Toplumsal sistem gerçekliĞİ


KENT, MEDENİYET KURDUNUN İÇİNDE GELİŞTİĞİ KOZADIR



Yüklə 2,28 Mb.
səhifə26/133
tarix18.03.2018
ölçüsü2,28 Mb.
#45872
1   ...   22   23   24   25   26   27   28   29   ...   133

KENT, MEDENİYET KURDUNUN İÇİNDE GELİŞTİĞİ KOZADIR

Antika toplumda KENT, tarımın keşfi ve toprağa yerleşmeyle birlikte ortaya çıkan basit bir yerleşim birimi olmanın çok daha ötesinde bir öneme-anlama sahiptir. Kent, medeniyet kur



dunun içinde geliştiği bir kozadır. Bu ne demek?
Evet, tarımsal faaliyeti keşfederek toprağa yerleşen insanlar kuruyor kenti. Ama kim bunlar? Öyle rasgele biraraya gelen insanlar topluluğu değil antik kent. Kent kurucusu insanlar, artık toplumsal olarak değil, bireysel olarak üretim faaliyetinde bulunuyor olsalar da, onlar hala o eski gentilice-komünal ilişkiler içinde biraraya gelmiş insanlardır. Evet, üretici güçler eskiye göre çok gelişmiş, kendi varlığını toplumsal üretim faaliyeti içinde, komünle birlikte üretebilen insanların yerine, bireysel olarak üretim yapan insanlar ortaya çıkmıştır; ama bu gelişme halâ eski ilişkiler yumağının içinde olmaktadır. Bu aşamada toplum, üretici güçlerin gelişme seviyesine uygun yeni üretim ilişkilerini yaratma sürecindedir halâ. İşte bu anlamdadır ki, kent, kendi içinde “medeniyet” adı verilen yeni yaşam tarzının, sınıflı toplum kurdunun geliştiği bir sıçrama platformudur.
Bu nokta çok önemli. Bu yüzden, süreci adım adım izleyerek önce “kent’i” kuralım ve sonra da içine girerek bakalım, durum ne!
KENT iki şekilde kuruluyor. Birincisi, tarihsel oluşum içinde, tarımın keşfi ve toprağa yerleşmeyle birlikte, ticaretin de gelişmesine paralel olarak, ya aşiretler konfederasyonunun merkezinin bulunduğu uygun bir yerde, ya da ticaret yollarının kavşak noktalarında. İkincisi de, zamanla nüfusu artan ana kentin, artık insanların içine sığamaz hale gelmelerinden dolayı, koloniler-yavru kentler-oluşturması yoluyla. Bu durumda, bir grup insan, ya daha önceden sağladıkları bilgiler doğrultusunda belirli bir hedefe doğru yönelerek, ya da, hiçbir ön bilgiye dayanmadan, yanlarına ana kentten sembolik olarak aldıkları bir parça toprakla birlikte yola çıkarak kentten ayrılıyorlar. Uzun arayışlardan sonra, uygun bir yer buldukları zaman oraya yerleşip ana kentin aynısı bir “yavru kent” kuruyorlar. Önceleri hemen öyle surlar, duvarlar falan inşa etmiyorlar tabi burada! O sur ve duvarlar, kentin zenginliği arttıkça, dışardan gelebilecek saldırılara karşı bunları korumak için, daha sonra yapılıyor. Bu kent-kurucu insanlar, yerleşme yerinin etrafını sabanla sürerek yeni kent için bir sınır çizgisi oluşturuyorlar, ve sonra da, aynen ipek böceği kurtçuğunun yaptığı gibi, bu sınırların içinde, adeta adım adım kendi geleceklerinin ağlarını oluşturuyorlar!
“Kent kurucu insanlar” dediğimiz bu insanların kim olduklarını hiç unutmayalım. Bunlar, hayvanları ehlileştirmeyi öğrenerek aşağı barbarlıktan orta barbarlık aşamasına geçen, çobanlık yapmaya başlayan, sonra da, tarımsal faaliyeti keşfederek toprağa yerleşen bizim o aşiret-komün üyesi insanlarımız değilmidirler? Evet öyledir! Peki bu insanlar, daha çobanlık döneminden beri kölecilikle tanışmıyorlar mı? Elbette ki tanışıyorlar! Peki, hep “kentteki tarımsal faaliyetten” bahsediyoruz, bu tarımsal faaliyeti bizzat çalışarak yapanlar kimler? Bizim bu kent-kurucusu insanlarımız, tarlaya gidip de sabanı ellerine alıp ekip biçmeyle mi uğraşıyorlar? İşte meselenin can alıcı noktası budur! Hayır uğraşmıyorlar! Çünkü o devirde tarlaya gidip çalışmak kölelerin görevi! İnsanı küçültücü bir faaliyet çalışmak! Peki bizim o kent kurucusu “komüncülerimiz” ne yapıyorlar? Onlara bir süre sonra artık “asiller”-“soylular” denecek! Ne demek asiller, ya da soylular? Kentin ilk kurucuları olan ve o kentin atasının soyundan gelen insanlar demek!
Burada önemli olan ve bizim altını çizmek istediğimiz nokta şu: ilkel sınıfsız toplumdan sınıflı topluma geçilirken, bu geçiş, öyle hemen ilk aşamada, komünün içinde iki sınıfın ortaya çıkmasıyla, eski komün üyelerinin ezenler ve ezilenler (köleler ve köle sahipleri) şeklinde ayrışmasıyla olmamıştır. Evet bu ayrışma, sınıflaşma süreci başlamıştır ve gelişmektedir; bir yanda, askeri şef ve onun etrafındaki kadro ile, tüccarlarla içiçe girmiş büyük toprak sahipleri, öte yanda da, diğer komün üyeleri ayrışması başlamıştır. Ve bu iki kesim arasındaki uçurum gittikçe açılmaktadır. Ama, kentin kuruluş döneminde ve hatta devletin ortaya çıkışına kadar, aradaki ilişki henüz daha kan ilişkisidir! Ve bu insanların hepsi de o kentin “özgür” vatandaşları statüsündedirler. Bunlar bizzat çalışmazlar. Hepsinin köleleri vardır. Eski komün üyeleri, şimdi, zenginiyle fakiriyle köle sahibi sınıf haline gelmiştir!
Sınıflı toplumun ortaya çıkışı önce, toplumun köle sahibi kent soylular ve savaş esiri köleler olarak ikiye ayrılmasıyla başlar. Ancak zamanla işler değişir! Kan bağının yerini devletin-devlet düzeninin almasına paralel olaraktır ki, sırf eskiden “kent üyesi” oldukları için “asiller” “soylular” olarak görülen insanların bu statüsü de eski anlamını-önemini kaybetmeye başlar; artık bundan sonra, öyle eskiden “asilmiş”, “kent soyluymuş” kimse bunları takmaz hale gelir. Bu andan itibaren, “soyluluk”, “asillik” bayrağı, artık sadece varlıklı olan büyük toprak sahiplerinin, köleci düzenin egemenlerinin tekelinde olacaktır. Üç beş köleye sahip olunca kendini “asil-efendi” sanan komün artığı, kent-kurucu zavallı küçük “soyluları” da yutan medeniyet canavarı doğmuştur artık! Ve oyun, hiç saklamaya gerek kalmadan, kendi kurallarına göre oynanmaktadır!

“ASKERİ DEMOKRASİ” VE SAVAŞIN DİYALEKTİĞİ

“Daha yoğun bir nüfus, dışarda olduğu kadar içerde de daha sıkı bir bağlılığı gerektirir. Her yerde, aralarında akrabalık bulunan aşiretlerin konfederasyon biçiminde birleşmeleri bir zorunluluk haline gelir; bu aşiretler bir süre sonra da biribirleriyle kaynaşırlar ve onlarla birlikte, ayrı ayrı aşiret toprakları da halkın kollektif toprağı biçiminde kaynaşır. Halkın askeri şefi-rex, basileus, thidans- bizde de ülkücü ilb gazi- vazgeçilmez, sürekli bir görevli durumunu kazanır. Askeri şef, konsey, halk meclisi: işte gentilice örgütlenmenin, bir askeri demokrasi olmak için dönüşmüş bulunan organları bunlardır. Askeri-çünkü savaş ve savaş için örgütlenme, şimdi halk yaşamının düzenli görevleri haline gelmiştir. Servet sahibi olmayı yaşamın başlıca ereklerinden biri gibi gören halklarda, komşuların serveti tamah uyandırır. Bunlar barbar halklardır; yağma etmek, onlara, çalışarak kazanmaktan daha kolay, hatta daha onurlu görünür. Eskiden yalnızca bir zorbalığın öcünü almak, ya da daralan bir toprağı genişletmek için yapılan savaş, şimdi yalnızca yağma için yapılır ve sürekli bir sanayi kolu durumuna gelir. Yeni müstahkem kentlerin çevresinde korkutucu surların dikilmesi nedensiz değildir. Bu surların hendeklerinde gentilice örgütlenmenin kuyu gibi mezarı açılırken, kuleleri uygarlık içinde yükselir. İçerde de durum aynıdır. Çapul savaşları, yüksek askeri şefin de, ast şeflerin de gücünü arttırır; bunların ardıllarının aynı aileler içinden seçilmesi töresi, özellikle babalık hukukunun girişinden sonra, yavaş yavaş, önce hoş görülen, sonra hak olarak istenen, en sonra da gasp edilen bir kalıtım durumuna gelir; soydan geçme krallığın ve soydan geçme soyluluğun temeli kurulmuş bulunur. Böylece, gentilice örgütlenme organları halk içindeki, gens, kabile aşiret içindeki köklerinden yavaş yavaş kopar ve bütün gentilice örgütlenme kendi karşıtı haline dönüşür: kendi işlerini özgürce düzenleme ereği gözeten bir aşiretler örgütlenmesiyken, komşularını soyan ve ezen bir örgütlenme olur; ve sonuç olarak bu yeni örgütlenmenin önceleri halk isteminin araçları olan organizmaları, kendi öz halkına karşı özerk egemenlik ve baskı organları haline gelir. Ama servete karşı duyulan susama gens üyelerini zenginler ve yoksullar olarak bölmeseydi, aynı gens içindeki mülkiyet ayırımı, gens üyelerinin çıkar birliğini uzlaşmaz karşıtlık durumuna dönüştürmeseydi ve köleliğin genişlemesi, yaşamını çalışarak kazanma olgusunu yalnızca kölelere layık ve çapuldan daha onursuz bir eylem olarak düşündürmeye başlamasaydı, bunlar asla olanaklı olmazdı.” [7]


Olayı çok açık koymak lazım! İlkel komünal toplumdan sınıflı topluma geçiş öyle kimsenin zoruyla, kandırmasıyla falan olmamıştır! Ne oluyorsa, herkesin rızasıyla, gönül birliğiyle oluyor! Sadece, birlikte çıkılan bu yol boyunca, bazıları “dimyada pirince giderken evdeki bulgurdan da olurlarken”, bazıları da, hem bulgura hem de pirince konuyorlar! Olay budur.
Tekrar başa dönersek, herşey iki önemli buluşla birlikte gelişmeye başlıyor. Birincisi, hayvanları ehlileştirmeyi öğrenmek, ikincisi de tarımsal faaliyette bulunmak. Ancak bu bilgilerin yeniden üretimi sürecidir ki, insanlara ihtiyaçlarından daha fazlasını üretmeleri olanağını sağlayan da bu olmuştur. Ve işte ancak o zaman, ondan sonradır ki, iş çığrından çıkıyor! Çünkü bunun da yolu köle sahibi olmaktan geçiyordu. Daha çok ürün, daha çok işgücü demekti. Daha çok işgücü ise daha çok köle.
Bütün bunlari şöyle özetleyelim. Bir: Her bilgi, üretim süreci içinde, onun kendini yeniden üretmesine uygun düşen araçlarla birlikte doğar. İki: Belirli bir gelişme konağında “ihtiyacından daha fazlasını üretebilmek”, bir üst basamağa geçiş için gerekli enerjiyi üretmek demektir. Bir durumdan başka bir duruma geçişin ön koşulu budur. Her durumda, “daha fazlasını” üretirken, buna paralel olarak yeni bir toplum biçimi de üretilmiş olur.

Yüklə 2,28 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   22   23   24   25   26   27   28   29   ...   133




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin