İlk defa açılan “Kızılçullu Öğretmen Okulu” nun 30.10.1937 günü yapılan açılış töreninde konuşan okul müdürü Emin Soysal, konuşmasının giriş bölümünde okulun amacını şöyle belirtiyordu:
“Gayemiz, öğretmensiz bulunan 35 bin küsur Türk Köylerine öğretmen, eğitmen, demirci, dülger, yapıcı, kooperatifçi ve tarımsal kültürü ileri adam yetiştirmektir. Bu adamın vasfı şudur: Türk köylüsü olacak, köyde doğmuş, köyde büyümüş, köy mektebinde okumuş, zekâsı üstün olacak. Ve bu müesseseden çıktıktan sonra da mutlak suretle köyde, köy için, köylüler için çalışacak.” (Ş.Gedikoğlu, Köy Enstitüleri, S.29)
Köy Enstitülerinin kurucusu unvanını alan İsmail Hakkı Tonguç, daha önceki günlerde şöyle söylüyordu:
“Köy meselesi bazılarının zannettiği gibi, mihanikî bir suretle köyün kalkınması değil, manalı ve şuurlu bir şekilde, köyün içten canlandırılmasıdır. Köy insanı öylesine canlandırılmalı ve şuurlandırılmalı ki, onu hiçbir kudret, yalnız kendi hesabına ve insafsızca istismar etmesin. Köyün sakinlerine köle ve uşak muamelesi yapılmasın...” (Ş.Gediklioğlu, Köy Enstitüleri, S.27)
Bu iki sorumlu eğitimcinin sözlerinden anlaşılacağı üzere, yeni açılan öğretmen okuluna alınacak öğrenci köyden gelecek, köye gidecek, köy için ve köylü için çalışacak. Köy insanını şuurlandıracak ve köyün içten canlandırılmasını sağlayacaktır. Köy enstitüleri kafilesi, işte bu temel felsefenin doğrultusunda yola çıkmıştır.
Köyden alınacak, köy karakterindeki bölgede yetişecek olan öğrenci, hizmet için gene köye dönecektir. Neden buna ihtiyaç duyulmuştur? Bu konuya biraz değinelim:
1935-1936 yıllarında Türkiye nüfusu 16 milyon civarında olup, bunun %80’i köylerde yaşıyordu. İlköğrenim çağındaki çocuklardan şehirlerde %75’i, köylerde ise ancak %25’i ilkokullarda okuyabiliyordu. Gerisi okumayı dahi öğrenemeden ümmi olarak kalıyordu.
O yıllarda yeteri kadar öğretmen yetişmiyordu. Yetişen öğretmenler de daha çok şehir çocuklarından oluşuyor, şehirlerde yetişiyor ve şehir okullarında öğretmenlik yapmak istiyorlardı. Zorunlu olarak köye gönderilen (köyü kalkındırma idealinde olmayan) öğretmenler de oradan hemen kaçmayı düşünüyor ve ilk fırsatta kaçıyorlardı. Köye bağlanan, köye hizmet vermek idealinde olan öğretmenler çok nadirdi. Zaten şehir okullarında da açık vardı, niçin köyde kalsınlardı...
Bu durum karşısında, köyde gönüllü kalacak, köy çocuklarını aydın kişiler olarak yetiştirecek, köylüyü canlandıracak ve köyü kalkındıracak idealist (ülkücü) öğretmenlere ihtiyaç duyuluyordu. Bu ihtiyacı duyan önemli eğitimcilerin ve düşünürlerin görüşlerine şöyle bir göz atalım. Bu görüşlerin ışığında Köy Enstitülerinin fikri temellerinin nasıl atıldığını ve nasıl olması gerektiğini ve kuruluş amaçlarını öğrenmiş olalım.
Köy Enstitülerinin Fikri Temelleri
Kuruluş amaçları
Değeri herkesçe kabul edilen, Türk Milli Eğitiminin temel felsefesini yazan çok yönlü eğitimci, İsmail Hakkı Baltacıoğlu “Maarifte bir siyaset” isimli broşüründe şöyle söylüyordu:
“Öğretmen okullarında milli mefkûre hâkim değildir. Öğrenci, öğretmen olmaktan ziyade, aydın olmayı düşünür. İşte bu zihniyet, bu şekilde yetiştirme onları hayatta muvaffak edemiyor. Öğretmen okullarına devam edenler hep şehir ve medeniyet zadesidirler. Köy ve medeniyet ruhu ile ruhlanmamaktadırlar... Şehir öğretmen okulları bütün azamet ve üstünlükleriyle birer memur mektebi gibi yaşar dururken, mezunlarını fakir, cahil köylere göndermeyi düşünmek pek yanlıştır. Öğretmen okulları, malûmatı şişkin, ukalâ ve enayi öğretmenler yetiştirmekten uzaklaşmadıkça mahsulleri eksik olacaktır.” diye yazan Baltacıoğlu: “Biz, nasıl bir mektep yapalım diye değil, köy yahut köylü bizden nasıl bir mektep istiyor diye düşünmeliyiz” görüşünü savunuyordu. (Ş.Gd., Köy Enstitüleri, S.19)
Eğitimci – Yazar Halil Fikret Kanat 1935 yılındaki yazılarında, mevcut öğretmen okullarının yeni ihtiyaçları karşılamaktan uzak olduğunu, yerine yenilerinin getirilmesi gerektiğini savunuyordu. Kökün köylerde olduğunu, hızlı gelişmenin köylünün kımıldamasıyla, yaşama düzeyinin düzeltilmesiyle mümkün olabileceğini belirtiyor ve şöyle söylüyordu: “Öğretmen okulları, öğrencilerini alabildiğince hazırcı ve seyirci yetiştirmektedir. Çünkü müessesede öğrencinin elini dokundurduğu bir iş yoktur. Sınıfta, yatakhanede, bahçede, hülâsa yaşanılan her köşede, her iş onun önünde hazırdır.
Bu pasif durum karşısında, öğrencinin yegâne görevi ders kitabı ve imtihandır. Bu suretle onda meydana gelen görüş ve alışkanlıklar yapıcı olmaktan ziyade yıkıcı olmaktadır...
Bütün bu yetiştirilen ve yetişen insanlar bizim gibi kitap adamıdır, kuru tenkitçi, seyirci, hallerinden gayri memnun (memnun olmayan) insanlardır. Hayat yapıcı, produktiv (ürün verici) insan istiyor. Hayat, el işinin her nevinde mahir, becerikli insan istiyor. Hayat, iradesi tam ve azimli insan istiyor.” (Ş.Gd., Köy Enstitüleri, S.23)
H.F. Kanat, istediği öğretmen okulunun kurulma esaslarını da (özetle) şöyle belirtiyor:
“Muallim mektepleri şehirlerden uzak yerlerde, tabiatın kucağında yapılmalıdır. Muallim mekteplerinin ziraate müsait geniş arazileri bulunmalıdır... Sanat atölyeleri bulunmalıdır...
Muallimler, mutlaka bir el işi (bir sanat) öğrenmelidir... Mektebin kış ve yaz için ayrıca koşacak, oynayacak idman ve spor yerleri bulunmalıdır... Mektepten 5-10 km uzakta bakımsız Türk köylerinin bulunması çok faydalıdır vb...” (Ş.Gediklioğlu, Köy Enstitüleri, S.24)
H.F. Kanat’ın, öğrencilere ne öğretilmesi gerektiği konusundaki görüşleri de şöyle özetlenebilir.
“Az ve öz bilgi. İş prensibine dayanarak, hayatla ilgisi olan her türlü bilgiler, bol-bol uygulama çemberinden geçirilecektir. Çok ve sahte bilgiden artık bıktık, usandık. Az bilelim fakat esaslı bilelim ve bilgilerimizi hayatın istekleriyle birleştirecek hâkimiyette olalım.” (Ş.G.,Köy Ent. S.24)
Halil F.Kanat öğretmenleri köye bağlamak içinde okulun yanı başında iki odalı bir evi ile tarlası ve bahçesi olması gerektiğini de ayrıca vurguluyordu.
1924 yılında Türkiye’ye gelen Amerikalı ünlü eğitimci John Dewey, Türkiye için verdiği eğitim raporunda: “Köy okullarına Türk hayatının temeli olan çiftçilerin gereksinimlerini karşılayacak okullara, öğretmen yetiştirecek muhtelif tipte öğretmen okullarına ihtiyaç olduğunu” belirtmiş ve “Türkiye’nin maarifi için en mühim mesele, derslerin mevzuları köy hayatına iyice bağlı olarak bir nevi ilk ve ortaokullar açmaktır. Ancak bu suretle, okulun ameli faydası herkesin gözünde belirmiş olur. Ve okulda alınan bilgilerin ameli hayata uygulanması mümkün olur...” diyor. (Ş.Gd., Köy Ens, S.20)
1933 yılında “İş ve Meslek Terbiyesi” kitabını yayınlayan İş Eğitimi savunmacısı, Gazi Eğitim Enstitüsü Öğretmenlerinden İ. Hakkı Tanguç’a göre iş eğitimi: “Gençlerde bir faaliyet uyandırmak suretiyle, onları terbiye etmektir... Her talebede, ruhi ve bedeni faaliyet uyandırmayı, başka bir tabirle söylemek lazım gelirse, iş yaparak bir iş öğrenmeyi ön plana alan bir terbiye metodudur. Bu prensibin en karakteristik noktası da talebenin kendi kendine faaliyette bulunmasını temin etmektir...”
Ülkemiz eğitim sistemini eleştiren İ.H. Tonguç: “Bugünkü terbiye ve mektep sistemimiz, milli bünyeye göre kurulmuş bir sistemden ziyade, Avrupa cemiyetleri bünyesine göre yapılmış teşkilâtın kopyası manzarasını arz etmektedir.” diyor ve “Büyük şehirlerin hayatına klasik terbiye edilmiş münevver tabaka denilen tabakanın ihtiyaçlarına göre teşkilâtlandırılmış mektep sistemi, müstahsil bir sınıfın ihtiyaçlarına ne derece uygun gelebilir” diye soruyor.
(Ş.Gd.,Köy Ens. S.21)
İ.H. Tonguç, köy eğitiminde gerçekleştirilmesini uygun gördüğü amacı şöyle belirtiyor: “Köy terbiyesinin gayesi, azami derecede kuvvetli vatandaş, yani içtimai mahiyette insan ve memleketin siyasi, iktisadi ve harsi hayatının inkişafına iştirak edecek, yani tabiatın bütün kuvvetlerine esir değil, hâkim olabilecek evsafta iş adamı yetiştirmek olmalıdır. Bizi bu gayeye getirecek mektep de kitap mektebi değil, iş mektebi olacaktır.” diyor. Tonguç, iş okulu öğretmenini de şöyle tanımlıyor.
“İş mektebi muallimi kendi kendini yetiştiren ve terbiye eden bir muallim olacaktır... Eski mektebin muallimi ansiklopedik mahiyette mâlumatı kendi kendine toplayıp çalışırdı. Yeni iş mektebi muallimi organizatör olacaktır. Hayat, cemiyet ve iş vasıtasıyla kendi kendini terbiye edecektir...” (Ş.Gd. Köy Ens. S.22)
Görüşlerini özetle yukarıya aldıklarımın dışında daha pek çok eğitimci ve düşünürler Türk Eğitim Sistemini eleştirmiş, yeni görüşler ileri sürmüş, yeni önerilerde bulunmuşlardır. Hatta konu, TBMM ne de gelmiş, Meclis kürsüsünden önemli tenkit ve temennilerde bulunan milletvekilleri olmuştur.
Dostları ilə paylaş: |