Emperyalist dünyada iç parçalanma ve rekabet güçleniyor
Bir başka temel sorun, emperyalistler arası rekabet. Bu rekabet kızışıyor. Ulaş yoldaş da sunduğu raporda, bu rekabetin kızıştığı, ikinci savaş sonrası işbirliğinin çatırdamakta olduğu üzerine anlamlı vurgular yaptı. Gerçekte ‘70’li yılların başından itibaren ABD’nin hegemonyası sarsılmaya, belli bakımlardan tartışmalı hale gelmeye başladı. Bununla birlikte ABD bugün hala da dev bir emperyalist güçtür. Çok büyük iktisadi ve mali kaynaklara, artı çok büyük askeri güce, artı dünya çapında buna uygun bir etki alanına sahiptir. Fakat önemli olan, emperyalist entegrasyon üzerine edilen lafların dayanaksızlığı, tarihsel evrimin ortaya çıkardığı sonuçlarla boşa çıkmış olmasıdır. Yeniden emperyalist kutuplar oluşuyor ve bunlar arasındaki ilişkiler günden güne büyüyen bir rekabet içerisinde gelişiyor. İlişkiler giderek gerginleşiyor. 1. Genel Konferans değerlendirmemize dikkat edin, “Süreçler ve Eğilimler” başlığı taşıyor. Önemli olan bu zaten; süreci ve onun gelişme yönünü/eğilimini görebilmek.(95)
‘90’lı yılların başındaki değerlendirmelerimizde, emperyalist güçler arasındaki rekabetin artık politik biçimler kazanmakta olduğunu, giderek askeri biçimler kazanacağını söylemiştik. Politik alanda bunu izlemek çok kolay şimdi. Politikalar farklılaşıyor. ABD artık kendi uluslararası politikalarını geçmişteki kolaylıkta dayatamıyor. Burada çıkar çelişkilerine dayalı politik farklılaşmalar, nüfuz alanlarına dayalı politik farklılaşmalar belirgin biçimde öne çıkıyor.
Yoldaş İran örneğini verdi. ABD İran’la, bu ülke bölgede etkili bir güç olduğu için değil, fakat emperyalist rekabetin basıncı ile ilişki kuruyor. Kendisinin gergin ilişkilerini fırsat bilen Almanya’nın İran’la çok iyi ilişkiler geliştiriyor olmasını rekabette bir eşitsizlik sayıyor, rakibini dengeleyebilmek için İran’la ilişkilerini normalleştirmek yoluna gidiyor. Emperyalist rekabetin temel yasalarından biri, rakibi sadece mevcut imkanlar, mevcut nüfuz alanları üzerinden sıkıştırmak ya da ona karşı mevzi kazanmak değil, aynı zamanda potansiyel imkanlar üzerinden de bunu yapabilmektir. Balkanlar’ı bir etki alanı haline getirmek Alman emperyalizminin güçlü bir eğilimidir. Bu durumda ABD, kendine özgü çıkarlarından bağımsız olarak, rakibini dengelemek için bile orada kendini göstermek durumundadır, bu emperyalist rekabetin doğası gereği böyle olmak zorundadır.
Bugün ABD hala çok güçlü, hala çok şeyi dayatabiliyor. Ama tarihsel ölçülerle baktığımızda, ABD’nin bir zamanlar sarsılmaz gibi görünen hegemonyası çoktan sarsılmış, tartışmalı hale gelmiştir. ABD’nin savaşı aslında kendi hegemonyasını koruma savaşıdır. Öteki emperyalist rakipler henüz kendisiyle aşık atacak güçte olmadıkları için derinden gidiyorlar. ABD ise serbest hareket ediyor. Onlar derinden gidiyorlar, ama 5-6 yıl öncesiyle kıyaslandığında Almanya’nın bugün nasıl bir mesafe katettiğini görmek mümkün. Bizzat gözlenebilir ölçülerle bunu görmek mümkün.(96)
Körfez Savaşı çıktığında Alman Anayasası’nda dışarıya asker göndermek hala yasaktı, Körfez Savaşı’ndan kısa bir süre sonra kaldırdılar bu yasayı. Alman militarizmi korkunç bir hızla gelişiyor. Silah satış oranlarına baktığımız zaman (ki bu eşitsiz gelişmeyi de anlatıyor) bunu görmek mümkün. Fransa geçmişte Amerika ve Sovyetler Birliği’nden sonra en çok silah satıcısı bir ülkeydi. Ama ‘90 yılında 7.2 olan payı ‘94’de 3.2’ye düşmüş, bu dört sene içinde yarı yarıya azalmış durumda. Eşitsiz gelişme yasasının iki emperyalist devletin payı arasındaki yansıması bu. Ama Almanya’nın payı 5.4’ten aynı dört yıl içinde 14.6’ya çıkmış. Dört yılda %300 artış çok büyük bir oran. ‘98’de bu oranın daha da arttığını görüyoruz. Önemli olan bu oransal artıştır. ABD’nin payı dört yılda %34’ten %55’e çıkmış, ama bunu gerisinde Sovyetler Birliği’nin ani çöküşünün yarattığı boşluğu doldurmaya Amerika’nın hazır olması gerçeği yatmaktadır. Amerika bu payını durmadan parça parça kaptıracaktır. Ve bizim sürecin hakim eğilimi, gelişme yönü dediğimiz bu. Birilerininki sürekli artarken birilerininki de sürekli azalıyor.
Bugün dünyadaki gayri safi milli hasılanın toplamının %21’ini elinde tutması, Amerika’nın hala dev bir güç olduğunu gösteriyor. Ama bu oran 20 sene önce %30 küsurdu. Oransal olarak burada önemli bir azalış var.
Derinleşen bunalım ve bunalıma karşı her bir emperyalist devlete göre farklılaşan tedbirler, beraberinde bloklaşmaları getirecektir. Bu, yasadır. Daha şimdiden bloklaşmalar var; NAFTA, AB, Pasifik’teki bir takım oluşumlar vb... Ama bunalımın ağırlaşması, hele de bir çöküş, bunu hızlandıracaktır. Çünkü herkes kendisini kurtarmaya çalışacaktır, kendisi için en avantajlı politikaları uygulamaya bakacaktır.
‘87’lerde ve ‘89’larda borsalar çöktüğü zaman, Avrupa’da ve uzak Asya’da alınan belli önlemler New York borsası üzerindeki basıncı azaltabiliyordu. Örneğin Almanya ya da Japonya bu fedakarlığı bilinçli bir tutumla yapabiliyordu. Giderek bu(97)tür fedakarlıklarla bunalımın önünü almak hem zorlaşmaktadır, hem de kutuplaşan ilişkiler bu tercihleri ortadan kaldırmaktadır. Ekonominin kendi doğası, kendi yasaları, kendi zorlayıcı etkenleri bir biçimde geleneksel öznel tercihleri geriletmektedir. Onun gereklerine uygun yeni iradeler, yeni tutumlar, yeni tercihler ortaya çıkmaktadır. Bu da emperyalist bloklaşmayı arttıran bir etkene dönüşecektir.
Öte yandan, emperyalistler arası çelişkilerin derinleşmesi ve şiddetlenmesi, militarizm ve savaş tehlikesini doğuracaktır. Bu tabii ki onun negatif bir sonucu olan çok ciddi bir olay. Ama pozitif bir sonucu da vardır. Bu gelişme, emperyalistlerin devrimci dinamiklere ortak müdahale etme imkanlarını da azaltacaktır. Bugün emperyalist dünyada tutum farklılaşması olmasa, ABD emperyalizmi pekala Irak halkına derin bir acıyı bir kez daha yaşatabilecekti. Bunun imkanlarına sahip, silahları var. Bu tür saldırılar ona silahlarını deneme imkanı sağlıyor. Bu tür güç gösterileri sayesinde egemenliğini ortaya koyma imkanı sağlıyor. Öte yandan bu, Amerikan halkının birikimlerinden ve dünya halklarının emilen zenginliklerinden oluşturulan fonları, kendi silah tekelleri için kullanmak anlamına da geliyor. Silah tüketmekle bir şey kaybetmiyor ki ABD. Zaten kapitalizmin mantığı bu; üret ve tüket. Sözkonusu olan, insan ihtiyaçları değil. Nihayetinde halkın vergilerinden, dünya soygunundan elde edilen fonlar, Amerikan silah tekellerinin pazarını genişletiyor. Onlar için önemli olan da bu. Ama bu müdahaleyi şu son bunalımda yapamadılar, neden? Çünkü emperyalistler artık eski davranış birliğini eskisi gibi gösteremiyorlar. Bu çelişki, bir halkı yeni bir yıkıcı müdahaleye maruz kalmaktan kurtarabiliyor. Denebilirse eğer, bu da bu gelişmenin pozitif bir sonucu. Ama militarizm ve savaşla birlikte ele alındığında, insanlığı felakete götüren de bir gelişme bu.