T. C. DİYanet iŞleri başkanliği eğİTİm hiZMETleri genel müDÜRLÜĞÜ Program Geliştirme Daire Başkanlığı



Yüklə 5 Mb.
səhifə359/740
tarix05.01.2022
ölçüsü5 Mb.
#63144
1   ...   355   356   357   358   359   360   361   362   ...   740
2.2. Kur’an’ın İstinsâhı

Hz Osman döneminde Kur’ân’ı toplama ve istinsah faaliyeti, siyasal hayatın oldukça çalkantılı bir devresinde gerçekleşmiştir . Çünkü Hz. Osman zamanında İslam devletinin sınırları bir hayli genişledi. Ülke topraklarına yeni yeni beldeler ve buralarda yaşayan çeşitli yabancı unsurlar katıldı. Yeni katılan unsurların içinde Müslüman olanların sayısı bir hayli fazla idi. Bu yeni Müslüman olmuş kişilere İslam dinini öğretmek üzere devlet merkezinden muallimler gönderiliyordu. Peygamberimiz (sav), Kur’ân-ı Kerim’in yedi harf/yedi lehçe üzerine nazil olduğunu bildirmiş ve bunları bizzat kendisi okumak suretiyle Müslümanlara öğretmişti. Yeni fethedilen bölgelere gönderilen muallimler, öğrendikleri ve duydukları kıraatle okuyor ve okutuyorlardı. Kur’ân’ı yeni öğrenen bu müslümanlar, kendi okuyuş tarzlarının diğerlerinden daha doğru olduğunu savunuyorlardı. Bu savunmalar, bazen galeyana dönüşüyor ve iş mücadele safhasına kadar varıyor, böylece ilmin yanı başında taassub da kendini gösteriyordu .

Azerbaycan ve Ermenistan seferlerine katılan Iraklı ve Suriyeli askerler arasında, Kur’an’ı okumada bazı kıraat farkları belirmiş ve her iki taraf da kendi okuyuşunun doğru olduğunu iddia etmişti. Bu, daha büyük olayların başlangıcı olabilirdi. Bu ihtimal dahilindeki tehlikeyi sezen o bölgenin kumandanı Huzeyfetü’l-Yeman, durumdan hemen Hz. Osman’ı haberdar etti ve kendisini bu karışıklığı önleme hususunda çareler aramaya teşvik etti. Bu olayı Buhari (v. 256/870) şöyle nakleder:

“Hz. Osman’ın hilafetinin ilk yıllarında yapılan Ermenistan ve Azerbaycan seferi sırasında çeşitli bölgelerden sefere katılan Müslümanlar arasında kıraat ihtilafları zuhur etmişti. Huzeyfetü’l-Yeman, İbn Mes’ud’un kıraatini esas alan Kûfelilerle Ebu Musa el-Eş’arî’nin kıraatini esas alan Basralılar arasındaki kıraat tartışmalarına tanık olunca endişeye kapılır ve sefer dönüşü halifeye konuyu şöyle arz eder: ‘Ey mü’minlerin emiri! Kalk, şu ümmet Yahudi ve Hıristiyanların kitaplarında düşmüş oldukları ihtilafa düşmeden önce bu işin çaresine bak!’. Bunun üzerine Hz. Osman, Hafsa’ya: ‘Yanında bulunan sahifeleri bize gönder, onları mushaflarda çoğaltalım, sonra sana iade ederiz’ diye haber yolladı. Hafsa da bu mushafı Hz. Osman’a gönderdi. Hz. Osman mushaf gelir gelmez Zeyd b. Sâbit, Abdullah b. Zübeyr, Sa’îd b. el-Âs ve Abdurrahman b.el-Hâris b. Hişam’ı çağırarak onlara, Kur’ân’ı istinsah etmelerini emretti. Bu zatlar da Kur’ân’ı çoğalttılar. Hz. Osman Kureyşli olan üç kişiye: ‘Siz, Kur’ân’dan herhangi bir şey hususunda Zeyd ile ihtilafa düşerseniz onu, Kureyş lehçesi ile yazınız. Zira Kur’ân onların diliyle inmiştir’ dedi. Çoğaltma işi bitince de Hz. Osman bu sayfaları (Hz. Ebû Bekr’in derlemiş olduğu nüshayı) Hafsa’ya iade etti. Ardında da çoğaltılan mushaflardan çeşitli beldelere birer tane gönderdi ve gönderilen bu mushafların dışındaki Kur’ân nüshalarının ve Kur’ân yazılı sayfaların yakılmalarını emretti” .

Bu rivayetler de gösteriyor ki, o gün için Müslümanlar arasında vuku bulan kıraat hususundaki ihtilaflar çok korkunç bir noktaya gelmişti ve derhal çözüm üretilmemesi durumunda da Müslümanlar arasında iz bırakacak birtakım önemli hadiselerin, belki de savaşların çıkmasına neden olabilirdi. Bu merhalede asıl üzerinde durulması gereken husus, Müslümanları söz konusu rivayetlerdeki ihtilafa sürükleyen sebeplerin gerisinde yatan ana nedenlerin neler olduğudur. Bu konuda iki sebepten söz edilebilir: Birisi, Kur’ân’ın yedi harf ile okunmasına ruhsat verilmiş olması ve bu ruhsatın bir uzantısı olarak Hz. Ebû Bekr zamanında derlenen Kur’ân’ın da aynı şekilde yedi harfi içermesidir. Diğer bir sebep ise bazı sahabilerin hususi mushaflarına tefsirî mahiyette birtakım kelimeleri ilave etmiş olmalarıdır .

Yukarıdaki rivayette isimleri geçen ve istinsah komisyonunda görev alan sahabiler, kendilerine gelen metnin Kur’ân metni olduğuna, arza-i ahîrede geçtiğine ve ilgili metnin mensuh olduğuna dair Hz. Peygamber’den herhangi sahih bir nakil olmadığına kani olmadıkça mushafa almıyorlardı. Mesela “فاسعوا إلى ذكر الله” ifadesinin yerine “فامضوا إلى ذكرالله” ibaresini kabul etmemişlerdir. Yine “وكان وراءهم ملك يأخذ كلَّ سفينة غصباً” âyetinde “سفينة” kelimesinden sonra “صالحةٍ” ziyadesini, söz konusu prensiplere uymadığı için reddetmişlerdir.

Yine bu bağlamda İbn Zübeyr bir gün Hz. Osman’a “Sizden vefat eden ve eşlerini geride bırakanlar ise …” ayetini, bir başka ayetle nesh edildiği halde neden mushafa yazdığını sormuştur. Hz. Osman bunun üzerine şu cevabı verir: “Ben, Kur’ân’ın hiçbir şeyini tağyir edemem” .

Komisyon titiz çalışmalar sonunda birçok Kur’ân nüshası yazmıştı. Zira Hz. Osman, üzerinde icmanın gerçekleştiği bu nüshaları Müslüman beldelere göndermeyi amaçlamıştı. Yedi harfi içermesine özen göstermişler, bu yüzden metni noktasız ve harekesiz yazmışlardı. Bazı kelimeler noktasız ve harekesiz yazılınca, tabii olarak birkaç şekilde okunabiliyordu. “إنْ جَاءَكم فاسِقٌ بِنَبَإِ فَتَبَيَّنُوا” âyetinde “فَتَبَيَّنُوا” kelimesi nokta ve harekesiz yazılınca “فَتَثَبَّتُوا” şeklinde okunabiliyordu ki, bu da başka bir kıraattir. Yine “وانظرْ إلى العِظامِ كيف نُـنْشِزُها” âyetindeki “نُـنْشِزُها” kelimesinin “”نُـنْشِرُها okunabilmesi mümkün oluyordu ki, bu da aynı şekilde başka bir kıraat şeklidir .

Mushafların istinsahı işine hangi tarihte başlandığını kesin olarak bilmiyoruz. Ancak, istinsah işleminin tamamlanması ve merkezlere gönderilmesi tarihinin, Hicretin 30. senesi olduğu açıktır. Zira bu senenin başlarında Sa’îd b. el-Âs Kûfe valiliğine getirilmişti. Kûfe’ye gönderilen Kûfî Mushaf bu şehre getirilince, Sa’îd b. el-Âs daha oradan ayrılmadan İbn Mes’ud şahsi mushafını yakmayı kabul etmemiş ve sahabilere de bu yönde telkinlerde bulunmuştur. Böylece Huzeyfetü’l-Yemân’ın Azerbaycan ve Ermenistan seferleri sırasında Kur’ân’ın vücuhatına dair ihtilaflara şahit olması ile mushafların istinsah ettirilip İslam beldelerine gönderilmesi arasında beş sene veya buna yakın bir zaman geçmiş oluyor. Bu kadar bir zaman dilimi, böylesi önemli bir hizmetin tamamlanması için çok sayılmaz .

Kuvvetle muhtemel ki Hz. Osman, mushaflardaki bu farklılıklardan haberdardı. Şöyle ki, hepsi sahih kıraat olan mushaflardaki bu farklılıklardan birisini alıp; yekdiğerini terk etmiş olsaydı veya nüsha farkı verir gibi ikinci şekli yazdırmış olsaydı, yahut da birisini yazdıktan sonra diğerini de onun peşine yazdırmış olsaydı, şu hususlar ortaya çıkacaktı: Öncelikle ikinci kıraat şekli terkedilmiş olacaktı, ikinci olarak kıraatte tercih yapılmış olacak, üçüncü olarak da mushafın hacmi oldukça büyük olacaktı. Bu itibarla, harf noksanlığı ve fazlalığı hususundaki farklılıklar, mushaflarda ayrı ayrı muhafaza edilmiş oldu .

İstinsah edilen bu mushaflardan her biri bir beldeye gönderilmiştir. Gönderilen bu mushaflar sahih kıraatlerin hepsini ihtiva etmekteydi. Bu husustaki galip görüş, mushafları çeşitli beldelere götüren kişiler, onlardaki kıraatleri de bilen kimselerdir. Bu zatlardan Zeyd b. Sâbit Medine’de bırakılmış, Abdullah b. Sâib Mekke’ye, Muğire b. Şihab Şam’a, Ebu Abdirrahman es-Sülemî Kûfe’ye ve Amir b. Kays da Basra’ya gönderilmişlerdir . Ancak İbn Ebi Davud (v. 316/928), bir rivayete dayanarak, istinsah edilen bu mushafların beş değil yedi olduğunu, yukarıda sayılan beş beldeye ilaveten Yemen ve Bahreyn’e de birer mushaf gönderildiğini belirtir . Medine’de bırakılan nüshaya İmam Mushaf denilir .

Bu beldelerde, sonradan şöhret bulan ve İbn Mücahid tarafından isimleri tespit edilen kıraat imamlarının senedlerinde bu zevatın bulunması ve imamların rivayetlerindeki farklılıklar, istinsah edilen mushafların değişik kıraatleri ihtiva ettiğini göstermektedir. Ancak şunu vurgulamak gerekir ki, bu kıraat farklılıklarının hepsi, sahih kıraat vasfına haizdirler. Bu tespitler şu hususları ortaya koymaktadır: Hz. Osman’ın istinsah ettirdiği mushafları çeşitli beldelere götürenler ve ayrıca öğretim işi ile görevlendirilenler, gittikleri yerlerde kendi bildikleri kıraatleri öğretmişler ve birçok hâfız ve kurrâ yetiştirmişlerdir. Bu belde sakinleri, Kur’ân’ı onlardan öğrendikleri şekilde okumuşlardır .

Bilindiği üzere Hz. Osman’ın yapmış olduğu faaliyet, Hz. Ebû Bekr zamanında bizzat Rasulullah’ın (sav) baş vahiy kâtibi olan Zeyd tarafından meydana getirilen müdevven Kur’ân-ı Kerim’i sadece çoğaltıp yaymak olmuştur. Hz. Osman bu konuda o kadar titizlik göstermiştir ki, resmi metinde bazı kelimelerin yazılış tarzını (imlasını) sevmemesine rağmen, bu gibi önemsiz ayrıntılarda bile işe müdahale etmek istememiştir .

Hz. Osman, istinsah işleminin bitmesinden sonra, Kur’ân-ı Kerim kıraati hususundaki karışıklığın önüne geçmek ve tartışmalara bir son vermek için de, insanlardan, ellerinde bulunan diğer Kur’ân sayfalarını ve İmam Mushaf’tan farklı tertibe sahip olan mushafları yakmalarını istemiştir . Hz. Ali bu hususta kendisine sorulan bir soruya şöyle cevap verir: “Osman hakkında iyilikten başka bir sıfatla bahsetmeyiniz. Kur’ân nüshalarını bizimle istişare etmeden yakmadı ve bize ‘şu kıraat hakkında görüşünüz nedir?’ diye sordu ve bunu da şu şekilde izah etti: ‘Bana gelen habere göre bazıları bir kısım insanlara, benim kıraatim seninkinden daha iyi, diyor, bu gibi haller küfre kadar varabilir’. Bunun üzerine biz de Osman’a ne gibi bir tedbir düşündüğünü sorduk. O da, herkesi bir kıraat üzerinde birleştirmenin icap ettiğini söyledi. Biz de: ‘Muvafıktır, seninle aynı görüşteyiz’ dedik .

Sahabe arasında görülen kıraat hususundaki farklılıklar, Rasulullah’ın (sav) emri ile yürürlükten kaldırıldıkları için Kur’ân metninden çıkarılanlar dışında, yazıcı (müstensih) hatalarından, yanlış okuma hatalarından vb. kaynaklanmaktadır. Her hal ü kârda, şurası kesindir ki bugün elimizde bulunan Kur’an metni, ta işin başından beri, onu ezberlemiş olan kimselerin hafızalarının yanı sıra, aynı zamanda yazılı metinlere de dayandırılmaktadır. Burada şunu belirtmek yerinde olacaktır ki, Kur’an öğretimiyle ilgilenen Müslüman muallimler, öğrencilerine diploma (icazet) verirken, bu talebelerine kendi üstatlarının ağızlarından çıkan aynı telâffuz ve aynı ses ölçüleri içinde öğretim yaptıklarını, onların da aynı şeyi kendi hocalarından gördüklerini ve zincirleme olarak bu tarz Kur’an okuyuş ve tilâvetinin Hz. Osman, Hz. Ali, Zeyd b. Sabit, Ubey b. K’ab gibi sahabelerin ağızlarından çıktığı şekilde olduğunu tasdik ve ifade ederler. Bu dört sahabe de bu okuyuş tarzını Rasulullah’ın ağzından duydukları sekliyle kendi talebelerine naklettiklerini tasdik etmektedirler. Bu da, Rasulullah’ın çeşitli sahabelerine atfedilen bazı ifadelerin, gerçekte bu ayetlerin açıklama ve yorumlarından başka bir şey olmadığı varsayımını doğrulamaktadır .

Yine Hz. Ali, Hz. Osman’ın Kur’ân-ı Kerim’i çoğaltması ve bunun dışında ashabın elinde bulunup İmam Mushafa muhalif olan şahsî tertibe tabi tutulmuş diğer mushafları yaktırması hususu kendisine sorulduğunda şu cevabı verir: “Şayet Osman’ın yapmış olduğu faaliyet bana görev olarak tevdi edilseydi (yani onun yerinde halife olarak ben bulunsaydım) elbette onun mushaflar hakkında yapmış olduğunun aynısını yapardım.” Dolayısıyla Hz. Osman’ın yaptığı bu işi, sahabiler çok yerinde bir hareket kabul etmiş, kendi şahıslarına ait olup da bu mushaflara uymayan mushaflarını imha etmişler ve neticede de bu mushaf üzerinde ashabın ve de tabiinin icmaı gerçekleşmiştir .

Kısaca söylemek gerekirse, şimdi elimizde bulunan Kur’ân metni, Hz. Ebû Bekr zamanında toplatılıp bir araya getirilen ve Halife Osman tarafından resmen çoğaltılıp İslâm Dünyasının yedi tarafına yayılan metindir. Şimdi bütün dünyada yaygın olan metin budur. Halife Osman devrinde çoğaltılıp dağıtılan yedi asıl nüsha ile Hz. Ebû Bekr zamanında bir araya getirilen nüshalardan hiç biri günümüze kadar ulaşamamıştır. Ancak, bugün Taşkent, Londra ve İstanbul’da sergilenen nüshaların Halife Osman dönemine ait olduğu düşünülmektedir. Eski yazarlar bu ilk nüshaların yanıp kül olduğu, muhtelif devirlerde çıkmış birtakım yangınlardan söz etseler de bugün elimizde, bu ilk nüshaların henüz mevcut olduğu bir sırada bunlara bakılarak çoğaltılmış, sonraki dönemlere ait birçok el yazması Kur’an nüshası bulunmaktadır. Yine belirtelim ki, bu en eski el yazması Kur’an’larla bugün elimizde bulunan Kur’an metinleri en küçük bir fark olmaksızın tıpatıp aynıdır.


Yüklə 5 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   355   356   357   358   359   360   361   362   ...   740




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin