199-Müşteki Sedat SARIOĞLU 16/04/2012 tarihli dilekçesinde özetle;
1959-1986 yılları arasında Deniz Kuvvetleri Komutanlığının çeşitli birimlerinde 27 yıl hizmet ederek kendi istek ve arzusuyla emekli olduğunu, emekli olduğu günden bu güne devlete ve Türk Silahlı Kuvvetlerine karşı herhangi bir yıkıcı, bölücü ve irticai faaliyet içinde bulunmadığı gibi polis ve jandarma tarafından herhangi bir adli soruşturma ve kovuşturma geçirmediğini, 2011 yılının Ağustos ayında İstanbul Selimiye Astsubay Orduevinde konaklamak istediğinde ordu evlerine, askeri gazinolarına ve sosyal tesislerine 06/02/2001 tarihinden itibaren süresiz giriş yasaklı olduğunu öğrendiğini, emekli olduktan 25 sene sonra özlük hakları elinden alınmış, TSK'dan dışlanmış, şerefsiz ve vatan haini gibi fişlenmesinin kendisini son derece üzdüğünü,
Yasak tarihi olan 06/02/2001 tarihi dikkate alındığında, Yalova Termal Kaymakamının 28 Şubat kararları ile çıkarılan 633 sayılı kanunun 35. maddesini bahane ederek ve Batı Çalışma Grubu üyesi ve Jitem'i kurduğunu iddia eden Yolava Jandarma Komutanı A. D. ile birlikte hareket ederek bu tezgahı kurmuş olduklarını anladığını, www.yeşil.gov veya org adresinde kendisinin yeşil kod adıyla anılan M. Y.'nin Yalova ekibinde olduğu, Susurluk Çetesinde olduğu, Deniz Astsubayı olduğu, namaz kıldığı, Nakşibendi tarikatına bağlı şeyh N. K.’nin müridi olduğu, eski emniyet müdürü M. A. ile çalıştığı ve birlikte kara para akladığını belirten aslı astarı olmayan yayınları gördüğünü, bu konuda Bilgi Edinme Kanunu çerçevesinde Genelkurmay Başkanlığı, Milli Savunma Bakanlığı ve MİT Teşkilatına yazmış olduğu dilekçelere bugüne kadar herhangi bir cevap verilmediğini, kendisinin görev yaptığı komutanlarının şahsına göstermiş olduğu güven ve itimatlarıyla çok gizli gizlilik dereceli evrak ve dokümanlara nüfuz ettiğini, kozmik bürolarda görev yaptığını, şu an yalnızca dini vecibelerini yerine getiren 5 vakit namazını kılan hacca gitmiş ve eşinin başörtülü olması nedeniyle hangi din, inanç ve düşünceye sahip olduğu bilinmeyen kişi veya kişilerin şahsı hakkında bu şekilde karalama yapma hakkına sahip olmadıklarından şu an adli yargıda görülmekte olan Balyoz, Andıç, İrtica ile Mücadele Eylem Planı, 28 Şubat ve Batı Çalışma Grubu davalarıyla Genelkurmay Başkanlığınca kurulmuş ve işletilmiş bu internet sitelerinden yapılan karalama kampanyasının bir mağduru olduğunu, bu nedenle 28 Şubat kararları ve Batı Çalışma Grubunun bir mağduru olarak davaya katılmak istediğini belirtmiştir. (43. klasör, sayfa 125-126)
TANIK İFADELERİ
1-Mağdur (Tanık) Meral AKŞENER 07/05/2012 tarihli ifadesinde:
1995 yılı 26 Aralık seçimlerinde İstanbul ili Doğru Yol Partisinden milletvekili olarak meclise girdiğini, 54. Refahyol Hükümetinde 9 Kasım 1996 tarihinde İçişleri Bakanı olarak atandığını, Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanlığına Bülent ORAKOĞLU'nu atadığını,
O dönemde 3 Kasım'da Susurluk trafik kazası olduğunu, toplumda "temiz toplum, temiz siyaset, devlette şeffaflık" talepleri ile bir talep yükselmesi olduğunu, toplumun tansiyonunun yükseldiğini, PKK’lı itirafçıların beyanlarının gazetelerde boy boy çıkmaya başladığını ve medyada siyaset, bürokrat ve iş adamlarından oluşan gizli bir çete yapılanmasının olduğunun gündeme getirildiğini, daha sonra da bu yapılanmanın o tarihteki Emniyet Genel Müdürlüğü personeline yönlendirildiğini, o tarihte kendisinin İçişleri Bakanı olduğunu ve Emniyet teşkilatının üzerine fazla gidilmesi, Türkiye’deki her sorunda ve her olayda onların fail olarak görünmeye başlanması üzerine Emniyette beş Genel Müdür Yardımcısını görevden aldığını, yerine yeni kişiler atadığını ve Emniyet İstihbaratının başında bulunan E. A.'yı da bu görevden alarak Bülent ORAKOĞLU'nu vekâleten getirdiğini,
1996 yılı 9 Kasımından sonra ilk yapılan MGK toplantısına katıldığını, bu toplantıda rutin konuşmaların yapıldığını, daha sonraki MGK toplantılarında Batı Çalışma Grubunun kurulacağına dair herhangi bir gündem oluşmadığını, adının bile geçmediğini, MGK’ya katılan askerlerden hiçbirisinin de Batı Çalışma Grubunu kurduklarını söylemediklerini, kendisinin o dönemde İçişleri Bakanı olması sebebiyle Batı Çalışma Grubunun ya da buna benzer grupların oluşturulmasına dair herhangi bir yazısının olmadığını, kendisinden önceki ve sonraki İçişleri Bakanlarının da olduğunu zannetmediğini,
O dönemın Başbakanının Batı Çalışma Grubunun oluşturulması ile ilgili herhangi bir yazısının olmadığını, olsaydı yazının İçişleri Bakanı olarak kendilerine geleceğini, 28 Şubat MGK kararında da Batı Çalışma Grubu ya da buna benzer grupların oluşturulmasına dair herhangi bir çalışmanın olmadığını, daha sonra Emniyet Genel Müdürü K. Ç. ile Emniyet İstihbarat Daire Başkanı Bülent ORAKOĞLU’nun Türk Silahlı Kuvvetleri içerisinde Batı Çalışma Grubu adı altında hükümeti devirmek için darbe hazırlığı yapan bir grup olduğunu belirterek bununla ilgili belgeleri kendisine ibraz ettiklerini, bu belgeleri kendisinin incelediğini, bu belgelerin içinden Batı Çalışma Grubunun önemli olan bölümlerini aldığını, Başbakan Yardımcısı ve o dönem partilerinin Genel Başkanı Tansu ÇİLLER'e götürdüğünü, aynı belgelerin bir nüshasını da Adalet Bakanı Şevket KAZAN'a Başbakana iletmesi için ilettiğini, aynı zamanda diğer tüm belgeleri de emniyetçi arkadaşlarının Tansu ÇİLLER ve Başbakana ilettiklerini, bu bilgilerden sonra MGK’nın tahminince Mayıs ayı toplantısında bu belgelerden haberdar olmuş olacak ki dönemin Deniz Kuvvetleri Komutanı G. E.’nin hükümete saldırmak amacıyla İçişleri Bakanlığının Deniz Kuvvetlerini dinleyerek, bilgisayarlarını boşaltarak ayrıca casusluk yaptığını öne sürerek o dönemin hükümetini suçladığını, kendisinin de İçişleri Bakanı olması sebebiyle böyle bir şeyin olmadığını, herhangi bir hukuki dayanağının bulunmadığını varsa ellerindeki bilgi ve belgeleri vermelerini isteyerek soruşturma ve kovuşturma açacağını belirttiğini, fakat onların ısrarla Bülent ORAKOĞLU'nun açığa alınmasını dile getirdiklerini, kendisinin de Emniyet görevlilerinin görevlerini yaptıklarını, herhangi bir kimseyi görevinden almayacağını belirttiğini, ortalığın elektriklendiğini, o dönemin Milli Güvenlik Kurulunda gündemin kapandığını, başka konulara geçildiğini, daha sonra Mülkiye Müfettişi görevlendirdiğini, görevlendirince Genelkurmay’ın rahatsız olduğunu, siyasilerden Bülent ORAKOĞLU'nun görevden alınmasını ısrarla istediklerini, o aşamada kendisinin kabul etmediğini, daha sonra hükümet üyelerinin devlet kurumunda böyle bir çatışma olmaması için Bülent ORAKOĞLU'nun başka bir kuruma atanmasına karar vererek daha sonra Emniyet Ataşesi olarak Newyork'a gönderdiklerini, bu sırada basının kendilerine, hükümete karşı çalıştığını, ortada hükümeti devirmek için bir darbe yapılanması olduğu halde bunu görmezden gelerek var olan hükümetin aleyhine yayın yaptıklarını, bazı sivil toplum örgütleri, bazı sendikalar, meslek odaları ve kuruluşlarının da bu gündeme düşen Batı Çalışma Grubuyla ilgili belgeler konusunda herhangi bir açıklamada bulunmadan var olan hükümetin görevden uzaklaştırılması için çalışıp açıklamalarda bulunduklarını, Milli Güvenlik Kurulunda PKK ve terör birinci öncelikli tehdit iken askerlerin isteği üzerine daha sonra birinci öncelikli tehdidin irtica olduğunu, irtica derken power-point sunumlarında gösterildiği gibi Türkiye'deki tüm müslümanları içine alacak şekilde genişletilmesine kendisinin karşı olduğunu, itirazını da MGK’ya yaptığını, ayrıca MGK’da Valiler, Kaymakamlar, İçişleri Bakanlığı personeli ile ilgili fişlemelere, bilgilere de karşı çıktığını, ayrıca bireysel olarak Vali ve Kaymakamlar ile ilgili bilgileri de yönlendirerek MGK’ya getirdiklerini ve bunların görevden alınmasını istediklerini, kendisinin Milli Güvenlik Kurulunda bu belirtilen konular ile ilgili herhangi bir kamu görevlisini görevden almadığını, şu an anladığı kadarıyla bu çalışmaların o dönemdeki Batı Çalışma Grubunun faaliyeti kapsamında yapıldığını,
Batı Çalışma grubunun mahalli seçimlerden sonra 1994 yılında kurulduğunu tahmin ettiğini,
O dönemde Türkiye genelinde gazetecilere, iş adamlarına, Rektörlere, Hakim ve Savcılara, kamu çalışanlarına, sendikalara vb. gruplara TSK’dan bir grup brifingler ve sunumlar verdiklerini, kendisine Bakanlığı döneminde Vali ve Kaymakamlar, Emniyet Müdürleri ile Emniyet personeline de bu brifing ve sunumların verileceğinin söylenmesi üzerine, İçişleri Bakanı Müsteşarı T. Ü.’ye ve kamuoyuna Vali ve Kaymakam ve Emniyet personeline böyle bir brifing ve sunum yapılamayacağını, davet edilip de gidenlerin tamamını görevden alacağını bildirdiğini, bu beyanı üzerine İçişleri personeline brifing verilmediğini,
Bu brifinglerin ve sunumların Batı Çalışma Grubu tarafından hazırlandığını tahmin ettiğini,
O dönemde kendisi İçişleri Bakanı iken D. B.'nin sahibi olduğu Sabah gazetesinde kendisiyle ilgili olarak, o cümleleri ve ifadeleri kullanmadığı halde "Seviyesiz Siyasetçi M. Y.'ye iktidarsız dedi" manşeti atarak aleyhine yazılar yazarak psikolojik harekât yaptığını ve uyguladığını,
Yine o dönemde Hürriyet gazetesinde tahminince 22.08.1997 tarihinde "Casusluğu Akşener'in salonda unuttuğu not ortaya çıkardı" başlığı ile 26 Nisan 1997 tarihinde MGK toplantısında bir not unuttuğunu belirtmiş iseler de; bahsedilen konunun Batı Çalışma Grubu ile ilgili ellerine geçen hükümeti devirmek için yapılmış olan faaliyetlere ait bilgi ve belgeler olduğunu, kendi aleyhine psikolojik harekât uyguladıklarını,
Yukarıda belirttiği yazılar ile ilgili kendisi ve İçişleri Bakanlığı döneminde Batı Çalışma Grubu ile ilgili hükümeti devirmek için yapılmış faaliyetlere ait bilgi ve belgeler ulaştıktan sonra bunları açıklaması üzerine, şahsına basında karalama kampanyası ve aleyhinde yayınlar yapılmaya başlandığını, ayrıca bunlarla ilgili olarak hakkında bir çok maddi ve manevi tazminat davaları açıldığını, o dönemde tahminince yaklaşık olarak 150 milyar civarında tazminat ödediklerini,
Ceza davası olarak hakaret suçlarından da hakkında dava açtıklarını ama kendisinin beraat ettiğini, Genelkurmay’da da beraat ettiğini, Genelkurmaydan da hakkında dava açılması için fezleke gönderildiğini, kendisinin yukarıda saydığı konular ile ilgili olarak 39 sayfadan ibaret belgeyi ibraz ettiğini belirtmiştir. (44. klasör, sayfa 263-265)
Tanık Meral AKŞENER'in ifadesi ekinde 28 Şubat süreci ve anlattığı olaylarla ilgili gazete ve internette yer alan haberlerin bulunduğu belgeler olduğu, 9 Temmuz 1997 tarihli Radikal Gazetesinde tanık Meral AKŞENER'in "Genelkurmayın emri ile çalışan Batı Çalışma Grubu yasa dışı bir cunta..." şeklinde açıklamalarına yer verlidiği, yine aynı tarihli gazetede Tansu ÇİLLER'le ilgili CIA ajanı suçlamasıyla ilgili haberin "ÇİLLER'in ipi KARADAYI'da" şeklinde verildiği,
09 Temmuz 1997 tarihli Yeni Asır Gazetesinde konu ile ilgili Tanık Meral AKŞENER'in "darbeyi ortaya çıkardık" şeklinde açıklamalarının haber yapıldığı,
09 Temmuz 1997 tarihli Gözcü Gazetesinde "görevim gereği Genelkurmayın içinden bilgi toplayarak darbeyi öğrendim ve ERBAKAN ile ÇİLLER'e bildirdim" diyen AKŞENER'e Genelkurmayın "devlet işini bilmiyor bilgi eksikliği var ve başkalarınca yönlendiriliyor" dediği belirtilerek "ordudan AKŞENER'e tokat gibi cevap" şeklinde manşet haberin yapıldığı, yine aynı gazetenin 10 Temmuz 1997 tarihli manşetinde ise söz konusu iddialarla ilgili "AKŞENER Askeri Mahkemede yargılanacak" şeklinde manşet haber yapıldığı,
09 Temmuz 1997 tarihli Milliyet Gazetesinde İçişleri eski Bakanı Meral AKŞENER'in Silahlı Kuvvetlerde Batı Çalışma Grubu çerçevesinde darbe hazırlığı yapıldığını, bunu polis istihbarat biriminin ortaya çıkardığını ima ettiği belirtilerek "AKŞENER meydan okudu" şeklinde haber yapıldığı,
10 Temmuz 1997 tarihli Sabah Gazetesinde "işte o belge" manşet haberiyle soruşturma dosyasında yeralan belgelerden olan Kurmay Başkanı Aydan EROL imzalı 05 Mayıs 1997 tarihli Batı Çalışma Grubu bilgi ihtiyaçları konulu belgenin gazetede yer aldığı anlaşılmıştır. (44 nolu klasör, sayfa 186-262)
2-Tanık Mehmet Kadir SARMUSAK 25/05/2012 tarihli ifadesinde:
7 Temmuz 1996 tarihinde Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Güvenlik Kısım Amirliğinde göreve başladığını,
3 hafta gibi kısa bir süre geçtikten sonra Binbaşı Mehmet AYGÜNER'in Dz. K. K. İsth. Dai. Bşk. Ve İKK ve YKF (Yıkıcı Faaliyetler) şubesine şube müdürü olarak atandığını ve yerine binbaşı C. S.'nin geldiğini öğrendiklerini, Binbaşı Mehmet AYGÜNER'in döneminde rahatlığa alışmış olan imtiyazlı ve referanslı erlerin yeni atanan güvenlik kısım amiri binbaşı C. S.'nin disiplinden taviz vermemesi nedeniyle rahatsız olduklarının aşikâr olduğunu, öyle ki nöbet tutmaktan ceza alsa cezayı çekmeye fırsat bulamayacak durumda olan askerlerin artık cezalarını çekmek için can atar hale geldiklerini, zira tutulan aralıksız nöbetlerin en büyük ceza, nezarette yatmanın ise mükâfat olduğunu, menfaat zincirinin kırıldığını, Binbaşı Mehmet AYGÜNER'in aynı zamanda kantin başkanlığı yaptığını, başkanı olduğu kantine faturasız mallar alarak yolsuzluk yaptığını fark eden soyadını bilmediği M. K. adındaki bir askerin sürgün olarak Marmaris'e gönderilerek gözlerden uzak kalmasının sağlandığını, kendisine verilen bu görev sayesinde karargâhta çok etkili bir konuma gelmiş, menfaat ilişkileri neticesinde her geçen gün etkinliğini arttıran, geçmişi ile dikkat çeçen bir profile sahip olduğunu, güvenlik kısım amiri iken 1995 yılının Ramazan ayında emrinde çalışan Z. isimli ere tabur içtiması alınırken oruçlu musun diye sorarak bir bardak suyu tabur içtiması sırasında bu ere zoraki içirdiğinin dilden dile konuşulduğunu,
B. K. adlı arkadaşının kendisinin rahatsız olduğunu ve revire çıkması gerektiğini belirtmesi üzerine, bu eri makam odasına alarak odasından sürünerek çıkacak şekilde darp ettiğini, tüm güvenlik kısım amirliği askerleri tarafından ve kendisi tarafından görüldüğünü, namaz kılan, oruç tutan eratı tespit ederek cezalandırmanın en büyük amacı olduğunu, karargâhta ibadetin i'sinin bile yasak olduğunu, böyle bir durumda 7 ila 21 gün arasında hapis (maviş) cezasının verildiğini, giriş kapılarında tutmuş oldukları nöbet esnasında Deniz Kuvvetleri Komutanlığı karargâhına giren tüm herkesi aramalarının talimat gereği olduğunu, mesai bitiminde bütün karargâhın güvenliğinden kendilerinin sorumlu olduğunu, alt tertipleri gelince gece nöbetlerini bıraktıklarını, güvenlik kısım amirliği personeline kısaca deniz polisi denildiğini, deniz polislerinin tamamının onbaşı olduğunu, bu sebeple rütbe üstünlüğünün de olmadığını, deniz polisinin gemilerde gemi komutanına bağlı olduğunu, gemilerde isyan çıkmasını engelleyen sulhu ve sükuneti sağlayan sadece gemi komutanından emir alan silahlı güvenlik timi olduğunu, bunun karargâha uygulanmış halinin de aynı olduğunu, yani herhangi bir kuvvet komutanı veya kurmay başkanı Deniz Kuvvetlerine geldiğinde cadde girişinden itibaren alınacak tüm güvenliğin deniz polisinden sorulduğunu, bunun da devamlı ayakta durmak demek olduğunu, bunun yanında tüm karargâhın giriş-çıkış kapılarında deniz polisinin görev yaptığını, çarşı kartlarını deniz polisinin kontrol ettiğini, karargâh içerisinde meydana gelen anlaşmazlık, tartışma veya kavgada deniz polislerinin tarafları topladığını, gerekli tedbirleri aldığını, disiplin mahkemesine sevki sağladığını, karargâh binasına komuta katına ve bilimum diğer atölyelere girmeye ve denetlemeye yetkili tek birim olduğunu, tüm binanın oda ve katlarının kilitlenmesinden sorumlu olduğunu, en geç saat 23:00'de tüm binanın boşaltılmış olması ve nöbetçi subayına rapor edilerek dış kapıların tamanının kilitlendiğini, ancak bu kurallara yine aynı kuralları koyanların riayet etmeyerek odalarının ışığını söndürmek suretiyle çalıştıkları esnada bir çok kez katlarda kilitli kaldıklarını, ilk 3 ayın nasıl geçtiğini nöbet ve uyku arasında anlayamadıklarını,
B kapısında nöbetini tuttuğu esnada Yüzbaşı Hakan PELİT'in "sizin birimde kaç tane polis var" diye sorduğunu, 11 polis kökenli asker olduğunu belirttiğini, "bunların içinde daha önce istihbaratta çalışan biri var kim olduğunu biliyor musun” diye kendisine sorduğunu, tereddüt ederek bu kişinin kendisi olduğunu belirttiğini, neden sormuştunuz komutanım dediğinde istihbarat kursuna gittiği Emniyet İstihbarat Daire Başkanlığında bazı görevlilerin derslerine girdiğini söylediği, nöbeti bitince odasına gitmesini söyleyerek odadan çıktığını, nöbeti bitince odasına çıktığını, kendisinin yerinde olmadığından odasının bulunduğu katta erlerin beklemesinin yasak olduğundan daha sonra gelmek üzere aşağıya indirildiğini, bu olaydan sonra 2 hafta boyunca herhangi bir gelişme olmadığını, 20 Ekim 1996 Pazartesi günü Binbaşı Mehmet AYGÜNER'in saat 07:30'da her zamanki gibi işe erken geldiğini, Emniyet İstihbarat Teşkilatında çalışanın kendisi mi olduğunu sorduğunu, kendisinin evet benim komutanım diyerek cevap verdiğini, Hakan PELİT yüzbaşı ile görüştün mü diye sorduğunda görüşemediğini, kendisini yerinde bulamadığını söylediğini, saat 11:00'den sonra makamına gittiğini, kendisini buyur ederek koltuklardan birine oturttuğunu, istihbarat ile ilgili sorular sormaya başladığını, istihbaratçının nasıl olması gerektiğini, neyi nasıl kullanması gerektiğini, ne tür teknolojik imkânları kullanabildiğini, bu cihazların nasıl temin edildiği gibi sorular sorduğunu, bu soruların çoğunun gizlilik dereceli cevaplar gerektirdiğinden şahsıyla ilgili sorulara cevap vererek, gizlilik ihtiva eden soruların Emniyet İstihbarat Daire Başkanlığına sorulması gerektiğini belirttiğini, o sırada Yüzbaşı Hakan PELİT'in geldiğini, Binbaşı Mehmet AYGÜNER ve Yüzbaşı Hakan PELİT ile bulundukları odadan başka bir odaya geçerken, gördüklerinin çok gizli olması sebebi ile kesinlikle burada olanın burada kalması gerektiğinin belirtildiğini, kendisinin istihbaratta gizlilik esas olduğunu belirterek Deniz Kuvvetleri Komutanlığının 4. katında C koridorunda 453 no.lu odada üzerinde Philips ibaresi bulunan 10 aboneli 20 kabinli numarayı kayıt edebilir, harici ve dahili hatlı telefonlara uyumlu dinleme cihazının kendisine gösterilerek tamirinin mümkün olup olmayacağını sorduklarını, gerekli imkânlar verildiğinde bu işin çok kolay olduğunu ancak ciddi manada yedek parçaya ihtiyaç olabileceğini, ilk yaptığı deneme sonrasında 10 aboneli zamanının en lüks elektronik cihazı olan sistemin 3 ünitesinin dinlemeye elverişli ve kayıt yapar halde olduğunu, ancak yapılan kaydın dinlenemediğini fark ettiğini, bu cihazla birlikte gelen mutlak suretle daha küçük ancak okuyucu özelliği olan başka bir cihazın daha olması gerektiğini ifade etmesi üzerine taranan envanter kayıtlarında, bu cihazın arşivde olduğunun tespit edildiğini ve cihazın yanına getirilmesinin sağlandığını,
Çalışan 3 ünitenin hemen faaliyete geçirildiğini, şifrelenen kayıtların orijinal okuyucusu sayesinde artık dinlenebildiğini, ilk olarak 3800, 3500 numaralı dahili hatlar ile alım satıma bakan albayın telefonunun dinlenmeye başlandığını, 3800 no.lu dahili numaranın kıdemli savcı albaya, 3500 ise A. K. Hakim Yüzbaşıya ait olduğunu, bu dinlemelere başlandığını, ancak ortada çok ciddi bir sorunun olduğunu, cihazın taşınabilmesinin çok mümkün olmadığını ve cihazın eski teknoloji olduğu için parçaların bulunmadığını, Binbaşı Mehmet AYGÜNER'in birkaç yeri arayarak elektronik parça temini konusunda bir araştırma yaptığını, bu cihazın gerekli olan elektronik aksamının piyasada ve Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesinde olmadığını tespit ettiğini, bu konu ile ilgili Emniyet İstihbarat Daire Başkanlığından yardım talep edilebileceğini, talebin karşılanabilmesinin için görüşme yapıp yapmayacağının sorulmasında görüşmelerde bulunabileceğini, ancak son kararın emniyet yetkililerine ait olduğunu belirttiğini, bu talebin yazılı olarak yapılması halinde Emniyet İstihbarat Daire Başkanlığı personelinin prosedür gereği çok daha hızlı bir şekilde desteklerini esirgemeyeceklerini ifade ettiğini, yapılan değerlendirmeler neticesinde bu çalışmanın mümkün olduğu kadar gizli kalması gerektiğini, resmi bir talebin yapılamayacağını, böyle bir çalışmanın duyulduğu takdirde Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Karargâh binasında çalışan personel üzerinde olumsuz etki yapacağını düşünerek yazılı talep seçeneğinin ortadan kaldırıldığını, tamiratın gerçekleştirilebilmesi için Emniyet İstihbarat Daire Başkanlığından destek alınması gerektiğini, bu bağlamda mutlak suretle sözlü de olsa birlikte çalışma bakımından alınabilecek bir onay iki kurum arasındaki ilişkilerin ilerlemesinin iyi bir başlangıç olabileceğinin değerlendirildiğini, Binbaşı Mehmet AYGÜNER'in kendisine teşekkür ederek biraz düşünüp değerlendirmeleri gerektiğini söyleyerek kendisini görev mahalline gönderdiklerini,
Birim yazıcısının istihbarattan çağrıldığını söylemesi üzerine Binbaşı Mehmet AYGÜNER'in daha önce bilgi vermiş olduğunu anladığı Albay Eser ŞAHAN'ın makamına kabulü ile kısa bir görüşmeden sonra artık Deniz Kuvvetleri Komutanlığı istihbaratı bünyesinde ilk posta eri olarak çalışacağını ve burasının çok gizli bir yer olduğunun tarafına ifade edilerek çay servislerini yapmasının emredildiğini, Emniyet İstihbarat Daire Başkanlığının bu cihazların daha gelişmişini ürettiğini ifade etmesine rağmen cihazların içine konulabilecek dinleme cihazı ile kendi personellerinin dinlenebileceği ihtimali göz önünde bulundurularak bu cihazların temini cihetine gidilmemesi kararının alındığını, bunun yanında cihazın diğer ünitelerinin de tamir edilerek 20 ünitenin tamamının ayrılmasının uygun görülmüş olduğu için yedek parça temini maksadıyla Emniyet İstihbarat Dairesi Başkanlığı ile diyaloglara başlandığını, Emniyet İstihbarat Daire Başkanlığında İstihbarat Daire Başkan Yardımcısı Emniyet Müdürü M. A. ile ailecek görüştüğü bir askeri personel sayesinde temasa geçilerek konunun kendisine izah edildiğini, ilk olarak cihazın Emniyet İstihbarat Daire Başkanlığına getirildiğini, burada tamir edilmesinin düşünüldüğünü, ancak yine yapılan değerlendirmeler neticesinde bu çalışmanın personel ve teknik destek vermek sureti ile Deniz Kuvvetleri Komutanlığı binasında yapılmasının uygun görüldüğünü ve cihazın tekrar Deniz Kuvvetleri Komutanlığı binasına getirildiğini, cihazın bölünmesinin göründüğü kadar kolay olmadığını, bir ana şebekeden beslenen tüm kayıt cihazları için ayrı ayrı besleme yapılmasının gerektiğini, cihazların ayrılarak bağımsız hale getirilmesi seçeneğinin tüm cihazların çalışır hale getirildikten sonra yeniden değerlendirilmek üzere ertelendiğini, bu sebeple 19.12.1996 tarihine kadar Emniyet İstihbarat Daire Başkanlığından alınan teknik ve iş gücü desteği ile çalışmaların sürdürüleceğini,
Rahatsızlığı münasebeti ile gitmiş olduğu Amerika Birleşik Devletleri ziyaretinden dönüşte karargâhta, harekât başkanlığında ve istihbarat dairesinde olağan dışı bir hareketliliğin yaşanmaya başlandığını, binbaşı Mehmet AYGÜNER'in şeriata dayalı sistemin PKK tehlikesinin önüne geçen bir tehdit oluşturduğunu, şeriatçıların ülkeyi ele geçirmek üzere oldukları tezini savunan bilgisayar çıktısı şeklindeki yazı hakkında görüşlerini sorduğunu, kendisinin rahat ve özgür olarak mı yorum yapayım yoksa resmi kurum kimliğimi göz önünde bulundurarak mı yorum yapmamı istersiniz dediğini, burada aslında duymak istediklerini mi yoksa gerçekleri mi söylemesini istedikleri mesajını Binbaşı Mehmet AYGÜNER'in anladığını, özeleştiri yapmasını istediğini, yazının tamamında şeriat kelimesinin çok fazla kullanıldığını ki yazıda şeriat kelimelerinin arasına sıkışmış diğer kelimelerinin biz burada figüranız çığlıklarının duyulduğunu, bu yazıyı kime sunacak ise biraz kültürlü ise ve okuma yazması var ise alay konusu olacağını söyleyerek söze başladığını, bir kere yazının inandırıcı olmadığını, ikincisinin bu yazıyı yazan kişinin kim ise hiç araştırma yapmadığını, şeriat kelimesinin ne demek olduğunu katiyetle bilmediğini söyleyerek bir kısım açıklamalar yaptığı sırada Binbaşı Mehmet AYGÜNER'in yanından hızla uzaklaştığını izleyerek bakakaldığını,
Ertesi gün Binbaşı Mehmet AYGÜNER'in kütüphanedeki bayanı bulmamı, kendisinin gideceğinden haberdar olduğunu ve kütüphaneye kimseyi almayacağını, kendisine şeriatın ne demek olduğunu anlatan bir araştırma yapması için bir gün süre verdiğini, ulu önder Mustafa Kemal ATATÜRK'ün şeriatla ilgili söylemlerinin hazırlanan araştırmanın ilk bölümünde yer alacak şekilde, ansiklopedik ve tarihsel süreci de içeren tanımların yer aldığı bir çalışma hazırladığını, Mustafa Kemal ATATÜRK'ün Balıkesir Zağanospaşa Camiindeki Cuma hutbesindeki söylemlerini de araştırarak toplam 6 sayfalık bir sunum olarak Binbaşı Mehmet AYGÜNER'e sunduğunu, daha sonra karargâha alınan gazetelerden ilk olarak Binbaşı Mehmet AYGÜNER'in kendisine okutmuş olduğu yazıdan bazı alıntıları Deniz Kuvvetleri Komutanı G. E.'nin tam yerini hatırlamadığı bir yerde basının karşısında ifşa ettiğini ve şeriat tehlikesine vurgu yaptığını gördüğünü, bunun şeriat kelimesini ihtiva eden ilk ve son açıklama olduğunu, zira düzenlemiş olduğu rapor neticesinde Yüzbaşı Hakan PELİT'in telkinleri ile şeriat kelimesinin kaldırıldığını, yerine uzun bir süre içi doldurulmaya çalışılacak irtica kelimesinin konulduğunu, karargâh içerisinde her geçen gün hızlanan bir hareketliliğin başladığını, irticai eylemlere katıldığı iddia edilen ancak haklarında hiçbir delil bulunmayan kişilerin ivedilikle Türk Silahlı Kuvvetleri Teşkilatından atılması için gerekenlerin yapılmasının istendiğini, normalde takip edildiği halde ordudan ilişiklerini kesmek için makul gerekçe bulamadıkları personel hakkında kuvvet komutanlıklarına mutlak suretle kişilerin teşkilattan atılmasına yarayacak delilleri toplamaları, delil bulunamadığı takdirde ise delil bulamayanlar hakkında gerekli işlemin yapılacağının bildirildiğini,
Bu bağlamda yazılı talimat ile Deniz Kuvvetleri Karargâhına çağrılmış olan baskı ve stres altında çözüleceği düşünülen astsubayların kuvvet komutanlığı içerisinde bulunan misafirhaneye yerleştirildiğini, bir eksikleri ve ihtiyaçları olup olmadığını sormak için Binbaşı Mehmet AYGÜNER tarafından 2-3 kez konakladıkları misafirhaneye gönderildiğini, ilk etapta misafir olduklarını düşündüğü bu astsubayların kütüphanenin yan tarafında bulunan ve sorgu odası olarak ayarlanan bölümde Binbaşı Mehmet AYGÜNER tarafından gözleri ve kolları bağlanarak titrer vaziyette sorgulandıklarına da şahit olduğunu, alınan ifadelerden anladığı kadarıyla kişilerin çok fazla bir şey anlatmalarına gerek olmadığını, belirli kalıp ile kaleme alınan ifadelerin hedefteki kişilerin dosyasının doldurulması için yeterli olduğunu, bu şekilde hazırlanmış olan Deniz Kuvvetleri Komutanlığı bünyesinde meslekten çıkartılacak personel listeleri hazırlandığını, bu şekilde kütüphanede elleri ve gözleri bağlı şekilde farklı günlerde 4 farklı kişi gördüğünü, bu manzarayı görünce Mehmet AYGÜNER'e sohbet esnasında şaka ile karışık neden suçlarını kabul etmedikleri halde bu kadar ısrar ettiklerini, adamların kilitlendiği halde konuşmadıklarını, konuşturamayacaklarını, kendisinin böylelerini çok gördüğünü 3-4 defa söylemesinden sonra binbaşının o kişileri sorgulamış olduğu kütüphanenin yanındaki bölüme inmesini yasakladığını, burasının araç nizamiyesinden girdikten sonra solda kalan kütüphanenin yanındaki bölüm olduğunu,
1997 yılı yılbaşında cihaz tamiratının büyük çoğunlunun tamamlanmış, 15-20 gün daha son bakımları ve testlerinin yapılacağını, ocak ayının ortaları olan hatırlamadığı bir günde cihaz tamirinde emeği geçmiş olan Emniyet İstihbarat Daire Başkan Yardımcısı H. A. ve fiili olarak cihaz tamirinde çalışmış olan U. ve M. isimli polis memuru arkadaşlarına hitaben yazılmış olan takdirnameyi Emniyet İstihbarat Daire Başkanlığına götürerek Emniyet İstihbarat Daire Başkan Yardımcısı Emniyet Müdürü H. A.'ya teslim ettiğini,
Kendisinin İstihbarat Dairesi Başkanlığında çalıştığı dönemde Emniyet İstihbarat Dairesi Başkanı Bülent ORAKOĞLU'na atfedilen E. B.'nin köşe yazısında yayınlanan "Bugün TSK ihtilal yapamaz, çünkü Türkiye'de 167.000 resmi, 7.000 özel harekât polisi var" şeklindeki söz üzerine Deniz Kuvvetleri Komutanlığı İstihbarat Başkanı Albay Eser ŞAHAN'ın kendisini 2 kez Bülent ORAKOĞLU'na gönderdiğini, ilkinde bu sözü söyleyip söylemediğini anlamak için ağzını araması için gönderdiğini, ikincisinde ise Bülent ORAKOĞLU'nun bibliyografisinin ve şeceresinin araştırılması için gönderdiğini, bunu Bülent ORAKOĞLU'na söylediğini,
Deniz Kuvvetleri Komutanlığında kendisi hakkında soruşturma açılması üzerine kendisine 7 gün C.S. imzasıyla disiplin hapsi verildiğini, 23.05.1997 tarihinde disiplin hapsine başlandığını, 30 Mayısa kadar disiplin hapsinde olması gerekirken bu esnada 2 gün geçirdikten sonra 26 Mayıs 1997 günü kendisini disiplin hapsi odasından çıkardıklarını, sorgu odası olarak kullanılan kütüphanenin yanındaki odaya götürdüklerini, orada kelepçelerini söküp gözlerini bağladıklarını, ellerini arkadan ayaklarına domuz bağı şeklinde bağlayarak kafasına çuval geçirilmiş vaziyette oraya geri geri yaklaşan arabaya kendisini bindirdiklerini, bu olay sırasında disiplin hapsi odasından kendisini Mehmet AYGÜNER ile 2 askerin aldığını, sorgu odasına götürdüklerini, orada gözlerinin bağlandığını, elleri ve ayakları zincirle bağlanıp kafasına çuval geçirildikten sonra söz konusu araca bindirdiklerini, araçta dizlerinin üzerinde durduğunu, Mehmet AYGÜNER'in kendisini gelen araçtaki kişilere teslim ettiğini, bu şekilde araca bindirildiğini gören polis kökenli C.Ç. isimli er bulunduğunu, o gün nöbetçi olduğunu, hatta arkadaşlarına kendisinin öldüğünü, kendisinin dönme ihtimalinin olmadığını ifade ettiğini, götürülürken kendisini götüren kişinin aracı kullanan kişiye ne kadar kasis varsa hepsine gir, arkadaş Hanyayı Konyayı öğrenirsin diye söylediğini, götürülürken kendisinin dizlerinin aracın kasasının zemininde bulunan zincirlere sürtülmesi sonucunda yara olduğunu, götürülürken gözünün bağlı olduğu için nereye götürüldüğünü bilmediğini, ancak kavşakları saydığını, 16 kavşak geçtiğini hatırladığını, durduğu ışıkları saydığını, 8 ışıkta durduklarını, ancak yeşilde geçmiş olduğunu düşündüğünde yeri tespit etme imkânının olmadığını değerlendirdiğini, disiplin hapsi odasında kendisini gündüz öğleden sonraki saatlerde aldıklarını,
Kendisi hakkındaki soruşturmaya 23/05/1997 günü başlandığını, o gün akşama kadar hatta gece 24'e kadar sorguda kaldığını, disiplin hapsine konulduğunda ertesi günü yani 24/05/1997 günü saatin gece 01:30 olduğunu, o gün disiplin koğuşunda kaldığını, koğuşta kalan diğer tutukluları 25/05/1997 günü sabahı çıkardıklarını, koğuşta tek başına kaldığını, bu esnada koğuşun kantin tarafından bakan parmaklıklı penceresinden polis kökenli bir asker arkadaştan kâğıt kalem istediğini, bir de apranax, supradin, asripin bir de ağrı kesici aprolford istediğini, bunları arkadaşının temin ettiğini, bunları aldıktan sonra toz haline getirerek kâğıda sardığını, cezaevi pantolununun ön kemer iç kısımda bulunan boşluğa koyduğunu, kendisine işkence yapılabileceğini düşündüğü için gerektiğinde bunları kullanmayı düşündüğünü, kâğıt kalemle yazmış olduğu mektubu dışarıya ulaştırdığını, o mektupta baskı altına olduğunu, emniyet adına istihbarat topladığımı, emniyet görevlilerine oyun oynamak suretiyle emniyet istihbaratını etkisiz kılmak istediklerini ima ettiğini veya kendi çapında anlatmaya çalıştığını, bu mektubun kendi dosyasında olması gerektiğini, medyada da yer aldığını, kendisinde bir fotokopisinin bulunduğunu,
Disiplin koğuşunun ikinci günü yani 25 Mayıs 1997 günü A kapı nöbetçi subayı Mehmet AYGÜNER'in kendisi tek başına bulunduğunda koğuşa gelerek kendisini çıkarttığını, A Kapı nöbetçi subayın odasına yani kendi nöbet tuttuğu odasına götürdüğünü, orada kendisinin 4-5 saat ifadesini aldığını, bu ifade sırasında ilk önce yumuşak davrandığını, daha sonra çözülmüyorsun diyerek kendisini odadaki dolaptan dolaba çarptığını, kendisine elle vurmaya yeltendiğini ancak vuramadığını, 23 Mayıs 1997 tarihinde ilk sorgusunda Mehmet AYGÜNER'in odada tek başına kendisini sorgularken niye yaptın diyerek kendi göğsüne, vücuduna, yüzüne, kafasına nereye denk gelirse yumrukla vurduğunu, kendisinin bu esnada koruma içgüdüsüyle zarf açacağı alarak boğazına dayandığını, kendisine eğer bu işin güce kalıyorsa kendisinin kaybedeceği bir şey olmadığını, kendisini burada öldüreceğini söylediği, cama doğru yöneldiğinde açık olan camdan atlayacağını düşünerek kendisini tutup geri çektiğini, bu nedenle de 25 Mayıs 1997'deki nöbet odasındaki sorgusunda kendisine eliyle vurmaya cesaret edemediğini düşündüğünü,
Kendisini gözü bağlı olarak götürdükleri yerde basamakları saydığını, 26 basamak merdiven indikten sonra 14 adım düz yürüdüğünü, sonra tekrar 26 basamak daha indirildiğini, orada bir odaya konulduğunu, konulduğu odanın sağında ve solundaki odalarda başka kişilerin de var olduğunu, onların bağırma, çağırma, medet umma çığlıklarını duyduğunu, ancak bu seslerin kendisini korkutmak için senaryo olabileceğini de düşündüğünü, konulduğu odada 2 kişi sağlı sollu sorguya aldıklarını, söyletmek istediklerini söylemediği zaman oturduğu sandalyeyi geriye doğru ittirerek elleri, ayakları ve gözleri bağlı olarak kafasının yere zemine çarpmasını sağladıklarını, 4 kez bu şekilde kendisini ittirerek yere çarptıklarını, kafasının arkasının kanadığını, kan fazla gelmemekle birlikte kafasının arkasının davul gibi şiştiğini, elini dokunduramadığını, bu şekilde kendisini 3 gün sorguladıklarını, bu sorgular esnasında istediklerini söylemediği için kendisini koridora çıkararak geniş bir alanda ve su sesi gelen bir yere askıya götürüyoruz diyerek 2 kez götürdüklerini, götürdükleri yerde zeminin ıslak olduğunu, ikinci günün ikindi vakti onların kapıya yakın vaziyette konuşurlarken gelen bir kişinin talimatıyla askıya alınmasının gerekliliği konusunda tartıştıklarını, bu esnada olabilecekleri düşünerek kemerindeki ilacı kuru haldeyken içtiğini, sonra şiddetli geniz yanığı hissederek yuttuğunu, 10-15 dakika sonra kendisini alarak elleri yukarıda olacak şekilde bir yere astıklarını, bu şekilde yarım saat veya 45 dakika ayakları yerde parmak uçları yere değecek şekilde tuttuklarını son olarak hatırladığını, sonra bayıldığını, gözlerini açtığında sorguladıkları odada olduğunu, odadaki yatağın üzerine ve leğenin içine yem yeşil kusmuş olduğunu, gözlerini araladığında gördüğünü, beyaz önlüklü, uzun saçlı bir kişinin sorguya devam edemezsiniz dediğini, bu kişiyi gözleri yine bağlı olmakla birlikte alt kısımdaki açıklıktan hayal meyal gördüğünü hatırladığını, kollarını oynatamadığını, kafasını kaldırmaya çalıştığını ancak kaldıramadığını, su istediğini hatırladığını, bu olaydan sonra koridorda sorgulayan kişilerin aralarında değerlendirme yaptıklarını, üst kademeye rapor vermek için ayrıldıklarını, 3. günü yine gözleri bağlı komutanım dedikleri bir şahısla sorguyu yapan kişilerin geldiklerini, kapının açıldığını, içeriye giren komutan bu mu diye sorduğunda onların da evet bu dediklerini, aldığımız ifadeler iş görür mü diye sorduklarında yanındakilerin konu anlattığımız gibi dediklerini ve ayrıldıklarını, bu komutan olarak gelen kişiyi sesini yeniden duymuş olsa tanıyabileceğini, kendisini götürdükleri işkence mahallinde 6 kez ikişer nüshalı 6 ayrı evraka imza attırdıklarını, imza attırırken başını elleri ile bastııp göz bağını imza atabilmek için az yukarı kaldırarak kendilerini görmeyecek şekilde imza attırdıklarını, imza attığı evraklardan sadece bir tanesini soruşturma dosyasına koyduklarını, o evrakta görevlilerin isimlerinin olmadığını, Gen.Kur.Tem1, Gen.Kur.Tem2 yani Genelkurmay Terörle Mücadele 1, Genelkurmay Terörle Mücadele 2'nin yer aldığını, diğer evraklarda ise görevlilerin isimlerinin yer aldığını, aralarında bu böyle olmaz diye konuştuklarını, diğer evrakları da dosyaya koymadıklarını, ne yaptıklarını bilmediğini, 3 gün işkenceli sorgulama bittikten sonra kendisini yine el ve ayakları, gözü bağlı bir vaziyette 29/05/1997 günü kendisini getiren araba Maviş dedikleri disiplin koğuşunun önüne yanaştığını, kendisini getiren şahıslardan Mehmet AYGÜNER'in kendisini teslim aldığını, koğuşa koyduğunu, Mehmet AYGÜNER'i zaten sesinden tanıdığını,
Kendisinin Deniz Kuvvetleri İstihbarat Başkanlığında çalıştığı sırada B kapı girişine göre sol tarafta kalan toplantı odasının basın odası yapıldığını, tüm irtibatın basınla orada yapıldığını, önceleri burada basınla irtibatı Mehmet AYGÜNER'in yaptığını, daha sonra da L. G.'nin sağlamaya başladığını, bu kişilerin emrindeki personel ile bu işi yaptığını, kendisi çalıştığı Deniz Kuvvetleri Komutanlığı İstihbarat Dairesi Başkanlığından hazırlanan irtica belgelerinin hazırlanması konusunda bir çalışma yapıldığını, önce haber yaptırılarak konunun tespit edilip, bunun taslim belgesinin imzalanıp belge haline getirildiğini, bu şekilde basına yaptırılan haberlerin belge haline getirilip bununla ilgili belge hazırlanarak o konuda araştırma istendiğini, çünkü çalıştığı birimde irtica ile ilgili konuşulanların bir gün sonra hemen basında manşet olduğunu, bu şekilde Sabah Gazetesinde, Hürriyet Gazetesinde, Milliyet Gazetesinde, Yeniyüzyıl Gazetesinde, bazen de Radikal Gazetesinde haberler yaptırıldığını, bu tür haber yaptırılan kişileri kendisinin bizzat görmemekle birlikte Hakan PELİT yüzbaşı ve Mehmet AYGÜNER binbaşının kendisine yarın şu saatte şu kanaldaki haberleri kaydedeceksin dediklerini, kendisinin de o haberler televizyona çıktığında videoya kaydettiğini, bu dönemde yaklaşık 1,5 ay boyunca gecelere kendisine söylenen programları ve haberleri Mehmet AYGÜNER binbaşı ve Hakan PELİT yüzbaşının talimatları ile kaydettiğini, bu talimatların not şeklinde el yazısı ile ya da telefonla sözlü olarak kendisine iletildiğini, hatta bazı günler kendisinin kaydetmesini istedikleri programlar ve konuları o televizyonun program akışında yer almadığını görüp söylenen programın program akışında olmadığını söylediğinde Mehmet AYGÜNER'in yayınlanacak sen bekle diyerek kendinden emin şekilde talimat verdiğini, bu şekilde haber yaptırılacak kişiler olarak mesela yapılacak haberle ilgili "S.’ye verdik", "T. geldi mi" "T. kardeşimiz" gelecek diye isimler kullanıldığını duyduğunu,
Dostları ilə paylaş: |