Yazı ÖdenmemiŞ Bİr borcumuz var! • Manşet


BUGÜN VE BUGÜNKÜ YASAL PARTİ GENÇLİĞE NE VEREBİLİR PASİFİZM, UZLAŞAMA VE YABANCILAŞMADAN BAŞKA ?



Yüklə 400,2 Kb.
səhifə5/7
tarix15.09.2018
ölçüsü400,2 Kb.
#81982
növüYazı
1   2   3   4   5   6   7

BUGÜN VE BUGÜNKÜ YASAL PARTİ GENÇLİĞE NE VEREBİLİR PASİFİZM, UZLAŞAMA VE YABANCILAŞMADAN BAŞKA ?
 

BUGÜN VE BUGÜNKÜ YASAL PARTİ GENÇLİĞE NE VEREBİLİR?

PASİFİZM, UZLAŞAMA VE YABANCILAŞMADAN BAŞKA

80’Li yılların sonunda meydana gelen bir dizi değişim, solu yeni bir aşamaya taşıdı. Sovyet blokunun çöküşü, sosyalizmin inandırıcı bir dava olma vasfını (başta solcuların kafasında olmak üzere) yitirmesi, darbe sonrasında yeni bir hareket yaratamamanın yarattığı yenilgi haleti ruhiye-si vb. bir çok gerekçe ile sol, yeni sürece adını attı. ilk dönemler, dağınıklık ve bireylerin kendini etik olarak koruma çabaları ile geçti. Daha sonraki süreci ise "yeni bir sol" yaratma dönemi olarak tanımlamak yerinde olur. Bu yeni sol, geçmişin önderlerinin bizzat başlattığı, teorik temelleri sadece ülkemiz sınırları içerisinden değil, uluslararası düzeyde yaşananlara gönderme yaparak açıklanan, "yasallaşma" süreci ile oluşturulmaya başlandı. Tüm dünyada gelişen yasallaşma dalgaları, ülkemiz solunun silahsızlandırmasında itici bir rüzgar olarak kullanıldı. Gerekçelendirmeleri, tanımlamaları farklı olsa da Kurtuluş ve Devrimci Yol'un hatırı sayılır bir kesiminin yolları aynı örgütte (ÖDP) kesişirken, TDKP sürecinin unsurları kendi EMEP'lerinde kalmayı tercih ettiler.

Yasallaşma ve Gençlik

Gençlik tarihin her döneminde, solun en dinamik ve militan kesimini oluşturmuştur. Sistemle statüko ilişkisi içerisinde bulunmadığından, değişmek-değiştirmek edimine hızlı uyumu gösterebildiğinden, gençlik, sürekli sistem dışı ve devrimci bir muhalefet tarzını tercih etmiştir. Ülkemizdeki yasallaşma tartışmaları da gençliğin bu özelliğinden kaynaklı olarak, gençlikte fazla rağbet görmemiştir. Yasallaşmaya ilişkin örgüt içi tartışmalarda çoğunlukla gençlik "sorun" çıkaran olmuştur. Örgüt içerisinde yasallaşmanın kabulü, gençliğe doğrudan yapılan müdahalelerle oluşturulmaya çalışılmıştır. TDKP'nin GKB'yi dağıtması bu konuda en "radikal" tavrı oluşturmaktadır.

Yeni Dönem Gençlik Mücadelesi ve Yasal Particiler

Yeni dönem gençlik mücadelesi ve yasallaşma tartışmasında öncelikle bir hafıza tazelemesine ihtiyaç vardır. Harçlara, paralı eğitime karşı gençlik muhalefeti yükselmeye başladığı dönemlerde, yasal parti tartışmalarının aktif yürütücüsü çoğu genç, kendi yasal parti ufuklarının her derde deva olacağını düşündüğünden bu mücadelenin dışında kalmıştı. Öğrenci cepheleri ve koordinasyonlarının oluştuğu ilk dönemlerde, yasal partici gençlerin çok az bir kısmı muhalefetin öznesi olurken, kendilerine önemli misyonlar biçen yasalcı gruplar ise bu muhalefetin içerisine "treni kaçırmamak için" çok sonraları girmişlerdir. Yani yasallaşma tartışmalarının en hararetli döneminde, gençlik mücadelesi ilk elden ulaşılabilecek, muhalefet yapmak isteyen bir öğrenci topluluğuna ulaşmış ve politik hattını tanımlamış, bağımsız-meşru-militan örgütünü yaratma noktasında önemli adımlar atmış idi. Bu yüzden yasal partiler başlangıçta, üniversitelerde (diğer alanlarda olduğu gibi) yeni bir topluluğu harekete geçiren özne olmamışlardır.

Gelişen dönemle birlikte ne yasal partiler durdukları yerde kaldı ne de gençlik mücadelesi. Yasal partiler, üniversite içerisinde de bir örgütlenme faaliyeti yürütmeye başladı. İlk etapta yasal partilerin üniversite faaliyetinin aktif yürütücüleri, gençlik mücadelesinin aktörleri arasından çıktı. Ancak yasal partilerin gelişmesiyle, oluşmuş tipoloji farklılaştı; partiler üniversitelerde gençlik mücadelesinin dışına düşmüş bir toplulukla da buluştu. Bu örgütlenme döneminde yasal partiler, fazla bedel ödemeden bir siyasal kimlik edinmek isteyen bir topluluğun derdine deva oldular. Demokratik muhalefetin etkinliğine katılmaksızın sunulan siyasal kimlik, tüm zaafları ile birlikte gençlik mücadelesine taşındı.

Tüm bu süreç sonrasında yasal parti faaliyetlerinin, üniversite unsurlarının gençlik mücadelesinde iki tür yanlış eğilimi ürettiğini söyleyebiliriz: Bunlardan ilki; yasal parti faaliyetleri, gençlik mücadelesini, kendi iç dinamiklerini geliştirerek değil, dışarıda yürüyen başka (parti) faaliyetlere göre örgütlemektedir. Dışarıda yürüyen faaliyet asıl siyasal faaliyet olurken, gençlik mücadelesi ve mücadele örgütleri buna (doğrudan olmasa da) bağımlı bir tarz da örgütlendirilmektedir. Yine bu anlayış, gençlik mücadelesinin sorunlarını, kendi iç dinamiklerini geliştirerek değil, yasal parti faaliyetini yaygınlaştırarak aşmak istemektedir. Bu anlayışın en uç ve kaba tezahürü ise demokratik muhalefete ve onun mücadele aracına değil' dışarıda yürüyen parti faaliyetine adam örgütlemektir. (Bu tarz öz itibarıyla geleneksel solun gençlik mücadelesine, adam devşirme yeri olarak yaklaşmasından farklı değildir.)

Bu yanlış eğilimin teorik "üretim" olarak beliren kısmı ise; üniversitede akademik-demokratik faaliyeti birbirinden ayırarak, gençliğin bağımsız örgütünün akademik mücadele, yasal partinin ise politik, demokratik mücadele vermesini "uygun" gören bakış açısıdır. Bu anlayış bugün, EMEP gençliği tarafından yüksek sesle telafuz edilirken, ÖDP gençliğinin içerisinde de bir kesim tarafından sahiplenilmektedir. Politik üretimi kitle muhalefeti alanından dışlayarak, muhalefet yasal parti öncülüğünün "emin" kollarına bırakılmaktadır. Gençlik muhalefetinin politik mücadelesi, gençliğin boyunu aşması olarak tanımlanmaktadır. Oluşan bu yanlış kavrayış, üniversiter muhalefetin sınırlarını "öğrenci olmanın" sorunlarına darlaştırmakta, ülke demokrasi sorununa tavır alışı ise üniversitedeki yasal parti faaliyetinin bir parça sı olarak örgütlemektedir.

Üretilen ikinci yanlış eğilim ise günlük pratikte açığa çıkan pasifist tavırlardır. Bu anlayış, sistemle karşı karşıya gelinme riski olan tüm sokak eyleminde kendini göstermektedir. Karşılaşılan her polis barikatında dönemin özelliğine göre farklı gerekçeler ("kitleyi telef etmemek", gençlik mücadelesini bitirmemek vs.) uydurulsa da sonuç hep aynı, barikata fiili zorlamaları tercih etmemek. Öznelerin ürettiği bu pasifist anlayış, salt gençlik mücadelesi değil ülkedeki demokrasi ve özgürlük mücadelesi açısından tehlikeli ve yanlış bir kültür üretmektedir. Bu kültür, kitle mücadelesinin sınırlarını çizen, demokratik muhalefetin suni dengesi konumunda olan polis barikatını kitleler gözünde güçlendirmektedir. En küçük demokratik hakkın dahi büyük bedeller ödenerek alındığı ülkemizde, oligarşinin sınırlarını zorlamayan bir muhalefetin başarı şansı yoktur. Bu yüzden, sistemin belirlediği sınırları zorlayan kararlı ve militan mücadele; maceracı, hayalperest., ütopik devrimcilerin isteğinin bir sonucu değil, ülkemizde muhalefet olmanın ilk şartıdır.

Kuşkusuz bu gelişmeler şaşırtıcı değildir, çünkü yapılanlar "sağcılığın geleneksel işlevlerini üstlenme ve üretme girişimidir. Yasal partiler, mücadelenin sınırlarını yasal mücadele sınırlarına darlaştıran, gençliğin ve demokratik muhalefet alanlarının militanlığını emen geleneksel işlevi adım adım yerine getirmeye başladılar. Ancak unutulmamalıdır ki, Türkiye 'deki gençlik mücadelesinin tarihi, bu tarz bir anlayjşın eninde sonunda tasfiye edildiğini (TİP’in ve TKP'nin hazin! sonlan) yazmaktadır.

Sonuç Olarak

Dünya solunda gelişen yasallaşma dalgasının ülkemiz ayağını oluşturan yasal partiler, ülke genelinde hareketsiz bir topluluğu muhalefetle (yasal sınırlar içerisinde) tekrar barıştırarak, toplumsal harekette bir "canlılık" sağladılar.Ancak kendi bağımsız hattında yürüyen gençlik mücadelesinin payına, bu canlılık yerine, ne yazık ki sağ, pasifist bir mücadele anlayışı düşmüştür. Oligarşinin halka savaş koşullarının açık göstergelerinin yaşandığı ülkemizde, demokrasi mücadelesinin gereklerini yerine getirmek, bedellerini ödemeyi baştan göze almak anlamına gelmektedir. Kitlesel, militan, demokratik, meşru bir halk hareketinin, özelde gençlik hareketinin yaratılması önünde engel olabilecek her türlü yanlış kavrayışın politik-pratik bir süreçte mahkum edebilmesi bir zorunluluktur ve kaçınılmazdır.

PARALI EĞİTİMİN TATİL MESAİSİ : YAZ OKULU
 

PARALI EĞİTİMİN TATİL MESAİSİ: YAZ OKULU

Eğitimin özelleştirmesinde yeni bir aşama; bilimi dışlayan, eğitimi yozlaştıran ve birbirine yabancı tek tip bireyler üretmeyi amaçlayan kapitalizmin son taktiği... Yaz okulları...

Konusu, kapsamı ve biçimi ne olursa olsun, kapitalizmin yaşama dair ürettiği bütün politikalar, geliştirdiği her yeni araç, egemenliğini toplumsal yaşamın her gözeneğinde kalıcılaştırmak ve daha fazla sömürmek üzerine kurgulanmaktadır. Yeni dünya düzeni adı altında yeniden yapılanan kapitalizmin çağdaş sömürü stratejisinin temel taşı ise özelleştirmelerdir. Çeşitli ambalajlarla -özellikle geri bıraktırılmış ülkelerde- özelleştirme, toplumsal refaha ulaşmanın tek yolu olarak lanse edilmekte ve meşruiyet zemini oluşturulmaktadır. Sosyal güvenlik birimlerinin, KİT'lerin, eğitim ve sağlık kurumların işleyişleri yapay müdahalelerle tıkanmakta ve yozlaştırılmakta; eğitim ve sağlık aşama aşama özelleştirilmektedir. Sorgulamayan, karşı durmayan bir toplum kapitalizmin varolma zeminini oluşturmaktadır.Eğitimin, bilhassa da üniversiter eğitimin özelleştirilmesi işte tam bu noktada düzen için hayatiyet kazanır. Üniversite, gerek sahip olduğu bilgi üretim mekanizmalarıyla, gerekse de yetişmiş insan gücü kaynağı olarak kapitalizmin yaşamsal bir ihtiyacıdır. Kapitalizmin çarklarında ara eleman olarak kullanılacak tek tip bireyler-kalifiye teknisyenler burada üretilecektir.

Üniversite üzerine geliştirilen tüm yöntemler, aslında bilgi üretim mekanizmalarının ve süreçlerinin tamamını denetim altına almak, istenilen formasyona sahip bireyler üretmek içindir. Tıpkı YÖK, mütevelli heyetleri, ÖGB'ler gibi yaz okulları da özelde üniversiteler genelde ise toplumun geleceğine dair tasarlanan programın aşama aşama hayata sokulan bir parçasıdır.

Konuya bu perspektifle yaklaşılması, gençlik hareketinin sağlıklı bir mücadele hattı oluşturmasını ve saldırıların toplum nezdinde ideolojik olarak çürütülmesini sağlayacaktır.

Düzenin bu sistemli ve bütünsel programının bir adımı olan yaz okulları, kapitalizmin "evrensel çıkarlarına" uygun olarak ülkemiz eğitim sisteminde topyekun bir yeniden yapılanmanın uygulanmasıdır.

Yaz okulu sistemini, bu sistemin uygulandığı okullardaki ders geçme sistemiyle birlikte irdelemek gerekir. Yalnız öncelikle şu belirtilmeli ki, şu anda söz konusu uygulamaya geçmiş bulunan okulların tamamına yakını on yıllardır dönem dönem gündeme getirilen "özel statülü üniversiteler" kapsamındaki "elit" üniversitelerdir. Bir başka deyişle, kapitalizmin göz diktiği ve kısmen halka açık taşra üniversitelerinden ayrı tuttuğu okullardır.

İlk olarak Boğaziçi, Bilkent, ODTÜ son yıllarda da İTÜ, Gazi gibi üniversitelerde yer edinen ders geçme sistemine verilen ad, "çan eğrisi". Farklı okullarda bir kaç türevi uygulanır olmakla birlikte, modelin esası hepsinde aynı. Buna göre, herhangi bir dersi alan tüm öğrencilerin o dersten yıl sonu başarı notlan bireysel performanslarına göre ayrı ayrı hesaplanıyor (vizeler, yıl içi çalışmaları, final sınavı ve varsa diğer kriterlerin belli oranlarda değerlendirilmesi). Daha sonra bütün notların genel ortalaması (sınıf ortalaması) çıkartılıyor, işte bu sınıf ortalamasının üzerinde bir nota sahip olanlar o dersten başarılı sayılıp doğrudan geçerken, ortalamanın belli bir oranda altına düşenler şartlı geçiyor, daha da altında olanlar ise kalıyor.

Gayet açık görüldüğü gibi sistem tamamen rekabete, dayanışmayı-dostluğu reddederek bireyleri birbirine yabancılaştırmaya dönüktür. Sistemde bütünleme hakkı yok. Buna karşılık yaz okulu var. Ancak açılan derslere sadece o dersten başarısız olanlar katılmıyor. Ortalamasını yükseltmek isteyenlere, hatta o dersi henüz hiç almamış ya da alamamış olanlara bile yaz okulu hakkı tanınıyor. Tabi ki parasıyla. Burada bir şey daha görüyoruz. Yaz okuluyla en başta saydığımız iki amaçtan başka düzen adına bir somut kazanım daha hedefleniyor: Üniversiter yaşamı parçalamak. Üniversiteyi diğer eğitim kurumlarından farklılaştıran en önemli özellik, eğitim sürecinin üniversiter yaşamla birlikte örgütlenmesidir. Üniversiteli bir bireyin tercihlerine doğrudan etkide bulunan üniversiter yaşam, egemen kültürün denetiminde olsa da burada sürekli bir dayanışma ve alternatif kültür yaratma potansiyeli mevcuttur. Bu yüzden, egemenler bu riski etkisizleştirmek amacıyla üniversiter yaşamı parçalamak istemektedirler. Eğitimde özelleştirme sürecinin bir parçası olarak işleyen yaz okulları, bu yaşamı parçalamada önemli bir işleve sahip olmaktadır. Bireyi diplomaya endeksleyerek, üniversiteleri her yönüyle üst lise haline getirmektedir.

Genç bireylere dayatılan "iyi"ler silsilesi içinde en fazla öne çıkan nokta, bir an önce "iyi" bir meslek sahibi olmak. Öğrencilere, okullarını daha kısa bir sürede bitirme seçeneğini sunan sistem aslında bir taraftan özelleştirmenin sözde meşru zeminini yaratırken, bir taraftan da hem kendine ve topluma yabancı bireyler yetiştiriyor hem de üniversiter yaşamı yok ediyor.

Yaz okuluna devam eden öğrencilerin kesin bir tipolojisini çıkarmak mümkün değil. Çünkü sistemle hedeflenen nokta tüm kesimler tarafından henüz kavranamamış durumda. Ancak şu söylenebilir ki ideolojik karşı duruş bir yana parası olan ve yaz aylarını herhangi bir sebepten dolayı bu şekilde değerlendirmeyi tercih eden herkes istediği dersin açılması için fakülte yönetimini zorluyor.

Kapitalizmin geliştirdiği tüm programlar hangi maske altında sunulursa sunulsun hegemonyasını perçinlemek üzerinedir. Yaz okulları, eğitimin özelleştirilmesi gibi, üniversiter yaşamın parçalanarak, tek tip, yabancılaşmış bireylerin üretilmesine yönelik olarak üniversiteler üzerine kurgulanan saldırının sadece bir parçasıdır. Kaldı ki üniversiteye uygulanan saldırılar da topluma yöneltilen yok etme politikalarından ayrı ele alınamayacak bir parçadır. Sağlıklı bir karşı duruşun ön şartı ise düzenin her yeni taktiğinin, bütünsel bir stratejinin aşamaları olduğunu görmek olacaktır. Böyle bir yaklaşımla geliştirilecek olan ideolojik-politik-pratik bir mücadele hattı gençlik hareketiyle birlikte toplumsal muhalefetin de önünü açacaktır.

DERELERDEN NEHİRLERE , NEHİRLERDEN DENİZLERE AKACAĞIZ
 

DERELERDEN NEHİRLERE, NEHİRLERDEN DENİZLERE AKACAĞIZ

Anadolu üniversiteleri 1995-96 öğrenim yılı içerisinde 20 Ekim Kızılay eyleminden itibaren bir yıl boyunca oldukça hareketli bir dönem geçirdi. Daha önceki dönem bütün Anadolu üniversitelerinde bazı istisnalarla birlikte aynı biçimde yaşanmış; bu üniversitelere biraz ve renk ve hareket getiren, sadece insan hakları haftası, Maraş Katliamı ya da Newroz gibi geleneksel anma-kutlama günleri olmuştu. Bir de elbette faşist saldırılar ve çatışmalar... '95 yılı içerisinde gerçekleşen gerici gösteri ve türban eylemleri ise üniversiteleri bir başka cepheden hareketlendirmişti.

20 Ekim eylemiyle birlikte ve '96 yılının yaz aylarına kadar geçmiş dönemin tatsız anma-kutlama eylemlerini, devrimcilerin çokça mecburiyetten sürdürdükleri kol-kulüp faaliyetlerini aşan umut verici bir politik gelişme çizgisinin yaşandığına tanık olduk.

Yeni dönem, metropol üniversitelerinde olduğu gibi Anadolu'da da '95 yazının son günlerinden itibaren sürdürülen imza kampanyasıyla okullar açılmadan başlamış, böylece genellikle başarısız toplantı yapma girişimleriyle kaybedilen Ekim'in ilk haftaları 20 Ekim eylemi için hazırlık yapılarak değerlendirilmişti. İmza kampanyası ve "harçlara hayır/parasız eğitim" sloganları, durgun geçen bir kaç yılın ardından Anadolu üniversiteleri için bir başlangıç noktası olmuş, 20 Ekim eylemi birçok ilde kabul görmüştü. Bu kabulün en büyük gerekçesi eylemin, öğrenci hareketine doğru bir siyasal hat sunması olmakla birlikte bir başka gerekçesi de Anadolu'da yaşanan büyük politik açlıktı. Yeni hareketlenmeyle beraber birçok ilde neredeyse unutulmuş olan 6 Kasım günü yeniden hatırlandı ve uzun bir süreden sonra YÖK, Anadolu üniversitelerinde tekrar protesto edilmeye başlandı. Hemen her ilde "harçlara karşı kampanya" yürütüldü, yurtlarda yeniden çalışma başlatıldı. Bu arada Koordinasyon'un 27 Mart'ta Kızılay'da bir gösteriyle Danıştay'a harçların iptali için dava açma eylemi, 5 Şubat ve 23 Mart'ta Ankara'da gerçekleştirilen eylemlerle, daha sınırlı bir bölgeyi kapsayan 9 Mart Konak eylemi Anadolu üniversitelerine yeni fırsatlar doğurdu. Anadolu üniversitelerindeki devrimciler bu eylemleri de 20 Ekim eylemi kadar önemsediler, eylemlerin hazırlığı her ilde ayrı ayrı yapıldı ve mümkün olan en fazla katılım hedeflendi. Böylece metropol üniversitelerindeki mücadelenin artan ivmesinin de etkisiyle Anadolu üniversitelerindeki hareket kısa sayılabilecek bir sürede taban buldu. Faşizme karşı mücadelenin ya da özelleştirme karşıtı mücadelenin meşrulaştırılması yolunda kuvvetli bir etki sağlanmıştı. Çalışmanın fakülte ya da kampus eylemlerinden çıkıp bir politik program içinde değerlendirilebilecek eylemlere dönüşmesi için ise ikinci dönemi beklemek gerekti. Bir çok Anadolu kentinde Şu-bat-Mart aylarında il çapındaki diğer toplumsal muhalefet unsurlarının da katıldığı eylemler düzenlendi. Bu eylemlerin bir kısmı polis-jandarma saldırısı, çatışma, gözaltı, tutuklamayla sonuçlandı ama devrimciler açısından da politik bir program etrafında değerlendirildiği takdirde işlenmeye çok uygun kanallar açtı.

Ardından pek çok Anadolu kentinde faşist saldırılar yoğunlaştı ve polis-idare işbirliği, baskısını arttırdı. Yılın sonuna doğru Anadolu üniversiteleri devletin çok yönlü saldırısına hazırlıksız yakalanmıştı. Hareketli geçen bir senenin pratik ve politik sonuçları derli toplu bir şekilde gelecek seneye aktarılamadan yıl bitti.

Anadolu üniversitelerinde 1996-97 öğrenim yılı geçen yılın aksine oldukça geç başladı. 6 Kasım'a kadar hemen hemen hiç bir kıpırdanma görünmedi. Metropollerde de ciddi bir hareketin yaşanmadığı bu ilk dönemde harçlara geçen yıla oranla çok daha az zam yapılması, mücadelenin bir kazanımı olarak değerlendirilmeksizin, devrimcilerin uzun süre hareketsiz kalmasına neden oldu. Oysa bir önceki sene içinde metropollerdeki hareket bir başlangıç noktası olarak iyi değerlendirilmiş, onunla uyumlu bir paralellik sağlanmıştı ancak yapılamayan, yerel olanakların yeterince kullanılamamasıydı. Böylece merkezlerde hareketin durması durumunda bile Anadolu'da devam etmesinin koşulları yaratılamadı.

Sene içinde kendi gündemini yaratmakta oldukça zorlanan Anadolu üniversiteleri, genel gündemlerle yürütülen kampanyaları gençliğe taşıdı: Barış için 1 milyon imza, "sürekli aydınlık için 1 dakika karanlık" eylemleri... Aralık ve Mart aylarında yoğunlaşan faşist saldırılar da gençliği uzun süre meşgul etti.

20 Ekim eylemiyle birlikte ve '96 yılının yaz aylarına kadar geçmiş dönemin

tatsız anma-kutlama eylemlerini, devrimcilerin çokça mecburiyetten sürdürdükleri kol-kulüp faaliyetlerini aşan umut verici bir politik gelişme çizgisinin yaşandığına tanık olduk.

6 Kasım'dan sonra metropol üniversitelerinde de yaşanan soruşturmalar, yurttan-okuldan atılmalar, uzaklaştırma cezalan Anadolu üniversitelerinde daha vahşi bir biçimde yaşandı. Ancak bu süreç bir fırsat olarak değerlendirilemedi; saldırı programı bir kaç istisna dışında devletin belirlediği biçimde hayata geçti ve öğrenci kitlesinin gençlik mücadelesinden uzaklaşmasına yol açtı. Böylece Anadolu üniversiteleri, bu seneyi geçen seneden daha olumsuz sonuçlarla kapattı.

İki Yılın Özeti Bu...

Bu iki yıllık gelişimin doğru sonuçlarla kavranabilmesi için Anadolu üniversitelerini metropol üniversitelerinden ayıran temel bir özelliğin göz önüne alınması gerekir. Anadolu üniversitelerindeki gençlik, bir çok Anadolu kentinde söz konusu olan gerici baskıyı gündelik yaşamın her anında üzerinde hissetmektedir. Bu kentlerin bir çoğu, tutucu yapısıyla öğrencileri baştan dışlayan özelliktedir. Anadolu üniversitelerinde okuyan öğrencilerin büyük çoğunluğunun başka Anadolu kentlerinden ve metropollerden gelmiş olmaları da bu dışlayıcı etkiyi beslemektedir. Üstelik Anadolu kentinde "solcu bir genç" olmak dışlanmayı iki katına çıkarmaktadır. Devrimci gençler arasında Anadolu kentlerinde görülen dışsal etkilere kapalı, iç etkinliği yoğun dayanışma ilişkilerinin temel nedeni budur.

İşte metropol üniversitelerinde kurulan cephe ve koordinasyonların Anadolu'da hayat bulmasının en önemli sonuçlarından biri bu kapalı ilişkilerin açığa çıkarılması ve meşrulaşması oldu. Böylece bu ilişkiler, sola eğilimli unsurların daha rahat dahil olduğu ve dış etkinliğini yoğunlaştıran yapılar haline geldi.

Anadolu üniversitelerinde gençlik hareketinin geçtiğimiz iki yılının incelenmesinde görülen en temel problem, hareketin bir politik programa sahip olmayışıdır. Metropol üniversitelerindeki gençlik hareketinin sloganları ya da eylem biçimleri Anadolu'daki hareketin başlangıç noktası olmakla birlikte kalıcılaşmasına oldukça sınırlı bir etkide bulunmaktadır. Bir program doğrultusunda adım adım ilerlemeyen bir eylem çizgisi günlük işlerin arasında kısmi kazanımların dahi kalıcılaştırılmasını engellemektedir. Görüldüğü gibi metropol üniversitelerinin "yol göstericiliği"nin etkisi bellidir ve bu etki, geçen sene başında harçlara yapılan yüksek zammın bir benzerinin bu sene başında yapılmamasının yarattığı "hayal kırıklığı" karşısında, bir önceki sene oluşturulan kitle çalışmalarını kimi yerlerde çözülme aşamasından kurtaramamıştır. Oysa bilindiği gibi cephe ve koordinasyonlar sadece paralı eğitime karşı olmak temelinde oluşturulmuş yapılar değildi. Bu soruna bağlı olarak devrimci öğrenciler arasındaki ilişki de yozlaşıp sıradan arkadaşlık ilişkisine dönüşmekte, politik ilişkinin sorumluluk, eleştiri-özeleştiri gibi pek çok olanağı kullanılamamakta, yaygın bir deyişle "kimse kimseye söz dinletememekte"dir.

Bir diğer önemli eksiklik kampus çalışmasının tüm olanaklarının (yine bir program çerçevesinde) kullanılamamasıdır. Kol, kulüp ya da yurtların sıradan bir "adam örgütleme" alanı olarak görülmesi kolaycılığı ya da demokratik öğrenci hareketinin sadece kültürel etkinlik alanları üzerinden oluşturulabileceği hayalciliği terk edilmelidir.

Kollar ve kulüpler, üniversiter yaşamın bir parçasıdır kuşkusuz. Çünkü demokratik

öğrenci hareketinin başarısı bir noktada diğer yaşam alanlarının olduğu gibi, kültürel etkinlik alanlarının da demokratikleştirilmesi ile mümkündür. Yani gençlik hareketinin egemen ideolojiye karşı kendi devrimci kültürünü yaratmasının araçlarından biri olan kültürel etkinlik alanları, üniversiter yaşamın demokratikleştirilmesinin bir parçasıdır ancak, demokrasi mücadelesinin kendisi değildir. Sanat ve kültür politikanın dışında değildir, ancak politika ile ilişkileri dolaylıdır. Yurtlar, metropol üniversitelerinde olduğu gibi Anadolu üniversitelerinde de yeterince değerlendirilememektedir. Üstelik yurtların Anadolu üniversitelerindeki mücadeleye katkıları azınsanmayacak kadar büyük olmaktadır. Anadolu'da yurtların büyük çoğunluğu üniversite kampüslerinin içinde yer almakta, burada yaşam bir tür "yatılı okul" özelliği taşımaktadır. Yani metropol üniversitelerinde okuldan çıktığı anda bir başka kimlik edinen öğrenciler Anadolu üniversitelerinde geceleri de -aynı arkadaşlık ilişkilerinin, ortamının içinde- aynı kimliği taşımaktadır. Buralarda yurtlar doğrudan üniversiter yaşamın bir parçasıdır, dolayısıyla demokrasi mücadelesinin de... Anadolu üniversitelerinde dayanışma ilişkilerinin ne derece yoğun bir ihtiyaç olduğu düşünülürse, yurtların önemi bir kez daha ortaya çıkacaktır.

Anadolu üniversitelerindeki hareketin kentle bağlantısının kurulması zorunludur; toplumsal muhalefetin diğer unsurlarıyla buluşamayan ve kentin gerici yapısını kıramayan bir öğrenci hareketinin etkisi çok sınırlı kalmaktadır. Tersinden söylersek, Anadolu'da hareketin etkisinin şehre yansımaması için devletin yoğun çabası söz konusudur. Bu politika başarıya ulaştığı sürece hareketin kampus sınırları içinde kalarak boğulması çok olasıdır.

Son olarak Anadolu üniversitelerinde hareketin yaygınlaştırılması ve kazanımlarının kalıcılaştırılması noktasında faşizme ve gericiliğe karşı mücadelenin anahtar bir konumu vardır.

Sivil faşist saldırılar, Anadolu'daki hareketin sürekliliğine darbe vurmayı ve gerçek bir terör hareketi olarak geniş kitleleri sindirmeyi amaçlamaktadır. Bu nedenle sivil faşistlere karşı aktif bir direniş hattının yaşama geçirilmesi yetmez, saldırıların mücadeleyi kesintiye uğratıp o döneme kadar elde edilen kazanımları yok etmesine de izin vermemek gerekir. Aksi durumda her büyük çatışma döneminden sonra sıfırdan başlanması tehlikesi ile yüzyüze kalınacaktır.

Bir başka açıdan gericiler de etkisizleştirilmesi gereken bir siyasal güç konumunda bulunmaktadır. Anadolu üniversitelerinde son dönemde gericilerin kendilerini bir pratik çatışmanın tarafı olarak ifade etmesi çok sık yaşanmamakla beraber özellikle kurdukları dayanışma ilişkileri (ev, yurt, maddi geçim olanakları...) ve kullandıkları söylem, demokrasi mücadelesi içinde yer alabilecek bir kesimi düzenle uyumlu hale getirmekte, mücadelenin yaratmaya çalıştığı demokrasi kültürüne zarar vermektedir. Gericilerin fiili saldırılarına karşı sessiz kalınmamalı, özellikle yoksul aile çocuklarını hedef alan söylemleri ve yaratmaya çalıştıkları gerici kültür teşhir edilmelidir.

Metropol üniversitelerinde de sürekli varolan sorunların Anadolu üniversitelerinde katlanarak yaşandığı doğrudur. Faşist saldırılar, gerici eğitimin/kadroların ve polis baskısının yoğunluğu, polis-idare işbirliği, disiplin yönetmelikleri, ceza uygulamaları bir program çerçevesinde işletilmektedir. Ve bu süreç Anadolu üniversitelerinde hareketin ivmesinin yükseldiği dönemde gündeme sokulmakta, çoğu zaman da demokratik öğrenci hareketinin sürekliliğini parçalayarak devrimci unsurları kitlelerden yalıtmakta, yılgınlığa neden olmaktadır. Anadolu'da mücadelenin kalıcı köklerinin olmaması da kesintili gelişimi besleyen bir unsurdur. Ancak bu dezavantajların hiç biri iki yıllık gelişimin işaret ettiği olumsuzluğa gerekçe sayılmamalıdır. Yanlış yapmaktan korkmamalı ve metropol üniversitelerinden farklı olarak Anadolu üniversitelerinin sahip olduğu yerel avantajlar mücadelenin hizmetine sokulmalıdır.

Anadolu üniversitelerinde yapılacak en küçük çalışmanın demokratik üniversite mücadelesi içerisinde değerlendirildiği koşulda kalıcı kazanımlara ulaşacağı unutulmamalıdır.



Yüklə 400,2 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin