135:21 Yeruşalim’de oturan RAB’be Siyon’dan övgüler sunulsun!
RAB’be övgüler sunun!
Bizim de söylememiz ve yapmamız gereken budur.
136. Mezmur: Büyük Şükran
Mezmuru eşsiz yapan, yirmi altı ayetin her ikinci cümlesinin karşılıklı ilahi okuma şeklindeki düzenleniş biçimidir: “Çünkü sevgisi sonsuzdur.” Thomas Goodwin şöyle yazar: “Eğer bir sonsuz sözcüğü yetersizse, sadece bu mezmur-da tam yirmi altı tane sonsuz sözcüğü yer almaktadır.”
Bu mezmur, Yahudiler’in Fısıh ve Yeni Yıl kutlamalarında düzenli olarak söylenen ezgiler arasında Büyük Şükran ilahisi olarak bilinirdi. Aynı zamanda günlük tapınmalarında da kullanılırdı.
İfade çok sık tekrarlanmasına rağmen usandırmaz; Rab’bin değişmeyen sevgisinin sürekli gözümüzün önünde olmasına ihtiyaç duyduğumuzu ve bu sevginin asla tükenmeyeceğini anlatır. Tanrı’nın sevgisi, sadakati ve vefası asla sona ermez.
Tapınmaya Çağrı (136:1-3)
Mezmurun giriş sözleri bizi Tanrı’ya, Tanrı olduğu ve özü iyilik olduğu için şükretmeye çağırır. O Yahve’dir – antlaşmasına sadık olan RAB. O evrendeki bütün yöneticilerin üstünde olan tanrıların Tanrı’sıdır. O rablerin Rabbi’dir. O, bütün melek ya da insan yönetimlerinin üzerinde egemen olandır. Yalnızca büyük değildir, aynı zamanda iyidir: Yaratıcı, Kurtarıcı, Rehber, Galip Olan ve halkının ihtiyaçlarını sağlayan olarak iyidir.
Yaratıcı (136:4-9)
İyiliği ve sevgisi öncelikle, yarattığı büyük harikalarında görülür. Bilgeliğiyle gökleri yaratmış, kıtaları sanki yüzen adalar gibi oluşturmuştur. Gökyüzüne dev aydınlatma kaynakları yerleştirmiştir: Güneş canlılar için günü aydınlatırken, ay ve yıldızlar insanın uykuya çekildiği geç saatlerde geceyi aydınlatan ışıklar olmuştur.
Kurtarıcı (136:10-15)
Büyük Yaratıcı, Güçlü Kurtarıcı’dır. Halkını Mısırlılar’ın baskısından kurtarmak için firavunu yenilgiye uğratmış, sonra halkını güçlü eliyle oradan çıkararak özgürlüğüne kavuşturmuştur. Bunu yapmak için Kızıldeniz’i kuru bir toprak parçası gibi ikiye ayırması gerekmiştir. İsrail güvenle kuru toprak üzerinden geçerken firavunun askerleri sular tekrar eski haline döndüğünde boğulmuşlardır. Bu olay, RAB’bin halkına duyduğu değişmeyen sevgisinin asla unutulamayacak bir göstergesidir.
Rehber (136:16)
Tam kırk yıl boyunca Tanrı İsrailliler’i çorak çölde yürütmüştür. Çölde asfalt anayollar, yol işaretleri, haritalar yoktu, ama bütün ihtiyaçlarını RAB karşılamıştı. O hiçbir şeyle kıyaslanamayacak bir Rehber’dir.
Galip Olan (136:17-22)
Halkı için, halkının yerine savaşmıştır. Kral Sihon ve Kral Og önlerini kestiklerinde, Tanrı onları yenilgiye uğratmış ve ülkelerini İsrail’in topraklarına katmıştır.
Yardımcı, Kurtarıcı, Sağlayan (136:23-25)
Mezmur yazarı RAB’bi harika yardımcı, kurtarıcı ve sağlayan olarak tekrar över. Sayıları az, savunmasız ve baskı altındayken İsrail’i hatırlamış ve düşmanlarının pençesindeyken kurtarmıştır. Yaşayan her canlı için daima yiyecek sağlayan O’dur.
Göklerin Tanrısı (136:26)
Tanrı’yı her zaman gerektiği gibi takdir etmiyoruz. Kişisel büyüklüğünün ve tükenmez merhametinin sürekli farkında olsaydık, O’na sunduğumuz şükranlar giderek artardı.
137. Mezmur: Ey Yeruşalim, Seni Unutursam...
1948 yılının Nisan ayında Yeruşalim Kenti’nin Yahudiler’e ait olan bölümü kuşatma altındaydı. Yiyecek stokları neredeyse tükenmek üzereydi. Halk, kendisine verilen haftada elli yedi gram margarin, yüz on dört gram patates ve yine yüz on dört gram kurutulmuş etle yaşamak zorundaydı. Sonra Tel-Aviv’den yiyecekle dolu bir kamyon konvoyunun Yeruşalim’e ulaşmak üzere olduğu haberi yayıldı. Yüzlerce insan düzinelerce kamyonu karşılamak için koştu. Konvoy geldiğinde gördükleri şeyi asla unutmayacaklardı. Konvoyun başındaki mavi Ford kamyonunun tamponuna biri boyayla şu sözleri yazmıştı:
Ey Yeruşalim, seni unutursam...
Böylece Mezmur 137:5’te yer alan bu ifade, Yahudi halkı için tutsaklık ve karmaşadan oluşan tarihleri boyunca yükselen bir feryat olarak kaldı.
137:1 Babil sürgününden geri döndükten sonra yazılan mezmur, Siyon’dan sürgün edilmenin geçmişteki acısını işler.
Şabat Günü gibi zamanlarda ne zaman boş vakitleri olsa, Babil Irmağı kıyısında toplanırlardı. Siyon’u andıkça gözyaşı dökerlerdi. Onlar için Siyon, bütün yeryüzünün ve yaşamlarının ruhsal merkeziydi. Büyük kutsal toplantıları sırasında yaşadıkları ruhsal sevinç ve coşkuyu anarlardı. Artık tapınmak için oraya gidemezlerdi, çünkü kutsal yerler sünnetsiz putperestlerin murdar ellerindeydi. Babil Irmağı’na bakarken, ırmağın sularında kendi gözyaşlarının ve acılarının resmini görürlerdi. Yeremya’nın dua ettiği gibi, “Kırılan halkım yüzünden gözlerimden sel gibi yaşlar akıyor” (Ağı.3:48).
Keşke başım bir pınar, gözlerim bir gözyaşı kaynağı olsa! Halkımın öldürülenleri için ağlasam gece gündüz! (Yer.9:1).
137:2 Lirlerini çevredeki kavaklara asmışlardı ya da bizim deyişimizle onları rafa kaldırmışlardı. Çünkü müzik yapmalarının bir anlamı yoktu. En azından ezgi söylemeleri için hiçbir nedenleri yoktu. Söyleyecek ezgileri olmadığından müzik aletlerine ihtiyaçları olmuyordu.
137:3 Babil’de kendilerine zulmedenler, onlardan İbrani halk ezgilerinden birini söylemelerini sık sık istiyorlardı. Sanki yaralarına tuz basar gibiydiler. “Kendi ülkenizde söylediğiniz şu mutlu ezgilerinizden bize de bir tane söyleyin!”
137:4 Bu istekleri ne kadar da mantıksızdı! Yahudiler ezgi söylemeyeceklerdi. Yalnızca kalpleri kırık olduğu için değil, aynı zamanda tanrısız putperestlerin bulunduğu ülkede Rab’bin ezgilerini söylemek çok uygunsuz olurdu. Rab’be ait olanlarla dünyaya ait olanları karıştırmak Yahudiler açısından ahlâka uymayan bir durumdu. F. B. Meyer şöyle yazar: “Yabancının ülkesi ve Rab’bin ezgisi asla bir arada olamaz.”
137:5,6 Mezmur yazarı şimdi ülkesine geri dönmüş olduğundan, halkının Yeruşalim’i hiç unutmamaları gerektiği konusundaki kararlılığını ifade eder. Yeruşalim’in, orada konut kurmuş bulunan Rab’bi temsil ettiğini hatırlarız. Eğer Siyon’a duyduğu bu anlaşılmaz içgüdüsel bağlılığından vazgeçerse, ceza olarak sağ eli kuruyup lirin tellerine asla tekrar dokunamaz hale gelmeliydi. Eğer Yeruşalim yüreğindeki ilk arzu olmazsa, Siyon’un eski, tatlı ezgilerini bir daha asla söyleyememesi için dili damağına yapışmalıydı.
137:7 Yazar, kendisine savurduğu bu koşullu lanetlerden sonra kutsal kentin yıkımında rolü olan kişileri düşünmeye daha kolay geçer.
Örneğin, Edomlular’ı ele alalım. İstilacıları, kenti bütünüyle harap etmeye kışkırtan bir grup oluşturmuşlardı. “Yıkın onu, yıkın temellerine kadar!” diye bağırıyorlardı. Kentin yıkımını görmekten duydukları bu kötü niyetli doyumu Rab’bin görmesini istemişlerdi.
137:8 Sonra da sırada elbette zalim yıkıcı Babil vardı. Tanrı, halkını cezalandırmak için bu ulusu bir araç olarak kullanmıştı, ama yine de Babilliler’in acımasız gaddarlıklarını hoş görmedi.
Halkıma öfkelenmiş, mirasım olduğu halde onu bayağılaştırıp eline teslim etmiştim. Ama sen onlara acımadın, yaşlılara bile çok ağır bir boyunduruk yükledin (Yşa.47:6).
Tasasız uluslara ise çok öfkeliyim; çünkü ben biraz öfkelenmiştim, onlarsa kötülüğe kötülük kattılar (Zek.1:15).
Mezmur yazarının zihninde Babil’in yıkılmasına ilişkin hiçbir soru işareti bulunmuyordu. Bu yıkım peygamberler tarafından önceden bildirilmişti (Yşa. 13:1-22; Yer.50:15, 28; 51:6, 36). Yıkımı gerçekleştirenler, kötülüklerinin be-delini Tanrı yargısının araçları olarak kullanılmakla ödeyeceklerdi.
137:9 Mezmurun son ayeti yorumlanması en güç olanıdır:
Ne mutlu senin yavrularını tutup kayalarda parçalayacak insana!
Yeni Antlaşma’nın insanlık dışı olmayan öğretişleriyle yetiştirilmiş olanlar için bu tür ifadeler olağanüstü sert, acımasız, kindar ve sevgiden uzaktır. Masum ve savunmasız çocuklara neden bu kadar acımasızca davranılsın? Bu soruyu yanıtlamak için aşağıdaki düşünceleri okumanızı önereceğiz:
Önce, bu ayetin Tanrı sözünün bir bölümü olduğunu, sözlü ve bütün olarak vahiy edildiğini belirterek başlayalım. Bu nedenle sorun sözden değil, anlayışımızdan kaynaklanır. İkinci nokta, Babil’in yavrularının yıkımının Yeşaya tarafından önceden bildirildiğine kuşku yoktur:
Yavruları gözleri önünde parçalanacak, evleri yağmalanacak, kadınlarının ırzına geçilecek (Yşa.13:16).
Mezmur yazarı yalnızca Tanrı’nın önceden bildirdiğini söylemektedir (Tan-rı’nın yargısını infaz edenlerin mutluluğuna ilişkin bölümün dışında).
Ayrıca, genellikle anne babaların günahının hesabının masum çocuklarından sorulduğunu biliriz (bk. Çık.20:5; 34:7; Say.14:18; Yas.5:9). İnsanların iyi ya da kötü yaptıkları her şey diğer kişileri etkiler. Günahın acılığının bir başka yanı, kötü sonuçlarının diğer kişileri de etkilemesidir.
Lanet ifadeleriyle dolu bu bölümlerde, sürekli, Musa’nın yasası altında yaşayan bir kişi için uygun olan tutum ve davranışların, lütuf altında yaşayan bir Hıristiyan’ınkiyle uyuşması gerekmediği gerçeğine döneriz. Rab İsa dağdaki vaazında buna değinir (bk. Mat.5:21-48).
Bu ayet nasıl yorumlanırsa yorumlansın, ruhsal uygulaması açıktır. Yaşamlarımızdaki küçük günahları kökten çözümlemeliyiz. Bu küçük günahlar yok edilmediği takdirde bizi yok edeceklerdir. C. S. Lewis, bu bağlamda şunları yazmıştır:
İnsanın iç dünyasında bebekler gibi davrandığını bilirim; küçük hoşgörülerin çocuksu başlangıçları, küçük alınganlıklar, gücenmeler, günün birinde içki bağımlılığına ya da yerleşmiş nefrete neden olabilirler. Bir konunun yalnızca olumlu yönlerini sunarak kur yapar ve bizi kandırırken öylesine minik ve çaresiz görünürler ki, onlara karşı koymakla zalimlik ettiğimizi düşünürüz. Sonra sızlanmaya başlarlar: “Senden fazla bir şey istemiyorum, ama...” ya da “En azından şunu ummuştum...” veya “Biraz kendini düşünmen gerekir.” Bütün bu güzel çocuklara karşı (amaçlarına ulaşmak için pek çok yolları vardır) mezmur en iyi öğüdü verir. Küçük yumurcakların düşüncelerini saf dışı edin. Söylemek yapmaktan daha kolay olduğu için, yapabilen kişi “mutludur.”96
138. Mezmur: Tanrı’nın Sadık Sözü
Davut, duasına aldığı büyük yanıt nedeniyle büyük bir minnettarlık duyuyordu. Bu minnettarlığını ifade ederken, bize, Tanrı’nın harika kurtarışlarına nasıl karşılık vermemiz gerektiğini gösteren çok değerli bir örnek bırakmıştır. Hiç kuşkusuz bu mezmur, İsrail İsa Mesih’in kalkanı altında yenilendiğinde tam olarak gerçekleşecektir.
138:1 Davut yarım yamalak değil, bütün yüreğiyle şükretmiştir. Yahve’yi bütün gücüyle över.
Tapınırken hiçbir şeyden çekinmez. Yeryüzü krallarının (ilahların) önünde hiç çekinmeden övgü ezgileri söyler. Buradaki “ilahlar” sözcüğü aynı zamanda melekler ya da putlar anlamına da gelebilirdi, ama sözcüğün kullanıldığı çevre ve koşullar, bu ifadenin yeryüzü krallarıyla sınırlandığını belirtir gibidir.
138:2 Tanrısayar Yahudiler’in gelenekleriyle uyumlu olarak, Davut tapınırken kutsal tapınağa doğru eğildi (Tapınak henüz inşa edilmemişti).97 Değişmeyen sevgisi ve sadakati için RAB’bin adını yüceltti. Bize, “değerli ve büyük vaatlerini” vermesi için O’nu zorlayan sevgisidir ve sadakati vaatlerinden her birinin yerine geleceğinin güvencesini verir.
“Çünkü adını ve sözünü her şeyden üstün tuttun.” Buradaki konu Tanrı’nın, sözünü yerine getirme konusundaki sadakatiyle ilgilidir ve Tanrı’nın yapacağına söz verdiğinden daha fazlasını yaptığını anlatıyor gibidir. Aynı zamanda, “Tanrı, Davut’a verdiği vaadi fazlasıyla yerine getirmesiyle, kendisi hakkında daha önceki bütün açıkladıklarından daha fazlasını göstermiştir”98 düşüncesi de işlenmiş olabilir. Eğer ayet Beden Almış Söz’e uyarlanırsa, anlamı, elbette, Tanrı’nın Rab İsa’yı kendisini gösterdiği her şeklin ötesinde yüceltmiş olduğudur.
138:3 3’üncü ayet, mezmur yazarının aniden yükselen övgüsünü açıklar. İhtiyacı konusunda umutsuz olduğu bir günde Rab’be seslenmiş ve yanıt hemen gelmiştir. İçi büyük bir güçle doldurulmuş, korkudan özgür kılınmış ve tehlike karşısında cesaretlendirilmiştir.
138:4-6 Tanrı’nın Davut’un duasına yanıtı, yeryüzü krallarının önünde verilen güçlü bir tanıklıktır. Tanrı’nın ne vaat ettiğini biliyorlardı ve şimdi önbildirinin nasıl gerçekleştiğini gördüler. Böylelikle onlar da RAB’bin yüceliğinin ne kadar büyük olduğunu kabullendiler. Tanrı, En Yüce Olan olmasına rağmen, Davut gibi alçakgönüllülere özel bir ilgi duyduğunun ve Davut’un
düşmanları gibi uzaktan izlemeyi sürdürdüğünün farkına vardılar.
138:7 Buradaki örnek çok güzeldir. Davut her tür düşmanla, tehlikeyle ve sıkıntıyla kuşatılmıştır, ancak Rab onun bütün bu olumsuzluklar yokmuşçasına güven içinde yürümesini sağlar. Düşmanlarının öfkesine karşı kalkan eli Davut’u tehlikeden kurtaracaktır.
138:8 Rab’be güvenmekte haklı çıkan Davut bunu, “Ya RAB, her şeyi yaparsın benim için” ifadesiyle onaylar. Bu güven, Pavlus’un Filipililer 1:6’da ifade ettiği güvenle aynıdır: “Sizde iyi bir işe başlamış olan Tanrı’nın bunu Mesih İsa’nın gününe dek bitireceğine güvenim var.”
İyiliğinin başlattığı işi,
Gücüyle tamamlayacaktır;
Vaadi yerine gelecektir ve vaadinden,
İnsanları cezalandırsa da asla vazgeçmez:
Ne gelecek zaman ne de şimdiki zaman
Ne yükseklik ne de derinlik,
O’nu amacından döndüremez,
Ya da canlarımızı sevgisinden ayıramaz.
– Augustus M. Toplady
Değişmeyen sevgisi sonsuza dek sürer. Davut’la aynı duayı etmemize izin verilmesine rağmen, “Elinin eserini bırakma” ifadesi bizi asla terk etmeyeceğini gösterir.
139. Mezmur: Tanrı Öyle Büyüktür ki!
Tanrı öyle büyüktür ki!
Bilmediği hiçbir şey yoktur.
Bulunmadığı hiçbir yer yoktur.
Yapamayacağı hiçbir şey yoktur.
Eğer insanlar böylesine yüce bir Tanrı’nın düşmanları olmakta ısrar ederlerse, o zaman yazgılarını hak ederler.
Bu düşünce, bu harika mezmurdaki Davut’un derin düşüncelerinin akışıdır.
139:1,2 Önce Tanrı’nın her şeyi bildiğini söyler. Tanrı her şeyi bilir.
Tanrı’nın bilmediği hiçbir şey yoktur.
Evren ne kadar sınırsız ve büyük olsa da,
O her kum tanesinin sonsuz öyküsünden haberdardır.
Ama burada özellikle söz konusu olan bireysel yaşam hakkındaki bilgisidir. 1988’de dünyada beş milyar nüfus olduğu söylenirdi. Tanrı bu kişilerin her birini yakından tanır. Her birimiz hakkındaki her şeyi bilir.
Bizi sınamıştır ve biz tanır! Sözlerimizi, işlerimizi, düşünce ve davranışlarımızı, içimizden geçen her şeyi bilir. Ne zaman dinlenmek için oturduğumuzdan ve ne zaman çalışmak için kalktığımızdan haberdardır. Şu andaki düşüncelerimizi, hatta daha sonraki düşüncelerimizi de önceden bilir.
139:3 Oturuşumuzu ve kalkışımızı görür; bir başka deyişle gözleri sürekli üzerimizdedir. Yollarımızın hiç biri O’ndan gizli değildir.
139:4 Biz söylemeden önce ne söyleyeceğimizi bilir. Geçmişi ve bugünü bildiği gibi, gelecek de O’ndan gizli değildir.
139:5 “Tanrı’nın görmediği hiçbir yaratık yoktur. Kendisine hesap vereceğimiz Tanrı’nın gözü önünde her şey çıplak ve açıktır” (İbr.4:13). Hakkımızda hayal bile edemeyeceğimiz kadar çok bilgiye sahip olduğu için bizi çepeçevre kuşatmış ve korumaktadır. Eli bizi korumak için bugün ve daima üzerimizdedir.
139:6 Tanrı’nın sınırsız bilgisi zihinleri ürkütür. Beynimiz bu düşüncenin ağırlığı altında ezilir. Bu bizim kavrayışımızı aşan, erişemeyeceğimiz bir bilgidir. Anlama kapasitemizin sınırına gelince ve daha ileriye gidemediğimizde, yapmamız gereken tek şey Tanrı bilgisinin büyüklüğü karşısında tapınmak ve O’nun önünde eğilmektir.
139:7,8 Tanrı yalnızca her şeyi bilmekle kalmaz; aynı anda var olan her yerde bulunur. Yine de Tanrı’nın her yerde bulunması, kamutanrıcılık (Panteizm) ile aynı şey değildir. Panteizm, yaratılışın Tanrı olduğunu öğretir. Kutsal Kitap Tanrı’nın yaratılıştan ayrı ve farklı bir varlık olduğunu öğretir. İnsanın Tanrı’nın Ruhu’ndan kaçabileceği bir yer var mıdır? İnsanın göklere çıktığını varsayalım, Tanrı orada olacaktır. Gökler Tanrı’nın tahtıdır (Mat.5:34). Yatağını ölüler diyarına serse bile, bedende bulunmayanlar Rab’bi yine orada göreceklerdir.
139:9,10 “Seherin kanatlarını alıp uçsam, denizin ötesine konsam, orada bile elin yol gösterir bana, sağ elin tutar beni.” Seherin kanatları, doğudan batıya saniyede 297.600 km. hızla ilerleyen sabah güneşinin ışınlarını belirtir. Evrenin bazı uzak köşelerine ışık hızıyla yolculuk edebilseydik, Rab’bi yine orada bize yol göstermek ve destek olmak için beklerken bulurduk.
9 ve 10’uncu ayetler, uzay yolculuklarının yapıldığı bu çağla tam bir uyum içindedir. 1969’da uzatılmış bir görev yolculuğu için uçağa binmek üzereyken Rab’bin bana bu değerli vaat aracılığıyla nasıl seslendiğini asla unutmayacağım. Bindiğim jet uçağının kanatları seherin kanatları gibiydi, beni yeryüzünün en uzak köşelerine taşıyacaktı. Ama gideceğim her yerde Rab’bin varlığı ve koruması, hız ya da uzaklığın hiçbir önemi olmaksızın benimle birlikte olacaktı. Bu vaade kendiniz için sahip çıkın ve uçakla yolculuk eden Hıristiyan arkadaşlarınızla paylaşın.
139:11,12 Eğer biri karanlığın kendisini Tanrı’dan saklamasını isterse, yanlış bir sığınağa güvenmiş olacaktır. Gece, Tanrı için gündüz gibi ışıldar. Karanlık O’nun için karanlık sayılmaz. “Gece, gündüz gibi ışıldar, karanlıkla aydınlık birdir senin için.”
Tanrı’dan kaçılmaz. Pascal’ın söylediği gibi, “O her şeyin merkezindedir; çevresinde değil.”
139:13,14 Tanrı’nın her yerde bulunduğundan söz eden Davut şimdi O’nun güç ve ustalığı üzerinde düşünmeye yönelir. Tanrı’nın Her Şeye Gücü Yeten özelliğini anlatmak için örnek olarak annesinin karnındaki bir bebeğin harika gelişimini seçer. Bir noktadan daha küçük bir durumdaki canlının gelecekteki bütün özellikleri (cilt rengi, göz ve saç rengi, yüz hatları, sahip olacağı yetenekler) programlanmıştır. Döllenmiş bir yumurta, çocuğun bütün zihinsel ve fiziksel gelişimini içerir. Bu yumurtadan gelişecek olanlar aşağıda belirtilmiştir:
…Altmış trilyon hücre, yüz altmış bin kilometre sinir lifi, kanı bedende taşıyan doksan altı bin kilometre uzunluğundaki damarlar, iki yüz elli kemik, eklemler bağlar ve kaslar.99
Davut, ceninin oluşumunu mükemmel bir biçimde tanımlar. “İç varlığımı sen yarattın, annemin rahminde beni sen ördün.” Tanrı bizim iç varlığımızı yaratmıştır; her birimiz tanrısal mühendisliğin bir harikasıyız. Örneğin, beyni düşünelim; gerçekleri, sesleri, kokuları, görüntüleri, hisleri ve acıyı kaydetme kapasitesiyle, hatırlama yeteneğiyle, hesaplama gücüyle, karar verme ve sorunları çözme anlayışına ilişkin sonsuz bir güce sahipmiş gibi görünür.
Tanrı bizi annemizin rahminde ördü. Bu kasların, kirişlerin, bağların, sinirlerin, kan damarlarının ve iskeletin uygun bir tanımıdır.
Davut, Rab’be övgüler sunar. Tanrı’nın yaratışının mükemmelliğini düşündüğünde, insanın müthiş ve harika yaratıldığını söyler. İnsan bedeninin harikalarını düşündükçe (düzenini, karmaşıklığını, güzelliğini, iç güzelliğini ve kalıtımsal özellikleri) doğal bilimler konusunda eğitilmiş birinin sınırsız bir yaratıcıya nasıl olurda inanamayacağına şaşarız.
139:15 Mezmur yazarı tekrar, bedeninin annesinin rahminde oluşturulduğu zamana geri döner. Burada, embriyo ya da cenine işaret edildiğine dikkat edin. Kutsal Kitap’ın görüşüne göre insan kişiliği doğumdan önce var olur ve bu nedenle önemli tıbbi nedenler dışında kürtaj bir cinayettir.
Davut Tanrı’nın kendisini başlangıçtan beri çok iyi tanıdığının farkındaydı. Gizli yerde yaratıldığında, yerin derinliklerinde örüldüğünde bedeninin Tanrı’dan gizli olmadığını biliyordu. Yerin derinlikleri ifadesi yeryüzünün derinlikleri anlamına gelmez; hiç kimse orada yaratılmamıştır. İfadenin geçtiği koşullarda anlamı yalnızca “anne rahmi” olabilir. Benzer bir ifade Efesliler 4:9’da görülür; burada, Mesih’in yeryüzünün aşağı kısımlarına indiğinden söz edilir. İfadenin geçtiği koşullara göre bu da yine O’nun bir bakirenin rahmine girişini belirtmektedir. Burada söz konusu edilen O’nun beden alışıdır.
139:16 Mezmur yazarı, şekillendirilmemiş özünden söz ederken kullandığı sözcük dürülmüş ya da sarılmış bir şeydir. Barnes ve diğerleri sözcüğün embriyo ya da cenine işaret ettiğini düşünürler. “Uzuvların cenin haline gelene kadar gelişmemiş olduğunu söylerler.” Varoluşunun bu hazırlık döneminde bile Tanrı’nın gözleri İsrail’in tatlı ezgicisinin üzerindeydi.
Davut’un yapacağı her şey o daha doğmadan önce Tanrı tarafından biliniyordu.
139:17,18a Düşünceleri ne kadar değerlidir – anlık ayrıntılara dikkat eder. Andrew Ivy şöyle der: “Hemen hemen istisnasız her hücre bir bütün olarak bedenin refahı için dizayn edilen amacı yerine nasıl getireceğini bilir.”
139:18b “Uyanıyorum, hâlâ seninleyim.” Mezmur yazarının burada doğum anını belirttiğini düşünüyorum. Daha önceki ayetlerde (13-18a) Tanrı’nın, doğumundan önceki dokuz ay boyunca kendisine olan yakınlığını vurgulamıştı. Ama doğumundan sonra da durum değişmedi; Davut hâlâ desteği, koruyucusu ve rehberi olan Rab’le birliktedir. Doğumundan uykudan uyanma olarak söz eder; tıpkı bizim gün ışığının gördüğümüz ilk anda söylediğimiz gibi.
139:19-22 Tanrı’nın her şeyi bilme, her yerde var olma ve her şeye gücü yetme özelliklerini düşündükten sonra mezmur yazarı, Tanrı’ya sırtlarını dönmeye cesaret eden zayıf ve güçsüz insanları düşünür ve cezalarını hak ettikleri sonucuna varır. Kaçınılmaz olarak bazıları Davut’un 19-22’nci ayetlerdeki duasına dudak bükecek, bu ayetlerdeki ifadeleri Hıristiyanlık’la bağdaştıramayacaklardır. Mezmur yazarının duygularının yargılayıcı ve tanrısal sevgiyle uyumsuz olmasına karşı çıkacaklardır. Ben, Tanrı sevgisinin O’nun kutsallığı ve adaletiyle orantılı olarak vurgulandığını düşünüyorum. Tanrı’nın sevgi olduğu gerçektir, ama bu bütün gerçeği kapsamaz. Sevgi O’nun niteliklerinden biridir. Sevgisi diğer niteliklerinden üstün değildir. Bunun da ötesinde, Tanrı’nın sevgi olduğu gerçeği onun nefret edemeyeceği anlamına gelmez: “Kötüden, zorbalığı sevenden tiksinir” (Mez.11:5); “Bütün suç işleyenlerden nefret duyar” (Mez.5:5); “RAB’bin nefret ettiği altı şey, iğrendiği yedi şey vardır: Gururlu gözler, yalancı dil, suçsuz kanı döken eller, düzenbaz yürek, kötülüğe seğirten ayaklar, yalan soluyan yalancı tanık ve kardeşler arasında çekişme yaratan kişi” (Özd.6:16-19).
Edward J. Young bize şunu hatırlatır.
Bu duasına ilişkin Davut’u yargılamakta ileri gitmeden önce, bizlerin de aynı şeyler için dua ettiğimizi hatırlamakta yarar var. Ne zaman Rab’bin bize öğrettiği duayı etsek, “Egemenliğin gelsin... senin istediğin olsun” deriz.100
Mesih’in egemenliğinin gelişi düşmanlarının yıkımından önce olacaktır. Bu nedenle, biri için dua etmek diğeri için de dua etmek sayılır. Davut hiç çekinmeksizin Tanrı’nın kötüleri cezalandıracağı zamanı özler ve kan döken kişilerin verdiği rahatsızlığın sonsuza kadar sona erdirilmesini arzular (19. ayet). Bu kişiler Rab Tanrı’ya kötü niyetle meydan okuyan ve yine kötü niyetle O’na başkaldıranlardır.
Davut’un bu kişilere duyduğu nefret kişisel bir olaydan kaynaklanmamaktadır. Aksine, onlar Tanrı’dan nefret ettiği ve en yüce olana başkaldırdıkları için bu kişilerden tiksinir. Tanrı’nın onuru için duyduğu gayret bu kişilerden nefret etmesine ve onları düşmanları olarak görmesine neden olmaktadır. Bununla bize Rab İsa’nın, Babası’nın evinden para bozanları nasıl kovduğunu hatırlatır. “Davut’un lirinin telleri, İsa’nın yüreğinin bağlarıydı.” Young bu konuyu şöyle açıklar:
Davut nefret ediyordu, ama nefreti Tanrı’nın nefreti gibiydi; nefretinin kaynağı kötü bir duygu değildi. Tanrı’nın amaçlarının gerçekleşmesi ve kötülüğün yok olması için duyduğu içten arzu ve gayretten kaynaklanıyordu. Davut nefret etme
seydi, o zaman kötünün başarısını ve Tanrı’nın düşüşünü arzulamış olacaktı. Davut’un nefretini düşündüğümüzde bu noktaları göz önünde tutmamızda yarar vardır.101
Dostları ilə paylaş: |