Kelamda iman problemi İmanin tanimi ve kapsami



Yüklə 85,49 Kb.
səhifə1/11
tarix04.01.2022
ölçüsü85,49 Kb.
#57787
  1   2   3   4   5   6   7   8   9   10   11

KELAMDA İMAN PROBLEMİ

  1. İMANIN TANIMI VE KAPSAMI

“Güven içinde bulunmak” anlamındaki emn kökünden gelen iman, sözlük anlamı itibariyle “karşısındakine güven vermek, güvende olmak, bir sözü onaylamak, tasdik etmek, doğrulamak, gönül huzuruyla benimsemek, inanmak” gibi anlamlara gelmektedir. Bu anlamda iman, tereddütsüz, içten ve kesin olarak inanmaktır. Kelimenin kök anlamları dikkate alındığında imanın, güvenliği sağlamak, korkuyu kaldırmak demek olan manasının yanında; kabul ve tasdik ederek benimsemek anlamını da içerdiği görülmektedir.

Kur’an-ı Kerim’de iman kelimesi, lügat anlamlarına uygun olarak, her iki anlamı da kapsamaktadır. Kureyş Suresinde: “…korku içinde iken kendilerine güven veren Allah’a kulluk etsinler.” denilmektedir. Burada iman kelimesinin “güven verme” anlamında kullanıldığını görüyoruz.

Diğer bir ayet-i kerime de Hz. Yusuf’un kardeşleri babalarına: “Sen bize inanmıyorsun.”1 Yani “senin bize güvenin yok, söylediğimizi tasdik etmiyorsun, bizi yalandan uzak tutmuyorsun” diyorlar.

Görüldüğü gibi, iman kelimesinin tasdik anlamı, kök anlamlarından biri olan “güven” anlamına da dayanmaktadır. Kelimenin birinci anlamının güven vermek, korkuyu kaldırmak olduğu düşünülürse, konuşan kimsenin dinleyenin kendisini yalanlamasından ve kabul etmemesinden korkması akla gelecektir. Çünkü dinleyen konuşana inanırsa, onu yalancı olmak korkusundan kurtarmış, ona güven vermiş, söylediği sözde güvenilir bir kimse olduğunu kabul ve tasdik etmiş olur2. Bunun yanında “âmene” fiili “ikrar etmek” ve “iz’an ve kabul” gibi anlamları da içermektedir3.

Istılahî bir terim olarak ise iman; Allah tarafından getirdiği şeylerde Hz. Peygamber’i tasdik etmektir. Başka bir ifadeyle, Hz. Peygamber’in Allah tarafından getirdiği kesin olarak bilinen ve zarurât-ı diniyye denilen İslâmî esasların, hükümlerin ve haberlerin doğru ve gerçek olduğuna tereddütsüz inanmaktır4. Diğer bir tanımla iman, “Allah’tan alıp din adına tebliğ ettiği kesinlik kazanan hususlarda peygamberleri tasdik etmek ve onlara inanmaktır.”5

B. İMANIN HAKİKATİ

İlk dönemlerden itibaren kelamın en canlı tartışma konularından biri olan imanın hakikati problemi etrafında çok farklı fikirler ve yaklaşımlar ortaya çıkmıştır. İmanın hakikatinin ne olduğuna dair kabuller, düşünce ekollerinin birçok konudaki yaklaşımına temel oluşturmuştur. Her bir ekolün iman tanımı ve imanın mahiyetine ilişkin fikirleri, iman-amel ilişkisi, imanın artması-eksilmesi, imanda istisna, büyük günah gibi pek çok konudaki görüşlerinin belirmesinde oldukça önemli bir etkiye sahip olmuştur. İmanın hakikati ve mahiyeti konusunda ortaya çıkan anlayışları farklı şekillerde ele almak mümkündür. Biz bu görüşleri beş başlık altında incelemye çalışacağız.


  1. İman Kalbin Tasdikidir

Ehl-i Sünnet’in büyük bir çoğunluğu imanı sadece kalbin tasdikidir şeklinde değerlendirmişlerdir. Başta İmam-ı Âzam olmak üzere Mâtürîdî, Eş’ârî, Bâkıllânî, Ebu’l-Muin Nesefî, Cüveyni, Gazalî, Şehristani, Fahreddin Razi, Amidi gibi kelamcılar imanı; “Allah’a ve rasulüne ve onun Allah’tan getirdiğini söylediği şeylerin kesin ve doğru olduğuna kalpten inanmak ve tasdik etmek” şeklinde tanımlamaktadırlar. İmanı tasdikten ibaret gören anlayışa göre, dil ile imanın ikrar edilmesi sadece dünyevi ahkamın tatbik edilmesi için gereklidir. Bu durumda ikrar, hiçbir şekilde imanın şartı olarak kabul edilmez. Hem nakil hem de akıl yoluyla sabit olmuştur ki, imanın gerçekleşmesi için tek şart kalp ile tasdiktir6. İmanı kalbin tasdikinden ibaret görenlerin kendi görüşlerini temellendirmek üzere delil getirdikleri ayetlerden bazıları şunlardır:

Ey Muhammed! Bedevîler: ‘Biz iman ettik’ dediler. De ki! ‘İnanmadınız ama İslâm (Müslüman) olduk deyin. İman henüz kalplerinize yerleşmedi. Şayet Allah’a ve peygamberine itaat ederseniz Allah işlediklerinizden bir şey eksiltmez.”7

Ayet-i kerime bize inanmanın kalple ilgili olduğunu, dil ile söylenen inancın kalbe yerleşmesi gerektiğini söylemektedir. Sadece “iman ettim” demek suretiyle inanmanın olmayacağı, imanın kalbe yerleşmesinin zorunlu olduğu açıkça anlaşılmaktadır. Bundan başka imanın yerinin kalp olduğunu gösteren pek çok ayet-i kerime vardır. Bunlardan bazılarının meali şu şekildedir:

Ey peygamber! Kalpleri iman etmediği halde, ağızlarıyla inandık diyenler ve Yahudilerden küfür içinde koşanlar seni üzmesin.”8

Allah kimi doğru yola iletmek isterse onun kalbini İslâm’a açar.”9

Kalbi imanla dolu olduğu halde inkâra zorlanan kişi hariç, kim iman ettikten sonra Allah’ı inkâr ederse ve kim kalbini kâfirliğe açarsa işte Allah’ın gazabı bunlaradır. Onlar için büyük bir azap vardır.”10

Son ayet-i kerimenin nüzul sebebi de imanın yerinin kalp olduğunu göstermektedir. Kureyş Müşriklerinin ağır baskı ve tehditlerine dayanamayan Ammar b. Yâsir, kalbiyle inandığı halde inanmadığını, Hz. Muhammed’in dininden çıktığını söylemiş, bunun üzerine bu ayet ile Ammar’ın gerçekte mümin olduğu belirtilmiştir. Öyleyse, kalbin ifadesi olmamak şartıyla dille sarfedilen inkâr söylemleri sahipleri için küfür sebebi kılınmamıştır.

Görüldüğü üzere imanın esası inanılacak şeyleri kalbin tasdik etmesidir. Bu durumda, bir kimse kalbiyle inanmadığı halde diliyle inandığını söylediğinde gerçek anlamda mümin sayılmadığı gibi, kalbiyle tasdik ettiği halde dilsizlik gibi sebeplerle bunu ifade edemeyen ya da inandığı halde tehdit altında bunu diliyle inkâr eden kimse mümin sayılmaktadır.

Kalpteki inancın dil ile söylenip açığa vurulması, kişinin bu dünyada söz ve ikrarına göre davranılmasına sebep olacağı için önemlidir. Dolayısıyla imanın yeri kalptir ve kalpte bulunan inancın dil ile ifade edilmesi imanın bir parçası değil, adeta onun dünyevi şartıdır.

İmanın yerinin kalp olduğu, naklî delillerin yanında aklî delillerle de ispatlabilir. Mâtüridî, önce imanın “tasdik” anlamından hareketle imanın yerinin kalp olduğunu ispatlamaya çalışmaktadır. Ona göre, kök manası bakımından iman tasdik demektir. Tasdikin baskı ve cdebir altında tutulamayan mahiyeti ise kalpte bulunan tarafıdır. Çünkü imanın bu noktasına herhangi bir yaratığın tahakkümü nüfuz edemez. Meselenin özü şudur ki, kişinin dilsiz olması imkan dâhilindedir. Dilsizliği dolayısıyla bu kişinin hak dini benimseyişi, Allah’a ve peygamberlere olan imanı inkâr edilemez. Şu halde imanın gerçekleştiği yerin kalp olduğu kendiliğinden kanıtlanmış olmaktadır11.

İmanın yerinin kalp olduğu ortaya konulduktan sonra, inandığını söyleyen ya da mümin olduğunu gösteren davranışlar sergileyen birine hiç kimsenin “hayır gerçekte sen mümin değilsin” deme yetkisi yoktur. Aksini söylemedikçe o Müslüman olarak tanınır ve Müslüman muamelesi görür. Zira kalplerdekini ancak Allah bilir.


  1. İman Sadece Dilin İkrarıdır

İman eden kimsenin kendisini değil, diğerleri açısından nasıl göründüğünü esas alan bu yaklaşım, imanı sadece dilin ikrar etmesinden ibaret görür. Muhammed b. Kerrâm ve taraftarlarınca benimsenen bu görüşe göre, iman kalbin değil dilin ikrarı ve tasdikidir; kalp ile bilmek iman olmadığı gibi, dil ile ikrarın dışında hiçbir şey de iman değildir12.

  1. İman Kalp İle Tasdik ve Dil İle İkrardır

Ebu’l-Yusr Pezdevî ve Serahsî gibi bazı sünni kelamcılar imamın; kalp ile tasdik ve dil ile ikrar olmak üzere iki rüknünden bahsederler. Sözü edilen kelamcılara göre, bu iki rükünden biri olmazsa iman gerçekleşmez. Çünkü bir kimsye mümin diyebilmemiz onun ikrarına bağlıdır13.

  1. İman, kalp İle Tasdik, Dil İle İkrar ve Beden İle Ameldir

Hariciler, Mu’tezile ve Zeydiyye imanın; kalp ile tasdik, dil ile ikrar ve beden ile amel olmak üzer üç şartı olduğunu iddia ederler. Bu anlayış ameli imanın bir parçası olarak gördüğü için ameli terk eden kişiyi imansızlıkla nitelendiriler.

Ameli imandan bir cüz kabul eden Mu’tezile, bu iddiasını kanıtlamak için Nisa Suresinin 93. Ayetini delil olarak getirir: “Kim bir mümini kasten öldürürse cezası, içinde temelli kalacağı cehennemdir. Allah ona gazap etmiş, lanetlemiş ve büyük bir azap hazırlamıştır.” Mu’tezile bu ayete dayanarak kasten adam öldüren kişi imandan çıkar demiştir.

Ehl-i Sünnet ise bu ayeti, “kim mümini öldürmeyi helal görürek öldürürse” veya “kim bir mümini imanından dolayı öldürürse” şeklinde yorumlamıştır.


  1. İman Kalbin Marifetidir

Cehm b. Safvan ve onun görüşünü benimseyenler, imanı kalbin biilmesi olarak tanımlamaktadırlar. Cehm b. Safvan’a göre iman, kalbin marifetinden ibaret olup, tasdik olmaksızın Allah’ı ve Hz. Peygamber’in haber verdiği şeyleri kalben bilmektir.

İmanın mahiyetine ilişkin bu anlayış çok da tutarlı görünmemektedir. Çünkü marifet ve tasdik arasında önemli farklıklar söz konusudur. Marifet, ne suretle olursa olsun kalpte meydana gelen bilgi olarak nitelendirilirken; tasdik kalpte bir tercih ve dileme sonucu oluşan bir kanaat olarak nitelendirilmektedir. Kısacası tasdikte bir dileme ve tercih söz konusu iken marifet böyle değildir14.

C. İMAN SINIFLANDIRMALARI


Yüklə 85,49 Kb.

Dostları ilə paylaş:
  1   2   3   4   5   6   7   8   9   10   11




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin