TüRKİYE’de köy enstiTÜleri ve pazarören köy enstiTÜSÜ


Köy Enstitülerine Sağdan Gelen Eleştiriler



Yüklə 227,77 Kb.
səhifə10/13
tarix08.01.2019
ölçüsü227,77 Kb.
#92047
növüYazı
1   ...   5   6   7   8   9   10   11   12   13

Köy Enstitülerine Sağdan Gelen Eleştiriler:


Köy enstitülerini yıpratan asıl eleştiriler sağdan gelmiştir.

Sağdan gelen eleştirilerin birçoğu, köy enstitülerinin şehir dışı yerlerde kurulmasıyla; program, metot ve çalışmalarıyla ilgiliydi. Köylülerden alınarak köy okullarına verilen uygulama bahçeleri, okuldan mezun olarak köylere giden öğretmenlere verilen tarım aletleri ve koşum hayvanları önemli eleştiri konularıydı. Bu konuları, özellikle yeni kurulan partilerin, yeni politikacıları işliyor, bu yolla köylüleri kazanmak istiyordu.

Köylere giden köy enstitüsü çıkışlı öğretmenlerin, eski öğretmenlerin başına “Başöğretmen” olarak atanması da şimşekleri üzerlerine çekiyor, kıskançlık duygularını harekete geçiriyordu. 4274 sayılı yeni kanuna göre, köy enstitüsü çıkışlı öğretmenler, iki aylık izinleri dışında, yaz tatilinde de köylerde kalmak zorundaydı. Öğretmen okulu çıkışlı öğretmenlerde ise bu zorunluluk yoktu. Onlar 5 ay köyden uzakta kalıyorlardı. Bu nedenle, idarenin boş kalmaması için başöğretmenlik köy enstitüsü çıkışlı öğretmenlere veriliyordu. Ama bu durum eleştiri konusu oluyor, bu öğretmenlerin yıpranmasına neden oluyordu.

Bu eleştirilerin haklı yanları olabilir, üzerinde tartışılabilirdi. Bu müesseseler yeni bir tecrübeydi. Uygulanarak hataların farkına varılabilir, gerekli düzeltme ve düzenlemeler yapılabilirdi. Yapılan eleştiriler, düzeltmek ve daha iyiye götürmek niyetiyle yapılırsa elbette faydalı olur ve bunu yapanlar önemli bir memleket hizmeti görmüş olurlardı.

Ama mevcut iktidarı yıpratmak gayesiyle eleştiriler yapılırsa, hatalar abartılır, hizmetler sabote edilir ve kara çalmalarla kışkırtmalar yapılırsa, bu hal büyük bir sorumsuzluk olurdu. Üzücüdür ki, köy enstitüleri hakkında yapılan sert eleştirilerin çoğu bu maksatla yapılmış ve bu sorumsuzluk içinde sürdürülmüştür.

Yukarıda sözünü ettiğim eleştiri konularını burada tartışacak değilim. Fakat yapılan eleştiriler arasında birisi var ki, ona dokunmadan geçemem:



Güya, köy enstitüleri “sosyalist” bir eğitim kurumuymuş. Buralarda solcu öğrenciler yetişiyormuş. Daha da ileri gidilerek, buralar kominist yuvasıymış, kominist öğretmenler yetiştiriliyormuş. Bunlar Türkiye’yi kominizme kaydıracaklarmış...

Halkımız komünizme karşı çok duyarlıydı. Bunu bilen art niyetliler, yaygaralarını bütün yurt sathında yaydılar. Ve yer yerde tutturdular. İspatlayamadıkları bir takım uydurma örnekler de verdiler. Hattâ TBMM de bile, söylentilere dayanan, sözde açıklamalar yaptılar.

Oysa, biz öğrenciler bütün bunlardan habersiz, millet ve memleket sevgisiyle, köye ve köylüye hizmet duygusuyla okullarımızda yetişmeye devam ediyor, idealimize (ülkümüze) ulaşmaya hazırlanıyorduk.

Bizim dönem öğrencileri, 1947 yılında mezun olmuş, sevinerek köylere gitmiştik. Gitmiştik ama bir kere damgayı yemiştik: Köylümüz, o saf ve o iyi niyetli köylülerimiz bize endişeyle bakıyordu. Her davranışımızdan, konuştuğumuz her sözümüzden komünistlik sezinliyordu. Hele bir de tahrik edenler olursa...

Burada kendi köyümden vereceğim örneklerle konuyu biraz açalım:


Kız Çocuklarını Okula Alışım:


İlk öğretmenliğime 1947 yılı Ekim ayında, Ürgüp’ün Karain köyünde (kendi köyümde) başöğretmen olarak başlamıştım. Yüzün üzerinde öğrencim vardı. Tek öğretmendim. Beş sınıfı birden okutuyordum.

Önceki yıllar, ilkokul çağındaki kız çocuklarının çoğu okula verilmiyordu. Ben köye gelince, ilkokul çağında olup ta okumayan, 7 yaşını doldurmuş bütün köy kızlarını okula yazdım. Ağabeyim ve amcam da dâhil, göndermeyenler çok oldu. Haklarında takibat yaptım. Hatta mahkemeye verdiğim veliler de oldu. Bunlar, aleyhimde atıp tutuyorlardı: “Bizim güzelim Rasim’imiz de gitti zehirlendi geldi” diyorlardı. Yani “komünistleşti geldi” demek istiyorlardı...

Bunlar arasında, “kız çocuğu okur muymuş” diye yakınanlar çok oluyordu. “Neden okumazmış?” diye sorunca: “Askere gidince kocasına mektup yazar” diyorlar ve evin sırrını dışarıya vereceği endişesini duyuyorlardı.

Zamanla, önümüzdeki engellerin hepsi yenildi. Ve kız çocuklarını okula alıp okuttuk. Okulumuzda ve köyümüzde başka önemli gelişmelerde oldu... Ama, bu sonuca ulaşmak için neler çektiğimizi ben bilirim...

Eğer komünist damgasını yememiş olsaydık, sanıyorum, köylülerimiz bizi daha candan dinleyecekler ve üzerlerindeki etkimiz daha güçlü olacaktı. Köy kalkınmasındaki rehberlik görevimizi daha kolaylıkla yerine getirecek ve başarımız daha yüksek olacaktı.

Karakuşun Kaptıkları:


1948 yılı kış aylarından bir gündü. Sabah okula varınca, öğrencilerimizden birçoğunun gelmediğini gördüm. Gelenlere sordum, babaları göndermemişler. Teneffüse çıkınca, köylülerin toplu oldukları yerlere vardım. Durumu anlattım ve sordum. Bana soğuk davranıyorlardı. Israr ettim açıkladılar: Köyümüzde “Büyük Hoca” namıyla anılan, medrese tahsili görmüş, Ürgüp çevresinde sevilen ve saygı duyulan yaşlı bir hoca efendi vardı. Zaman zaman halka dini vaazlar verir etkili olurdu. Vaazlarında –devleti kastederek- “ulul emre itaat” öğüdünü vermeyi de ihmal etmezdi. O günlerde, ikindi namazından sonra, köy camisinde vaaz veriyordu. Güzel konuşuyor ve etkiliyordu. Ben de bazı günler dinliyor, faydalanıyordum. Bu muhterem hoca, (her halde velilerin kız öğrencilerle ilgili şikayetlerinden de etkilenmiş olacak ki) bir gün önceki vaazında, 7 yaşına gelen çocuklarımıza dinimizin öğretilmesi gerektiğini anlatırken: “Ama, 7 yaşına gelince karakuş elimizden kapıyor” diye talihsiz bir cümleyi ağzından kaçırıyor. İşte bu cümleden etkilenen veliler, ertesi günü çok öğrencimizin okula gelmesini önlüyor.

Evet, o günlerdeki tavrımızla ben de bir “karakuş” olmuştum. Oysa ben, çocukluğumdan beri –Pazarören Köy Enstitüsünde okurken bile- dini vecibelerimi aksatmadan yerine getirmeye çalışan bir gençtim...

O gün son dersten sonra, Büyük Hocayı evinde ziyaret ettim. İyi karşıladı. Samimi konuşmuştuk. Kendisine gayemizi anlattım. Dikkatle dinledi, kabullendi. Ama, “o konuşmanızı düzeltseniz” diyecek oldum birden ciddileşti: “Tükürdüğüm tükürüğü yutmam” deyivermişti. Bu son cümlesinin dışında kendisiyle anlaşmış ve dostça ayrılmıştık...

O günden sonra her nedense bir daha camide vaaz vermeye gelmedi. Bu sefer de: “Hocayı tehdit etmiş” yaygarasıyla aleyhimde atıp tutmalar çoğaldı. Ama, başlangıçtaki kadar etkili olamıyordu. Zira, ben de komünist olmayan gerçek yönümle tanınmaya başlamıştım.

O yıl köyümüzde, her sözümden, her davranışımdan özel manalar çıkarılıyor, aleyhimde konuşmalar yapılıyordu. Köy bütçesinden okula ayrılan ödeneği harcamayan köy muhtarıyla olan ilişkimiz de aleyhime yorumlanıyordu. Fakat kim ne derse desin, aleyhimdeki atıp tutmaların dozu gün be gün etkisini kaybediyor, köydeki büyük çoğunluk, özellikle arkadaşım olan köy gençleri benimle birlik oluyor ve her yönüyle bana yardımcı oluyorlardı. Komünist olmadığımı tescil ediyorlardı.



Yüklə 227,77 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   5   6   7   8   9   10   11   12   13




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin