T. C. DİYanet iŞleri başkanliği eğİTİm hiZMETleri genel müDÜRLÜĞÜ Program Geliştirme Daire Başkanlığı


Halifeler Dönemi: Cem’ ve İstinsah



Yüklə 5 Mb.
səhifə358/740
tarix05.01.2022
ölçüsü5 Mb.
#63144
1   ...   354   355   356   357   358   359   360   361   ...   740
2. Halifeler Dönemi: Cem’ ve İstinsah

2.1. Kur’an’ın Cem’i

Hz. Peygamber’in vefatından hemen önce Kur’ân-ı Kerim tamam olmuştu. Hz. Peygamber nazil olan âyetlerin nerelere konulacağını dahi söylemişti . Vefatından sonra dağınık olan bu vahiy malzemesinin bir araya getirilmesi gerekiyordu. Hz. Peygamber bu konuda yönlendirme ve işaretlerde bulunuyordu. Bu işaretleri değerlendiren sahabiler Kur’ân’ı cem’ etmişler, ancak bu cem’ işlemi şahsi olduğundan, tabii olarak usul ve tertipleri birbirinden farklı olmuştur. Bu bakımdan bu mushaflar, onları cem’ edenlere isnad edilmiştir. Mesela Hz. Ali, Abdullah b. Mes’ud ve Ubeyy b. Ka’b’ın tertip ettikleri mushaflar gibi .

Hz. Peygamber hayatta iken birçok konuda olduğu gibi, Kur’ân konusunda da kendisine başruvulurdu. Ancak Allah Rasulünden sonra onun yerine idareyi teslim alacak halifede böyle bir nitelik olamayacağı için, ihtiyaç ya da zaruret hasıl olduğu vakitlerde müracaat etmek için, iki kapak arasında toplanmış bir Kur’ân nüshasının bulunması zorunluluk arz ediyordu. Zira derlenecek bu mushafın bundan sonra esas ve teminat olması gerekiyordu .

Hicretin on ikinci senesinde meydana gelen Yemame savaşında birçok Kurrâ sahabinin şehit edilmesi, Kur’ân-ı Kerim’in toplanmasına vesile teşkil etmiştir. Daha sonra Kur’ân’ı cem’etme görevi kendisine verilecek olan Zeyd b. Sabit, hadiseyi şöyle anlatıyor: “Yemame savaşından sonra, Ebû Bekr bana haber yolladı. Yanına gittiğimde, Ömer de Ebû Bekr ile birlikte bulunuyordu. Ebû Bekr bana dedi ki: ‘Ömer bana gelerek Yemame savaşında birçok Kur’ân hâfızının şehit düştüğünü, harp meydanlarında Kur’ân’ı ezberleyen kimselerin şehit edilmesiyle Kur’ân’dan birçok şeyin zayi olacağından endişe ettiğini söyledi. Bu yüzden benden Kur’ân’ı bir araya toplamamı (derleme) istedi’. Ben de ona: ‘Allah Rasulünün yapmadığı bir işi nasıl yaparım?’ dedim. Ömer bunun üzerine yemin etti ve bunun hayırlı bir iş olduğunu söyledi ve isteğini tekrarlamaya devam etti. Ve nihayet Allah bu işe aklımı yatırdı ve gönlüme ferahlık verdi. Böylece Ömer’in fikrine ben de katıldım. O bana: ‘Sen ise gençsin, akıllısın, seni itham altında bırakacak herhangi bir söz de yok, Kur’ân’ı araştırarak topla’ dedi”. Zeyd b. Sabit sözüne şöyle devam eder: “Vallahi bir dağı taşımayı teklif etselerdi, dağı taşımak Kur’ân’ı cem’ etmekten bana daha ağır gelmezdi. Ebû Bekr ısrarında devam edip durdu. Nihayet Allah, Ebû Bekr ile Ömer’in kalbini ferahlattığı gibi benim de göğsüme ferahlık verdi. Böylece Kur’ân’ı yazılı olduğu hurma dallarından, beyaz taşlardan ve insanların hafızalarından araştırdım” .

Zeyd b. Sabit’e bu görevin verilmesinde onun, Rasulullah’ın (sav) özel vahiy kâtiplerinden olması, genç ve zekâsıyla sahabe arasında temayüz etmiş olması, Kur’ân’ın tamamını daha Rasululah (sav) hayatta iken ezberlemiş ve düzgün bir şekilde kıraatini icra ediyor olması, arza-i âhirede bulunmuş olması ve herhangi bir şeyle itham edilmemesi sebebiyle insanların ona güven duyması etkili olmuştur . Hz. Ebû Bekr, Hz. Ömer ve Zeyd’e hitaben şöyle der: “Mescidin kapısı önünde oturun. Kim size, iki şahitle birlikte Allah’ın kitabından bir şey getirirse onu yazın” .

Zeyd, Kur’ân’ı cem’etme işinde Hz. Ebû Bekr ve Hz. Ömer’in birlikte belirledikleri, sağlam bir metot takip etti. Ne insanların sadece ezberinde olanı almakla, ne de insanların ellerinde yazılı Kur’ân metinlerini kabul etmekle yetindi. Bilakis iyice araştırıp incelemek suretiyle şu iki prensib esas alındı: Allah Rasulünün (sav) huzurunda yazılmış olan metinler ile insanların ezberlerinde bulunan âyetler. Yazılı metinlerin Hz. Peygamber’in huzurunda yazıldığına dair iki âdil şahit getirilmedikçe de onu kabul etmiyordu .

Hemen ifade etmek gerekir ki, her ne kadar bazı alimler, söz konusu iki şahitten maksadın, “hıfz” ile “kitabet” olduğunu söylüyorlarsa da, bu tutum vakıaya pek uygun düşmemektedir. Zira böyle bir iddianın doğru olduğunu ileri sürmek, bir sahabinin ezberlemiş olduğu herhangi bir Kur’ân metnini yazılı olarak Zeyd’e sunmasını yeterli kabul etmek demektir. Halbuki burada esas olan, getirilen bir Kur’ân nüshasında yer alan metnin, Hz. Peygamber tarafından okunmuş ve yazdırılmış bir metin olduğunu iki şahitle ispat etmektir. Buna göre şahitlik etmeleri için getirilen iki sahabi, sunulan metnin bizzat Hz. Peygamber tarafından okunduğu, böylece de onun Kur’ân’dan olduğu yolunda şahitlik yapıyorlardı. Dolayısıyla Zeyd b. Sabit, Kur’ân’dan olduğu kesinlik kazanmayan hiçbir metni Kur’ân’a koymuyordu. Bu tespit işleminde takip edilen yöntemin sebebi de, ortaya çıkma ihtimali bulunan herhangi bir şüpheye imkân tanımamaktı .

Zeyd Kur’ân’ı derleme görevini bu düsturları takip ederek tamamladı. Derlenen bu mushaf şu özelliklere sahipti:

1. Derleme işi en sağlam ilmi usullerle gerçekleşmiştir.

2. Tilaveti mensuh olan âyetler alınmamıştır .

3. Bu nüsha içerisinde yer alan âyetlerin tevatür yoluyla bize intikal etmiş olduğunda ümmetin icmaı gerçekleşmiştir.

4. Yedi harfi içermektedir .

5. Zeyd b. Sabit tarafından yazdırılan bu Kur’ân’a, Abdullah b. Mes’ud’un (v. 32/652) önerisiyle “mushaf” ismi verilmiştir. Zerkeşi (v. 794/1392) bu olayı şöyle nakleder: “Ebû Bekr Kur’ân’ı cem’ edip ‘Bu Kur’ân’a bir isim verin’ deyince bazıları ‘İncil diyelim’ karşılığını verdi. Bu isim orada bulunanların hoşuna gitmedi. Bazıları ‘Sifr’ diyelim dediler. Yine oradakiler bu adın Yahudiler tarafından kullanıldığını belirterek kabul etmediler. Sonunda Abdullah b. Mes’ud ‘Habeşlilerin yanında bir kitap görmüştüm, ona mushaf diyorlardı’ deyince bu ismi beğenip uygun buldular” . Böylece Zeyd b. Sabit tarafından yürütülen bu tespit faaliyeti, Ebû Bekr ve Ömer gibi önde gelen sahabilerden bazılarının da yardımı ile bir yılın sonunda son bulmuştu.

Birtakım malzemelerin üzerinde ya da ezberlerindeki Kur’ân metnini Rasulullah’tan (sav) almış olan sahabilerin ölümleri sebebiyle, Kur’an’dan hiçbir metnin zayi olmaması için adı geçen zatların yaptıkları bu iş (Allah’ın Kitabını sahifeler içinde toplama ve muhafaza etmeleri işi), dine yapılan hizmetlerin en büyüğü ve en azametlisi olmuştur. Sonra bu pâk sahifeler mecmuâsı hayatı boyunca Hz. Ebû Bekr’in yanında bulunda. Onun ölümünün ardından o sahifeler topluluğunu Hz. Ömer teslim aldı ve yanında muhafaza ve ta’zim edilmiş olarak kalmaya devam etti. Hz. Ömer vefat edince mü’minlerin annesi Hz. Hafsa’nın himayesinde kaldı. Çünkü Hafsa, Hz. Ömer’in çocukları içerisinde, onun vakıfları ve terekesi üzerinde vasiyye sahibi idi .



Yüklə 5 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   354   355   356   357   358   359   360   361   ...   740




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin