Toplumsal sistem gerçekliĞİ


MEDENİYETE GEÇİŞ ÜÇÜNCÜ BÜYÜK İŞBÖLÜMÜ



Yüklə 2,28 Mb.
səhifə28/133
tarix18.03.2018
ölçüsü2,28 Mb.
#45872
1   ...   24   25   26   27   28   29   30   31   ...   133

MEDENİYETE GEÇİŞ ÜÇÜNCÜ BÜYÜK İŞBÖLÜMÜ

“Barbarlığın orta aşamasında, çoban halklar arasında sürü belirli bir büyüklük kazanınca, davarın, kişisel gereksinmeler üzerinde, sürekli bir fazlalık sağlayan bir mülk durumuna geldiğini görürüz; aynı zamanda çoban halklarla sürü sahibi olmayan geri kalmış aşiretler arasında bir işbölümü de ortaya çıkar: yanyana varolan iki ayrı üretim aşaması bundan doğar; düzenli bir değişim koşulları da bundan doğar”.


“Barbarlığın yukarı aşaması, bize, tarımla küçük sanayi arasında yeni bir işbölümü ve bunun sonucu olarak da, çalışma ürünlerinin daima artan bir parçasının doğrudan doğruya değişim için üretilmesini getirir; bireysel üreticiler arasındaki değişimin, toplum için dirimsel bir zorunluluk kazanması da bundan doğar”.
“Uygarlık (medeniyet), özellikle kent ve köy arasındaki karşıtlığı daha da belirgin bir duruma getirerek (iktisadi bakımdan, antik çağdaki gibi kent köye, ya da ortaçağdaki gibi, köy kente egemen olabilir), daha önce varolan bütün bu işbölümlerini güçlendirip geliştirir ve onlara kendine özgü ve çok önemli bir üçüncü işbölümünü ekler: artık, üretimle değil, yalnızca ürünlerin değişmesiyle uğraşan bir sınıfı doğurur-tüccarlar. O zamana kadar, sınıfların oluşumundaki bütün izler üretime bağlanıyorlardı; bunlar, üretime katılan kimseleri, az çok geniş bir ölçek üzerinde, yönetici ve yürütücü, ya da üretici olarak bölünüyorlardı. Burada, sahneye ilk kez olarak, üretime herhangi bir biçimde katılmaksızın, onun yönetimini ele geçiren ve üreticileri iktisadi bakımdan egemenliği altına alan bir sınıf girer; bir sınıf ki, iki üretici arasında zorunlu aracı olarak geçinir ve her ikisini de sömürür. Üreticileri değişim zahmet ve riskinden kurtarmak bahanesiyle, ürünlerinin satışını en uzak pazarlara kadar yaymak bahanesiyle, yerli üretimin olduğu kadar yabancı üretimin de kaymağını alan, hızla büyük servetler ve buna uygun düşen toplumsal bir etkililik kazanan, bir kâr düşkünleri, bir gerçek toplumsal asalaklar sınıfı meydana gelir.”
“Bu tüccarlar sınıfıyla birlikte, madeni ve basılmış para da ortaya çıkar ve bu, üretici olmayanın üretici üzerinde yeni bir egemenlik aracı olur. Metalar metaı, bütün öbür metaları gizlice içinde saklayan meta, istenildiğinde bütün canatılan şeylere dönüşebilen tılsım bulunmuştur. Kim ona sahip olursa, üretim dünyasını egemenliği altına alıyordu, ve ona herkesten çok sahip olan kimdi? Tüccar. Onun elinde, paraya tapma güvenlik altındaydı. Paraya tapmak için bütün metalarla bütün üreticilerin, tozlar içinde nasıl secdeye kapanmak zorunda olduklarını gösterme işini üzerine o aldı. Zenginliğin bu cisimleşmesi karşısında, onun bütün öbür biçimlerinin aslında basit görünüşlerden başka bir şey olmadıklarını pratik olarak o kanıtladı”.
“Para karşılığında meta alımından sonra, ödünç para verilmesi çıkageldi, ve onunla birlikte de faiz ve tefecilik. Daha sonraki çağlardaki hiçbir mevzuat, borçluyu eski Atina ve Roma mevzuatı kadar acımaksızın, tefeci-alacaklının ayaklarına atmamıştır-ve bu mevzuat da, iktisadi zorlamadan başka hiçbir zorlama olmaksızın, töre olarak kendiliğinden doğmuştur”[7].
Daha ileriye gitmeden önce burada biraz duralım. Engels herşeyi o kadar güzel anlatıyor ki, ilk bakışta ilâve edecek hiçbirşey yok. “Üçüncü büyük işbölümünü”, tüccarın ortaya çıkışını, paranın bulunuşunu, herşeyi gayet güzel anlatıyor; ama dikkat ederseniz hep bir öfke var, bir reaksiyon var anlatışta. Örneğin yukardaki, “ bu tüccarlar sınıfıyla birlikte, madeni ve basılmış para da ortaya çıkar ve bu, üretici olmayanın üretici üzerinde yeni bir egemenlik aracı olur” diye başlayan ilk paragrafı ele alalım. Engels’in tarihsel evrim sürecini açıklarken bu sürece ezilenler, sömürülenler açısından baktığı açık, zaten o, bunun için Engels’tir! Yani bir tarafın gözüyle açıklamaya çalışıyor süreci ve bu da ona reaksiyoner- duygusal (emotional) bir özellik kazandırıyor, onun bilişsel yanını köreltiyor. Örneğin, “tüccar sınıfıyla birlikte, madeni ve basılmış para da ortaya çıkar ve bu, üretici olmayanın üretici üzerinde yeni bir egemenlik aracı olur” diyor. Nedir şimdi burada verilen mesaj? Ticaretin, tüccarın ortaya çıkması, paranın keşfi, bütün bunlar tarihsel evrim sürecinin daha ileriye doğru gidişinin sonucu değil midir, üretici güçlerin gelişmesinin sonucu değil midir? “Üretici olmayanın üretici üzerinde egemenliği”ne gelelim: Köle sahiplerinin köleler üzerindeki egemenliği için bu doğrudur; ama burada Engels’in kastettiği asalak sınıf tüccarlar ve tüccarlık olayı. Peki tüccar gerçekten asalak mıdır? Asalak demek, üretim süreciyle hiçbir ilişkisi yok demektir; tüccarın varlığının üretim süreci açısından gerekli olmadığını iddia etmektir. Onun, üreticilerin sırtından geçinen, onların kanlarını emen bir parazit olduğunu söylemektir. Peki bu doğru mudur şimdi? Eğer doğruysa, bir parazit olarak üretici güçlerin gelişmesini engelleyen bir unsursa tüccar, o zaman, tarihsel gelişme sürecini, üretici güçlerin gelişmesini engelleyen gerici bir unsurdur o ve tıpkı bir parazitin ortadan kaldırılması gibi onun da ortadan kaldırılması gerekir! Peki, bir an için tüccarın ortadan kaldırıldığını düşününüz, onunla birlikte parayı da ortadan kaldırdınız, üretici güçler daha hızlı mı gelişecekler bu durumda? Tam tersine! Tüccar üretim sürecini globalleştiriyor, yerel bir olayı çevreye yayarak daha çok insanı o sürecin içine sokuyor, bu açıdan da yaptığı iş devrimci bir iştir. Paranın bulunuşu ve kullanılışı da öyle. O da insanlık tarihindeki en büyük devrimlerden biridir. Evet, bu süreçte, toplumun sınıflı toplum haline gelmesi sürecinde, bazı insanlar üste çıkarak bu sürecin kaymağını yer hale gelirlerken, bazıları da mülksüzleşerek, ezilenler sömürülenler haline geliyorlar. Ezilenlerin, sömürülenlerin bu sürece karşı duygusal reaksiyonları, öfkeleri, direnişleri, onu durdurmaya çalışmaları da bu yüzden anlaşılabilir birşey, çünkü onları olumsuz olarak etkiliyor bu süreç. Ama bütün bunlar ayrıdır, bu sürecin bilişsel olarak (cognitive) ele alınıp açıklanması ayrıdır. Süreci, onun içinde yer alan ezilenler açısından ele alıyorsun tamam, buna bir diyecek yok. Ama bu, bir olayın-sürecin ancak onun içinde yer alanlar tarafından duygusal reaksiyonlar bazında ele alınabileceği anlamına gelmez! Çünkü bütün insanlar şu ya da bu şekilde bu sürecin içinde yer alıyorlar son tahlilde! Hem reaksiyon gösterirsin bu gidişe, bu normal, ama hem de onu bilişsel olarak açıklayarak mücadeleyi bilimsel-bilişsel bir temele oturtmaya çalışırsın!
İşte geldik meselenin canalıcı noktasına! Nasıl yani, ne diyecekti Engels; tüccarın ortaya çıkışını bilişsel olarak açıklayarak, paranın ne denli devrimci bir buluş olduğunu belirtip, ezilenlere de kaderinize küsün, bütün bunların olması gerekiyor mu diyecekti! Engels’i bir yana bırakalım, ezilen sömürülen o insanlar ne diyeceklerdi, ne yapacaklardı bu durumda, tüccara övgü mü düzeceklerdi!
Olayı bilişsel olarak açıklamaktan bahsediyoruz, bu öyle isteğe bağlı sübjektif bir çaba mıdır? Yani o dönemde insanlar bunu yapabilirler miydi? Yapsalar ne olacaktı sonra, o dönemin koşulları içinde mücadeleyi reaksiyoner temelde değil de bilimsel bir temelde yürütme olanağı var mıydı? Hayır yoktu! Neden yoktu? Çünkü üretici güçlerin gelişme seviyesi henüz daha bunun için yeterli değildi. Neden? Az önce dedik ki, “ne diyecekti Engels, tüccarın ortaya çıkışının ne denli devrimci bir adım olduğunu mu söyleyecekti”! Ama bu gerçekten böyledir! Tüccar hem sömürücü, hem de devrimci bir unsurdur o dönemde! İşte olay budur, o dönemin kahredici diyalektiği budur. Bu durumda, ezilenlere, sömürülenlere düşen sadece bu gidişe karşı direnmekti, toplumsal-sınıfsal duygusal reaksiyon düzeyinde karşı koyarak kendi varlıklarını üretmekti, onlar da bunu yaptılar.O dönemde tarihsel evrim süreci henüz daha insanlığın bilişsel kontrolü altına girmemişti, duygusal reaksiyonlarla oluşarak akan bir nehir gibiydi. “Marksizm işçi sınıfının delikanlılık döneminin ideolojisidir” derken demek istediğimiz de budur işte! İnsanlığın evrim süreci doğal bir süreçtir. İnsanların iradelerine, isteklerine falan bağlı bir süreç değildir! Tıpkı bir kimyasal reaksiyon gibi başlıyor ve gelişiyor bu süreç. Sınıflı topluma geçişin diyalektiği de böyledir. Bütün o duygular vs. bunlar hep bu sürecin içindeki etki-tepkiler, reaksiyonun-etkileşmenin gerçekleşme biçimleridir! İnsanın bu sürecin bilincine varması, yani sürecin bilişsel olarak açıklanması için daha çok zamana ihtiyaç var o dönemde! Ne demişti atalarımız, “hamdım, piştim, oldum”! Sınıflı toplum cehenneminde yanarak pişmesi gerekiyordu insanların daha; ve öyle de oldu. Bilgi toplumuna geçiş çağı insanlığın olgunluk çağıdır; duygusal reaksiyonların bilişsel olarak kontrol altına alınabildiği, açıklanabildiği bir dönemdir bu dönem. Onun içindir ki nefsini-kendini bilerek kendi varlığında yok olmaya gidiyor insan!30

Yüklə 2,28 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   24   25   26   27   28   29   30   31   ...   133




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin