33- AÇIKGÖZ MEMURLAR!
Memuriyetin açık artırma ile satıldığı eski zamanda çok açıkgöz biri, borç-harç bir memuriyet satın alır. Teşekkür için Sadrazama gidince, sadrazam yanındakilere şöyle der;
—İşte açıkgöz bir memur! Az zamanda borcunu ödeyeceğinden hiç şüphem yok.92
34- FİTNE UYANDIRAN DOĞRU, İYİLİK ÇIKARAN YALAN
Bir adam yaptığı bir suçtan dolayı ölüme mahkûm edilmiştir. İdam edilmek üzeredir. Devrin Padişahı da uzaktan vezirleriyle beraber olayı seyretmektedir. O sırada suçlu, padişahın şahsına ağzı alınmayacak kadar fena küfürler etmeye başlar. Uzakta bulunan Padişah bunları anlayamaz ve vezirlerinden birine sorar. O da;
—Efendimiz! Suçlu hatalarını anladığını, tövbe ettiğini söylüyor ve sizin de uzun ve mutlu bir ömür sürmeniz için dua ediyor” der.
Padişah bundan çok hoşlanır ve adamı affeder. Ertesi gün bu veziri kıskanan diğer bir vezir;
—Padişahım! Vezir kulunuz dün size yalan söyledi. Suçlu hatalarından tövbe etmek ne gezer, bilakis size çok kötü şekilde küfür etme cesaretini gösterdi” der.
Akıllı bir adam olan Padişah şu cevabı verir;
—Be adam! O yalan söyledi; bir adamın hayatını kurtardı. Sen doğru söylemekle ne kazandın?
Onun için derler ya; “Fitne uyandıran doğrudan, iyilik doğuran yalan yeğdir.”93
35- İNSANLARI İYİ TANIYIN
İnsanları huyları ve hayattaki rolleri itibarıyla üç kısma ayırıyorum.
“Kendi oturduğu dalı kesenler.
Başkasının bindiği dalı kesmeye çalışanlar.
Başkasının bindiği dalı kesiyorum zannıyla kendi bindiği dalı kesenler.”
(Refik Halit KARAY)
36- TAŞ KAFA, BOŞ KAFA, HOŞ KAFA!
Harun Reşit’in mürşidi veya kardeşi Behlül Dâne, bir pazarda üç kuru kafa satıyormuş. “Kaça satıyorsun?” diye soranlara;
—Biri bir paraya, biri on paraya, biri de ağırlığınca paraya” demiş.
—Ey Behlül! Bu fiyat farkları neden?” diye soranlara şu açıklamayı yapmış;
—Birincisi taş kafadır, en ucuzdur. Çünkü hiç nasihat dinlemez. İkincisi boş kafadır; nasihat dinler ama tutmaz. Üçüncüsü ise hoş kafadır; hem dinler hem onunla amel eder, hem de başkasına öğretir. Bunun onun için ağırlığınca paraya satıyorum.
37- NİÇİN AĞLAMIŞ?
Harun Reşid, güzel konuşmasıyla insanları etkileyen veziri Tusi’ye bir gün kızar ve öldürülmesini emreder. Tusi başlar ağlamaya. Harun Reşid;
—Niçin ağlıyorsun?” diye azarlayınca, Tusi şu cevabı verir;
—Ölümden asla korkmuyorum. Çünkü her insan için ölüm kaçınılmaz bir sondur. Ağlayışımın sebebi, bu fani dünyadan Müminlerin emiri bana kızgın olduğu halde gidecek oluşumdandır.”
Bu sözler üzerine Harun Reşid veziri Tusi’yi affeder.
38- ÖN YARGILI OLMAYIN
Yeni Müslüman olmuş, Türkçe de bilen bir Alman tatil için Türkiye’ye gelir. Kendisi dini bilgilerin yanı sıra Kur’an okumayı da öğrenmiştir. Döviz bozdurmak için bankadan içeri girdiğinde, gişedeki memure hanım yanındaki arkadaşına dönerek;
—Bir gâvur daha geldi” diye seslendiğini duyar.
Derhal yanında taşıdığı Kur’an-ı Kerim’i çıkarıp içini açarak kadının önüne uzatıp nazikçe;
—Hanım Efendi, Müslümanların inandığı bu kutsal kitabı okumayı biliyor musunuz?” diye sorar.
Kur’an okumayı bilmeyen kadın, adeta yerin dibine geçer mahcup bir eda ile;
—Hayır” der.
Bunun üzerine Müslüman Alman, ön yargılı kadına; açtığı Kur’an sayfasını okuyup manasını açıklarken;
—Şimdi söyler misin? Asıl gâvur ben miyim, yoksa sen mi?
39- HAYAT BİZE NE VERİR?
Hayatı başarılarla dolu bir adama bazı gençler;
—Hayatın bize üstün başarı ve mutluluk vermesi için ne yapmalıyız?” diye sormuşlardı. Ondan şu cevabı aldılar;
—Sizin bu sorunuz, bana tek ineği olan bir köylüyü hatırlattı. Bir gün o köylüye biri sordu;
—İneğin ne kadar süt veriyor?” köylü şu cevabı verdi;
—İneğim süt vermez. Sütü ondan kendiniz almanız gerekir.
40- DÜĞÜM ATMAYI UNUTMA!
Nasrettin Hoca, kızını güzel yetiştirmek, hayata hazırlamak için elinden geleni yapmış. Hatta iğneye iplik takmaya varana kadar, hayatta lazım olacak her şeyi ona öğretmiş. Nihayet Hocanın kızı gelin olup gidiyormuş! Tam yeni yuvasına ulaşacağı sırada ter kan içinde koşa koşa ona yetişen Hoca, çok önemli bir şey unutmuşçasına kızının kulağına eğilmiş ve gizlice;
—“Aman ha kızım dikkat et! İğneye iplik taktıktan sonra düğüm atmayı unutma! Yoksa dikiş tutturamazsın”94 demiş.
41- NABİ İLE PADİŞAH
Urfalı Şair Nabi çok nazik, kibar, edip birisiymiş. Nezaketi ve zarafeti sebebiyle birini methederken “Nabi gibi konuşuyor, Nabi gibi söylüyor” derlermiş.
Şair Nabi İstanbul’da bulunduğu sıralarda şairler, edipler ve nedimlerle birlikte Padişahın meclislerine katılırmış. Hikâye bu ya, bir gün Urfa’dan bir hemşerisi gelmiş. Nabi’den kendisini de Padişahın meclisine götürmesini istemiş. Hatırından geçemediği için Nabi çaresiz kabul etmiş. Mecliste davetlilere elma ikram edilmiş. Herkes elmayı alıp kaftanının içine koyarken, bizim Urfalı, sultanın huzurunda elmayı “hart” diye ısırmış ve sularını akıta akıta yemiş. Hatta elmanın suyunu sultanın yüzüne, elbisesine sıçratmış.
Nabi, padişahın bu görgüsüzlüğe sinirlendiğini ama sesini çıkarmadığını görüp hemen hemşerisini huzurdan uzaklaştırmış. Ayrıca tembih etmiş;
—Padişah meclisinde böyle bir şey ikram edilirse, huzurda yenmez, cebine konulur. Padişah ısrar ederse de o yemeye başlamadan evvel de asla yenmez.”
Adam zamanla İstanbul’a yerleşir. Ticaretle uğraşır. Başka bir zaman Nabi’ye gelip artık, yol-yordam, edep-erkân bilen eşraftan biri olduğunu söyleyerek tekrar Padişah meclisine götürmesini ısrar etmiş. Eski hatamı da telafi edeyim diye düşünmüş.
Nabi ısrara dayanamayıp hemşerisini tekrar meclise götürmüş. Bu sefer de mecliste lokum ikram edilmiş. Başta Padişah olmak üzere herkes lokumu ağzına atmışsa da Nabi’nin bu hemşerisi, Nabi’nin ilk ziyaretteki öğüdünü hatırlayarak cebine koymuş. Biraz sonra sıcaktan lokum yapış yapış olmuş. Adam lokumu alıp ağzına atmak istemiş, fakat eline bulaşmış. Meclis dağılırken, Padişahın eteğini öpeyim derken; kirlenmiş elleriyle padişahın kaftanının eteğini kirletmiş. Padişah Nabi’nin hatırına yine bir şey söylememiş ama dik dik de bakmış. Bunu gören Nabi gayr-i ihtiyari şu meşhur beytini söylemiş;
“Nabi’yi Nabi yapan hüsn-ü nazar
Harran95 kürdünde nezaket ne gezer”96
Dostları ilə paylaş: |