266 rcshn, 67 plâ, terfta; -ve metin AfiDd* is yaprak renfcsâs, I yap h



Yüklə 5,51 Mb.
səhifə1/91
tarix27.12.2018
ölçüsü5,51 Mb.
#86796
  1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   91

İSTANBULUN: CAMİ, MESCİD, MEDRESE, MEKTEB, KÜTÜBHÂNE, TEKKE, TÜRBE, KİLİSE, AYAZMA, ÇEŞME, SEBİL, SARAY, YALI, KONAK, KÖŞK, HAN, HAMAM, TİYATRO, KAHVEHANE, MEYHANE.. BÜTÜN YAPILARI... DEVLET ADAMI, ÂLİM, ŞÂİR, SANATKÂR, İŞ ADAMI, HEKİM, MUALLİM, HOCA, DERVİŞ, PAPAZ, KEŞİŞ, MECZUB, NEVCJVAN, NİGÂR, HANENDE, SAZENDE, ÇENGİ, KÖÇEK, AYYAŞ, DERBEDER, PEHLİVAN, TULUMBACI, KABADAYI, KUMARBAZ, HIRSIZ, SERSERİ, DİLENCİ, KAATİL.. BÜTÜN ŞÖHRETLERİ. DAĞI, BAYIRI, SUYU, HAVASI, MESİRE YERLERİ, BAHÇELERİ, BOSTANLARI VE İLÂH.. BÜTÜN TABİAT GÜZELLİKLERİ VE COĞRAFYASI... SOKAKLARI, MAHALLELERİ, SEMTLERİ.. YANGINLARI, SALGINLARI, ZELZELELERİ, İHTİLÂLLERİ, CİNAYETLERİ, VE DİLLERE DESTAN OLAN AŞK MACERALARI... İSTANBUL HALKININ DEVİR DEVİR ÂDET, AN'ANE, GİYİM VE KUŞAMI... İSTANBUL ARGOSU.. İSTANBULA AİT RESİMLER, ŞİİRLER, KİTAPLAR, ROMANLAR, SEYAHATNAMELER... İSTANBULA GELMİŞ YABANCI ŞÖHRETLER..

Bu cildde: Saim Turgnd AKTANSEL, Sermed • Muhtar ALUS, Muzaffer ESEN, Vâsıf HİÇ, Bftim IAM-BOĞLU, Reşad MİMAROĞLU, Ali ORTA, Mafamud YESÂRÎ, merhumlarla Halûk AKBAY, Ekrem Hattı AYVERDİ Hakkı Râif AYYILDIZ, Şükrü Nail BAYRAKDAR, Fahri DÜNGELEN, Osman Nuri ERGİN, İsmail ERSEVİM, Enver, ESENKOVA» Semavî EYİCE, Ali GENCELİ, Celâteddin GERMİYANOĞLU, Ali Nüzfaet GÖKSEL, Hakkı GÖKTÜRK, Nuri KAVAF, Hüsnü KINAYLI, Eşref MUTLU, B. OLKER, T, Yılmaz ÖZTUNA, Kevork PAMUKCİYAN, Ali Riza SAĞMAN, Neoklis SARRİS, Cafaide TAMER, Halûk Cemil TANJU, Şâkir TOKMEN, Süheyl ÜNVER,, Alî VEREN, KaJem arkadaşlığı etmişlerdir

w

Sabiha BO2CALI, Behçet CANTOK, H. ÇİZER, H. Hüsnü, Nezih İZMİSLİOĞLU, A. Bülend KOÇU, legad SEVİNÇSOY, Salih SİNAN, Abdullah TOMRUK resim, harita, kroM ve planlan, yapmışlardır.



266 rcshn, 67 plâ», terfta; -ve metin AfiDd* IS yaprak renfcsâs, I yap»h:

İKİNCİ CİT.D



A1A6EYİK

AŞİREFENDİ KÜTOBHANESl




Yabancı dillere terceme hakkı ve türkçe baskı hakkı yalnız Reşad Ekrem Koçunundur.

NURGÖK MATBAASINDA BASILMIŞTIR.



Ekrem Koçw İSTANBUL ANSİKLOPEDİSİ w Neşriyat Koltektif Şirketi

İSTANBUL, 1959

'/â


ALAGEYİK SOKAĞI — Beyoğlu kazasının Galata nahiyesinin Müeyyedzade mahallesinde bir merdivenli yokuştur. Kemeral-tı caddesiyle Yüksekkaldırım arasında uzanır. Kaba taş döşeli, bozuk, loş, yer yer pis kokulu bir sokaktır. Zürefa sokağı ile olan kavşağı karşısında bir kahvehane vardır ki, müşterileri, eski Galata kabadayılarının hâtıraları kolay kolay silinemiyen bu sokakların havasından hoşlanan kimselerle haşarıca gençler gibi görülür. Bu sokak ve civarı halkının büyük bir ekseriyeti rumdur; «Ala-geyik» sokağının çevresindeki yollarda Ka-raoğlan, Çığırtgan, Oğlak, Yonca, Zürefa gibi isimler taşıdığına dikkat edip, istanbul sokaklarının son isim babası Belediye Mektupçusu sayın Osman Nuri Ergin'in de nükteciliği hatırlanırsa, Evliya Çelebinin Galata hakkındaki hükmü, zamanımız için de kıymetini muhafaza eder.

Bibi. : REK, Geri notu

ALAMANA AĞLARI — Sahilden uzakça, on on beş kulaç sularda dolaşan balıkları
cildi rahmetli anacığım Fatma Ekrem Koçu ile eoîsi ruhum ablam Halet Ekrem Koçu'nun

aziz hâtıralarına ithaf ediyorum.

R. E. Koçu

Akbaba köyünde muvakkat köy mescidinde çitten minare, 1946 (Resim: Reşad Sevinçsoy)

avlamak için iki kayık içinde balıkları çevirmek suretiyle kullanılan ağlardır; istanbul sularında has mânada büyük balıkçılık, alamana ağları ve alamana kayıklariyle yapılır. Alamana ağlariyle torik ve palamut, bazan da lüfer ve kefal avlanır, ağın gözleri de torik , ve palamut gözüdür; «çakar» ve «gırgır» denilen ağlar da alamana gibi kullanıldığından, bu ağları alamananın çeşitlerinden olarak göstermek de doğru olur (B.: Çakar ve Gırgır).

Alamana ağını kullanan alamana kayıkları ftç, dört, yahut umumiyetle görüldüğü üzere beş çifte olur (B:: Alamana Kayıkları). İki kayık bir reisin idaresinde bir takım teşkil eder; her iki kayığın iki reisi yerinde birer de palacısı (dümencisi) vardır; alamanaların dümenleri varsa da , avda dümen kullanılmaz, «Boyna» da denilen «Pala» kullanılır.

Alamanalarla balık avı eylül ayının girmesiyle başlar, aralık sonuna kadar, toriğin Marmarada kışladığı yıllar, aralıktan sonra da devam eder.

Alamana ağının uzunluğu 200 - 250 kulaç, eni (yüksekliği) de 7,5 - 25 kulaç arasında değişir. Dibi taşlı denizlerde çevrilecek alamana ağlarının mantar tarafı çifte fanya-lı, ortası tek fanyalı olup kurşun tarafına 15 -



ALAMANA KAYIĞI

578 —


İSTANBUL

ANSİKLOPEDİSİ

579 —

ALAMANA KAYIĞI





Alamana Kayıkları ve Alamana Kayıklarının ağ dökmesi (Resim: K. Deveciyandan)

20 göz sade ağ konulur; sebebi de, taşlık kayalık zeminde ağlar çabuk bozulur, sade ağın tamiri de nisbeten kolaydır; dibi kumluk denizlerde çevrilen alamana ağlarının yarısı çifte, yarısı tek fanyalıdır ki, balıkçılık ıstlahiyle birincisine «difane», ikincisine «iskoriçila» denilir. Tamamen çifte fanyalı alamana ağları da vardır, bunlar da torik gözleri dörder parmak, fanya gözü on altı parmaktır (B, : Çifte fanyalı ağ).

Alamana ağlarının kurşun ve mantar yakaları parmak kalınlığında kazıl ile donatılmış olup seksen okka ağırlığında bin parça mantar ve yine seksen okka ağırlığında bin tane kurşun takılır; gündüzleri ağın alt yakasının deniz dibini bulması şarttır, bunun için de kurşun yakasına her üç kulaçta bir taş bağlanır; eğer gündüzleri deniz dibinde küçük bir aralık kalırsa, çevrilen, balıklar buradan kaçarlar; geceleri bu tehlike yoktur. Aslı iki parça olan alamana ağları, birbirine bağlandıktan sonra kayıkların kıç tarafına istif edilir ve kayıklar kıçkıça bağlanır; reisin bulunduğu birinci kayık baş tarafı istikametinde, ikinci kayık da arka arka hareket eder; reis, birinci kayığın başında bir gözcü yeri bulunan direğe tırmanır ve balık gözler; bazan ikinci kayıkta da bir direk, bunun- üzerinde de ikinci gözcü bulunabilir; bu direğe «Albora» tabir edilir. Gündüzleri, balık bulunan sahada deniz yüzünde bu mütehassıs balıkçıların gözünden kaçmıyan bir su titremesi olur, geceleyin de yakamozlar görülür.

Gündüzleri balık daima dibe doğru gittiğinden, mantar yakası deniz yüzünden iki kulaç kadar aşağı inse de ehemmiyeti yoktur, gece avında ise, mantarların suyun yüzünde bulunması lâzımdır. Geceleyin ağın eninden derin sularda balık çevrilemez, eğer balıkların başı açığa doğru ise, direkteki reis, bir küfe içinde alınmış irice taşlardan birkaç tanesini ileriye 'fırlatarak balıkları sahile doğru çevirir ve istenilen yere gelince: — Mola!., diye bağırır, iki kayığı'birbirine bağlıyan ve «Kama» denilen ağaç parçası derhal çekilir ve her iki kayık, yekdiğerine raptedilmiş alamana ağlarını denize dökerek kendi baş tarafları istikametinden ve aksi istikamette bi-ribirinden ayrılırlar ve geniş bir daire çevirerek ayrıldıkları noktanın hizasında birle-

şirler ve ağların ucundaki su kabaklarını, bir düğüm çapraziyle denize atarlar, balık, alamana ağlariyle çevrilmiş olur. Bundan sonra Balıkları ağlara doğru kışkırtmak için, gece ise Bodima vurulur; Bodima, balıkçı ağzı ile, tayfaların ayaklariyle kayığın döşeme tahtalarında tepinip gürültü çıkarmasıdır; bazan kışkış taşları atılır, «puntal» çarpılır; puntal balıkları ürkütmek için suya vurulan uzun sırığa denilir. Balıklar ağa girip takıldıktan sonra ağlar kayıklara alınır.

Eğer avlanan balık lüferden gayri bir balık ise, ağ denizden çekildikçe balıklar ağdan çıkarılıp kayığa atılır, bir taraftan da ağlar istif edilir; eğer lüfer avına çıkılmış ise, bu balığın dişleri keskin olduğundan, ağdan diri olarak çıkarılmak istenilirken hem balıkçıların ellerini ısırır, hem de ağları dişleyip koparır, bundan ötürü lüfer avında ağlar, balıklar alınmadan çekilip istif edilir, üzerine de hemen çuvallar atılarak balıklar öldürülür ve ondan sonra ağdan alınır. Lüfer avında, ayrıca, kayığa, çuval, teneke yahut kovalarla ince kum alınır, ağlar denizden alınıp istif edilirken üzerine kat kat kum atılır ki lüferin ağları dişleyip parçalamasına mâni olur.

Altın para zamanında bir takım alamana ağı 70-120 lira arasında mal olurdu.

istanbul ve bilhassa Boğaziçi balıkçılığı hakkında geniş ve sağlam bilgi sahibi olan merhum A. Câbir Vada, «Boğaziçi Konuşuyor» adındaki küçük fakat pek kıymetli eserinde, alamana ağalarının İstanbul balıkçıları tarafından artık terk edilmiş olduğunu, onun yerini hemen tamamen gırgır ağının aldığını söylüyor: «Alamanacılık pek meşakkatli ve muayyen mevsim ve mahalde icra edilen bir sanat iken, gırgır, meşakkati yüzde yetmiş beş raddesinde azaltılmış, avlanma sahalarını genişletmiş ve avlanma mevsimini hayli uzatmıştır. Alamana usulü külliyen terk edilmiş ise de, ismini yadigâr bıraktığından, gırgır usulü balıkçılığa da hâlâ alamana ve bu işte kullanılan kayıklara da alamana kayığı denilmektedir» diyor.

Bibi.: K. Deveciyan, Balık ve Balıkçılık.

ALAMANA KAYIĞI — İstanbul sularının en büyük balıkçı kayığıdır; alamana kayığı, bir topatan kavununun ortadan uzunlamasına kesilmiş şeklini hatırlatır, yalnız, çok

daha biçimli, baş tarafı kıça nisbetle az daha yüksek ve bunu, kalın bir hilâl şeklinde içeri doğru kıvrılır. Baş tarafı da umumiyetle kabartma ve yaldızlı nakışlarla süslü olur. Alamana kayıkları dört boydur:

1 — 9,5 metre boyunda 4 ton hacminde

üç çifte


2 — 11 metre boyunda 5 ton hacminde

dört çifte

3 — 12 metre boyunda 6 ton hacminde

beş çifte

4 — 13,5 metre boyunda 7 ton hacmin
de altı çifte alamanalar.

Bu sonuncular, daha ziyade Karadeniz Boğazı ve Karadeniz balıkçıları tarafından kullanılır. Alamana kayıklarının dümeni vardır, fakat balık avında dümen kullanılmaz, sapı topuzsuz, «boyna» yahut «pala» denilen büyük bir kürek kullandır. Alamana kayığının bir küreğini bir tayfa çeker. İstanbul alamanalarında hemen umumiyetle öndeki reis kayığı beş çifte, ikinci kayık dört çifte olur, birinci kayıkta tayfalardan başka bir reis ve palacı, i-kinci kaykta bir palacı bulunur; önde kayığın başında bir gözleme direği vardır ki, buna balıkçı ağzında «Albora» denilir. Ekseriya re-v is, bazan da i-kinci reis bu direğe çıkıp balık gözler. İstanbul kayıkla-rında bazan bu direk bulunmuyor, o zaman

balık, öndeki kayığın başından gözlenir. A. Cabir Vada Boğaziçi balıkçılığından bahsederken şu malûmatı veriyor: «Kayıklarda bir veya iki reis ile iki boynacı (dümenci) ve 20 tayfa bulunur. Yelken, kürek, tente, halat, çapa ve diğer levazımı ile iki kayık ve ikişer takım ağ için 350 - 400 altın lira sermaye lâzımdır. Bundan başka reislerle tayfanın her birine peşin verilen «Pulatka» (Avans ücret) 40 - 60 altın arasında tehalüf eder. Her gün için 40 kilo ekmek, 40 paket tütün, 40 kutu kibrit vermek mecburiyeti de vardır. Bir mevsim için 50 kilo zeytinyağı, 30 kilo sadeyağı, 100 kilo pirinç, 200 kilo kuru fasulye kumanya olarak azimetten evvel tedarik edilir. Takımı 40 kuruştan 23 adet sarı muşambadan caket, pantalon alınarak reis ve tayfalara verilir. Bir de odacı ünvaniyle birisi istihdam olunur ki, vazifesi, tayfanın her günkü yemeğini hazırlamak, bulaşıklarını temizlemek, gece avdet edecek kayıkların çekek yelerini göstermek için yakılması mutat olan çalı ve çırpıyı gündüzden tedarik ederek çekek yerine nak-

^ letmek, kayıklar

gelirken ışık temini için bunlara petrol dökerek alevlendirmek ile muvazzaftırlar. Alama-nacılık eylül iptidasından itibaren başlar ve Kasım gününden sonra havanın muhalefet peyda ettiği


ALAMAN YAHUDİ

— 580


İSTANBUL

ANSİKLOPEDİSİ

— 581 —

ALAYİMAMI SOKAÜI




günlerde nihayet bulur. Karadeniz Boğazının Rumeli sahilindeki Kilyos açıkları av sahasıdır. Alamana kayıkları Kilyosun sahilindeki arazinin münasip mahallerini çekek yeri ittihaz ederler. Burada bulunan mekânlarda tayfalar gündüz istirahat ve ağ tamiratı ile meşgul olurlar. Anadolu sahilinde ve Boğaz methalinde de çekek yerleri vardır. Çekekler başkalarının tasarrufunda olduğundan, yer sahipleri kira olarak balık avından bir pay alırlar. Alamanacılık gece işidir; gündüz avları ehemmiyeti haiz değildir. Her akşam, müsait havalarda çekeklerden denize indirilen kayıklar, birbirine çatılı oldukları halde biri ileri ve diğeri siya vaziyetinde kürek çekerek, direkteki reisin işareti ile hareket ederler. Anî fırtınalar pek tehlikelidir. Zuhur eden şiddet peyda etmeden evvel kayıkların çekeklere alınması lâzımdır. Bu ameliye hayli meşakkatlidir. Hasara ve telefata bais olduğu vâkidir. Muhalif havaların devamı ve yahut balık sürülerine tesadüf edilmemesi Alamana sahibini pek büyük zararlara duçar eder». Câbir Vadanın bu malûmat arasında verdiği rakamlar, Birinci Cihan Harbinden evvelki kıymetlerdir.

Reşad Ekrem Koçu da, Tazı Ali adındaki bir küçük gazeteci çocuğun türlü mihnet ve elem içinde geçmiş hayatını naklederken şu satırları yazıyor: «Bir gün, bir lodos fırtınasının attığı taşlar, çakıllar ve yosunlar gibi, kendisini bir gırgırın (Alamana kayığının) içinde bulmuştu. Balıkçılara «Ağabey» demişti. Onlar çağırmadan, kendisi de nazlanmadan sofralarına oturmuş, geceyi de korsan kedilerle beraber, Marmara kıyılarının bir balıkçı kahvesinde geçirmişti. Ertesi akşam balığa çıkarlarken ona da: Yürü bakalım! demişlerdi. Balıkçılar onu, ağlar kayığın içine boşaltılırken balıkların arasından, denizden çıkmış gibi karşılamışlardı. Reis nereden geldiğini, kimi kimsesi olup olmadığını hiç sormamış, ilk bayramda ona bir kat çuha esvap yapmıştı, kundura almıştı, hamam parası, harçlık vermişti.

«Gırgırlar beş oturak olur. Reis en başta, direğin dibinde durur; direkteki çanaklığa çıkar, balık gözetler. Birinci oturaktakiler başçı mangasıdır, yemek pişirirler; ikinci o-turaktakiler domuz mangasıdır, yemek pişirmek için odun, tahta taşırlar, üçüncü oturak-

takiler varil mangasıdır. su taşırlar; dördüncü oturaktakiler suğuryacıdır, deizden ağ çekerler; beşinci otoraktakiler hamlacılardır, sağ hamlacı denizden kurşun alır, sol hamlacı ona yardım eder; arkada palacı vardır, ayakta dümen tutar, ağ döker ve her balıktan iki pay fazla alır. Bir gırgırda boğazı tokluğuna çalışan evinden kaçmış çocuğun hâtırası olarak, Alinin eski üvey babasında tuhaf şeyler kalmıştı:

«Ağları tamir ederken çıplak ayakları
nın üstüne yığılan yosun kokulu iplerin gı-
cıklayıcı akışı, kayığın içinde ayna kırıkları
gibi çırpman balıklar, balıkçıların türküleri
ve hikâyeleri, sağ elinin bir parmağında bir
iskorpit yarası, saçlarını mısır püskülü gibi
kavuran güneş, denizin üstüne avuç avuç sa
çılmış çil paralara benziyen ay aydınlığı, se
vildiği ve dayak yediği günler... Bunların
hepsi, sahildeki çakullar gibi, biribirine öyle
karışmıştı ki, o çakılları bir dalganın suları
nasıl kaplar, örterse, kafasının içindeki ço
cukluk hâtıraları da, zaman zaman böyle bir
dalganın suları altında örtülürdü» (B.: Ali,
Tazı). Muzaffer Esea

ALAMAN YAHUDİ — Asıl adı Yasef oğlu israil olan bir Yahudidir ki, Kanunî Sultan Süleyman Macaristanm payitahtı olan Budin üzerine yürüdüğünde, bu şehir halkınca Türk hükümdarına şehrin anahtarlarım teslime memur edilmişti, israil, Budin'in Türkler eline geçmesinden sonra bütün ailesi efradiyle Istanbula hicret etmiş ve Büyük şehrin Yahudi mahallelerinden birinde yerleşmiş, Kanunî Sultan Süleyman tarafından eline verilen bir ferman ile de, kendisi ve dünya durdukça erkek ve kadın evlâdı ve ahfadı her türlü vergilerden affolunmuştu. Hicrî 1104 (M. 1692) tarihli bir divanı hümayun hükmü vardır ki, bu tarihte yanlışlıkla, Ala-man oğlu Yahudi torunlarından Yasef adın-: da birisinden elindeki muafnâmeye aykırı olarak avarızı divaniye ve kürekçi akçesi istendiğini, bunun doğru olmadığı, vaktiyle Budin gibi bir şehrin anahtarlarını Türklere getiren bir adamın evlâd ve ahfadının ellerindeki Kanunî Sultan Süleyman muafnânıe-sine göre bu gibi şeylerle rencide edilemiye-ceği emrolunmaktadır.

Bibi.: Ahmed Refik, Onikinci hicri asırda İstanbul hayatı.

ALATUR (Senih Muammer) — Gazeteci, istanbul basınının malûmatı ile ve ahlâk nezâheti ile mümtaz bir sîması; 1895 de Ma-nisada doğdu, ilk tahsilini orada Şemsülirfan Mektebinde yaptı, fransızca öğrenmek için bir ara yine oradaki Alyans îsraelit Mektebine devam etti, beş sınıflı Manisa İdadisini bitirdikten sonra yedi sınıflı izmir idadisine geçti; gazeteciliğe karşı ilk aşkı izmir de talebe iken duydu, eseri cedid kâğıdı üzerine el yazısı ile «Çiçekler» adında bir gazete çıkardı.

On altı yaşında idadiden mezun olarak istanbul Darülfünunu Hukuk Fakültesine kaydoldu. O zaman bu fakülteye devam mecburiyeti olmadığı için, ancak imtihan verilerek sınıf geçildiği için, içindeki gazetecilik âşkı bu serbesti ile birleşince hukuk tahsilini tamamlayamadı, Türk Yurdu Kütüphanesinin temin ettiği imkân ile «Çocuk Dünyası» mecmuasını çıkardı ve hususî fransızca dersleri vererek, ailesi varlıklı olduğu halde, kaleminin ve bu muallimliğinin kazancı ile Parise gitti; fakat ancak bir yıl kalabildi, Birinci Cihan Harbi başladığı için memleketine döndü, ihtiyat zabiti olarak 15 ci Kolordunun 20 ci fırkası ile Galiçya cebhesine gitti. Mütarekede terhis edildi, o sırada yeni kurulan Akşam Gazetesinin altı muhbir aradığını okuyarak müracaat etti ve bu gazetede otuz dört yıl sürecek olan meslek hayatına atıldı. Akşamda yıllarca hizmetten sonra sırası ile ikdam, Politika, Tan, Açık Söz, Son Telgraf, Son Saat. gazetelerinde muharrirlik, yazı işleri müdürlükleri yaptı. Tevazuu, bilgisi, hüneri ahlâkı ile dâima hürmet, sevgi gören insan oldu. Üçüncü Umumî Müfettişliğin daveti üzerine Erzuruma giderek Hür Ses'in başına geçti; bu gazete faaliyetini tatil edince Istanbula dönerek Yeni Sabaha girdi. Yıllar geçtikçe Is-tanbulun basın muhiti süratle değiştiği, kendisi de şenderece kaçıngan olduğu için, mesleğinin tecrübeli bir rüknü olduğu halde atılgan gençler tarafından gölgede bırakıldığı, hazin bir hakikat olarak gördü. Kardeşlerinin matbuat hayatından çekilmesi için vâki ısrarlarına «Ben mürekkeb kokusundan ayrılamam» diye mukavemet etti ise de bir gün Yeni Sabahtaki vazifesine son verildiğini öğrenince derin bir yeis içinde yalnız meslekten değil İstanbuldan da ayrılarak Ayvalığa,

kardeşinin yanma gitti. Hiç şüphesiz ki bu kıymetli gazeteci horozun inciyi takdiri muamelesine mâruz kalmıştı. Ayvalıkta hastalandı; yine kardeşiyle beraber sessizce ve pek hazindir ki menzul olarak îstanbula döndü. Kardeşi Hüsniye Danişmend Hanımefendi: İstanbul Ansiklopedisine yazdığı mektupta: «Ömrünü, mesleğinin bütün mahrumiyetlerine katlanarak harcadı; onu sâdece siz aradınız» diyor. Senih Muammer Alatur, Türk basın târihinde mesleğin yüz akı olarak kalacak isimdir.

Bibi.: H. Danişmend, Not.

ALAY ÇAVUŞLARI — İstanbulda yapılan büyük esnaf ve ordu alaylarında, alayın tertip ve tanzimi ve binlerce esnafın geçit resminde inzibatı temin etmek üzere Is-tanbuldaki bütün vüzera ve vükelânın alay çavuşları vardı. Alay günleri, üzerine ziller dikilmiş sırmalı kemerlerle süslenmiş kühey-lân atlara binerler, kendileri sırma işlemeli esvaplar giyerek alayın geçeceği yolların iki kenarına dizilirlerdi. Önlerinden geçen esnafın çeşitli güzel sözlerle gönlünü alırlar, onları, alayda gösteregeldikleri hüner ve marifetlerine teşvik ederlerdi.

Bibi.: Evliya Çelebi, I.

ALAYİMAMÎ SOKAĞI — Fatih kazasının Samatya nahiyesinin Canbaziye mahallesi sokaklarındandır; Silivrikapı caddesiyle Ağaçayırı sokağı arasında uzanır; Silivrikapı caddesinden yüründüğüne göre, Meşelimes-cid sokağiyle olan kavşağına kadar ilk kısmı, paket taşı döşeli ve iki araba rahat geçebilecek kadar geniş bir yoldur.

Silivrikapı caddesi kavşağının sol köşesinde bir ahşab ev altında bir mahalle bakkalı, sağ köşede de bu- tatlıcı vardır ki, böyle kenar mahallelerde pek rastlanmaz. Alayima-mı sokağının bu birinci kısmının evleri, mü-tevazi gelirli aile meskenleri olan ahşab yapılardır. Meşelimescid sokağiyle olan kavşağının köşesinde Meşeli Mescid bulunmaktadır. Yine bu noktada Belediyenin bir elektrik sokak feneriyle aydınlatılmıştır. Yolun bundan ötesi kaba taş döşeli bozuktur. Evler de hemen umumiyetle ikişer katlı ve dar gelirli aile meskenleri gibi görünür (Nisan 1946).

Bibi.: REK, Gezi notu.



ALAY KÖŞKÜ

— 582


İSTANBUL

ANSİKLOPEDİSİ

— 58S —

ALAY KÖŞKÜ





ALAY KÖŞKÜ — Topkapi sarayını Bü-yükşehirden ayıran kale duvarlarının, Babıâli karşısındaki dirseği üzerinde güzel bir mermer köşktür ki, İmparatorluk tarihi boyunca zengin hâtıraları vardır.

Üzerindeki kitabeden, (H. 1235) 1819 da ikinci Mahmud devrinde yapıldığı öğreniliyor; bir ahsab yapı olduğu kuvvetle tahmin edilmesi gereken ayni isimdeki köşkün yerine yapıldığı da tarihin aydın bir hakikatidir.

Orduyu hümayun sefere çıkarken ordu esnafının parlak bir alay göstermesi, İmparatorluğun haşmet ve azamet an'anelerinden idi; ordu alayı denilen bu muhteşem resmi geçidi, padişahlar bu köşkten seyrederler ve esnaf ile Büyükşehir halkı, bu vesile ile hükümdarı selâmlamak . fırsatını bulurlardı; köşkün adı buradan gelir, nitekim bir adı da «Selâm Köşkü» dür (B:: Esnaf alayı; Ordu alayı).

Osmanlı İmparatorluğunun sori vakanü-visi Abdürrahman Şeref Bey, merhum, «Tarihi Osmani Encümeni Mecmuası» na yazdığı «Topkapi Sarayı Hümâyunu» adındaki bir makale silsilesinde, Alay



lerine şemşiri tîri kahrü gazeb derkâr kılındı».

Râşid Efendi, yukarıdaki vakanın geçtiği Dördüncü Mehmed devrinde, çocuk sayılacak yaşlarda idi; Dördüncü Mehmed devrinin büyük bir müverrihi; Silâhdar Fındıklılı Mehmed Ağa, bu vakayı kaydederkefi, Haseki Mehmed Paşanın, padişah huzuruna Yalı Köşkünde çıktığını, gazebine uğradıktan sonra kethüdası ve sarrafı ile beraber Bostancı-başı çardağında idam olunduklarını söyler; fakat birkaç satır yukarıda, Alay Köşkünde geçen şu vakayı yazar:

«Mâhi Ramazanın dördüncü salı gününde (H. 1071) sâbika İstanbul kadısı Sad-reddinzâde Ruhullah Efendi ve divanı hümayun kâtiplerinden Beylikçi Vecdî (B.: Vecdî) ve Baki Bey ve Dergâhıâli kapıcıbaşıların-dan Konyaabazası Mehmed Ağa bâzı mugay -yibâtdan haber vermek töhmetiyle Alay Köşkü dahilinde huzuru hümayuna ihzar ve usullerinden istifsar buyurulub, katillerine ve-
Köşkü hakkında şu satırları yazmıştır:

«Soğukçeşme kapısının sol tarafında ve köşede Alay Köşkü mevcuttur. Alay Köşkü sur üzerine mebni ve mermerden mamul ve tarzı mimarîsi zarif bir köşk olup padişâhânı izam Babıâli önünden geçecek olan alayları bu köşkten temasa buyururlarmış. Paşakapı-sının yani Daireı Sadâretin Babıâli tesmiye olunan kapısı köşke nazır olan kapıdır. Köşkün karşısında Mektebi Rüşdiyei Askeriye ittihaz olunan mevkide (1958 de Adlî Tıb) sarayın terziler ocağı bulunurmuş. Telgraf ve Posta Nezareti olmak üzere Soğukçeşme kapısı yanında muahharen inşa olunan kârgir bina, memurin ve (kalem kâtiplerini almadığı) cihetle Alay Köşkünde nazırlar ifâi memuriyet edenlerdi. Alay Köşkü tarihi Osmanimiz-de kesretle zikri geçen bir yadigârdır. Pencerelerinin üzerinde mahkûk kitabesi şudur:

Budur tertibi sâri saltanati Sultan Mahmudun Gelüb erkânını seyrettiği kasri felek dergâh O gündür iydimiz kim bendegâne fer virir gâhi Verâyi revzeninden mihri rehşan veş oallullâh Beraberken bu kasrin irtifai tâki gerdûne Yakin ittirdi rahi dâdhahâne o şâhinsâh Muradi istimai arzıhalidir berâyâmn Sedayı pest ile oldıkça mazlûman adâlethâh Küreyişşeklolup bu reşki kisrâ tâki sultani Yanında Keykubâdın kasrı kaldı köhne bir hargâh Getürsün pîşigâhi kasre pâ bend ile a'dâsın Seri bedhahını Hak eylesün galtidei şehrâh..


Yüklə 5,51 Mb.

Dostları ilə paylaş:
  1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   91




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin