T. C. Firat üNİverstiESİ aleviLİK İnançlari ve teolojik temelleri (tunceli Örneğİ) Prof. Dr. Erkan Yar son rapor



Yüklə 1,26 Mb.
səhifə7/47
tarix27.12.2018
ölçüsü1,26 Mb.
#87120
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10   ...   47

b. Ortodoks ve Heterodoks/Heresy


Farklı dinsel ve kültürel alanlarda ortaya çıkmış gurupları tanımlamak için üretilen çeşitli kavramların, üretildiği bu dinsel ve kültürel alanlarla aynılığı veya benzerliği bulunmayan alanlarda ortaya çıkan gurup ve öğretileri tanımlamak için kullanılması doğru değildir. Ortodoks102 ve Heterodoks/heresy103 terimlerinin üretildiği evrenlerde, dinsel bir kurum olarak kilise mevcut olduğundan, kilise kendisini Tanrı adına konuşma yetkisi olan tek kurum olarak görmektedir. Mezhepler tarihçileri de, bu terimlerin İslam’la ilişkili olarak ortaya çıkan akımları tanımlamak için kullanılmasına karşı çıkmaktadırlar. Sönmez Kutlu, “farklı gurupları tanımlamakta kullanılan ortodoks ve heterodoks kavramlarıyla İslam düşüncesinde ortaya çıkan siyasi ve itikadi mezhepleri, fıkhi mezhepleri ve tarikatları tasnif etmek, metodolojik açıdan doğru değildir. Çünkü bu iki kavram, teolojik açıdan kendi kültüründe birbirine muhalif ve birbirinin varlığını onaylamayan iki zıt anlayış için kullanılır”104 demektedir.

Kutlu’nın bu kullanıma karşı çıkış nedeni, bu terimlerin tanımladığı anlayışların birbirine karşı tavırları ifade etmesidir. İslam düşünce tarihinde ortaya çıkan fırkalarda da bu tavrın olduğu pekala görülmektedir. Ethem Ruhi Fığlalı’ya göre de, Ehl-i Sünnet karşılığı olarak “Ortodoks”, Ehl-i Sünnet dışındaki mezhepler, hareketler ve zümreler için “Heterodoks” ve/veya “heretik” (heretic/ heresey/ heretical) terimlerinin kullanılması doğru değildir.”105 Fığlalı’nın bu tanımında ise, bu terimlerin resmi olan veya olmayan anlayışları ifade etmeleri dikkate alınmaktadır. Heterodoks sözcüğünün sözlük anlamı, kabul edilmiş dini esaslara aykırı görüşlere inanan ve o şekilde hareket eden; resmi makamlarca belirlenmiş credonun, inanç esaslarının dışına çıkan yani tekfiri hak eden “sapık fırkalara/heretic sects” işaret eder.106

Hıristiyanlığın dinsel kurumsallaşmasına benzer bir yapılanmanın İslam açısından söz konusu olmaması nedeniyle, Hıristiyanlık ekollerini tanımlamak için oluşturulmuş söz konusu terimlerin, Müslümanlıkta oluşan ekolleri tanımlamak için kullanılması, tutarlı değildir. Bir inancı, dogmalara uygunluğu açısından onayacak kilise benzeri bir kurum, İslam dini açısından gerekli olmadığı gibi, İslam’ın dinsel bir kurumsallaşması da söz konusu değildir. Bir görüşün ve inancın doğru olması, ancak onun akli veya nakli kanıtlarının olmasıyla ilişkilidir. Müslüman topluluklarda, “Sizden, hayra çağıran, iyiliği emreden ve kötülükten men eden bir topluluk bulunsun. İşte kurtuluşa erenler onlardır107 ayetine uygun olarak, iyiliği emreden ve kötülükten sakındıran bir topluluğun olması, asıl olarak, bununla ilişki kurumsal bir yapıya işaret etmemektedir. Bu topluluğun görevi, iyi ve kötünün neliğini belirlemek değil, vahiy tarafından belirlenmiş iyi ve kötü fiiller hakkında insanları bilgilendirmektir. Dolayısıyla bu görevin, toplumu kötülüklerden arındırma gibi bir değeri vardır. Bilginin doğruluk değerinin belirlenmesi ise, “Ey iman edenler! Allah’a itaat edin, Peygamber’e ve sizden olan uzman kişilere/ulu’l-emr itaat edin108 ayetinde ifade edildiği şekliyle vahiy üzerinde uzmanlaşmış kişilerin yani alimlerin yorumlarına bağlıdır. Bu uzmanlık alanı ise, kurumsal bir yapının ötesinde, bilgisel yeterlilik gerektirmektedir. Bu durumda Alevilik inançlarının “heterodoks” olarak nitelenmesi, dogmatik bir temelin ötesinde sosyolojik bir temele dayanmasından ötürü tutarlı değildir.

BİRİNCİ BÖLÜM

ALEVİLİĞİN TARİHSEL OLUŞUMU


Aleviliğin tarihsel gelişimini, bu inançların oluştuğu tarihsel dönemlerle ilişkili olarak incelemek tutarlı bir yöntem olacaktır. Daha önce de belirttiğimiz gibi, Aleviliğin senkretik inanç yapısında bir teoloji oluşu, bu bağdaştırmada da Şia tarafından geliştirilen on iki imam öğretisi ve ehl-i beyt sevgisinin etkin olarak yer alışı nedeniyle, bu oluşumu Şia’nın kabullerine uygun olarak Hz. Muhammed döneminden başlatmak gerekmektedir. Sonraki dönemlerde bir fırka olarak oluşan Ehl-i Beyt taraftarlığı, Emeviler ve Abbasiler dönemlerinde de, bu anlayışın gelişimi, tarihsel oluşumun bir parçası olarak kabul edilmelidir. Osmanlı Devleti döneminde ise, inanç ve ritüelleri biçimlenmiş Anadolu Aleviliği olarak isimlendirilen yapının incelenmesi mümkün olmaktadır.

Hz. Muhammed; Allah’ın insanlar arasından seçtiği diğer elçiler gibi bir elçidir. Vahyin yani ilahi sözlerin beşeri alana geçişi, vahyin zihninde yaratıldığı bir elçi aracılığıyla olmaktadır. Bu nedenle Allah, tarihsel süreçte ilk insan ile birlikte pek çok beşeri elçi olarak belirlemiş ve onlara vahy etmiştir. Elçiler Allah’tan aldıkları vahyi toplumda uygulamış ve toplumun özgürleştirilmesinde önemli rolleri olmuştur. Bu nedenle de Hz. Muhammed’i özgürlüğün elçisi olarak tanımlamak, onu yaşamı ve Kur’an’ın anlatımları doğrultusunda tutarlı bir belirlemedir. Alevilikte Hak-Muhammed-Ali inancında genel olarak elçiler değil de Muhammed isminin yer alması, diğer elçilerin peygamberliğine iman ile birlikte ona ayrı bir önemin verildiğine işaret etmektedir. Hz. Muhammed’in yaşamının örnekliği konusu Aleviliğin temel öğretilerinden birisidir. Bu nedenle Alevilik ilkeleri genel olarak onun tarafından açıklanan ilkelere dayandırılmakta veya onun yaşamındaki uygulamalara atıfta bulunularak açıklanmaktadır.

Alevilik açısından, Hz. Muhammed veda hutbesinde o Kur’an’a ve ehl-i beyt’e sarılmayı emretmiştir. Hz. Muhammed hicri onuncu yılda Kabe’yi hac etmiş ve bu söylemi gerçekleştirmiştir. Bu hutbenin sonunda yer alan, “size iki şey bırakıyorum onlara sımsıkı sarılırsanız sapkınlığa düşmezsiniz” sözünden sonra insanlara bıraktığı iki şey Kur’an ve ehl-i beyttir. Ehl-i Sünnet, bu iki şeyin Allah’ın Kitabı ve onun elçisinin sünneti olduğunu kabul ederken,109 Şia da Alevilikte olduğu gibi bu iki şeyin Allah’ın kitabı ve onun ehl-i beyti olduğunu kabul etmektedir.110 Her şeyden önce, büyük bir kalabalığın dinlediği bir sözün, bireysel hafızanın da ötesinde toplumsal hafızada farklılaşması, onun diğer hadislerinin güvenirliliği sorununu da ortaya çıkarmaktadır.

Veda hutbesi,111 içerik itibarıyla tamamen dinsel ve ahlaki bir söylemdir. Hz. Muhammed’din ölümünden sonra ortaya çıkan fırkalaşma hareketleri, kendi inanç ve düşünceleri konusunda Hz. Muhammed’in sözlerine ve eylemlerine atıfta bulunma ihtiyacı içerisinde olduklarından, tamamen kendi görüşlerini ve inançlarını destekleyici kanıtlar arama yöntemini izledikleri görülmektedir. Bu söylem, büyük bir kalabalıktan oluşan inananlara yaptığı kapsamlı ve öz bir konuşmadır. Bu söylemde, günümüzde insan hakları bildirgesinin özünü oluşturan, insanların eşitliği ilkesinin önemle vurgulandığı görülmektedir. Bununla birlikte, can, mal ve namus dokunulmazlığı bu söylemin ana temasını oluşturmaktadır. Kur’an’ın bütünlüğü içerisinde yer alan haklara da bu söylemde yer verildiği görülmektedir ki bu hakların başında kadın hakları gelmektedir. Bu hutbenin, fırkalaşmanın ve çatışmanın temelini oluşturan bir cümlesini benimsemek yerine, bu ilkelerin evrensel olarak uygulanmasının imkanları açısından bir bütün olarak benimsemek gerekmektedir.



Yüklə 1,26 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10   ...   47




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin