T. C. Firat üNİverstiESİ aleviLİK İnançlari ve teolojik temelleri (tunceli Örneğİ) Prof. Dr. Erkan Yar son rapor



Yüklə 1,26 Mb.
səhifə8/47
tarix27.12.2018
ölçüsü1,26 Mb.
#87120
1   ...   4   5   6   7   8   9   10   11   ...   47

A. Dört Halife Dönemi


Hz. Muhammed’in ölümünden sonra ona iman edenler arasında ortaya çıkan ayrılıkları, birkaç nedene indirgemek mümkün olsa da, bu nedenlerin en önemlisinin siyasal gücü elinde bulundurma isteği olduğunda şüphe yoktur. Onun ölümünden hemen sonra, henüz cenazesi defin edilmeden başlayan siyasal yetkeyi elinde bulundurma arzusu, çeşitli toplumsal oluşumları beraberinde getirmiştir. Gerçekte, Hz. Muhammed’in vahiy ile belirlenmiş ilkeler doğrultusunda toplumu oluşturan fertlerin eşitliğini vurgulaması ve toplumsal sınıf ayrımını reddetmesi, geleneksel kabile taassubunu engellediği söylenebilir. Bu ilke, “biz sizi bir erkek ve dişiden yarattık. Sizi toplumlar ve kabileler olarak biçimlendirdik ki tanınasınız. Sizin en hayırlınız, Allah’tan en çok sakınanınızdır112 ayetinde açıklanmıştır ki, bu anlatımda üstünlüğün kişinin kendi fiilleriyle ilişkili olmayan etkenlerle değil, bizzat kendi fiilleri ile olduğu belirtilmiştir. Bir kimsenin bir kabileye mensubiyeti, kişinin kendi fiillerinin sonucu olarak ortaya çıkmamakta, fakat üstünlük, Allah tarafından belirlenen ilkelere bağlılık yoluyla kendi fiillerinde ortaya çıkmaktadır. Bununla birlikte, Hz. Muhammed’in çağırdığı bir olan Allah’a inanma olgusuna ciddi anlamda bir muhalefetin kabile taassubundan kaynaklandığı da söylenebilir. Ümeyye Oğulları ve Hâşim Oğulları arasındaki ihtilaflara dair pek çok neden tarihçiler tarafından aktarılsa da,113 bu farklılığın Mekke’de siyasal ve ekonomik gücünü kaybetmek istemeyen bu kabilenin İslam’ı kabul etmelerini geciktirdiği veya zımnen iman ettikleri söylenebilir.

Hz. Muhammed’in ölümünden sonra Ebu Bekir, Ömer ve Osman’ın halifeliğinin ilk altı yılında toplumsal olarak herhangi bir fitnenin olmadığı, bu insanların dinsel ilkelere bağlı olması ile açıklansa bile,114 bu dönemde bastırılmış kabile taassubunun ve çatışmasının olmadığı söylenemez. Nâşi el-Ekber’in de belirttiği gibi, Hz. Muhammed döneminde Müslümanlar arasında sevgi ve saygının olması, onların kendi aralarında merhametli ve inkarcılara karşı da acımasız olmasında,115 elçinin onların arasında olması etki etmiştir. Onun dinsel otoritesi ve sorunları giderici barışçıl uygulamaları, Müslümanlar arasındaki ayrılıkları engellemede en önemli faktördür.

Hz. Muhammed’in vefatından sonra ortaya çıkan ilk fırkalaşma hareketi, siyaset odağında gelişmiştir. Hz. Peygamberin vefatının hemen ardından ensarın halife seçimi işine başladığı görülmektedir. Olayın muhacirler tarafından duyulmasının ardından, Ebu Ubeyde b. Cerrâh, peygamberin kendilerinden olmasından ötürü, onun makamına da kendilerinin geçmesi gerektiği düşüncesini ileri sürdü.116 Benî Sâide çardağında toplanan ensâr, yöneticilik konusunda iki kişinin yönetimine dayanan bir sistemi önermekteydiler. Bu öneriye göre biri ensârdan ve biri de muhacirden olmak üzere iki yönetici seçilecekti.117 Fakat orada hazır bulunan muhacirlerden bir gurup, kendilerinin emir ve ensarın da vezir olduklarını ileri sürerek bu öneriyi reddetmişlerdir.118 Bu önerinin reddedilmesinin bir diğer gerekçesi de “imamlar Kureyş’tendir” şeklinde bir hadisin ortaya atılmasıdır.119 Nevbahtî, bu tartışmalar sırasında bir gurubun Peygamber’in bizzat halifeyi tayin etmediği, bu konuyu kabul edecekleri bir şahsı seçmek üzere ümmete bıraktığı şeklinde bir yorum yaptıklarını120 belirtmektedir ki, bu anlayışın ortaya çıkması, gerçekte Hz. Muhammed’in yönetim işini Kureyş’e bıraktığını ifade eden hadisin insanlar arasında bilinmediğini göstermektedir.

Hadis olarak aktarılan bu söz, anlam ve söylendiği konum itibarıyla, toplumsal kargaşayı önlemek üzere oluşturulmuş iken, Ehl-i Sünnet bu hadise dayanarak imametin şartlarından bir olarak Kureyşli olmayı bir ilke olarak benimsemiştir. Bununla birlikte bu önerinin yapılması, Medine’ye hicretten sonra Hz. Muhammed tarafından ensâr ve muhâcir arasında kurulan kardeşliğin, farklılaşmaları gidermediği görülmektedir. Hz. Fatıma’nın evinde toplanan aralarında Abbâs b. Abdulmuttalib, Zübeyr b. Avvâm, Ebu Süfyan b. Harb, Selam Fârisî ve Haşim Oğullarından bir gurup sadece Hz. Ali’ye biat edeceklerini bildirmişler ve yöneticinin seçiminde yeni bir cephe oluşturmuşlardır. Hatta Ali’nin halifeliği döneminde ondan ayrılarak onunla savaşan Zübeyir, kılıcını çekerek Ali’den başkasına biat etmeyeceğini söylemiştir.121 Bu cephede yer alan Ali ve Zübeyir, Ebu Bekir’e başlangıçta biat etmemişler ve bazı söylencelere göre altı ay sonra biat etmişlerdir.122 Hilafet tartışmalarında oluşan bir gurup da Ebu Bekir’in halifeliğe daha layık olduğunu ileri sürerek ona biat etmişlerdir ki, biat edenlerin başında Ömer gelmektedir. Ebu Bekir’e biat edenler, Hz. Muhammed’in hastalığı sırasında inananlara namaz kıldırmak üzere onu görevlendirmesini delil olarak kullanmaktaydılar. Osman’ın öldürülmesinden sonra Şam halkının dışındaki herkes Ali’ye biat etmişlerdi ve bunlar arasında Talha ve Zübeyir de vardır. Bu ikisinin Ali’ye isteyerek biat ettikleri görüşü ile birlikte, onların “kılıçlar bizim boyunlarımızın üzerindeyken biat ettik” diyerek zoraki biat ettikleri görüşü de vardır.123

Ehl-i Sünnet alimleri, Hz. Ebu Bekir’in halifeliği lehinde deliller ortaya koymaktadırlar. Buna göre Hz. Muhammed’in hastalığı sırasında onu namaz kıldırmak üzere görevlendirmesi, onu kendisinin yerine halife olarak bırakacağı anlamına gelmektedir. Ebu Bekir’in namaz imamlığına görevlendirilmesi olayı, şu şekilde gerçekleşmiştir. Namaz için ezan okunduğunda o “Ebu Bekir’i çağırın da namaz kıldırsın” dedi. Ayşe, “o, çok nazik biridir. Sizin yerinize geçmeye güç yetiremez” dedi. Hz. Peygamber aynı şeyi söyledi ve Ayşe de aynı cevabı verdi. Bunun üzerinde Hz. Muhammed kızdı ve namaz kıldırması için Ebu Bekir’in çağrılmasını söyledi. Ebu Bekir mescide girdiğinde, Hz. Muhammed’i gördü. Hz. Muhammed ona namaz kıldırması için işaret verdi. O namazı kıldırdı ve Hz. Peygamber de onun yanında oturarak namaz kıldı. Ebu Bekir insanlar on yedi vakit namaz kıldırdı. Bu sürenin üç gün olduğu da söylenmektedir”124

Hz. Muhammed’in vefatının ardından ortaya çıkan bir sorun da onun mirasıdır. Peygamberin kızı Fatma Ebu Bekir’e haber göndererek Medine ve Fedek’teki arazilerini ve ayrıca Hayber’den kalan beşte birlik hissesini istemiş, onun bu isteği Ebu Bekir tarafından elçilerin miras bırakmayacağı ve onların geriye bıraktıkları malların da sadaka olduğu gerekçesiyle geri çevrilmiştir.125 Fatma’nın Ebu Bekir’e “senin babanın bıraktıkları miras oluyor da benim babamın bıraktıkları neden miras olmasın”126 dediği de rivayet edilmektedir. Bazı kaynaklarda Hz. Muhammed’in“ bizler miras bırakmayız. Bıraktığımız her şey sadakadır” dediği rivayet edilmektedir ki bu sözün Fatma’nın istediği mirasla alakalı olarak değil de, elçilik görevinin miras olarak bırakılmayacağını belirtmek üzere sonraki dönemlerde oluşturulmuş olması muhtemeldir. Bu nedenle Ebu Bekir’in onu mirastan mahrum bırakmak için ileri sürdüğü bu gerekçe, Kur’an’ın herhangi bir hükmüne ve Hz. Muhammed’in herhangi bir sözüne dayanmamaktadır. Fatma, babasının ölümünden altı ay sonra vefat etmiş ve Hz. Ali tarafından bir gece yarısı defin edilmiştir.127

Osman’ın öldürülmesi, olayının, İslam tarihi kaynaklarında yeterince irdelenmediği görülmektedir. İslam tarihçileri neredeyse, bu olaya genel hatlarıyla değinmekte ve örtülü bazı bilgilerle geçiştirmektedirler. Osman’ın öldürülmesi sürecince, onun bazı uygulamalarının ona karşı oluşan muhalefette etkin olduğu görülmektedir. Bu uygulamalar arasında, kendisine sadaka olarak verilen bir devenin Hakemoğullarına vermesi ve bu haber Abdurrahman b. Avf’a ulaştığında onun deveyi geri alması ve insanlara dağıtması,128 idari görevleri kendi kabilesinden olanlara ve yakınlarına vermesi, Kur’an’ın emrettiği cezaları uygulamada başarısızlığı, belirli kişilere Irak’ta toprak bağışında bulunması sayılabilir.129 Halife Osman’ın sahabenin ileri gelenleri ile ilişkilerinin kesildiği de görülmektedir. Örneğin, Kur’an’ın toplanması ve çoğaltması uygulamasında, insanların ellerinde bulunan bütün Mushafları toplamış ve o esnada Kufe’de bulunan İbn Mesud kendisindeki Mushaf’ı vermeyi reddetmiş ve bunun üzerine aralarında tartışma çıkmıştır. Bu olaydan sonra İbn Mesud ölünceye kadar Osman’a karşı kızgınlık beslemiştir.130 Hastalığı sırasında Osman’ın kendisinden sonra halife olacak kişiyi bir kâğıda yazması ve bunun da açığa çıkması nedeniyle, Osman ve Abdurrahmân b. Avf arasında tartışmaların yaşandığı bildirilmektedir.131 Bununla birlikte Watt, Osman’a karşı girişilen hareketin genel etkeninin, önceleri bedevi olanların hayat tarzlarındaki topluk değişiklik olduğunu belirtmektedir.132 Evinin muhasara altında tutulduğu otuz gün boyunca insanlara namaz kıldırmış, isyancılar daha sonra onun namaz kıldırmasını engellemişlerdir. Bu süre zarfında Medine halkı evlerine kapanmışlar ve sadece silahlı olanlar evlerinden dışarı çıkabilmişlerdir.133 Bu muhasara sonunda Osman, isyancılar tarafından öldürülmüştür. Öldürüldüğü gün ve defin edildiği yer hakkında ise ihtilaflar vardır. Öldürüldüğü günün arafe günü, teşrik günleri veya Zilhicce ayının on sekizi olduğu söylenmektedir.134 Osman, öldürülmesinden sonra üç gün boyunca defin edilememiş, ensardan bazı kimselerin engellemesine rağmen, cenaze namazı çok az kişi tarafından kılınmış ve Cennetu’l-Baki’nin dışında Haş Kevkab denilen yere defin edilmiştir. (h.35)135

Osman’dan sonraki dönemde etkinlikleri olan bazı kimselerin onun öldürülmesine verdiği tepkiler, bir ölçüde ona karşı olan toplumsal tepkiyi de ifade etmektedir. Onun öldürülmesine şahitlik etmek için Mekke yolunda oturan Zübeyr, haber kendisine iletildiğinde Osman için Allah’tan rahmet dilediği ve öldürenlerin pişman olduğunun kendisine söylenmesi üzerine de “…kendileriyle arzuladıkları arasına bir engel konmuştur…”136 ayetini okuduğu aktarılmaktadır. Bu haber Talha’ya verildiğinde o, Allah’tan onun için rahmet dilemiş ve öldürenlerin pişman olduklarının iletilmesi üzerinde de “Artık ne birbirlerine tavsiyede bulunabilirler, ne de ailelerine dönebilirler137 ayetini okumuştur. Osman’ın öldürülmesi olayı Ali’ye haber verildiğinde ise o, aynı şekilde rahmet dilemiş ve öldürenlerin pişman olduğunun haber verilmesi üzerine de “Münafıkların durumu ise tıpkı şeytanın durumu gibidir. Çünkü şeytan insana, “İnkâr et” der; insan inkâr edince de, “Şüphesiz ben senden uzağım. Çünkü ben âlemlerin Rabbi olan Allah’tan korkarım” der138 ayetini okumuştur.139 Bu rivayetler, Osman’ın kendisinin öldürülmesine götüren süreci kendisinin hazırladığı, bununla birlikte sonraki dönemde bazı guruplaşmanın olabileceğini göstermektedir.

Osman’ın öldürülmesinden sonara toplumun dört guruba ayrıldığı görülmektedir. Bunlar da; Ali’nin ashabı ve taraftarlarından oluşan Aleviler (Ali yanlıları), fitnenin ortaya çıktığı durumlarda eve kapanmanın gerektiğini söyleyen tarafsızlar, hak ve batılı ortaya çıkıncaya kadar savaşmak gerektiğini iler süren ayrılıkçılar, Talha, Zübeyir, Ayşe ve Muaviye’nin yanında yer alan Osmanîlerdir.140 Nevbahtî ise, Osman’ın öldürülmesinden sonra ortaya çıkan tavırları üç kategoride toplamaktadır ki bunlar da, Ali’ye biat edenler, tarafsızlar ve karşıtlardır.141 Bu tavırlar, herhangi bir olay karşısında kabul, ret ve tarafsızlık gibi insani tavırların, sahabe arasında belirli gerekçelerle hüküm sürdüğünü göstermektedir. Ali’nin yanında yer alan insanları ifade etmek üzere Alevi sözcüğünün kullanılması, Alevilik adı etrafında farklılaşmış bir fırkanın oluşumuna değil de, hilafetin onun hakkı olduğunu ifade eden ve onu destekleyenlerin olduğuna işaret etmektedir. Nitekim Osman’ın haksız yere öldürüldüğünü söyleyenler de Osmanîler olarak isimlendirilmektedir.

Ali b. Ebi Talib, ilk Müslümanlar olanlardan ve ilk namaz kılanlardandır.142 Hz. Muhammed’in kızı Fatma ile evlenmiş ve bu evlilikten Hasan, Hüseyin, Zeynep ve Ümmü Külsüm adında dört çocuğu olmuştur.143 Fatma’nın ölümünden sonra Havle b. Cafer ile evlenmiş ve bu evliliğinden de Muhammed b. Ali (İbnu’l-Hanefiyye) dünyaya gelmiştir.144 Diğer evliliklerinden de çocukları dünyaya gelmiştir ki onlar sonraki olaylarda çok fazla etkili değillerdir ve bu çocuklarının çoğunluğu Hz. Hüseyin ile birlikte Kerbela’da şehit edilmişlerdir. Bu çocuklarının arasında onun Leyla b. Mesud ile olan evliliğinden dünya gelen Ebu Bekir b. Ali, Ümmü Benin b. Hizâm ile evliliğinden dünyaya gelen Ali b. Ali ve Ümmü Habib b. Rabia’a ile evliliğinden dünyaya gelen Ömeru’l-Ekber b. Ali’nin isimleri dikkat çekicidir.145 Hz. Muhammed’in Medine’ye göçten sonra muhacirler arasında yaptığı kardeşlik anlaşmasında, kendisini Hz. Ali ile kardeş yapmıştır.146 Hz. Muhammed ile birlikte bütün savaşlara katılmış, sadece Tebük gazvesinde ailesine bakmak için Medine’de kalmıştır.147 Tebük gazvesinde kadın ve çocuklara bakmak için bırakılınca o savaşa katılmak istemiş, fakat Hz. Muhammed “Musa’ya göre Harun ne ise, bana göre de sen osun. Sadece benden sonra elçi gelmeyecektir” demiştir.148

Osman’ın öldürülmesinden sonra ona ilk olarak Talha ve Zübeyir’in biat ettikleri görülmektedir. Bununla birlikte, Zübeyir’in biatinde ihtilaflar olduğunu söylemektedir.149 İbn Sa’d, Talha ve Zübeyir’in isteyerek değil de zoraki biat ettiklerini ve ardından da Aişe ile birlikte Medine’ye gittiklerini zikreder.150 Başka bir rivayette ise, Hz. Ali’nin daha önce yakınları öldürdüğü veya yaraladığı gerekçesiyle ona Mervân b. Hakem, Said b. As ve Velîd b. Ukbe dışında herkesin biat ettikleri ifade edilmektedir.151 Kendisinde biat edilmesinden sonra Ali’nin okuduğu ilk hutbede, Allah’ın indirdiği kitabın insanları doğu yola ilettiğini, iyi ve kötüyü açıkladığını, insanların hayrı almaları ve kötüden uzaklaşmaları, ihlasa ve tevhide sarılmalarını, Müslümanın elinden ve dilinden güvende olduğu kimsenin olduğu, inanan bir insana eziyet edilmesinin helal olmadığı, insanların hayvanlardan dahi sorumlu olduğu gibi ilkeleri açıklamaktadır.152 Ali’nin açıkladığı bu ilkeler, genel olarak Allah’ın Kur’an’da uygulanması gerekli ilkeler olarak açıkladığı insanlarda sorumluluk ve haklara saygı bilincine ait ilkelerden farklı değildir.

Ali’nin hilafetiyle birlikte başlayan Osman’ın katillerinin bulunması ve cezalandırılması isteği, onun otoritesini kabul etmek istemeyen Muaviye ile birlikte, başlangıçta içlerinde kendisine biat edenlerin de bulunduğu diğer bir muhalefetin oluşmasına da neden oldu. Ali’ye biat ettikten sonra umre ziyareti için Mekke’ye giden Talha ve Zübeyir, Osman’ın öldürülmesinden sonra Mekke’ye giden Ümeyye Oğullarından bir gurup orada bir araya geldiler. Amaçları Osman’ın katillerinin yakalanmasıdır. Aişe’nin bir deve üzerinde savaşa katılması nedeniyle Cemel vakası (h.36) olarak isimlendiren çatışmada Talha ve Zübeyir’in taraftarlarına savaş açması sonucunda Talha savaş meydanında ve bir görüşe göre Zübeyir de çatışmanın sonlarına doğru öldürülmüşlerdir. Bu savaşta Aişe’nin başına bir ok isabet ettiği ve yaralandığı da anlatılmaktadır.153 Buna ilaveten, Talha ve Zübeyir ile birlikte on üç bin kişinin öldürüldüğü rivayet edilmektedir.154 Ali, Basra’dan Kufe’ye geldiğinde h.36 yılının Recep ayında okuduğu hutbede, dinleyicilerden birinin Cemel Vakasında öldürülenlerin niçin öldürüldüklerini sorması üzerine, “onlar benim taraftarlarımı/şia, görevlilerimi, kardeşim Rabiatu’l-Abdî ve Müslümanlardan bir gurubu öldürdüler” şeklinde cevap vermektedir.155

Cemel savaşından sonra Hz. Ali, kendisine biat etmeyen Muaviye ile çatışmak zorunda kalmıştır (h.37). Bu savaşta, Hz. Ali’nin saflarında katılan daha önce Bedir’e katılmış yetmiş sahabe ve Rıdvân ağacı altında Peygambere biat etmiş yedi yüz kişi, ensar ve muhacirden de dört yüz kişi bulunmakta iken, Muaviye’nin saflarında sahabeden sadece iki kişi bulunmaktadır.156 Hz. Ali ve Muaviye’nin ordularının Sıffîn’de yaptıkları savaşta her iki taraftan da pek çok işi ölmüştür.157 Günlerce süren savaştan sonra Hz. Ali’nin ordusunda ve Şam ehlinde yanında olan Mushaflar vardı. Şamlılar mızraklarının ucuna Mushafları takarak, her iki kesimin onun hükümlerine göre amel etmelerini istediler. Mushafların mızrakların ucuna takılması düşüncesinin Amr b. As tarafından önerildiği görülmektedir ki bu kişi daha sonra Muaviye’nin hakemi olmuştur. Hz. Ali’nin hakemi ise Ebu Musa Eşari’dir. Hakemlerin bir yıl kadar süren değerlendirmelerinden sonra, aralarında Sa’d b. Ebî Vakkâs ve İbn Ömer gibi sahabelerin de bulunduğu insanlar Ezruh’ta, bir araya gelmişlerdir. Amr b. As öne atılarak Hz. Ali’i halifelikten azl etmiş ve Muaviye’nin halife olduğunu ilan ederek ona biat etmiştir.158

Ömer’in halifeliği döneminde Şam valisi olarak atanan Muaviye, Osman ve Ali döneminde de bu görevini sürdürmüş, Hasan’ın hilafeti ona teslim ettiği h. 41 yılında da Şam’da siyasal otoritesini ilan etmiştir. Fakat bu otoritenin temelinde, Osman’ın kendi halifeliği döneminde valilik yaptığı bölgedeki bütün yetkileri ona devretmesi vardır. Şam’da ilan edilen bu ayrılıkçı harekete toplumsal desteğin sağlanmasında, şüphesiz onun yirmi yıl devam eden valiliğinin etkisi vardır. Muaviye’nin kendi halifeliğine karşı oluşan toplumsal direnci kırmasından ve Irak, Kufe gibi bölgelerde yaşayanları da kendisine biat ettirmesinden sonra, bütün bölgelerin bir halife üzerinde birleşmelerinden ötürü bu yıl “cemaat yılı” olarak isimlendirmiştir.159 Câhız, bu yılın birliktelik yılı olarak isimlendirilmesine karşın, gerçekte bu yılın birliktelik yılı olmadığını fakat ayrılış, zorbalık, zorla üstünlük kurma yılı olduğunu, bu yılda imametin Kisra krallığına ve hilafetin de Kayser zorbalığına dönüştüğünü ve bunun da sapkınlıkları ve kötülükleri getirdiğini belirtmektedir.160



Yüklə 1,26 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   4   5   6   7   8   9   10   11   ...   47




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin