükleri yapıyor. O halde size düşer: Sen Türkün hükümeti deyilsin, Kıbrıs Türkünü temsil edemezsin - cevabı.
- Güvenlik Konseyinin kararı buna müsaade etmez. Bitdi!
- O kararı deyiştirin.
- Kim deyişecek? Rus mu deyişecek, Ruma füze satan Rus mu deyişecek? Kıbrıs Rumunu meşru hükümet yapan Amerika mı? Yoksa İngiltere mi, diğerleri mi? Deyişmesi için Genel Sekreterin cesaretle: Gerçekler budur, beyler! Kıbrıs meselesi 35 yıldır halledilmemiştirse, bu hatadan halledilmemiştir. Bu hatayı siz düzeltmezsiniz, Kıbrıs da iki ayrı devlet olarak yaşar. Ve hiç biriniz bir şey yapamazsınz - demesi lazım.
Bunun deyilmesi için biz uğraşırık. Uğraşmaya devam edeceyiz. Ama İslam alemi ya Amerikaya bakıyor, ya Rusyaya bakıyor ve yahud bağlantısızları İslam ülkelerinin dertlerini tercih ediyor. Ödü kopuyor, bizden. Aman, bize yaklaşsa Rum gücenecek, Yunanistan gücenecek ve s. Türk devletlerinin her birinin ayrı-ayrı dertleri var. Bunu biliyorsunuz. O dertleri halletmeye çalışıyorlar. Dolayisi ile, biz Ana vatanımızla birlikde bu böyük mücadeleyi devam ettirmeye mecburuz.
Soruyorlar, diyorlar: - “Denktaş bey, bütün dünyanın sizi tanımaması, sadece Türkiyenin tanıması sizi üzmüyor mu?” Cevab veriyorum: — Eğer bizi bütün dünya tanımış olsaydı ve Türkiye tanımasaydı, o zaman ben çok üzülecektim! Çok, çok üzülecektim! Dolayisi ile, biz verilmiş olan tarihi bir mücadelenin neticesi olarak kurduğumuz Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetine bağlıyız. Ana vatan bütün dünyaya “KKTC-ye dokunan bana dokunur” mesajını vermiştir. Bunun için bahtiyarız. Güvenlik içerisindeyiz.
Ekonomimiz ilerlemektedir. Siz dostlarımızın da gittiyiniz yerlerde bunları anlatarak, buraya hor bakmamalarını, burayı hürriyetine kavuşan kardeşlerinin güzelvatanı add (təsəvvür) etmelerini ve bizi ziyaret etmelerini sağlayın.
Çok teşekkür ederim.
Denktaşın Dağlıq Qarabağla
İlgİlənİşİ
Prezident nitqini başa çatdırandan sonra qonaqların bir qrupu ilə görüşdü. Biz də bu görüşdə Leyla Əlizadənin Azərbaycan miniatürləri üslubunda taxta üzərində hazırladığı “Siyasi xadim Denktaş” portretini, Azərbaycan radiosunda Rauf Denktaşa həsr etdiyim verilişin lent yazısını və Azərbaycanın inzibati ərazi xəritəsini QKTC Prezidentinə bağışladıq. O xəritəni açaraq: “Dağlık Karabağ nerede?” - xəbər aldı və xəritədə oranı gərməmizi, durumu haqqında qısa bilgi verməmizi istədi. Bu istək bizim üçün göydəndüşmə oldu. Dünyanın müxtəlif bölgələrindən gəlmiş araşdırıcılar qarşısında Qarabağ məsələsini bəhanə edib Rusiyanın Qafqazdakı işğalçı siyasətinin tarixindən söhbət açdıq.
Konfrans iştirakçılarının Quzey Kıbrısı tanımaları üçün də gözəl şərait yaradılmışdı. Öncə bir tərəfi körfəzlə əhatə olunmuş Gazimağusanın qala hissəsini gəzdik. Orta yüzillikdə qala tikiləndə divarı boyunca geniş xəndək qazıblarmış. Məqsəd buraya dənizdən su buraxmaqla qalanın müdafiəsini möhkəmlətmək imiş. Bu ideya baş tutmasa da, qala divarını çevrələyən geniş, dərin xəndək və qala divarları günümüçədək gəlib çıxmışdır.
Gazimağusa (Famakusta) limanı bəlkə də Ağ dənizin ən sakit limanıdır. Körfəzdəki Meymun adası və Böyük ada sanki dalğaqıran rolunu oynayır, limanı ən güclü dalğalardan belə qoruya bilir. Quzey Kıbrısın ən gözəltarixi binaları Gazimağusadadır. Uca və yaraşıqlı kilsələr də, əzəmətli məscidlər də, qədim ticarət meydanları, bizim İçəri Şəhəri xatırladan dar küçələri turistləri özünə cəlb edir.
Dostları ilə paylaş: |