Köy Enstitülerinde İsim Değişikliği İlkelerinden Sapmalar ve Kapatılmaları:
1948 yılında Ankara – Hasanoğlan’daki Yüksek Köy Enstitüsünün kapatılmasından sonra, daha da artan köy enstitüsü aleyhtarlığı ve yıkıcı propaganda şiddetle sürdürüldü. Yalan ve isnatlara inanmayan vatandaşlarımız bile şüphe içinde kalıyordu. Milli Eğitim Bakanlığı da zor durumda kalmıştı. Yeni atamalar, yeni düzenlemeler ve yönetmelikte yapılan bazı değiştirmelerle iş idare ediliyordu.
Köy enstitülerinin önemli ilkesi olan “iş içinde eğitim – kendi kendini yönetim” ilkelerine sadık kalınmakla beraber diğer bazı ilkelerde sapmalar oluyordu. İyi mi oluyordu, kötümü oluyordu? Bunların tartışmasını burada yapacak değilim.
1950’de Yapılan Genel Seçimler Ve Sonrası:
1950 yılının 14 Mayısına gelindi. Bu tarihte yapılan genel seçimlerle Türkiye’de iktidar değişikliği oldu. Yeni iktidar partisi bütün konularda geçmişi kötülüyordu. Milli Eğitim Bakanlığı konusunda da geri kalamazdı. Köy enstitüleri konusu özellikle gündeme getiriliyor ve kötülemeye devam ediliyordu.
Yeni M. E. Bakanı Avni Başman’ın kısa sürede istifasından sonra Tevfik İleri M. E. Bakanlığına getirilmişti. İftira ve kötülemelerin etkisinden sıyrılamayan Tevfik İleri’nin, köy enstitüleri hakkında bazı olumsuz yargılara vardığı öğreniliyordu. Sorulara cevap vermek üzere yaptığı açıklamalarla dışarıdaki menfi söylentileri TBMM’nde dile getiriyordu. Bu yolla aleyhteki havanın körüklenmesine bir bakıma katkıda bulunuyordu.
Oysa, aynı Tevfik İleri, 1944 yılında Samsun Bayındırlık Müdürü iken, Ladik – Akpınar Köy Enstitüsündeki izlenimlerini, (Ladik Halkevi - 19 Mayıs Dergisinde) şöyle belirtiyordu:
“....Evet tesadüfen görmemiş olanların katiyen bilmelerine ve tasavvur etmelerine imkan olmayacak şekilde yepyeni bir gençliğin, yepyeni bir neslin bu köy enstitülerinde yaratılmakta olduğunu zevk alarak, gurur duyarak gördük. Bugün dileğimiz, yurt içinde, büyük Türkiye içinde çok faydalı olan bu köy enstitüleri davasının muvaffak olması, gerçekleşmesidir. Bu güzel, bu hayat dolu, istikbalimiz için çok ümit verici bu enstitüden ayrılırken şöyle düşündüm: Şehirlerin, kasvetli, müfsit, insanı bedbin edici havasından bunalanlar buraya uğramalıdırlar. Burası, hasta dimağ ve ruhlar için bir şifa kaynağı olacaktır.”
(Ş.Ged. – Köy Ens.- S.320)
1944 yılında köy enstitülerini öğen, buraların “hasta dimağ ve ruhlar için şifa kaynağı olduğunu” söyleyen, o günlerin Samsun Bayındırlık Müdürü Tevfik İleri; yıllar sonra, kaderin bir şansı olarak M. E. Bakanlığına gelince, eski övgülü görüşlerinden caymamış olsa da, köy enstitülerini açıktan savunamıyordu. Aksine köy enstitüsü düşmanlarına prim veriyordu.
Artık, köy enstitülerinde köklü bir değişikliğe gidileceği anlaşılıyordu:
İlk fırsatta karma eğitime son verildi. 1950-1951 öğretim yılında, kız öğrenciler 2 köy enstitüsünde (İzmir Kızılçullu, Trabzon Beşikdüzü’nde) toplanıldı. Diğer köy enstitüleri ekrek öğrencilere tahsis edildi.
1952-1953 ders yılında köy enstitülerinin öğretim süresi 6 yıla çıkarıldı. Bu yüzden 1953 yılında mezun verilemedi.
21.01.1954 tarihinde çıkarılan 6234 sayılı kanunla, eski öğretmen okullarıyla köy enstitüleri birleştirildi. Bu yeni oluşuma “İlköğretmen Okulları” adı verildi. Tabii ki mevcut mevzuatta ve uygulamada da yeni sisteme uyum sağlayacak değiştirme ve geliştirmeler yapıldı. Böylece köy – şehir öğretmen okulu farkı ortadan kaldırıldı. Eski köy enstitülerine şehirlerden de öğrenci alınmaya başlandı vb.
Okullar arasındaki bu birleşme ve isim değişikliği ile köy enstitüleri bir bakıma kapanmış oluyordu. Ama “Köy Enstitüsü Ruhu” bu okullarda da devam etti. “İş içinde, iş eğitimi” ve “kendi kendini yönetim” ilkelerinde aksamalar olduysa da uygulamaya daha uzun süre devam edildi.
Aradan geçen uzun yıllardan sonra, ilkokul öğretmenliği, 2 yıllık yüksek tahsile (Eğitim Enstitüsü mezunu olmaya) bağlandı. İlk öğretmen okullarına “Anadolu Öğretmen Lisesi” adı verildi. Bu yolla sadece öğretmen liseleri mezunlarına değil, genel lise ve dengi diğer meslek okulu mezunlarına da ilkokul öğretmeni olma yolu açıldı. Bu suretle, ilköğretmen okulları eski fonksiyonunu kaybetti.
1980 yılından sonra, öğretmen yetiştiren eğitim enstitüleri kaldırıldı. Her kademede ve her branşda öğretmen yetiştirme görevi üniversitelerin eğitim fakültelerine verildi. Hattâ diğer fakülteleri bitirenlerden de öğretmen alındı. İhtisasa önem verilmez oldu. Bir müddet sonra 2 yıl yüksek tahsilli öğretmenlik hakkı da kaldırıldı. İlköğretim, ortaöğretim ayırmadan bütün öğretmenlerin en az 4 yıl süreli yüksek okullardan mezun olması şartı getirildi.
Bu yeni sistem ne kadar doğrudur, ne kadar geçerlidir yâda geçersizdir konusu üzerinde tartışılabilir...
“Eskiden alınan tecrübelerin ışığında, bu günkü uygulamalar da dikkate alınarak, öğretmen yetiştirme konusu yeniden gündeme getirilmeli ve ciddiyetle üzerinde durulmalıdır” görüşünde bulunuyorum.
Köy Enstitülerinde Okuyanlar Kimden Yana
Bilindiği üzere, köy enstitülerinde “iş içinde, iş görerek, iş için eğitim” ilkesi hâkimdi. Öğrenciler iş yaparak eğitiliyor, ileride yapacakları işlere hazırlanıyorlardı.
İş yaparak yetişen insanlar, çalışmanın zevkini alır, çalışarak hayatını kazananların değerini bilir, kimseyi küçümsemez, tepeden bakmaz, hoş görülü ve alçak gönüllü olur; İnsanlara iyilik yapmak ister, kötülük yapamaz. Bu nitelikte olanlar insanları sever, onlara yakınlık duyar.
İş yaparak yetişen, iş yapanları takdir duyguları gelişen, çalışanların hakkını almalarını isteyen ve buna çaba gösteren insanlarda “iş ahlâkı” gelişir, gelişen iş ahlâkı insana saygıyı, yurt ve millet sevgisini de beraberinde getirir. Toplum çıkarlarını kişisel çıkarların üstünde görür, en azından bunların dengelemesini bilir.
Okulda, iş görerek, kendi işini kendi yaparak ve kendi kendini yöneterek yetişen köy enstitülü öğrenciler, iş ahlakını da alıyor, iş yapana saygı duyuyor ve onlara yardımcı olmak isteğiyle yetişiyordu. Özellikle, o günün şartlarında, en fazla yardıma ve himayeye muhtaç olan köylü vatandaşlarımıza rehberlik ederek onların gelişmelerine, refah ve mutluluğa erişmelerine yardımcı olmak önde gelen amaçları oluyordu.
Bu ruhla yetişen, bu ruhla yetişmiş olması gereken, köy enstitüsü çıkışlı öğretmenlerin, bu ruhta olan ve bu amaca ulaşılmasına çaba gösteren insanları sevmesi, onlarla iş ve gönül birliği yapması gayet normaldi. Kendilerinden bu beklenirdi.
Ne var ki, hiç de hak etmedikleri halde, yanlış anlatılmalar, yanlış anlaşılmalar, dışlanmalar ve suçlanmalarla karşılaşan bu çalışma ruhuna ermiş öğretmenler, beklemedikleri haksız çıkışlar, ithamlar, isnatlar karşısında afallamışlar, hayal kırıklığına uğramışlarsa, bu ruh hali içinde kendilerine kucak açanlara yönelmişlerse, bu hal normal sayılmalıydı... Onların millet ve memleket severliğinden şüphe edilmemeliydi. Komünist ithamına tepki olarak, bazı gruplara karşı olunmuşsa, bu tavır da onlara çok görülmemeliydi...
Köy enstitülerinde aşırı solcular (komünistler) yetiştiği hakkında konuşanlara ve yazanlara hâlâ rastlanıyor. Bunların birçoğu, köy enstitüsü çıkışlı öğretmenlerin sol bir partide toplandığına dikkat çekerek, kendilerini haklı göstermeye çalışıyorlar. (Öncelikle belirtelim: Sol ve aşırı sol aynısı değildir. Birbirlerinden çok farklıdır.)
Yukarıdaki gerekçeyi gösterenlere sormak isterim: Siz, sizi horlayanlara, dışlayanlara, aleyhinizde atıp tutanlara, halk içinde küçük düşürenlere mi yaklaşırsınız? Yoksa sizi benimseyen, size güler yüz gösteren, yakınlık duyan ve kucak açanlara mı yönelirsiniz?...
Bir taraf, peşin hükümlerle köy enstitüsü mezunu öğretmenleri kötüler, dışlar, kendisinden uzaklaştırırken; öbür taraf onları benimsiyor, tatlı dil, güler yüzle onlara yaklaşıyor ve bu yolla kendi grubuna yakınlaşmalarını sağlıyorsa: Bu gelişmede kabahat kimin?
Böyle bir gelişmeye neden olanlar, hatalarını hala kavrayamayacaklar mı?..
“Bir kimseye 40 gün deli denirse deli olur” derler. Bunun gibi, herhangi bir kimseyi, hep belirli bir gruba mal eder ve kendisine o şekilde vaziyet alırsanız, bir gün gelir, gerçekten o gruba dâhil olduğunu görürsünüz ki, buna şaşmamalıdır.
Köy enstitülerinde okuyanlar büyük çoğunlukla, köy sevgisi, köylü sevgisi, millet-memleket sevgisi, millete hizmet duygusuyla yoğrulmuş, köye ve köylüye hizmet aşkıyla yola çıkmış idealist insanlardı.
Bu sevgi ve bu duyguya sahip olanlar, bu amaca ulaşmak için çaba gösterenler köy enstitülerinde okuyanların dostlarıdırlar. Böylelerine yakın olmak ve birlikte amaca yürümek, köy enstitüsü çıkışlı öğretmenlere kıvanç verir.
Yeter ki, bu birlik ve beraberlik içtenlikle istenilsin, kendilerine samimiyetle yakınlaşılsın.
D- SONUÇ
Hâlâ idealini yaşadığım köy enstitülerinde, özellikle Pazarören Köy Enstitüsünde çok canlı ve renkli bir okul hayatımız vardı. O yılların olumsuz şartlarında, birçok bakımlardan mahrumiyet içindeydik. Ama biz öğrenciler halimizden çok memnunduk. Zira;
Gelecek için vazgeçilmez idealimiz (ülkümüz) vardı. Köylere gidecek, köylerimizi kalkındıracak, köylülerimizin elinden yapışacak ve onlara yardımcı olacaktık. Bizim için bu ne büyük bir şerefti. Bu şerefe ulaşmaya hepimiz can atıyorduk.
Okulumuzun bütün öğrencileri hep bir ailenin çocukları gibiydik. Birbirlerimizi seviyor-sayıyor, kardeş gibi görüyorduk. Küçükler büyüklere “ağabey-abla” diye hitap ediyor, büyükler küçükler üzerine şefkatle eğiliyordu.
İyi yetişmemiz için okulda sorumluluklar alıyor, okulu biz öğrenciler yönetiyorduk. Nöbetleri biz tutuyor, okulun bütün işlerini biz görüyorduk. İş içinde, iş için yetişiyorduk. İş görerek tevazumuz (alçak gönüllülüğümüz) artıyordu. Kimseyi küçük görmüyor, kimseye yukarıdan bakmıyorduk. Hayatı okulumuza getiriyor, okulumuzda hayatı yaşıyorduk. Hayata hazırlanıyorduk.
Milli duygu ve milli heyecan okulumuzda şahlanıyordu!..
Bizler, vatanımız için, milletimiz için yetişiyorduk. Milletimize hizmet edebilmek için fedakârlıklara katlanmaya hazırlanıyorduk. “Hakkâri’ye de verseler gideriz” diyorduk. Ama bizi kendi köylerimize veriyorlardı. Herkes kendi çevresini kalkındıracak ve bu yolla Türkiye kalkınacaktı... Bu ruh bize verilmişti.
Fakat, daha yolun başındayken bize savaş açıldı. Üzerimize çamur sıçratıldı. Yolumuza engeller konuldu. Ayağımıza çelmeler takıldı. Tökezleyenlerimiz, düşenlerimiz oldu. (Ne büyük gaflettir ki: Köy enstitüsü mezunlarında hayali komünistler aranırken, arkada gerçek komünistler ve bölücüler maskeleniyor, uygun çalışma ortamı bulabiliyorlardı.)
Bu hengâmede şaşkınlaşan, amacını unutan, idealini (ülküsünü) yitiren; üzerindeki teşvik ve takibin kalkmasıyla kendisini yetiştirmekten alıkoyan, yenilenme ihtiyacını duymayan, boş vericiliğe alışan, politize olan bir kısım arkadaşlarımız olmuşsa da; büyük çoğunlukla bizler köy enstitüsü ruhunu taşımaya devam ettik ve ediyoruz. Bu ruhla köylerde hizmet verdik. Hizmet verdiğimiz köyler halkı ve yetişen öğrencilerimiz de bizden memnun kaldılar...
Hele şimdi birde, daha köye gelmeden kaçmayı düşünen, her gün son dersten sonra hemen köyden ayrılan, halktan kopuk bugünkü öğretmenlerini gördükçe; eski köy enstitülü öğretmenlerini daha yüksek bir sevgi ve saygıyla anıyorlar. Onların, sağ kalanlarına selâmet, ölenlerine Allah’tan rahmet diliyorlar...
Ya birde kösteklenmek yerine desteklenmeye, teşvik, takip ve taltıf edilmeye devam edilseydik, köylerde kim bilir daha neler-neler yapılabilirdi?...
Şu gerçeği önemle belirtmeliyim: Bütün köy enstitüsü mezunları “komünist” sözüne büyük tepki duymuşlardır. Oysa, gerçek komünistler, komünist ithamına aynı tepkiyi göstermezler...
Bugün sayıları çok azalan, köy enstitüsü çıkışlı emekli öğretmenler bir araya geldiğimizde, hala o eski günlerdeki okul hayatımızı hasretle anıyoruz. Bize atfedilen suçlamaları, itham ve iftiraları hatırladıkça, köy enstitülerinde verilen hizmet aşkının nasıl söndürüldüğünü düşündükçe, ülkemiz adına üzülüyor ve koskocaman bir ah!... çekiyoruz.
O yıllarda var olan köy enstitüsü ruhunu acaba bugünkü okullarımızda okuyan öğrencilerimize verebilecek miyiz ?... Yarım yüzyılı aşkın eğitimcilik tecrübelerimle söylüyorum: Öğrenci, ne verirsen almaya hazırdır. Ama o ruhu verebilecek dirayetteki idealist (ülkücü) öğretmenleri acaba okullarımızda görevlendirebilecek miyiz?..
Acaba, özlediğimiz o mutlu gelişmeyi, bizler de görebilecek miyiz?..
Bugünkü ortamda bütün olumsuz göstergelere rağmen, özlenen o günlerin elbet bir gün geleceğine olan inancımı yitirmiyor ve o mutlu gelişmeyi iyimser duygularımla bekliyorum!...
TEMMUZ / 1998
RASİM PEHLİVANOĞLU
Köy Enstitülerinde Uygulanan Genel Eğitim İlkeleri -
Köyden, köyde, köye göre, köy için eğitim
(Amaç canlandırılacak köy)
-
İş içinde, iş görerek, iş için eğitim
-
Her gün sabahları spor ve milli oyunlarla bedeni eğitim
-
Her gün ve her fırsatta, müzikle (Milli Marşlar, Şarkılar ve Türkülerle) duygu eğitimi
-
Okulda kendi işini kendin gör – Nöbetleşe görevlerle iş eğitimi
-
Okulun çeşitli işlerinde her hafta bir şubenin nöbetleşe hizmeti
-
En az masrafla en iyi sonuç alma gayreti
-
Kendi kendini yönetim -Okulu öğrencilerin yönetmesi
-
Çevreye görelik eğitim. (Okulda hazırlanan eğitici faaliyetlerinin çevreye – köye göre seçimi)
-
Her hafta bir şubenin müsameresi (Zengin programlı gösteriler)
-
Demokrasi okullarda yaşanılarak öğrenilir. (Seçimle başkanlıklar -öğrenciye söz hakkı -haftalık Pazar toplantıları -Eleştiri Hürriyeti)
-
Okulda ders dışı kitapları “serbest okuma” saati
-
Hayatı okula getirme -Okulda hayatı yaşama
-
Öğrenciye kabul ettirilen sıkı disiplin
-
Öğrenciler arasında karşılıklı sevgi saygı (Abla, ağabey hitabı – küçüklere şefkat ve himaye)
-
Millet ve memleket sevgisi, millete hizmet duygusu
-
Köy enstitülerinde karma eğitim uygulaması
-
Köy enstitüleri arasında yardımlaşma
-
Ülkeyi gezerek görerek tanıma
-
Okuldan mezun olanları görev yerlerinde takip etme
RESİMLERLE PAZARÖREN KÖY ENSTİTÜSÜNDE YAŞANTI
|
Oyun alanında öğrenciler halay çekiyor.
|
|
Öğrenciler inşaatta harç karıyor.
|
|
Öğrenciler duvar örenlere taş çekiyor.
|
|
İnşaatta, Öğrenciler tezkereyle harç götürüyor.
|
|
İnşaatta öğrenciler duvar örüyor.
|
|
Ziraat dersinde öğrenciler tarla çapalıyor.
|
|
Kızlar atölyesinde elişi dersi
|
RASİM PEHLİVANOĞLU
1928 yılında Ürgüp’ ün Karain Köyünde doğan ve ilkokulu bu köyde bitiren Rasim Pehlivanoğlu, 1947 yılında Kayseri - Pazarören Köy Enstitüsü’nden mezun olmuş, kendi köyü ilkokuluna Başöğretmen (Okul Müdürü) olarak atanmıştır. Ürgüp’ ün Ortahisar Beldesi İlkokulunda Başöğretmen olarak çalışırken, 1955 yılında askere alınmıştır. İstanbul - Tuzla Uçaksavar Yedek Subay Okulundan mezuniyet töreninde kendisine verilen, Okul Komutanının konuşmasına cevap verme görevini yerine getirmiştir. Kıta hizmetini Erzincan da tamamlamıştır.
1956 sonbaharında -asker dönüşü- Ürgüp Çökek köyü Başöğretmenliğine atanan Rasim Pehlivanoğlu, 1957 yılında -genel istek üzerine- yeniden Karain Köyü Başöğretmenliğinde görevlendirilmiştir. Bu köyde, başkanı olduğu “Karain Köyüne Kütüphane Kurma ve Geliştirme Derneği” yoluyla, sonradan “Eşekli Kütüphane”ye Dönüşen Türkiye’nin ilk köy kütüphanesi açılmıştır.
1959–1964 yıllarında Kayseri Merkez Mustafa Özgür ve Mehmet Karamancı ilkokullarında öğretmenken, Ankara–Gazieğitim Enstitüsü’ne dışarıdan devam ederek “PEDEGOJİ” Bölümünden diploma ile Edebiyat Grubu Bölümünden de “Yeterlilik Belgesi” alarak mezun olmuştur. 1964 yılından itibaren Kırşehir’in Mucur ve Çiçekdağı ile Kayseri’nin Nazmi Toker ve Esenyurt Ortaokullarında Edebiyat Grubu öğretmenliği yapmıştır. Bugünkü Argıncık Lisesinin ilk açılış yıllarında orta okul müdürü olarak hizmet görmüş, 1978’de emekli olmuştur.
Emeklilik yıllarında eğitimden kopmayan Rasim Pehlivanoğlu, maddi gelir sağlayacak tekliflere sıcak bakmamış, teşviklere rağmen siyasete atılmamış, kendisini yetiştirmeye devam etmiştir. Eğitim ağırlıklı makaleler yazmış, Milli Eğitim Bakanlarına kapsamlı Milli Eğitim raporları vermiştir. Katıldığı 12. 13. 15. Milli Eğitim Şûralarında ilginç konuşmalarıyla dikkatleri üzerine çekmiştir...
Ülkemiz milli eğitim uygulamasındaki başarısızlık nedenlerini araştıran Rasim Pehlivanoğlu; öğretmene, öğrenciye, veliye hitap eden, eğitici değerde kitaplar yazmıştır. Okullarda başarının yollarını gösteren; Talim ve Terbiye kurulu Başkanlığınca ve daha birçok kuruluşça tavsiyesi uygun görülen; BAŞARIYI TANIYALIM, BAŞARININ ŞARTLARI, BAŞARININ BİRİNCİ ŞARTI SAĞLAM VE SAĞLIKLI OLMAK özel isimlerini alan kitapları yazmış ve bastırabilmiştir.
Atatürk’ü gerçek yönüyle tanıtacak ve herkes tarafından zevkle okunabilecek bir eser yazmayı kendisine görev bilen Rasim Pehlivanoğlu’nun, “Sevdiğimiz Atatürk” kitabı, “Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu”na bağlı “Atatürk Araştırma Merkezi” tarafından bastırılmıştır. “Atatürk’ün Üstün Kişilik Özellikleri” isimli büyük boyutlu ansiklopedik eseri yayınlanacaktır.
Rasim Pehlivanoğlu tarafından hazırlanan, “Örnek Köy Olmak” tutkusuyla harekete geçen bir Orta Anadolu köyü halkının, çevre köyleri de etkileyerek hızla gelişirken nasıl sabote edilerek amacından saptırıldığı ve hareketin söndürüldüğü gerçeğini dile getiren, “Eşekli Kütüphaneye Dönüşen Türkiye’nin İlk Köy Kütüphanesi” isimli büyük boy eseri de meraklı yayıncısını beklemektedir.
Hazırladığı “Mevcut Milli Eğitim Uygulamalarımız, Eleştiriler, Tavsiyeler” isimli Türkiye eğitim raporu ile elinizdeki “Türkiye’de Köy Enstitüleri ve Pazarören Köy Enstitüsü” isimli eseri de basılacaklar arasında yer almıştır.
Yüksek okul mezunu 4 çocuğu ile çoğu Üniversite öğrenimi görmüş 9 torunu olan Rasim Pehlivanoğlu halen Kayseri’de yaşamaktadır.
Dostları ilə paylaş: |