Yaşanan aleviLİK



Yüklə 1,05 Mb.
səhifə2/15
tarix02.11.2017
ölçüsü1,05 Mb.
#26685
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   15

Alevilik, Müslümanlıkla yada Hz. Ali ile başlamış olsa da insanlığın ve yaşantısının temelini oluşturan olumlu her hareket bir Alevi öğretisinin özüdür.

Anadolu Aleviliği Onikinci yüzyıl başlarında Anadolu’ya gelen Hacı Bektaşi Velinin görüş ve düşünceleriyle şekillenmeye başladı.Anadolu’da İslamiyetten önce yaşanan inanç ve kültürlerle birlikte yeni düşünceler eklenerek bir sentez oluşturuldu. Yeni oluşan bu inanç ve yaşam biçimi Arap kültüründen arındırılarak Anadolu’ya has bir yorum getirildi.
Alevilik Din mi,Mezhep mi,Tarikat mı ?

Mezhep ve Tarikat arapcada “ Yol” ,”Gidilen,tutulan yol” anlamına gelir.

Mezhep;İnanç ve tapınçta Kur’an, sünnet ve kıyas temeli üzerinde oluşturulan düşünce ve inanma sistemidir. Kendine özgü koydukları yasa,ilke ve kurallarla yürür.

Tarikat ise bazı insanlara göre İnsanı tanrıya ulaştırmanın bir yolu olarak kabul edilebilir.Tarikatta amaç dinin özüne ve dinsel derinliğine ulaşmaktır. Birnevi olgunlaşma yoludur.

Bu dünyaya pek önem vermeden nefsi eğitmek,kalbi arındırmak olarak yola çıkılmasına rağmen On birinci yüzyıldan sonra tamamen farklı görüş ve düşüncelerin eğemenliğine girmeye başladı.

Bu dönemden sonra adını duyuran ve geniş bir toplumu içerisine almaya çalışan Tarikatlar, özellikle; Bektaşi, Mevlevi, Bayrami, Bedevi, Nakşibendi, Celvedi, Şazili, Rifai, Kadiri,Halvetiler olarak ün saldılar. Anadolu’da Bektaşilik ve Mevlevilik daha yaygındı.

Bütün bu tanımlamalardan sonra biraz objektif olarak bakacak olur isek Alevilik’in ne mezhep nede tarikata denk düşmediği, hatta özdeşleşmediği net bir şekilde görülür. Hatta hem tarikatı hem de mezhebi aşar.



Alevilik: kendi bağlamında ve kendi özgün koşullarında bir düşünce, inanç ve yaşama yoludur. Eski tabirle bir yol ve yolaktır.

Aleviliği sadece bir Kültür olarak göremeyeceğimiz gibi,sadece bir Felsefe olarak da göremeyiz. Aleviliği bir yaşam biçimi olarak da göremeyiz.

Aleviliği sadece yorum olarak da görmemek gerekir. Hele hele sırf bir inanç biçimi olarak da göremeyiz ama hepsini birden Aleviliğin içerisinde görebiliriz.

Aleviliğe bir Hukuk Manzumesi denmesi yanlış olur mu ? elbette yanlış olmaz.

Aleviliği bu sayılanların tamamı ile bütünleştirerek tarif edersek doğru bir tarif olur. Tek tek ele alındığında hiç de yanlış olmaz ama eksik bir tarif olur.

Alevi kültürü herhangi bir kültürün malı değildir. Yani sadece Türk kültürü, Kürt kültürü değildir.

Anadolu Alevi kültürü İran’dan, Hint, Arap kültürüne, Orta Asya Türk kültüründen Kürt kültürüne kadar her kültürden payını hatta o kültürlerin güzelliklerini alarak farklı bir Kültür olarak ortaya çıkmıştır.

Ama içerisinde en fazla Eski Anadolu kültürü var dediğimizde yanlış bir tarif yapmış olmayız.

Aleviliği sadece bir Kültür olarak kabul etsek Sünniliği de bir kültür olarak görmemiz gerekir ama birileri kalkar ve Sünniliği bir inanç olarak görür ve bunun dışında yalın bir tarifi kabul dahi etmezler.
Aleviliğin savaşı insan olma,insanlık haklarına ulaşma savaşıdır. Tarih boyunca Aleviliği İslamdan saymayıp İslamlığın ötesinde bir yere oturtmaya çalışmışlardır.

Buda Alevilerin, Sünni çevreler gibi inanmadığı ve düşünmediğinden kaynaklanmıştır. Sunni islamlık İslamlığı tek bir kalıptan, yorumdan sunmuş; herkesin buna bağlanmasını istemiştir.

İnançta. Çelişki ve kopuşta buradan başlamıştır. çünkü Alevilik inanç anlamında İslamiyet’in içerisinde değil tam tersine İslamiyet Aleviliğin içerisine girmiştir.

Aleviler düşündüğü gibi yaşamak ister,

Sünniler inandığı gibi yaşamak isterler.

Burada asıl verilen mesaj;

Alevi Dedeleri,Cem törenlerinde veya sohbet toplantılarında bir konuyu anlatırken eksik ya da yanlış söyleyecek olsa halk bunun açıklanmasını ister. Dedenin anlattıklarından ikna olmadıkça o görüşü kabul etmez.

Sünni bir vatandaş,Camide verilen vaazda ne söylenirse söylensin kesinlikle müdahale edemez ve bunun doğruluğu kabul edilir ve böyle olacağına inandığı için anlatıldığı gibi uygular. aradaki fark bu.


Alevilik Belli bir zamanda,belli bir kuramcı eliyle kurulan ve kendisini kurucusunun ömrü içerisinde tanımlayan bir dini değil,en az 1400 yıl süren bir oluşumun hayatını yaşayan ve o hayatı daha eskilere ait bin yılların akli ve felsefi değerleriyle besleyip bezeyen, yaşamın her çağında ayrı bir doğuşa,her ikliminde ayrı bir gelişime ve her ırkında ayrı bir algılanışa sahiplik eden;

Hamurunda hem ilahiliğin hem de aklın mayası bulunan bir inanç ve yaşam biçiminin adıdır.



Alevilik dinin doğmalarından değil,kendi kendinden beslenir. Felsefesinin özünde insan vardır.

Tanrıyı yükseltmeyi değil,insanı tanrıya yükseltmeyi amaçlar.” Bu bir benlik sevgisi değil, insana yakışır olanın gereğini yerine getirmektir.



Alevilik, Allah sıfatını insanda olan varlığı ile inandığı için HAK-MUHAMMED-ALİ üçlüsünü hiç dillerinden düşürmez. (Tanrı,doğa,insan ı temsil ettiğine inanırlar) Tüm dualarında ,her türlü yakarış ve yaklaşımlarında bunlar vardır.

Bazı Aleviler bu konuda farklı iddialarda bulunurlar; Kur’an ve Ehlibeytine yüce sevgi ve bağlılığının bir ifadesi olarak süregelmemektedir derler.



Alevilik,Özünü insan sevgisinde bulan,Tanrının insanda tecelli ettiğini, Tanrının zerresinden oluştuğuna inanan, onun içinde insanın ölümsüzlüğüne inanan,inanç birimine Alevilik denir.

Alevilik Anadolu’da yaşayan topluluklar Anadolu’dan gelmiş geçmiş birçok dinlerlerden ve Şamanizm’den etkilenerek İslamiyet’ten de çok şeyler alarak inançlarını farklı yorumlamışlardır.

Alevi Dedeleri ve Dervişler gittikleri her yerde İnanç ve kültürü aşılamaya çalışırken o yörenin kültürüne ve yaşam biçimine kendi kültür düşünce ve inançlarını katarak kabul ettirmişler.

Buda zengin bir kültür mozaiğini ortaya çıkarmış hatta çok farklı bir inanç ve düşünce biçimi bile denebilir.
Bazı yazarlar yada araştırmacılara göre ;

Hz. Muhammedin ölümünden sonra hilafet kavgası başlamış ve Müslümanlar ikiye ayrılmışlar.



Sünniler ve Şia.

Şialık Arap yarımadasından Suriye, Irak, Mısır, Fas, Endonezya, Türkistan,İran’a kadar yayıldı. Bu bölgedeki halk bir taraftan bu inanışı kabul ederken diğer taraftan da eski inançlarının bir kısmını ve milli kültürlerini de yaşatmaya devam ettiler. İran bölgesinde Zerdüştlük, Şiiliği etkilerken Anadolu’da Şamanlık (Şamanizm) hakimiyetini sürdürdü.

Gerek Anadolu’dakiler gerekse İran bölgesindeki Şiiler, Ali sevgisini kaybetmediler.

İbadet ve inancın şekillenmesi burada daha da belli olmaya başladı. Anadolu’da yaşayanlara Anadolu Alevileri, İran da yaşayanlara Şii,Şia dendi.

Şii,Şia bir taraftan Sünni İslamın baskısı ve devlet desteğiyle sünnileştirilmeye başladılar,diğer taraftan da eski gelenekleri ve inanma biçimleriyle Anadolu Alevilerinden de, Sünnilerden de başka bir biçim almış oldular.

Şiiler;Anadolu Alevileriyle Hak..Muhammed.Ali sevgisinde beraber, Sünnilerle vakit namazlarında,Ramazan orucunda, Hacda ve zekatta,Şehadet kelimesinde bir oldular.

Anadolu Alevileri (Sunni İslamın etkisi altında kalanlar hariç) Beş vakit namaz kılmazlar, Ramazanda oruç tutmazlar (Muharremde on iki gün ve üç günde Hızır orucu tutarlar, hicri yılbaşlarında bir gün Gagant orucu tutarlar),

Hacca gitmek ve zekat yoktur. Zekat karşılığı zaten yardımlaşma temel koşuldur. Aradaki fark ortaya böylece çıkmaktadır.



Alevilik,Hz. Ali’yi rehber, Hacı Bektaş-ı Veli’yi Pir kabul eden, geleneksel Alevilik’i hoşgörü temeli üzerinde yeniden yorumlayarak İslamlık öncesi kültürleriyle yoğuran, Anadolu’ya özgü dinsel-siyasal-düşünsel inanç sistemidir.

Kimilerine göre Aleviliğin ortaya çıkışı Hz.Muhammedin ölümüyle başlar (632).

Kimin halife olacağı konusunda Müslümanlar ikiye bölünmüşler. Hz. Peygamberin soyundan gelen Hz. Ali’nin halife olmasını isteyenlerle, Ebubekir’in halife olmasını isteyenler olmuştur.

Hz. Alinin Halife olmasını isteyen Aleviler, Hz. Peygamberin veda hutbesini esas alarak,onun bir emri ve arzusu olduğu gerekçesiyle Hz.Alinin halife olmasını istemektedirler. Bu ihtilaflarla birlikte yüzyıllardır var olan Alevilik yeniden şekillenmeye başladı demektedirler.


Alevilik,Hünkar Hacı Bektaş-ı Veli’nin Anadolu topraklarında yoğurup olgunlaştırdığı her türlü haklar ve bilimle donattığı bir ahlak ve kültür hazinesidir.
Alevilik; Orta Asya, Ön Asya,Orta Doğu ve Mezopotamya kökenli birçok din,inanç,öğreti ve kültür mirasının,Anadolu’da uzun bir süreçte,değişik sosyo-ekonomik ortamlarda yeniden yapılanmasıyla kendi kendini yaratmış, bağdaştırmacı, sezgici ve kamu tanrıcı(panteist) bir inanç sistemidir.
Alevilik;tanrıyı,evreni ve insanı kendince algılama ve yorumlama biçimidir.

Alevilik,kendine özgü bir dindir diyenler daha da çoğalmaya başladı.

Alevilikle İslamiyet arasındaki bağ ise bilim adamları veya araştırmacılar tarafından tamamen farklı bir tez olarak ortaya atıldı.



Alevilik İslam İçi yada İslam dışıdır. Bu konuda Aleviler ikiye hatta üçe bölündüler.

Alevi Örgütlerinden bazıları Aleviliğin İslam dışı olduğunu savunmaktadırlar,bazıları ise Aleviliğin İslamiyetin kendisi olduğunu savunuyorlar.


Sokaktaki Alevi vatandaşlardan sorulduğunda nasıl cevap vereceğini bilmemektedir. Hangisinin doğru olduğunu bilmiyor ama babasından,dedesinden öğrendiği ile de tarif edememektedir.

Anadolu Alevilerinde Tevella ve Teberra sözü oldukça önemlidir.



Tevella ; Hz.Ali ile çocuklarını sevmek,onları sevenleri de sevmek.

Teberra ; Hz.Ali ve çocuklarını (Ehlibeyti) sevmeyenleri sevmemek.

Anadolu Aleviliğinde Hz.Ali ve evlatlarının yeri hiçbir zaman doldurulamaz.

Hilmi Dedebabanın

Aynayı tuttum yüzüme,Ali göründü gözüme” sözüyle Hz.Ali’nin tanrısallaştırılmaya götürmesine mesajıdır.

Bazılarına göre!

Alevilik, On iki imamların çerçevesini çizdiği ve Horasan pirlerinin elinde,ozanların,dervişlerin dilinde,sazında,sözünde, Hacı Bektaş-i Veli’nin öğretisinde bir inanç biçimidir. O nedenle ahlak Aleviliğin temel taşıdır.

Alevilik Hallacı Mansur, Nesimi,Pir Sultan Abdal, Şeyh Bedrettin , Baba İlyas, İshak’ların ve tüm Anadolu aydınlarının birleştiği ve insanın insan tarafından sömürüsünü ortadan kaldırmayı amaçlayan bir kültür mozaiğidir. Bir siyasi akımdır. Bir yaşam biçimidir.


Alevi öğretisinde bazı kurallarda sıralanmıştır. Bunlar bölgelere ve zamana göre değişmiş yada değiştirilmiştir. Bir benzetme olarak görmemek gerekirse şöyle özetlenebilir:

“İnsan kendi kendine gerçeğe eremez. Bilimsel çalışmalar ışığında gerçek Alevi öğretisini öğrenmeli ve hurafalardan ayıklayarak gerçek inancını yaşamalıdır.

Alevilikte aşamalı eğitim ve Aleviliği yaşama vardır. Bu eğitim şekline Dört Kapı denilmektedir. kapıların evveli Şeriat, Tarikat,Marifet sonu Hakikattır. Hakikat bir hazinedir. Mürşit peşinden gitmeyenler bu hazineye çok zor ulaşırlar yada ulaşamazlar.

Dört Kapıyı ileride daha geniş bir şekilde ele alacağız ve Aleviliğin gerçek tarifi ortaya çıkacaktır.


Alevilik Yolu;

Candan,baştan geçmeyi gerektirir.

Sıkıntısı, güçlüğü çoktur.

Yola giren kişi,Eri Hak bilecektir. Erde Hakkı görecektir.

İnsan tüm kerametlerin kaynağıdır, tüm kerametler insandadır.

Yola giren kişi, başkasını ağrıtıp incitmeyecek,

Başkasının hatırını yıkmayacaktır.

Gönül kırmayacak, gönül yapacaktır.

Bu yolun yolcusu rızasız lokma çiğnemeyecektir, Başkalarına yedirecek,başkaları ile birlik olacaktır.

Mürşit kayrılacak,hakkı ayrılacaktır. Eve gelen misafir (mihman) baş üstünde tutulacaktır,çünkü mihman Ali’nin kendisidir.”

Burada üzerinde durulacak asıl konu Alevilerin insana ve yola bakışıdır. Yolun sıkıca korunması edası ortaya çıkmaktadır.

Pir Sultan’ım Haydar şunda,

Çok keramet var insanda,

O cihanda bu cihanda

Ali’ye saydılar bizi.
Alevilik,bir hak mücadelesinin kaynağını oluşturmaktadır. Dikkat edilecek olursa Kerbelâ haksızlığın, yolsuzluğun, baskının sembolüdür Bu yüzden bir çok Alevi bilerek veya bilmeyerek Kerbela ile Hz.Hüseyin’i birleştirmiş. Aleviliğin temelini oluşturan ve Hz. Hüseyin’in babası olan Hz.Ali’nin bile zaman zaman önüne geçirmişlerdir.(Hz.Hüseyin’in haklı davası karşısında dik duruşu ve direnci Aleviliğin özünü oluşturur)

Aleviler her fırsatta Ya Ali diyerek Hz.Ali’ye yalvarırlar ama Cemlerde ve diğer ibadet zamanında Hz. Hüseyin ve Kerbelayı dillerinden düşürmezler. Çünkü Hz. Hüseyin ızdırap çeken, hakkın yerine gelmesi mücadelesini veren, hakkı için bile bile ölümü tercih eden bir semboldür.


Kimilerine göre başlangıçta tamamıyla dinsel-siyasal nitelikte olan Ali taraftarlığı yada Ali yandaşlığı, Hz. Ali’nin haklılığını kabul edenler olarak Şiilik, Şia, Şia-i Ali, Aleviye yada Alevilik adlarıyla yayılmaya ve güçlenmeye başladı. Bu arada Kur’an daki Ayetlerin bir çok anlamlarının olduğunu bunu herkesin çözüp yorumlayamayacağını iddia edenler bâtinilik temeli üzerinde,vahdeti vücut ve ruh göçü felsefesiyle bütünleşti.

Yayıldığı bölgenin inanç,gelenek , görenek, örf, anane, uygarlık düzeyine ve yaşadıkları coğrafyaya göre ayrışmaya başladılar bu ayrışmalar günümüze dek geldi ve devam etmektedir. Bu farklılıklara daha sonra değinilecektir.

Bu kadar ayrılmalardan sonra Alevilik tek bir kalıptan yorumlanmadı ve kendi içerisinde bütünlük gösteren düşünsel bir akım durumuna gelmedi tam tersine daha çoğaldı ve gelişti.

Bunu göremeyen bu toplum dini eşitlik temeline dayalı,sınıfsız yada sınıfların yeterince şekillenmediği toplum insanlarını kucaklayacak biçimde, ibadet biçimleri ve inancı yeniden yorumlanmaya başlandı.

Aleviliğin doğuşu,İslamiyetle tanışması,Anadolu Aleviliği adıyla bütünleşmesi ve günümüzde Aleviliğin bilimsel olarak ele alınması,hatta bu konuda çalışmaların devam etmesi Aleviliği tarif etmede ayrı bir boyut kazandırmaktadır.

İşte bu yorumlanış biçimine Anadolu Aleviliği, yorumlayanlara da Anadolu Alevileri dendi.


Alevi-Bektaşi topluluklarının insan merkezli düşünce sistemleri ve Tanrı sevgisine dayalı inançları felsefî derinliğe sahiptir.

Bu derinliği anlamak için genel olarak felsefe,özet olarak da tasavvuf felsefesinin bilinmesi gerekir.(Gazi Üniversitesi Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Merkezi Dergisi, Kış’98/8)

Araştırmacı Ayhan Aydın’ın Hüseyin Bal ile yaptığı bir söyleşide sorduğu bir soru üzerine

Anadolu Aleviliği,üç temel üzerine oturmuştur;



Birincisi,İslam’ın Ortodoks olmayan bir yorumudur. Başka deyişle, Kur’anın batıni yani sufuce yorumudur.

İkincisi,Türk Kültürüdür.

Üçüncüsü ise Türklerin İslam’ı kabul etmeden önceki inançları (Gök-Tanrı, Şamanizm, Zerdüşlük, Mani dini vb.)”
Esat Korkmaz,Anadolu Aleviliği adlı yapıtında Alevlilk-Bektaşilik düşüncesini ayrı bir Din olarak ön plana çıkartmakta.

Kitabın Önsözünde; “Bu ürün,bilimsel kaygı sürekli canlı tutularak Anadolu Aleviliğinin felsefesine-inancına-öğretisine ve erkânına yönelik bir çalışmadır.


Anadolu Aleviliği bilge olarak karşımıza çıkan bir eren felsefesidir, bu anlamda vahiy dışı felsefi bir dindir;bir eren öğretisidir, bu anlamda bilimsel bir kuramdır.

  1. Anadolu Aleviliğinin bir felsefi din,bir bilgelik öğretisi olduğu kanıtlanmaya....

  2. Kanıtlamaya koşut olarak insan-evren-tanrı konusundaki inanç tasarımlarına esin oluşturan, öncel ve belirleyici, doğal olarak sonsuza dek de öyle kalacak olan nesnel tasarımlar yakalanmaya ve yorumlamaya.... diyerek yeni bir boyut kazandırmaya çalışmaktadır.



Alevilik İslam içi,İslam dışı tartışmaları yapılırken İslam anlayışı ile Alevilik arasındaki farklılıklar çok iyi irdelenmelidir.

İslamiyet Hz. Muhammed’i son peygamber olarak kabul ederler.

Bazı Aleviler on ikinci imam olan İmam Muhammed Mehdi’nin tekrar geleceğine inanır ve onun gelmesini beklerler.

Son dönemlerde MÜSLÜMAN ALEVİLER diye bir Alevilik tarifi yaptılar.

Kürt Alevisi,Türk Alevisi.Arap Alevisi,Tatar Alevisi.

Alevi İslam,Sünni İslam

İslam içi ,İslam Dışı, derken bakalım Müslüman Alevilerden sonra hangi Alevilik çıkacak onu göreceğiz.

Bütün bu tariflere ve yaşama bakıldığında Aleviliğin İslamiyetten uzak,hatta islamiyete uymayan bir ibadet ve yaşam biçimi olduğunu görürken Aleviliğin içerisinde İslamiyetten alıntıların oldukça fazla olduğunu görüyoruz.

Asıl olan Alevilikte Ali anlayışı ve Alevi inancı içerisinde dışa vurulmayan ve sırrı hakikat kapısı denilen ve o seviyede Aleviliği yaşayanların Aliyi Hak bilmesi ve Tanrı anlayışıdır.

KIZILBAŞLIK
Kızılbaş;Kızılbaşlıkla Aleviliği farklı algılayanlar vardır. Bunu çok dağıtmadan gerçek anlamı ile ortaya konulmalı.

Bazılarına göre Şah İsmail zamanında kullanılan başlıktan gelmektedir. Bu başlık On iki köşeli ve üzeri kırmızı bezlidir,oniki köşe On iki imamlara olan bağlılığı, kırmızı bezde imamların akıtılan kanlarının baş tacı olarak kabullenilmesi ve her an hatırlanmasıdır.

Bazılarına göre Hz.Ali savaşta başından yara alınca kafasına taktığı başlık kan olmuş ve bundan sonraki savaşlarda Hz.Ali taraftarları başlıklarını kırmızı olarak kullanmışlardır.

Bir başkalarına göre Yavuz döneminde Anadoluda’ki birçok Türkmen aşireti Şah İsmail tarafına geçerken bunu engellemek için uygulanan bir taktiktir. Kızılbaşların Ana, bacı tanımadıkları, namus mefhumu olmadığı, kestiklerinin yenmeyeceği, inançsız oldukları anlatılarak diğer Türkmen boyları Alevilerden-Kızılbaşlardan soğutulmaya çalışılmış, bunun yanı sıra Alevileri zorlamak için de Kızılbaşlar Tavşanın etini yemezler,geçtiği tarlaları yedi yıl ekmezler diyerek olumsuz dedikodular üretmeye başlamışlar.

Tamamen Dağlık alanda yaşayan Alevilerin Orman arasında az bir arazisi var onu da bu inançla ektirtmezlerse ki bu mantıkla hareket edilecek olunursa kısa zamanda her taraf Tavşan dolacak, zaten orman bölgesi de ,Aleviler tarımı bırakacaklar yada Yavuz tarafına eyvallah edeceklerdir. İşte bu politika bir hayli tutmuş ama işin özü bunların birer saçmalıklarla dolu olduğudur.

Aleviler tavşan eti yememişler ama onların söyledikleri gibi tarlalarını ekmeyip boş bırakma gibi bir düşünceleri olmamış.


Bazılarına göre yedi Peygambere yedi ayrı Taç geldi. Hz.Ali Peygamber olmadığı halde Hz.Ali ye de taç geldi.

Diğerlerinin renkleri ayrı ayrı iken Hz. Ali ye gelen Taç kırmızı renkli idi. Bu yüzden Hz.Ali ye Kızılbaş dendi.

Daha sonra ki savaşlarda Hz.Ali taraftarları kırmızı başlık kullanmışlardır. Bu yüzden bunlara Kızılbaşlar denilmiştir.
Araştırmacı yazar Fransa Strasbourg Üniversitesi Türkoloji Profesörü İrene Melikof, Kızılbaşlıkla Aleviliği aynı görmekte ve Kızılbaş tabirinin 1460 yılında doğup 1488 yılında ve çok genç yaşta (28) öldürülen Şah İsmail’in babası Şeyh Haydar zamanında ortaya çıktığını iddia etmekte ve şöyle yazmaktadır.

“15.ve 16. Yüzyılda Kızılbaşlar,ilk Safaviler olan Şeyh Cüneyt, Haydar ve Şah İsmail taraftarı Türkmen boylarıydılar.

Kırmızı bir serpuş giyiyorlar,bunun için de onlara “Kızılbaş” deniyordu. Fakat “Kızılbaş” sözcüğü, yüzyıllar içerisinde küçültücü bir anlam almış Celali İsyanları olarak bilinen “dini-sosyal başkaldırma” hareketleri dolayisiyle de Kızılbaşlık “dinsiz, asi “anlamında kullanılmıştır.
Lütfü Kaleli ye görede 17. ve 18.yüzyıl başlarında Kızılbaş deyimi yerini “Alevi”ye bırakmış olmasıda bundandır demektedir. Ancak Alevi sözcüğü 9.yüzyılda kullanılmaya başlanmıştır.

Kızılbaşlık : Selçuklulardan bu yana Anadolu’da bir inanç kurumu olarak yaşayan kızılbaşlığı,şiilik kolu olarak İran’a bağlamaya çalışanlar vardır. Bunun gerçekle alakası yoktur. Anadolu toprağında inanç, gelenek ve görenek temelleri üzerinde gelişip şekillenen bir sentez olarak,bir Alevilik olarak değerlendirmek daha doğru olur.

Bazı yazarlara göre Alevi-Bektaşilerde renkler önemlidir. Beyaz Hz.Muhammed’i, yeşil ( Tarikat rengidir) Ali soyunu, siyah Hz.Fatma’yı, açık yeşil-sarı Hz.Hasan’ı, açık kırmızı ile yeşil, pembe Hz.Hüseyin’i simgeler.Hz.Ali savaşlarda kırmızı, diğer günlerde beyaz sarık bağlardı. Hz.Ali askerlerine de kırmızı sarık giydirdiği için “Kızılbaş” denilmiştir.

Tarihteki Kızılbaşlık günümüzde çok farklı boyutlar kazandı. Bir çok Alevi ,Aleviliğini gizlerken şimdi ayrıcalıkmış gibi Aleviyim de demiyor Kızılbaşım diyor.

Kimi yerlerde bir Aleviden;Kızılbaş mısın diye soruyorlar. Burada amaç insanların kim olduklarını Rahatlıkla söyleyebilmesine olanak sağlamaktır. Ama bazı Aleviler bunu çıkar uğruna kullanmaya kalkarsa bunada kimsenin izin vermeyeceği bilinmelidir.

Birçok araştırmacıya göre Osmanlı döneminde Alevileri kötü göstermek için yollar aranırken (Direk hedef almayı gözlerine kestiremedikleri için)Kızılbaş sözcüğü ile yola çıktılar. I.Selim tarafından Şahkulu isyanları sırasında (1511-1512) Müftü Hamza’ya verdirdiği fetvada Kızılbaşlık, Rafizi ve Mülhid deyimleri ile eş anlamda kullandırılmıştır. Bundan rahatsızlık duymayan Kızılbaşlar;

Yüreği dağ,bağrı kızıl yakut gibi kan olmadan,



Kızılbaş olmak kimsenin haddi değildir.” diyerek kızılbaşlıklarıyla iftihar ediyorlar.
Kızılbaşlar (Aleviler) hala Rafizilikle suçlanırlar. Şafii Mezhebinin kurucusu İmam Şafii de bir dönemler Rafizilikle suçlandığında “ Ben Ali’yi severim. Bu nedenle bana Rafizi diyorlar. Eğer ben Rafizi isem, bilin ki Tanrı da,Muhammed ve Cebrail de Rafizi’dir.” demiştir.

Bundan çıkan;Kızılbaşlar Alevilerin kendisidir. Biribirinden ayrı değil.

Bir çok yazar,Alevilerle,Bektaşilerden ayrı birde Kızılbaş topluluğunun olduğunu yazmaktadırlar hatta bazı Fakültelerde Alevilik-Bektaşilik ve Kızılbaşlık konusunda araştırma başlatılmıştır ama bunların biri birlerine karıştırılmadan anlatılması istenmektedir.

Burada verilmeye çalışılan,bunların tamamen farklı konular olduğunu kabul ettirmektir.


Cafer Tan, Düvaz adlı şiirinin bir bölümünde Kızılbaşlığı ile ilgili iddiasında;
Ta ezelden bize dersiz Kızılbaş

Seviniriz biz buna etmeyiz telaş

Hasan ile nuş ettik zehiri elmas

İştik dolusunda seyranımız var


Ne kadar zem etsez bizi yeri var

Her cevri cefaya olduk gürüftar

Belayi mühnetle yüklenmiş katar

Hüseyin’e ulaşır kervanımız var


Caferin secdesi bunlara müdam

Sizinki kuru duvardır ey ervahı ham

Düşmanı ehlibeyt Küfe ehli Şam

Size lanet okur lisanımız var.(tamamı 12 kıta)

Derken Kızılbaşlığı ile övünmektedir ama birçok yerde hala Kızılbaşlığı küçültücü ve hakaret olarak sayanlar vardır.
Gidi Yezit bize Kızılbaş demiş,

Meğer Şâhı sevdi dese yeridir.

Yetmiş iki millet sevmedi mi Şahı,

Biz severiz Şahı Merdan Ali’dir.


Pir Sultan Abdal,Alevi-Bektaşi olarak kendisini nasıl Kızılbaş olarak tanımlıyorsa tüm Alevi-Bektaşilerde öyle tanımlamakta dırlar.


Bugün Aleviler denilen bu topluluğa her dönemde ve bölgede farklı isimler ve unvanlar verilmiştir.

Aleviler,Kızılbaşlar,Rafiziler,Mülhidler…gibi.



BEKTAŞİLİK
Aleviliğin bir kolu gibi kabul edilen Bektaşilik , Hacı Bektaşi Veli’den yaklaşık ikiyüz yıl sonra Balım Sultan tarafından ortaya atılmış ve özellikle Şehir merkezlerinde ve Anadolu’nun batı yakasında ve Balkanlarda ağırlık kazanmıştır. Bektaşilik bir tarikat tır. Bu tarikat Şehir Alevilerinde daha çok önem kazanmıştır. Bu yüzdende Anadolu Alevilerini, Bektaşiler ve Kızılbaşlar diye ayırmaya başlamışlar. Bektaşilik bir Alevi öğretisi ise aslında tüm Anadolu Alevileri de Bektaşi’dir. Ama Balım Sultan Osmanlı yönetimi tarafından görevlendirilerek Bektaşiliği yaygınlaştırıldığı iddia edilmektedir. Bu yüzden de Bektaşilik farklı algılanmaları beraberinde getirmektedir.
Anadolu Aleviliğinde ocak dedeleri ve Babalar vardır.

Ocak dedeleri Hacı Bektaş Veli’yi pir kabul eder,onun öğretisini sürdürürler ama Dedelik babadan oğula devrolunur. Halbu ki Bektaşi tarikatlarında biraz sonra değineceğimiz babalar vardır ve bunlar seçimle postnişin olurlar.

Anadolu’da Şehirde yaşayan ve Aleviliğe sıcak bakan yada benimseyen insanlar kendilerine Alevi dedirtememişler.

Çünkü Aleviliğin yayılmasını ve büyümesini istemeyen Osmanlı Hükümdarları Dede diye halkın içerisine sürdükleri bir kısım insanlara “Sonradan Alevi olunmaz, Alevi doğulur “dedirtmişler ve saf,iyi niyetli bazı Alevi Dedeleri de aynı iddia ile bunun propagandasını yapmışlardır.

Şehir Aleviliği (Bektaşilik) kendini yenileyerek yayılmaya başlamış

Bektaşilik, Tarikat olarak yerini korumaktadır ama günümüzde sıkça bahsedilen dinci,yobaz,gerici bir tarikat olarak değil.


Aydın, Demokrat ve günün şartlarına uygun bir yaşam biçimini kendisine ilke edinmiş, yeni nesile çağın gereklerine göre yolunu, erkanını öğretmeye çalışan bir biçimdir.

Bektaşilik,Hacı Bektaş-ı Veli (1209-1271) adına kurulan. Hz.Ali ve On iki İmam sevgisine dayanan, olgunluk, eşitlik, özgürlük ilkeleriyle belirgin bir yaşama biçimidir.(Tarikattır.)

Bektaşiliğin önemli ikinci ismi Balım Sultan’dır.

Uludağ Üniversitesi İlahiyat Profesörlerinden Süleyman Uludağ, Ehl-i Hakk’ı bir çeşit İran Bektaşiliği Alevîliği olarak gördüğünü belirterek,

Bektaşilik ve Alevilik,Anadolu’da sadece Türklere özgü bir hareket değildir. Kürtler arasında da % 30 oranında yaygındır. demektedir.

Halbuki İran’la Anadolu Alevi-Bektaşileri arasında dediği bir bağ kurmak olası değildir, ancak Kürt Alevilerinin tamamı kendilerini Alevi-Bektaşi-Kızılbaş olarak tanımlarlar.

Yazar Anton Jozef Dıerl,Anadolu Aleviliği adlı kitabında(s.34) Bektaşiliği Ana hatları ile 4 temel öğretisi ile tanımlamaktadır.

1-Südür teorisi (Bütün varlıkların Tanrı’dan,ondan bir şey eksiltmeksizin çıkması)

2-Kâmil insan teorisi

3-Ali Aşkı

4-Şeriatın reddi(onun yerine eski Türk toplumunun sosyal kuralları geçerli sayılır)
Bazı bölgelerde,Hacı Bektaş-i Veli’den sonra Aleviliği kabul edenlere Bektaşi denir derler. Yani Alevi anadan,alevi babadan olanlar Alevi,Sonradan Aleviliği kabul edenlere de Bektaşi denir diyenler vardır.

Halbuki Aleviliğin önceden sonradan diye ayrımı yapılamaz. Bu İnancı,bu Kültürü,bu felsefeyi,bu yaşam biçimini kabul eden ve yaşayan,yaşatan herkes kendini Alevi-Bektaşi ve Kızılbaş olarak tanımlayabilir.

Alevilikte olduğu gibi Bektaşilik konusunda da oldukça farklı tanımlamalar yapılmaktadır.

Bektaşilikte : Cihad-ı ekber = en büyük savaş ile meşgul olmak. Yani : Nefislerine hakim olmak,sevgiden başka her şeyden elini çekerek bütün gönülleriyle Ehlibeyt’i seven insanlardır.


Bu sevgi bir insan sevgisidir. Hoşgörü sahibi insan olmadır. Bu hoşgörülerinden dolayı Bektaşileri nükteli,anlamlı ve güldürüye dayalı mesajlar içeren söz ustaları olarak kabul ederler. Hazır cevap derler.
Bektaşiliğin aslı : Doğruluktur.

Cevheri : Yumuşak huylu olmak.

Hazinesi : Bilgi,kemali,marifet sahibi olmak.

Meyvesi : Dostluk ve sevgidir.

(Bektaşilik,Alevilik nedir,Bedri Noyan dede.s.11
Bektaşilikte Babagan Kolu oluşmuş ve bu koldan Posta oturan Mürşidler tarih ve vefatları.

Posta


Oturuşu Vefatı

1-Sersem Ali Baba 1542 1569

2-Elcah Ahmed Ali Baba 1569 1569

3-Dimetokalı Ak Abdullah Baba 1569 1596

4-Dimetokalı Karar Halil Baba 1596 1628

5-Dimetokalı Elhac Vahdeti Baba 1628 1649

6-Elhac Seyyid Mustafa Dedebaba 1649 1675

7-Birecikli Seyyid İbrahim Agahi

Dedebaba 1675 1689

8-Urfalı Seyyid Halil İbrahim Dedebaba 1689 1714

9-Serezli Hacı Hasan Dedebaba 1714 1736

10-KırımlıHanzadeMehmetKülhani Baba 1736 1759

11-Dimetokalı Seyyid Kara Ali Baba 1759 1783

12-Sinoplu Seyyid Hasan Dedebebe 1783 1790

13-HorasanlıHacıMehmetNuri Dedebaba 1790 1799

14-Kalacık’lıSeyyidHalilHâki Dedebaba 1799 1813

15-Sivaslı Mehmet Neb’i Dedebaba 1813 1834

16-Merzifonlu Hacı İbrahim Dedebaba 1834 1835

17-VidinliSeyyidHacıMahmud Dedebaba 1835 1846

18-Sofyalı Saatçı Ali Dedebaba 1846 1848

19-Çorumlu Seyyid Hasan Dedebaba 1848 1849

20-Yanbolu’lu ElhacAliTürabi Dedebaba 1849 1868

21-Selanikli Hacı Hasan Dedebaba 1868 1874

22-Konyalı Perişan Hafız Ali Dedebaba 1874 1879

23-Elhac Mehmet Ali Hilmi Dedebaba 1879 1907

24-Hacı Fevzullah Dedebaba 1907 1913

25-Salih Niyazi Dedebaba 1913 1941

26-Ali Naci Baykal Dedebaba 1941 1960

27-Salih Bedri Noyan Dedebaba 1960


Yüklə 1,05 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   15




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin