ZİRAAT BAHSİ
636- Enes’den (R.A.) rivayet edilmiştir:
“Herhangi bir Müslüman bir ağaç diker yahut bir ekin eker de ondan kuş yahut insan veya hayvan yerse, bu yüzden kendisine mutlaka sadaka sevabı yazılır.”
Mütercim:
Ziraat, kazançların en faziletlisidir. Sonra ticaret, sonra atlardır. Bazı âlimlere göre de, insanoğlunun ihtiyaçlarına ve zamanın ahvaline bağlı olarak faziletleri değişik olurdu. Ziraat ihtiyaç olduğu zaman ziraat daha faziletlidir. Sanata ihtiyaç olduğu zaman sanat faziletli olur.
637- Ebû Ümame EI-Bahili (R.A.) der ki:
Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri, saban ve bazı ziraat aletleri görünce:
“Bunlar bir toplumun evine girerse o eve ancak zillet girer.”
Mütercim:
Bundan önceki hadîs-i şerifte ziraat ve ağaç dikme övülmüştü. Burada ise, bir toplum tüm olarak ziraatla uğraşır da diğer san’at ve ticaret işlerini bırakırsa, o toplumda zillet ve hakir duruma düşme hali doğar ki, bu bir cemiyet için kurtuluş ve yükseliş yolu değildir. Ziraat yanında san’at, ticaret, cihad gibi çeşitli bölümlerde çalışma lâzımdır ki, o toplum zilletten kurtulsun.
638- Ebû Hureyre (R.A.) der ki:
Her kim bekçi veya çoban köpeğinden başka bir köpek tutarsa her gün amelinin sevabından bir kırat eksilir. Başka bir rivayette de: Çoban köpeği, ekinin (bekçi) köpeği ve av köpeğinden başka… buyrulmuştu.
Mütercim:
Av köpekleri, hayvan sürülerini koruyan köpekler, evleri hırsızdan koruyan köpekler beslenebilir ve bulundurulabilir. Fakat süs için olsun, eğlence için olsun evlerde köpek bulundurulması yasaktır. Hele başkalarına zarar verecek ısırıcı köpekleri barındırmak haramdır. Barındırılmaları caiz olan köpeklere ittifakla sahip olunabildiğinden İmam Malik Hazretleri köpeğin tahir (temiz) olduğu görüşündedir. Çünkü böyle av köpekleriyle meşgul olmak sebebiyle onlardan sakınmak zordur. Ayrıca bir şeye izin verilmesi, o şey ile ilgili hususları da kapsar ve izin bunlara da şamildir, diye hüküm vermiştir, İmam Azam Hazretlerine göre, köpek domuz gibi aynen pis olmayıp kılları ve kemikleri temizdir. Derisi de tabaklanabilir. Yalnız köpeğin salyası pistir.
İmam Şafii ve İmam Muhammed Hazretlerine göre, köpek domuz gibi aynen pistir. Her parçası da böyle pistir. Yine İmam $afiî Hazretlerine göre, ıslak olarak bir kimsenin elbise veya bedenine köpek dokunursa, o yeri yedi kez yıkamak gerekir. Bu yedi kere temizlemeden birisinin toprakla olması lazımdır. Halk arasında söylenen ve şafiilere isnad edilen: Bir kimseye köpek dokunursa abdesti bozulur, sözünün aslı yoktur.
639- Ebû Hureyre’den (R.A.) rivayet edilmiştir:
“ (İsrail oğulları zamanında) biri öküze binmiş giderken öküz binicisine dönüp baktı ve dedi ki: Ben bunun için (binilmek için) yaratılmadım; ancak ziraat için yaratıldım.” Ashap, öküzün konuşmasına şaşarak (hadiseyi yadırgayarak), Sübhanallah! dediler. Bunun üzerine Hazreti Peygamber buyurdular ki:
“Ben buna inandım, Ebû Bekir ve Ömer de inandılar. Bir kurt da koyun kaptı. Çoban kurdun ardına düştü (ve koyunu kurtardı) Kurt çobana dedi ki: Canavarlar gününde, sürünün benden başka çobanı bulunmayacağı günde onu (koyunu) kim kurtaracaktır?” Bu da Ashab’ın hayretini mucip oldu. Hazreti Peygamber şöyle buyurdu: “Bu olaya ben inandım, Ebû Bekir ve Ömer de inandılar”
Bu hadîs-i şerifi Ebû Hureyre’den rivayet eden Ebû Seleme, Hazreti Peygamber bu sözleri buyurduğu zaman o mecliste Ebû Bekir ile Ömer bulunmuyorlardı. Bu ikisinin de aynı inancı taşıyacaklarını onların gıyabında olarak Hazreti Peygamber haber vermişti, dedi.
640- Ebû Hureyre (Radıyallahu Anh) der ki:
Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri Medine’ye hicretlerinde Medineli ashap (Ensar) dediler ki: Bizim mülkiyetimiz altındaki hurma bahçelerini kardeşlerimiz olan muhacirlerle (Mekke’den hicret edenlerle) aramızda böl ya Resûlallah! Hazreti Peygamber onların bu dileklerine karşı, “hayır!” diye cevap verdiler. Sonra Hazreti Peygamberin muvafakati üzere muhacirler, Medine’lilerin hurmalarının bakım işlerini yürütmek şartı ile hurma ürünlerini aralarında paylaşmayı kararlaştırdılar.
Mütercim:
Böyle hurma bahçelerinin bakımı, sulanması ve budanması muhacirler tarafından olup da ürünlerinin ortak olması müsâkat (ziraat ortaklığı) demektir. Fıkıh kitaplarında beyan edilen müsâkat, bir taraftan ağaç ve diğer taraftan bakım olmak üzere elde edilen meyvelerin taraflar arasında bölünmesinden ibaret bir ortaklıktır. Müsâkatın rüknü, icab ve kabuldür. Ağaç sahibi meyvelerde şu kadar hisse almak şartı ile bu ağaçların bakımını sana verdim, der. Karşı taraf da kabul ettim, cevabını verir ve ortalık bağlantısı kurulur. Ayrıca sözleşmeyi yapan iki tarafın da akıl sahibi olmaları şarttır. Bulûğa ermiş olmaları şart değildir. Yine hisselerin 1/2, 1/3, 2/3 gibi tayin edilmeleri lazımdır. Bu hadîs-i şerifte hisselerin gösterilmiş olmaması, örf ve adete bağlı olarak hisse alınması kastedildiği cihetledir ki, bu da ayrıca aralarında kararlaştırılmıştı.
641- İbni Abbas’dan (R.A.) rivayet edilmiştir:
“Herhangi birinizin, tarlasını ücret almaksızın bir din kardeşine (ziraat edip faydalanması için) vermesi, ondan belirli bir ücret almasından daha hayırlıdır.”
Mütercim:
Bir kimse tarlasını ziraat etmesi için belirli bir ücret karşılığında verebilir. Ancak ücret almadan vermesi daha uygun, Allah katında da büyük sevaba vesile olur.
Ziraat için araziyi icara vermek caizdir. Bir kimse dilediğini ekmek üzere kiraladığı arazide yaz ve kış, bir yıl içinde bir kaç defa ziraat edebilir. Bu hadîs-i şerifte, arazilerin kiralanamayacağına dair bir işaret yoktur. Yalnız ücretsiz olarak başkasına verilmesinde fazilet vardır.
642- Hâzreti Aişe’den (R.A.) rivayet edilmiştir:
“Her kim, sahipsiz bir araziyi onarırsa ona herkesten daha müstehaktır.”
Mütercim:
İmam Azam Hazretlerine göre, bir kimse hükümet izni ile boş araziden bir yeri imar ve ihya ederse ona sahip olur. Eğer böyle bir yerden yalnız faydalanma izni verilmişse, mülk edinilmesine müsaade edilmemişse, o yerde yalnız kullanma hakkı bulunur, mülkiyet hakkı olamaz. Her halde hükümet izni İmam Azam’a göre şarttır.
İmam Şafii, İmam Muhammed, Ebû Yûsuf hazretlerine göre peygamber’in izni kâfidir; hükümetin iznini almak şart değildir. Böyle bir araziyi ihya ve imar eden kimse, yaptığı imar sebebiyle o araziye malik olur.
Mevât; sahipsiz olan, mera veya harman yeri olarak kullanılmayan ve yerleşim merkezinin en ücra köşesinden bağırıldığı zaman sesin ulaşamayacağı uzaklıkta bulunan yerlerdir. Çünkü yerleşim merkezlerine yakın yerler halk için mer’a ve harman yeri ve baltalık olmak üzere terk edilir. Bu yerlere metruk (terk edilmiş) araziler denilir; bunlara mevat (boş ve ölü) arazi denmez.
643- Hazreti Ömer (R.A.) der:
Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem buyurdu ki:
“Bu gece Rabbimden bana bir haberci gelerek bu mübarek vadide (Akik’de) namaz kıl ve buradan hac ile beraber umreye niyet et, dedi.”
Hazreti Peygamber bunu Akik adındaki yerde buyurdu. (Bu hadîs-i şerif hac bahsinde geçmişti.)
644- İbni Ömer (R.A.) der ki:
Hayber’in fethinde Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri orada yerli bulunan Yahudilerin tümünün çıkarılıp uzaklaştırılmalarını emredince, Yahudiler Hazreti Peygambere gelip şu ricada bulundular: Bizi buradan çıkartmayınız. Biz müsâkat yolu ile (ziraat ortaklığı ile) hurma bahçelerini bakıp yetiştirelim. Sonra elde edeceğimiz ürünlerin yarısı bizim, yarısı da sizin olsun. Hazreti Peygamber şöyle buyurdu:
“Bu şart dahilinde ve dilediğimiz müddetçe sizi burada bırakıyoruz.”
645- Züheyr bin Râfi (R.A.) der ki:
Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri beni özel olarak huzurlarına çağırdı ve bana,
“Siz tarlalarınızı ne yapıyorsunuz?” diye sordu. Dedim ki:
(Bunları, mahsulün dörtte biri karşılığında, hurma ve arpa ürününden belirli ölçekler mukabilinde icara veriyoruz, dedim Bana şöyle buyurdular:
“İcara vermeyiniz. Ya kendiniz ekiniz veya ektiriniz veya tutunuz.”
Mütercim:
Râfi bin Hadîc’in amcası Zübeyr bin Râfi’den rivayet edilen bu hadîs-i şerif her ne kadar sahih ise de, İbni Ömer (Radıyallahu A.) ve diğer sahabe tarafından Rafi bin Hadîc’in yüzüne karşı: Bu rivayetiniz, Hazreti Peygamberin devrinde ve huzurlarında olan bütün Medine halkının işlem ve adetlerine aykırı olduğundan onu başka şekilde yorumlarız, dediler. Yani, ziraat arazilerinin icara verilmesinin Hazreti Peygamber tarafından yasaklanması mutlak olmayıp özel bir şarta veya bilinmeyen bir ücrete bağlı kılınmasından dolayıdır; yoksa muayyen bir ürün karşılığında veya nakid para ile arazilerin icara verilmesi caizdir, dediler. Fakat sonra. İbni Ömer bu hadîs-i şeriften korktu ve arazinin icara verilmesini terk etti; takva yolunu seçti. Yoksa fetva yönünden arazinin icara verilmesi, müzaraa yapılması caizdir. Müzaraa, bir taraftan arazi, diğer taraftan iştir. Sonra iki taraf arasında ürünün muayyen bir nispetle bölünmesidir. Bu bir nevi ortaklıktır. Bunun rüknü icab ve kabuldür: Arazi sahibi çalışacak olan çiftçiye der ki, bu yerin ürününden şu miktar almak şartı ile onu sana verdim. Çiftçi de, kabul ettim diye cevap verir. Böylece müzaraa bağlantısı yapılmış olur. Çiftçinin arazi, sahibine teklifi ile de bu bağlantı olur. Bu sözleşmede her iki tarafın akıl sahibi olması şarttır, baliğ olmaları şart değildir. Bir de ne ekileceğinin söylenmesi yahut çiftçi her ne dilerse ekebilir kaydının konması gerekir. Bununla beraber çiftçinin yarı, üçte bir veya üçte iki şeklinde üründen hisse alma hususu da tayin edilir.
Eğer çiftçinin hissesi tayin edilmez, yahut çıkan üründen başka bir şey vermek şart koşulursa, yahut hasılattan şu kadar kile hisse almak kesinleştirilirse bu müzaraa ortaklığı sahih olmaz. İşte bu hadîs-i şerifte vaki olan Hazreti Peygamberin yasaklaması da böyle fasid sözleşme hakkında varit olmuştur, diyerek hadîs-i şerif tevil edilir. Fasid müzaraa sözleşmesinde elde edilen ürünün hepsi tohum sahibinin olur. Yer sahibi ise eğer tohumu vermemişse yerinin ücretini alır. Tohum yer sahibinin olduğu takdirde çiftçi, çalışmasının karşılığını, emsalinin ücreti ile kıyas edilerek alır.
Müzaraa sözleşmesinde ekin henüz yeşil iken arazi sahibi ölse, ekin yetişinceye kadar çiftçi işine devam eder. Ölenin varisleri çiftçi ye engel olamazlar. Eğer çiftçi ölürse, bunun varisleri kendi yerine geçer ve dilerlerse ekin yetişinceye kadar işe devam ederler; yer sahibi onlara engel olamaz. Müsâkat akdinin hükmü de yukarda beyan olunduğu üzere tıpkı müzaraa sözleşmesi hükmü gibidir.
Bu müzaraa ortaklığı İmam Azam Hazretlerine göre caiz değilse de İmamneyn’e göre İmam Muhammed ve İmam Ebû Yûsuf) ve diğer müçtehit imamlara göre caizdir ve fetva da bu iki imamın görüşüne göredir.
646- Ebû Hureyre (R.A.) anlatır:
Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem buyurdu ki:
“Cennet ehlinden bir adam, ziraat etmek İçin Rabbisinden izin istedi. Allah Teâlâ ona, sen istediğin durumda değil misin? buyurdu. Adam: Evet! dedi; fakat ziraat etmek istiyorum, (Sonra ziraat etmesi için Allah tarafından ona müsaade edilir.), Tohumu ekti ve ekinin bitmesi göz kırpması kadar kısa bir zamanda oldu. Dağlar gibi ekin yığınları meydana geldi. Cenabı Hak ona buyurdu:
Ey insanoğlu! İşte önünde al. Gerçekten senin gözünü hiç bir şey doyurmaz.” Resûl-i Ekrem’in bu hadîs-i üzerine mecliste bulunan bir bedevi şöyle dedi: Vallahi, bu cennet ehlinden olan adamın ya Kureyşli veya Ensarlı olduğunu göreceksiniz. Çünkü ziraatla iştigal eden onlardır. Bizim ziraatla işimiz yok. Arabî’nin bu sözü üzerine Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem güldüler.
Mütercim:
Bu hadîs-i şeriften, çiftçilerin ziraata olan düşkünlük ve muhabbetleri anlaşıldığı gibi, arazinin icara verilmesi veya sahibi tarafından kullanılması cevazı da çıkmaktadır.
MÜSÂKAT VE ŞİRB BAHSİ
647- Sehl bin Sa’d (R.A.) der ki:
Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretlerine bir bardak içecek getirildi. Birazını içti. Hazreti Peygamberin sağ tarafında o meclisin en küçüğü olan İbni Abbas bulunuyordu. Halid bin Velid ve diğer yaşlılar da sol tarafında bulunuyorlardı. Sonra Hazreti Peygamber sağ tarafında bulunan İbni Abbas’a dönerek: Ey delikanlı! Bunu (artan içeceği sol tarafımda bulunan) yaşlılara ikram etmeme müsaade eder misin?” buyurdular. İbni Abbas şu cevabı verdi:
— Ya Resûlallah! Sizin bana düşen artığınıza hiç kimseyi tercih edemem. Bunun üzerine Hazreti Peygamber artan içeceği İbni Abbas’a verdi.
648- Hazreti Enes (R.A.) der ki:
Evimizde besili bir koyun vardı. Bunun sütü sağılarak evimizin kuyusundan biraz su karıştırılıp Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’e bardakla sunuldu. Birazını içtiler. Hazreti Peygamberin sol tarafında Hazreti Ebû Bekir (R.A.) ve sağ tarafında bir bedevi bulunuyordu. Hazreti Peygamberin, adetleri üzere arta kalan içeceği sağ tarafında bulunana vermesi ihtimali kuvvetli olduğundan, bedevi’ye vermesin diye Hazreti Ömer dedi ki:
— Ya Resûlallah, şu arta kalan sütü yanınızda oturan Ebû Bekir’e ihsan buyurunuz. Hazreti Peygamber yine adetleri üzere o süt artığını sağ taraflarında oturan bedevî’ye uzatıp verdi ve şöyle buyurdu:
“Herhangi bir şey verilirken, sağ tarafta bulunan tercih edilmelidir.” (Sağdan itibaren sıra gözetilmelidir.)
Mütercim:
Böyle içilen şeylerden arta kalanı sağ tarafta bulunanları tercih ederek vermenin sünnet olduğunda ittifak vardır. Yalnız ibnı Hazm’a göre, sağ tarafta olanın tercihi vaciptir ve sağ tarafta olanın izni olmaksızın sol taraftakine verilmesi asla caiz değildir.
Ayrıca, “Büyüklerinizden başlayınız” mealinde hadîs-i şerif varsa da, bu hadîs-i şerif halka halinde oturulupta ikram eden kimsenin ortada kaldığı durum içindir. Burada yaşlılar tercih edilir.
Bir de Hazreti Peygamber İbni Abbas’dan izin istediği halde bedeviden izin istememesinin hikmeti, İbni Abbas peygamberin akrabasıydı. Bedevi ise yabancı idi. Bedevinin gönlünü hoş etmek için ona vermiş olmalarıdır, deniliyor.
649- Ebu Hureyre (R.A.) anlatıyor.
“Suyun fazlası (akıp gitmesin diye) tutulmaz ve bu yüzden yeşilliklerin bitmesine de engel olunur.”
Mütercim:
Aslında su, ot ve ateş mubahtır; bunlardan herkes faydalanabilir. Bunlar insanların faydalanma bakımından ortak malları gibidir. Kova testi ve küp gibi kaplarda biriktirilmiş olmayan sulardan bütün insan ve hayvanların içme hakkı vardır. Bir topluma ait olan bir nehirden, birinin arazisindeki su kanalından veya kuyusundan izin almaksızın bir kimse kendi arazisini sulayamaz sâde su içme hakkı olduğundan su içebilir ve eğer kanal ve kuyuya zarar verilmeyecek olursa hayvanlarını da sulayabilir. Testi ve kova gibi kaplarla su alıp evine ve bahçesine de götürebilir.
Sahipsiz arazilerde kendiliğinden yetişen otlar mubah olduğu gibi, bir kimsenin mülkünde kendiliğinden yetişen ve mülk sahibinin hiç bir emeği bulunmayan otlar da mubahtır. Ancak mülk sahibine zarar vermemek şarttır. Bir kimsenin mülkünde kendiliğinden yetişen otlar mubah ise de, mülk sahibi tarafından mülküne başkasının girmesi engellenebilir. Ev içinde bulunan ateş de böyledir. Ateş almak için başkası eve sokulmayabilir. Fakat açık ve sahipsiz yerlerde yakılan ateşlerden herkes faydalanabilir. Bu gibi ateşlerden ısınılır, ışığından faydalanılarak iş yapılır, ondan lamba ve fener yakılabilir. Ateş sahibi bu faydalanmaya engel olamaz. Fakat izni olmadıkça o ateşten kimsedir kor alamaz.
Suyun hükmüne gelince: Bir kimsenin mülkü içinde devamlı suyu bulunan bir kuyu, havuz veya bir nehir bulunduğu halde bunlardan su içmek isteyen kimse mülke girmekten engellenebilir; fakat yakında başka içecek mubah su yoksa, mülk sahibi o kimseye su çıkarıp vermeye yahut onun girip su almasına müsaade etmeye mecburdur. Mülk sahibi su çıkarmadığı taktirde, o kimsenin girip su alma hakkı vardır. Ancak kuyunun, havuzun veya nehrin kenarını bozmak gibi zararları su sahibine vermemek şarttır.
650- Ebû Hureyre’den (R.A.) rivayet edilmiştir:
“Suyun fazlasını tutmayınız ve bu yüzden (meralarda) otların çoğalmasını önlemiş olursunuz.”
Mütercim:
Bir yerde mevcud sudan, hayvanların otunu yetiştirecek başka su bulunmadığı zaman böyle bir suya sahip olan kimse kendi zaruri ihtiyacından artanı tutması hadîs-i şerif ile yasaklanmıştır.
Hanefî, Şafii ve Maliki mezheblerine göre, yukarıda açıkladığımız gibi, bu faydalanmaya engel olmak haramdır. Çünkü bu gibi sularda insan ve hayvanların faydalanma hakkı vardır. bazı âlimlere göre de, bu faydalandırma bir ihsan ve iyiliktir. Çünkü kendi mülkünde veya boş bir yerde açılan kuyu, açanın şahsî menfaatine bağlıdır ondan başkasına bir ikram olur, denmektedir. Yoksa herkes hava ve ışıktan faydalandığı gibi denizlerden, büyük göllerden, mülk olmayan nehirlerden, umuma ait kuyulardan faydalanmak her canlı için mubahtır. Bunlardan isteyen kimse arazisini sulayabilir, su arkı açabilir, değirmen kurabilir. Ancak, bunlar yapılırken başkasına zarar vermemek şarttır. Bu itibarla su, taşırılarak insanlara zarar verilirse, yahut nehrin suyu büsbütün kesilirse, yahut kayıkların yüzmesine imkân bırakılmazsa, bu takdirde böyle zararlara sebebiyet verenlere engel olunur.
651- Ebû Hureyre’den (R.A.) rivayet edilmiştir:
“Maden ocağının telefi (içine düşmek suretiyle ölüm veya yaralanma meydana gelmesi) hederdir. Kuyunun telefi hederdir. Hayvanın telefi hederdir. Yeraltı servetlerinde beşte bir hazinenindir.”
Mütercim:
Bu hadîs-i şerife ait bir kısım hükümler 485 sayılı hadîs dolayısı ile geçmişti. Bu bir tekrar mahiyetinde ise de kelimeler yerlerini değiştirmiş olduğundan ikinci defa nakledilmiştir.
Hayvanların telefi hakkında fıkıh kitaplarında belirtildiği üzere, bir hayvanın sebebiyet verdiği zararı sahibi ödemez. Fakat bir adamın malını telef etmekte olan hayvanını sahibi görür de ona engel olmazsa zararı ödemesi gerekir. Bir de toslayıcı öküz, ısırıcı köpek gibi zararı belli bir hayvanın sahibine, hayvanına sahip ol, diye önceden tenbihte bulunmuş ve buna rağmen hayvanını salıvermiş ise, bir ziyanda bulunduğu takdirde zararını sahibi öder.
Yine bir kimsenin hayvanı, kendi mülkünde iken bir başkasının canına veya malına herhangi bir şekilde zarar verirse, hayvan ister yalnız ve ister sahibi ile beraber olsun, tazmin gerekmez. Bir de hayvanını başkasının mülküne mülk sahibinin izni ile soksa, kendi mülkünde imiş gibi hayvanın zararını ödemek gerekmez. Fakat mülk sahibinin izni olmaksızın sokulmuş olursa, hayvanın ister sürücüsü, ister yedekçisi olsun ve ister yakınında bulunsun, böyle bir hayvanın yapacağı zarar sahibi tarafından ödenir. Ancak hayvan kendiliğinden boşanarak bir kimsenin mülküne girip zarar yapmış olursa sahibi bu zararı ödemez.
Ayrıca herkesin, umuma ait yolda hayvanı ile yürümek hakkı vardır. Böyle bir yolda hayvanına binerek yürüyen kimsenin hayvanı sakınılması mümkün olmayan bir zarar yaparsa, sahibi onu ödemez. Misal: Hayvanın ayağından toz ve çamur sıçrayıpta başkasının elbisesini kirletse, yahut hayvan arka ayağıyle teperek yahut kuyruğu ile çarparak bir zarar etse, tazmin gerekmez. Fakat hayvanın ya ön ayağı ile veya başı ile çarpışmasından meydana gelen zarar ve ziyanı hayvan binicisi öder. Umuma ait yolda hayvan yedekcisi ile sürücüsü veya binicisi arasında tazminat ödeme bakımından fark yoktur. Ancak, umuma ait bir yol üzerinde hiç kimsenin, hayvanını durdurmaya veya bağlamaya hakkı yoktur. Eğer böyle bir yol üzerinde hayvan durdurulur veya bağlanırsa, hayvanın ön veya arka ayağı ile tepmesinden veya başka hareketlerinden meydana gelen zararı hayvan sahibi öder. Fakat hayvanların durması ve beklemesi için hazırlanmış olan yerlerde hayvanların etmiş olduğu ziyan ödenmez.
Bir kimse umuma ait olan yolda hayvanını başıboş salıverse, o hayvanın ettiği zararı öder.
Bir kimsenin bindiği hayvan ön veya arka ayağı ile ister binicinin kendi mülkünde ve ister başka yerde olsun, bir nesneyi "çiğneyerek ziyan etse, binici bu işe sebebiyet verdiği için o ziyanı öder; fakat at, gemi azıya alıp binici onu kontrol altına alamaz da bir ziyan ederse tazmin gerekmez. Bir de, bir kimse kendi mülkünde hayvanını bağlamış olduğu halde diğer biri gelerek oraya kendi hayvanım bağlasa ve mülk sahibinin atı teperek onu helak etse yine tazmin gerekmez; fakat mülk sahibinin hayvanı telef olursa onu diğerinin ödemesi lazım gelir.
Bir yere iki kimsenin, hayvanlarını bağlamak hakkı olduğu halde her ikisi o yere hayvanlarını bağlasa ve bunlardan biri ötekini telef etmiş olsa, tazmin gerekme hayvanlarını bir yere tazmin gerekmez. Yine iki kişi hayvanlarını bağlamaya hakları bulunmayan bir yere hayvanlarını bağlayıp da önce bağlayanın sonrakini öldürürse tazmin gerekmez, fakat sonra bağlayanın hayvanı önce bağlananı öldürürse tazmin gerekir.
652- Abdullah (Radıyallahu Anh) der ki, Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:
Kim yalan yere yemin eder de, o yemin sebebiyle bir kişinin malını haksız yere alırsa, kıyamet gününde Allah Teâla’nın gazabına uğramış olarak O’nun huzuruna çıkar.”
Sonra bu hadîs-i şerifi tasdik etmek üzere Allah Teâlâ Hazretleri: “Allah’ın ahdini ve kendi yeminlerini bir kaç paraya satan kimselerin ahirette hiç bir nasibi yoktur.” mealindeki ayeti kerimeyi inzal buyurdu. (Ali İmran, Ayet: 77)
Abdullah bu hadîs-i şerifi rivayet ederken: - Siz ne söylüyorsunuz! Bu ayeti kerime benim hakkımda nazil oldu, dedi. Şöyle ki:
Benimle amcamın oğlu arasında ihtilâf konusu bir su kuyusu vardı. Davamızı bir hükme bağlamak için Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem bana: “Şahitlerini getir,” dedi. Ben şahitlerim yoktur, dedim. Hazreti Peygamber:
“O halde hasmın yemin etsin,” buyurdu. Ben: - Ya Resûlallah, bu adam yalan yere yemin eder, dedim. Sonra Hazreti Peygamber bu hadîs-i şerifi buyurdu. Allah Teâlâ Hazretleri de yukarıdaki ayeti kerimeyi indirdi.
Mütercim:
Yemin üç kısımdır:
1- Yemin-i gamûs ki, yalan yere kasten yemin etmektir. Gamûs’un manası, sahibini büyük günaha daldırır demektir. Bu türlü yemin için Hanefî mezhebinde kefaret yoktur. Çünkü kefaret ile bunun günahı bağışlanmaz. Ancak tevbe ve istiğfarla beraber, hak sahibi var ise ondan helallik almakla bu günah bağışlanır. İşte bu hadîs-i şerifteki tehdit, bu gibi yemin hakkındadır. Başka hadîslerde ve başka kitaplarda: “Gamûs şeklindeki yemin, evleri harab eder,” diye varit olmuştur. Böyle kul hakları üzerine yalan yere yemin edenleri, bu yemin helak eder, ocaklarını söndürür.
2- Mün’akıd yemin ki, gelecekte bir şeyi yapmak veya yapmamak üzere edilen yemindir. Vallahi falan işi yapmam veya yaparım, şeklinde edilen yemindir. Bu türlü yemin bozulduğu takdirde, yemin kefareti vermek gerekir. Bu kefaret de ya bir köle azad etmek yok ise, on fakire birer fitre miktarı sadaka vermek veya on fakir giydirmek; bunlara gücü yetmezse üç gün arka arkaya oruç tutmaktır.
Bir kimse: Vallahi, falanca kimse ile barışmam veya konuşmam veya evine gitmem, diye yemin ederse, bu türlü yeminin bozulması ve kefaret verilmesi matluptur. Böyle yeminlerde ısrar edip bozmamak haramdır. Fakat meşru olan yeminde sebat etmek gerekir. Sebat edilmez de bozulursa yine kefaret lazım gelir. İçki içmeyeceğine yemin eden kimse, bu yemininde sebat eder; bununla beraber yeminini bozacak olursa, bunun kefaretini öder. Ayrıca işlediği haramın günahını çeker.
3- Lağıv yemin ki, zanna dayanıp gerçeğe aykırı olarak kasıtsız yapılan yemindir. Geçen yıl hacca gittiğini sanarak buna yemin etmesi ve aslında iki yıl önce hacca gitmiş olması gibi. Bu türlü yeminlerin bağışlanması umulur.
Şafii mezhebinde lağıv yemin, söz arasında yemini kastetmeyerek söze güç kazandırmak için, vallahi gittim, vallahi geldim, vallahi okudum, billahi yazdım gibi yeminin Allah katında bağışlanması umulur.
Her iki mezhebe göre de, mümkün olduğu kadar böyle yeminlerden sakınmalıdır. Üzüntü ile kaydedelim ki, bazı kimseler, farkında olmaksızın böyle her sözde, konuşma aralarında bu lağıv yemini yapar. Herkes bu şekildeki kötü alışkanlıktan kendini kurtarmalıdır, yeminsiz konuşmaya alışmalıdır.
653- Ebû Hureyre (Radıyallahu Anh) anlatıyor:
Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem buyurmuştur ki: “Üç kimse vardır ki, kıyamet gününde Allah onlara merhamet gözü ile bakmaz ve onları günahlardan temizlemez, hem de onlara acıklı bir azab vardır: Yolculukta suyunun ihtiyacından fazlasını yolcuya vermeyen adam.
Bir idareciye yalnız dünya menfaati için biat eden (oy veren) ve kendisine dünyalık verirse memnun olan, vermezse kızan (aleyhine dönen) adam.
Akşam üstü satılık malını arzedip, “kendisinden başka ilâh olmayan Allah’a yemin ederim ki, bu mal karşılığında bana şu ve şu kadar para verildi (de vermedim), diyen ve bu yeminine bir müşterinin kandığı adam.”
Sonra Hazreti Peygamber : “Allah’ın ahdini ve kendi yeminlerini bir kaç paraya satan kimselerin ahirette nasibi yoktur,” mealindeki ayeti kerimeyi okudu. (Ali İmran: Ayet 77)
654- Ebû Hureyre (R.A.) rivayet eder:
Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem buyurmuştur: “Bir adam yolda giderken ağır şekilde susadı. Derken bir kuyuya inip su içti. Çıktıktan sonra susuzluktan soluyup toprakları yalayan bir köpekle karşılaştı. Adam, bu köpek, benim çektiğim susuzluğun benzerini çekiyor, dedi ve kuyuya inerek kundurasına su doldurup ağzına taktı ve yukarı çıkıp köpeğe su içirdi. Allah Teâlâ Hazretleri de onun bu işini beğendi ve günahlarını bağışladı. (Cennetine girmeye vesile kıldı)!” ashap dediler ki: Ey Allah’ın Resulü, hayvanlar yüzünden bize sevap var mı? Hazreti Peygamber şöyle buyurdu:
“Her ıslak ciğer için (her canlının susuzluktan yanan ciğeri için) sevap vardır.”
Mütercim:
İnsan ve hayvan, her canlının içirilmesi ve yedirilmesinden dolayı sevap kazanılacağı bu hadîs-i şeriften anlaşılmaktadır. Fakat İmam Nevevi’nin tercihine göre, kendisine ikram edilen hayvanın zararsız olması lâzımdır; öldürülmesiyle emredilmemiş olmalıdır.
655- İbni Ömer’den (R.A.) rivayet edilmiştir:
“Bir kadına, kendi(kedi ???) yüzünden azap edildi. Bu kadın, açlıktan ölünceye kadar kediyi hepsetmiş ve bu yüzden cehenneme girmiştir.”
İbni Ömer der ki; Allahu alem, Hazreti Peygamber şöyle buyurmuştu: “O kadın, kediyi hapsettiği zaman ne yedirmiş, ne içirmiş ve ne de yeryüzü haşaratından yesin diye salıvermişti.”
656- Ebû Hureyre’den (Radıyallahu Anh) rivayet edilmiştir:
“Nefsim kudretlinde olan Allah’a yemin ederim ki kıyamette Kevser Havuzuma birtakım kimseleri yaklaştırmayacağım. Yabancı devenin su kurnasından kovulduğu gibi...” Kevser havuzundan kovulacaklar, ya münafıklar, ya bid’at sahipleri, ya da diğer ümmetlerden olanlardır, deniliyor.
657- Sa’b bin Cessâme (R.A.) ‘den rivayet edilmiştir:
“Koru, ancak Allah’ın ve peygamberinin korusudur.”
Mütercim:
Müslümanların ihtiyaçları için Hazreti Peygamber tarafından veya devletçe korunmuş kuyu ve araziden başka korunmuş yer olamaz. Bu hadîs-i şerifin geliş sebebi şu: Cahiliyet devrinde bir takım şeref sahibi ileri gelen kimseler, bir yere konakladıkları zaman, köpek sesinin ulaştığı yere kadar olan araziyi dört yönden çevirerek kendilerine ayırırlardı ve kendi koruları sayarlardı. Bu yeri kendi hayvanlarının otlamalarına tahsis ederlerdi. Bununla beraber diğer insanların meralarına da ayrıca ortak olurlardı. Sonra Hazreti Peygamber bu cahiliyet adedini bu hadîs-i şerifle yasakladı. Gaza ve cihad için veya Müslümanların diğer ihtiyaçları için meşru bir izin olmadıkça, hiç kimse kendi başına, umuma terk edilmiş yerlerden kendisi için koru edinemez; bu caiz değildir.
658- Ebû Hureyre’den (R.A.) rivayet edilmiştir:
“At beslemek kimi için sevap kimi için örtü (geçim vasıtası) ve kimi için de vebaldir.”
Sevap kazanan kimse, atı Allah yoluna bağlayan, bağını uzun yaparak çimenlikte veya bahçede otlatan kişidir. Bağının geniş alanı içinde çimenlikten veya bahçeden otladığı her şey, sahibine sevap olarak yazılır.
Eğer bağı kopar da şaha kalkarak bir veya iki tur atarsa izleri ve tersleri sahibine sevap olarak yazılır. Eğer bir nehire uğrayıp o nehirden içerse, sahibine, onu sulamak için bir himmet göstermemiş olsa bile, bundan dolayı sevap yazılır. İşte at, bu gibi sebeplerle bir sevapdır.
Kim de atı, ihtiyacını karşılamak ve başkasına muhtaç olmamak için besler, boyunlarında ve sırtlarında olan şer’i hakları (zekât ve yardım gibi hukuku) unutmazsa atlar, bu sebeple bir örtü (geçim vasıtası) dır.
Kim de atları; iftihar, gösteriş ve Müslümanlara karşı düşmanlık olarak beslerse bu sebeplerden ötürü bir vebaldir.
Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’e merkeplerin durumu soruldu ve şöyle buyurdular:
“Bana, bunlar hakkında, şu eşsiz ve mânası geniş ayeti kerimeden başka âyet nazil olmadı: Kim zerre miktarı hayır işlerse, onun karşılığını (sevabını) görecektir. Kim de zerre miktarı kötülük işlerse, onun karşılığını (cezasını) görecektir.” (Beslenen hayvanlar iyi bakılır ve iyi yolda kullanılırlarsa sevap kazanılır aksi halde günaha düşülür.)
Mütercim:
Mümin ve kâfir herkes kıyamette, dünyada iken yapmış olduğu şeylerin karşılığını görecektir. Fakat müminin günahı bağışlanır ve iyi işlerine sevap verilir. Kafirin iyi işi kabul olunmaz ve günahlarından dolayı azab olunur.
659- Hazreti Enes (Radıyallahu Anh) der ki:
Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri, Bahreyn arazisinin bir kısmını Medine’li ashaba (Ensar’a) vermek, mülkiyetlerine geçirmek istedi. Medine’li ashap dediler ki, muhacir (Mekke’li) kardeşlerimize de vermedikçe gönlümüz razı olmaz. Bunun üzerine Hazreti Peygamber şöyle buyurdu;
“Benden sonra size başkalarının tercih edildiğini (size karşı onlara üstünlük ve hak tanındığını) göreceksiniz. Fakat siz ahirette bana kavuşuncaya kadar sabrediniz.”
(Bazı idareciler, sizin gibi hak sahiplerini bırakıp başkalarını tercih ve onlara ihsan ve ikram edeceklerdir. Fakat siz yine sabrederek itaatten dışarı çıkmayınız.)
660- Abdullah bin Ömer’den (Radıyallahu Anhum) rivayet edilmiştir:
“Kim bir hurmalığı budanıp aşılandıktan sonra satın alırsa o hurmalığın meyvesi, müşteri şart koşmadığı takdirde satıcınındır. Kim de mallı bir köle satın alırsa, o kölenin malı, müşteri şart koşmadığı takdirde onu satanındır.”
Mütercim:
Hurma ağaçları budanıp aşılanınca adeta meyvalı ağaç hükmünde olur. Pazarlıkta bu aşılanmış ye meyve hükmünde olan çiçekler söz konusu edilmezse, o yılın mahsulü satışa dahil olmaz. Meyvalar satıcının ve ağaç müşterinin olur. Çünkü satılan malın eklerinden olmayan veya ona bitişik kararlı ilâvelerden sayılmayan, satılan malın bir parçası hükmünde olmayan veya beldenin örf ve adetinde satılan mala bağlı kabul edilmeyen şeyler, satış halinde alış verişe girmezler, satılan malın dışında kalırlar. Fakat pazarlıkta müşteri bunlarla beraber malı satın almayı şart koşarsa, o zaman satılan malla beraber bu ekler de müşterinin olur.
Beldenin örf ve adetine göre satılan malın eklerinden kabul edilen şeyler, söz konusu edilmese bile, müşteriye ait olur. Bir ev satılınca gardırop, divan koltuk kanepe ve sandalye gibi eşyalar, evin satışına girmediği gibi, bağ ve bahçe satışında çiçek ve meyva saksıları, başka yere götürülmek üzere dikilen fidanlar da alış verişe girmezler. Yine arazi satışlarında ekin, ağaç satışlarında meyva pazarlıkta söz konusu edilmezse, bu ekin ve meyvalar, arazi ve ağaç satışlarına girmezler; müşteri bu ekinleri veya meyvaları da, arazi ve ağaçla almaya hakkı yoktur. Fakat örf ve adette ek hükmün de olan binek atının gemi ve yük hayvanının yuları, söz konusu edilmese bile, alış- verişe girerler. Satılan hayvanla beraber bu yular ve gem müşterinin olur.
Yine bir kimse, malı ve parası olan bir kölesini sattığı zaman, o kölenin mal ve parası, köleyi satan efendisine aittir. Zaten Hanefî ve Şafii mezheblerinde köle hiç bir zaman mala sahip olamayacağından satılırken elinde bulunacak malın efendisine geri verilmesi gerekir. Maliki ve Hanbelî mezheblerinde, bir köleye efendisi mal temlik ederse, köle o mala sahip olur; fakat böyle satılırken o sahip olduğu mal efendisine geri verilir. Ancak satılan bu kölenin elindeki mal müşterinin olmak şartı koşulursa, köle ile o mal müşterinin olur. Fakat malın belli ve muayyen olması lazımdır, Eğer satılan kölenin elindeki mal altın veya gümüş olur ve kölenin bedeli de altın veya gümüş ise, bu pazarlık faizden hali olamayacağından, Hanefi ve Şafii mezheblerinde alış veriş sahih değildir. Maliki ve Hanbeli mezheblerinde mutlak olarak bu hadîs-i şerife dayanılarak sahihtir.2
2 Ömer Ziyaeddin Dağistâni, Zübdetü’l-Buhari, Hisar Yayınevi:387-400
Dostları ilə paylaş: |