T. C. Firat üNİverstiESİ aleviLİK İnançlari ve teolojik temelleri (tunceli Örneğİ) Prof. Dr. Erkan Yar son rapor



Yüklə 1,26 Mb.
səhifə4/47
tarix27.12.2018
ölçüsü1,26 Mb.
#87120
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   47

c. Rafizilik


Osmanlı devleti döneminde, Alevilerin “Râfizî” olarak isimlendirdikleri görülmektedir.41 Bu isim, sözlük olarak Arap dilinde “bir şeyi terk etmek” anlamındaki refada fiilinden türemiş bir isimdir.42 Fakat tarihsel olarak, “bir şeyi terk etmek” anlamından çok, “bir şeyi reddetmek” anlamında kullanılmıştır. Bir şeyi terk etmek, ondan ayrılmak ve uzaklaşmak şeklindeki bir tutumu ifade ederken, bir şeyi reddetmek onu kabul etmemek ve onu delilleri itibarıyla çürütmek anlamına gelir. Bu ismin, ilk defa Zeyd b. Ali, tarafından kullanıldığı belirtilmektedir. Zeyd b. Ali, insanları kendisine biat etmeye çağırdığında, biat etmeyi kabul etmeyenler için Râfida (ç. ravâfid) ismi kullanmış ve “Hariciler Ali’den ayrıldıkları gibi, Rafıziler de benden ayrıldılar” demiştir.43 Tarihsel olarak bu isim Şia için kullanılmıştır. Eşari, Şiilerin Ebu Bekir ve Ömer’in halifeliklerini reddettikleri için, “reddedenler” anlamında bu ismin kullanıldığını söylerken,44 Malatî, genel olarak bütün Şia fırkalarını “Rafida” olarak adlandırmaktadır.45 Bu ismin Aleviler hakkında kullanılması, Safevi devletinin etkisiyle Alevilikte gelişen, oniki imam öğretisine dayanmaktadır. Bu ismin, genel olarak Şia hakkında kullanılmasına karşın, Alevilere de bu ekolün bazı inançlarından etkilenmiş olmaları nedeniyle verilmiştir.

c. Kızılbaşlık


Aleviler, giydikleri kızıl (kırmızı) renkli başlıklardan dolayı bu isimle anılmışlardır. Bu ismin kullanılışı, Şah İsmail tarafından, Safavi devletinin 1499 da kurulmasından sonradır.46 Bu isim, kimi yazarlarca suçlayıcı ve aşağılayıcı bir anlamda kullanılmaktadır47 ki, bu anlam sözcüğün kendisinde mevcut değildir. Osmanlı yönetiminin, bu terime ahlakdışı, dindışı anlamlar yükleyerek bir psikolojik savaş aracı olarak kullanması sonucunda, Aleviler, bu ismi bırakmak zorunda kalmışlardır.48 Osmanlı arşiv belgelerinde, Kızılbaş sözcüğünün Safevi devletinin yanlılarını ifade etmesi sebebiyle cezalandırılmalarını isteyen emirler mevcuttur. Bu dönemde, Safevi Devleti Kızılbaş vilayeti49 ve Yavuz’un, Şah İsmail’e karşı yaptığı savaş da Kızılbaşlarla yapılan savaş olarak isimlendirilmektedir. Buna ek olarak, çocuklara Kızılbaş isminin verilmesi dahi yasaklanmıştır.50 Safevi devletinin rengi kırmızı olduğu gibi, Abbasi devletinin rengi de siyahtır. Ebu Müslim Horasânî, Emevi devletine karşı isyan başlattığında, o ve yandaşları siyah renk giydikleri için, bu renk, Abbasi devletinin rengi olarak sonraki dönemlerde de devam etmiştir.51

Belirli dinsel ya da dini-politik inançlara atıfta bulunmak üzere, başa bazı simgelerin konulması, pek çok ekolde mevcuttur. Başa konulan bir nesne korunma amacı taşıdığı gibi, bir simge olarak kullanılması daha çok yaygındır. Bu durumda her simgenin, ekole bağlı olanlar tarafından kabullenilmiş referansları vardır. Bu simgenin, diğer giyim biçimlerinde değil de başın üzerine konulması, simgelerin atıfta bulunduğu gerçekliklere verilen değere vurgu yapmak içindir. Soyluluk, güç, iktidar veya egemenliğe atıfta bulunan bir simge olarak tacın başa konulmasının anlamı da budur. Bununla ilişkili olarak, bir kişi veya nesnenin önemini veya ona olan sevgiyi belirtmek için “baş tacı etmek” ifadesi kullanılmaktadır. İslam açısından, ister dinsel ibadet sırasında olsun, isterse günlük yaşamda olsun, başa giyilen herhangi bir dinsel giysi söz konusu değildir. Bazı dinsel ekollerde, tarihsel ve yerel olarak ortaya çıkan ve tamamen doğa şartlarına bağlı olarak kullanılan sarığın/imâme (ç. amâim, imâm)52 dinsel bir giysi olarak anlaşılması, diğer dinsel geleneklerdeki dinsel giysi anlayışından etkilenilerek geliştirilmiş olması muhtemeldir. Yahudilikte, başa giyilen dinsel bir giysi olarak kipa/kippah (İbranca: kee-pah, ç. kee-pote) mevcuttur. Bu giysinin bütün zamanlar giyilmesini benimseyen ekoller olduğu gibi, sadece ibadet sırasında giyilmesini benimseyen ekoller de vardır.53

Bir simge olarak kullanılan başlıklar, biçim ve renk olarak da, benimsendiği fırkanın anlayışında çeşitli gerçekliklere atıfta bulunmaktadırlar. Kızılbaşların giydiği bu başlığın on iki dilimden oluşmasının, imamların sayısına işaret ettiğinde şüphe yoktur. Bunun da ötesinde, gökten yedi tac indiği, Adem’in tacının dört, Nuh’un tacının altı, İbrahim’in tacının yedi, Muhammed’in tacının on iki ve Ali’nin tacının da on iki dilimli olduğu kabul edilmektedir.54 Bu dilimlerin atıfta bulunduğu anlam ise, Adem’in tacındaki dört dilim ateş, su, hava, toprak olarak dört öğeye işaret etmektedir. Bu tacın, dört unsur ile ilişkilendirilmesi, onun insan türünün ilk bireyi olarak, yaratılış maddelerine gönderme yapmaktadır. Nuh’un tacının altı dilimi, yönlere işaret etmektedir. Dolayısıyla bu taç, onun yaptığı geminin suyun yükselmesi ile hareket etmesinden ötürü, onunla yönleri bulmasına atıfta bulunmaktadır. İbrahim’in tacındaki yedi dilim ise, yedi yıldızı simgelemektedir. Bu simgesel anlatımda, Kur’an’da İbrahim ile ilgili olarak anlatılan, yıldızlara bakarak onların geçici olmaları nedeniyle ilah olamayacakları çıkarsamasının anlatımına atıfta bulunmaktadır. Muhammed’in tacının, on iki burca işaret etmesi, Kur’an’da anlatılan göklerin sahip oldukları burçlara gönderme yapmaktadır.55

Adem ve Nuh’a inen tac beyaz, İbrahim’e inen siyah, Musa’ya inen sarı, İsa’ya inen gök mavisi, Muhammed’e inenin yeşil ve Ali’ye inenin de kırmızı olduğu kabul edilmektedir.56 Gölpınarlı, “Şia’nın İmamiye mezhebine mensup olan ve Safevi devletini kuran Erdebil sofularının on iki dilimli kızıl tac giydiklerini ve mensuplarının bu tacı kabul ettiklerini biliyoruz ki, bu çok eski bir ananenin devamı olmalıdır” demektedir.57 Bu tac, Aleviler tarafından “tâc-ı Haydari” olarak adlandırılmaktadır ki, bu tacın ilk defa Şeyh Haydar tarafından müritlerine giydirilmesinden dolayı bu şekilde isimlendirilmektedir.58 Osman Eğri, tacın önceden beri Türkler tarafından kullanıla gelen bir kıyafet olduğunu, Bektaşi tarikatında iki türlü tacın giyildiğini, bunlardan birisinin, Nakşîler tarafından da giyilen dört terkli “Edhemi Tac” ve diğerinin de, oniki terkli “Hüseyni Tac” (Elifi Tac) denilen tac olduğunu ve bu tacı giyinende de on iki şartın arandığını belirtmektedir.59

Alevilerin giydikleri kırmızı başlıktan ötürü Kızılbaş olarak isimlendirilmeleri, olgusal olarak belirli inanç ve düşünce guruplarının kendilerini biçimsel olarak ayrıştırmaları gerçeği ile ilintilidir. Tarihsel olduğu gibi güncel olarak da çeşitli dinlere ve ideolojilere mensup insanlar, kendi yandaşlarını simgeleyen simgeler etrafında birleşmektedirler. Hatta bir mezhep içerisindeki farklılaşmış guruplar, kendilerini mezhebin diğer guruplarından ayıran simgeler kullanmaktadırlar. Bu simgeler, çoğu kere gurubun düşüncesini yansıtan bazı ilkelere referanslarda bulunmaktadır. Ülkeleri tanıtan ve bağımsızlığını ifade eden simgeler olarak bayrak, taşıdığı renk ve şekillerle ülkenin vatandaşları tarafından kabullenilmiş değerleri ifade ettiği gibi, bir sosyal ve dinsel gurubun yandaşları tarafından onanmış referansları taşıyan simgelerin kullanımı, gurup elemanlarının iletişiminde işlevsellik kazandırmaktadır.

Sosyal ve dinsel bir gurubun taraftarlarının birbirlerini dış görünüşleri itibarıyla tanımaları, güven kazanma ve ona göre davranış geliştirme imkanı sağlamaktadır. Bu durumda her sosyal yapı, kendini tanımlayıcı davranış biçimleri geliştirmektedir. Bu davranış biçimleri, düşüncenin dışavurumu olarak değerlendirilebileceği gibi, düşünceyle doğrudan ilişkisi olamayan biçimler açısından da, kişilerin kendi anlaşmaları ile sağladıkları referansları taşımaktadırlar. Şehirleşme olgusu, kitle psikolojisini oluşturduğundan, çoğu kere sosyal ve dinsel guruba ait bu simgeler değişmekte ve kitlenin genel davranış biçimleri kabul edilmektedir. Günümüz Alevileri, tarihsel olarak ortaya çıkmış kızıl başlıklar giymeseler bile, kendileri tarafından referansları kabul edilmiş saç ve sakal olarak biçimlerinin bir simge olarak kullanıldığı görülmektedir. Bu simgelerin referansları ise, tarihsel bir olaya vurgu yapmakta ve Hz. Hüseyin’in uğradığı haksızlıklardan ötürü içine düştüğü acı durumu temsil etmekte ve onun anısı, kişi ile birlikte varlığını devam ettirmektedir.

Bir fırka olarak Kızılbaşlığın, anlamı üzerinde de bir birlikteliğin olmadığı görülmektedir. Abdulbaki Gölpınarlı’ya göre Kızılbaş, “Şii mezhebinin gulatından olan bir yolun mensubu”60 olan kimseye denmektedir. Bu tanımda, Kızılbaşlığın aşırı Şia fırkalarından birisi olarak gösterilmesi, ondaki Şia inançları dışında kalan diğer mistik ve yaşam şartlarının sonucunda bir inanç olarak biçimlenen yapıları göz ardı etmek anlamına gelmektedir. Sönmez Kutlu’ya göre ise, “Kızılbaş kavramını belirleyen en temel unsurlar şunlardır: Hz. Ali, Ehl-i Beyt ve 12 imama aşırı sevgi besleme ve onları yüceltme, Kerbala şehitlerine bağlılık veya Muharrem Matemi, Osmanlı aleyhtarlığı, Emevilere ve Haricilere lanet, tevelli ve teberri, Şeyh Safi, Şah İsmail ve Erdebil Tekkesine bağlılık, Kızılbaş giymek, Hacı Bektaş Veli’ye bağlılık.”61 Bu tanım da, Kızılbaşlığı bir ekol olarak ifade etmekten çok, onun inançlarını içermektedir. Gerçekte bu ifadeler, Kızılbaşlığın bir ekol olarak tanımlanmasındaki zorluğa işaret etmektedir.


Yüklə 1,26 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   47




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin