GİRÎS
Öğrenmek istenen herhangi bir ilmin ihtiva ettiği esas ines'e-leleri incelemeye başlamadan önce, evvelâ o ilmin tarifini, mevzuu-nun ve mes'elelerinin ne olduğunu, faydasını, gayesini ve diğer ilimler arasındaki yerini bilmek ve Öğrenmek gerekir. Aksi halde insan, nasıl olduğunu bilmediği meçhul bir şeye yönelmek ve onu arzulamak gibi doğru ve mâkul olmayan bir duruma düşer. O halde, her şeyden önce, o ilmin tarifim, mevzuunu ve mes'elelerini öğrenmek, fayda, gaye ve mertebesi hakkında fikir edinmek en tabiî bir yoldur. Esas mes'elelerden önce bunları öğrenmek, insana çok şeyler kazandırır. Meselâ :
i Kelâm ilminin tarifini yapmak, mevzuunu bilmek ve temas ettiği mes'eleleri Öğrenmek, bu ilim hakkında insana toplu bir fikir Verir. Onu diğer ilimlerden ayırır ve bizi bilinmeyen bir şeye yönelmek gibi mâkul ve makbul olmayan halden ve gözü kapalı durumdan kurtarır. Nasıl bir ilimle meşgul olacağımızı öğretir.
Fayda ve gayesini bilmek, diğer ilimler arasındaki yerini, derece ve mertebesini öğrenmek ise; bizi bu ilmi elde etmeğe teşvik eder, ona ilgimizi ve önem vermemizi sağlar, bu ilmi niçin tahsil etmemiz gerektiğinin sırrını öğretir, nasıl bir sonuca varacağımızı anlatır.
Bu bakımdan, yukarıda sözü geçen hususlar, her ilimde incelenip ön plânda anlatılan bir «Mukaddime» yani «Giriş» olarak kabul edilmiştir 19
Bu sebeple, biz de burada aynı metodu takip edecek, daha sonra, îlm-i Kelâma niçin bu isim verildiğini ve nasıl doğup geliştiğini beyan edeceğiz. 20
1- Kelâm İlminin Tarifi
Kelâm ilmi; incelediği ana konular, veya hedef olarak tayin olunan (ve seçilen) gayesi itibariyle olmak üzere, iki türlü tarif olunur. Bu tarifler yardımıyla insan. Kelâm ilmi hakkında toplu bir bilgi edinir ve nasıl bir ilimle meşgul olacağını öğrenir. Aynı zamanda bu ilim-, tarifi ve kendine mahsus özellikleriyle diğer ilimlerden az çok ayrılmış (temayüz etmiş) olur.
îşte bu sebebden; «tarif'in, diğer hususlardan Önce incelenmek üzere başa alınması, Kelâm bilginleri arasında gerekli görülmüş ve âdet haline gelmiştir.
a) Kelâm İlminin, Mevzuu İtibariyle Tarifi :
«Kelâm ilmi; Allahu Teâlâ'nın Yüce Zâtından, ilâhî Sıfatlarından, Peygamberlerden ve Peygamberlikle ilgili mes'elelerden ve mebde' (başlangıç) ve meâd (son buluş ve dönüş) itibariyle varlıkların (kâinattaki yaratıkların) hallerinden İslâm kanun ve esaslarına göre bahseden bir ilimdir.»
Görüldüğü üzere bu tarif vasıtasıyla Kelâm ilminin ne gibi mes'elelerle uğraştığı ve bize neler öğreteceği hususunda toplu bir fikir sahibi olduk. Böylece mutlak bir meçhule (bilinmeyene) yönelmekten kurtulduk. Aynı zamanda, tarifin ihtiva ettiği «fasıl» hükmünde olan kayıtlarla, bu ilmi, diğer ilimlerden ve Felsefeden ayıran özellikler hakkında ilk bilgiyi elde ettik. Bu bilgi yardımı ile, Kelâm ilminin tetkik sahasına girenleri ve bu saha dışında ka-îanlan tasavvur edip anlayabilme imkânını bulduk.
Şimdi bu tarifi ve bahsettiğimiz özellikleri kısaca açıklayalım :
Bu tarife göre, metafizikten (yani tabiat Ötesinden) bahseden ilahiyat Felsefesi ile, Kelâm İlmi'nin konuları arasında bir benzeyiş göze çarpmaktadır. Çünkü İlahiyat Felsefesi de Kelâm îlmi gibi, Cenab-ı Hakk'm Zât ve Sıfatlarından bahseder. Bundan başka, «Müsbet ilimler» dediğimiz Fizik, Kimya, Matematik ve Biyoloji gibi ilimler de, Kelâm ilmi gibi, kâinatta mevcut olan eşyanın hallerinden bahsetmektedir.
Ancak Ilm-i Kelâm; felsefeden de, müsbet ilimlerden de, metod ve gaye bakımından tamamiyle ayrılır. Bu ayrılığa, tarifteki «Mebde' (başlangıç) ve Meâd (son buluş) itibariyle» ve «İslâm kanun ve esaslarına göre» kayıtları işaret etmektedir.
Kelâm îlmi, birinci kayıtla müsbet ilimlerden, ikinci kayıtla da felsefeden ayrılmaktadır. Çünkü :
Kelâm ilmi; varlıkların hallerinden «Mebde' ve Meâd itibariyle» bahseder. Yani kâinatın başlangıcını ve sonunu, nereden geldiğini ve nereye gideceğini araştırır. Görülen ve görülmeyen varlıkların neden ve niçin var edildiğini, var eden Yaratıcının kim olduğunu, hayatın son bulması ile nereye gidileceğini, ikinci bir hayat varsa (ki vardır), oraya nasıl vs niçin dönüleceğini inceler. Bu hususları hükme bağlar. Bu hükümlerin mümkün olduğunu akıl yoluyla ve vahyin yardımıyla «İslâm kanun ve esaslarına göre», yani Kitap ve Sünnet ile sabit olan dînî esaslara uygun olarak inceler. Bu incelemeler esnasındaki gayesi, dînî inançları ortaya koymak, onları korumak ve savunmaktır.
Müsbet ilimler ise, kâinattaki varlıkları, başlangıçlarının ne olduğu ve sonuçlarının ne olacağı bakımından incelemez. Görülen ve hissedilen hâdiseleri ve birbiri arasındaki ilişkileri, müşâhade (gözlem) ve tecrübe (deney) yolu ile inceleyerek, tâbi oldukları ve bağlı bulundukları kanunları keşfe çalışır. Bir şeyi incelerken daima, «Nasıl oluyor?» sualine, onu tecrübeye tâbi tutarak cevap vermeğe çalışır. Her şeyi gözlem ve deney yoluyla tahlil edip, inceler. Elde ettiği neticeye göre, değişmeyen nisbetleri gösteren kanunlar bulup koyar. Gözlem ve deney yoluyla inceleyemediği konuları kendi sahası dışında sayar.
Eşyanın aslını, var edilmekteki gayesi, «mebde' ve meâdmı» (yani başlangıç ve son buluşunu), her şeyin neden ve niçinlerini ise, Felsefe ve Kelâm ilmine bırakır.
Müsbet ilmin çalışmalarının gayesi ise; elde ettiği bu tabiî kanunlar vasıtasıyla; yeni yeni keşifler yapmak ve böylece insanlığın ilerlemesine ve maddî yönden refahına hizmet etmektir. Bu yönden müsbet ilimler, hem metod, hem de gaye bakımından Kelâm ilmi'n-den ayrılmaktadır. TarifdeM «Mebde* ve Meâd itibariyle» kaydı, bu ayrılığa işarettir.
Tarifdeki «İslâm kanun ve esaslarına göre» kaydı da, Kelâm İlmini İlahiyat Felsefesinden ayırmakta ve ikincinin konuları da, İlm-i Kelâm'ın inceleme sahası dışında kalmaktadır.
Evet, her ikisi de hemen hemen aynı konularla meşgul olmakta, Hak Teâlâ'nm Zât ve Sıfatlarından ve varlıkların hallerinden «Mebde' ve Meâd» itibariyle bahsetmektedir.
Fakat Kelâm ilmi bu konuları, vahiy yoluyla sabit olan ve kesinleşen. İslâm kanununa göre inceler. Kesin olarak bilinen ve dinde zarurî sayılan Islâmî esaslara uymayı bir prensip olarak kabullenir. Aklı hatadan vahiy ile muhafaza eder. Metodu budur. Bu sebeple, vardığı neticeler, daima İslâm kanununa ve dînî esaslara uyar. Gayesi ise, dînî inançları delillerle isbat ve onu dâima savunmak ve korumaktır.
Haîbuki Felsefe; akıldan başka bir esasa tâbi olmaz. Her şeyi daima akıl esaslarına uygun olarak inceler. Vardığı neticenin, yalnız aklî esaslara ve aklî kanunlara uymasına dikkat eder. Islâmî esaslara uygun olup olmadığına bakmaz. Bu sebeple, felsefî mes'e-leler ve sonuçlar dînî esaslara *bazan aykırı olduğu halde, Kelâm ilmi'nin vardığı neticeler; dînî esaslara, Kitap ve Sünnetle sabit olan kesin hükümlere dâima uygundur. Bundan başka, llnı-i Kelâmın gayesi, akideyi isbat ve onu korumak olduğu halde, Felsefenin gayesi, bir şeyin aslını bulmak, hakikatına —akıl yoluyla— ulaşmaktır 21
Görülüyor ki her ikisinin de konusu hemen hemen aynı olduğu halde, birbirinden metod ve gaye bakımından ayrılmaktadır. Tarifdeki «İslâm nizam ve esaslarına göre» kaydıyla, İlahiyat felsefesi de Kelâm ilmi'nin sahası dışında kalmıştır.
İşte böylece, yukarıdaki tarif bize yalnız Kelâm ilmi hakkında toplu bir bilgi vermiş ve onu diğer ilmilerden ayırmıştır.
b) Kelâm İlmînin Gayesi İtibariyle Tarifi :
«Kelâm ilmi, hüccetleri (yani kesinlik ifade eden delilleri) beyân ederek, şüpheleri ortadan kaldırmak suretiyle, dînî akideleri isbât hususunda insanı daima tam bir kudret sahibi yapan bir ilimdir.» 22
Buradaki dînî akideden maksat, Kitap ve Sünnet ile bildirilen Islâmî inançlardır. Kelâm ilmi, bu dînî inançları, bazan aklî, bazan naklî, çok defa da hem aklî, hem de naklî kesin delillerle isbat eder. Şüpheleri ortadan kaldırmak veya hasmı ilzam etmek, yani susturmak suretiyle dînî akîdeleri korur ve onları naklî ve aklî delillerle isbat ederek savunur 23
2 - Kelâm İlminin Mevzuu
Her ilmin olduğu gibi, Kelâm ilminin de kendine mahsus müstakil bir konusu vardır. Bir ilmin tarifini yaptıktan sonra, herşey-den önce o ilmin mevzuunun ne olduğunu bilmek gerekir. Çünkü ilimler, mevzularma göre ayrılırlar ve biribirlerinden mevzulanyla temayüz ederek seçilir ve ayrı ayrı birer ilim haline gelirler. Mevzuların ayrılığı, çeşitli ilimleri kolayca anlayıp öğrenmeye yardım eder. Çünkü, incelenecek eşyanın çokluğu, vasıflarının çeşitliliği ve eşyalar arasındaki olay ve nisbetlerin karışıklığı, onları toplu olarak anlayıp kavramayı son derece güçleştirmiştir. Bu sebeple; birbirine benzeyen, aralarında genel münasebet ve alâka bulunan şeylerle ilgili, mes'eleler toplanarak, diğerlerinden ayrılmış ve müstakil bir ilim haline getirilmiştir. İlimleri mevzularma göre ayırmak işte bu zaruretten doğmuştur.
Hülâsa : «Birbiriyle ilgili şeylerle ilişkisi (taalluku) olan meselelerin ana konulan, o ilmin mevzuunu teşkil eder. Allah (c.c), Kur'ân, Peygamber ve Âhiret gibi 24 Bu ana konuların herbiri ile ilgili itikad mes'eleleri vardır 25
Bu münasebetle şu hususu belirtmek isteriz :
Bir ilmin, tarifi vasıtasıyla diğer ilimlerden temayüz ederek seçilmesi, o ilmi müstakil' bir ilim olarak diğerlerinden ayırması bakımındandır. -Mevzuu vasıtasıyla diğer ilimlerden ayrılıp seçilmesi ise, birinci derecede o ilmin ihtiva ettiği bilgiler bakımındandır. Yani mevzu ile, evvelâ o ilmin ihtiva ettiği malûmat temayüz ederek ortaya çıkar, daha sonra da bu temayüze tâbi olarak o ilim diğerlerinden ayrılır. Bu farklılık, tarif vasıtasıyla elde edilen temayüzden (yani seçilmeden) daha kuvvetli ve açık olduğundan, bilginler arasında «ilimler, mevzulanyla temayüz eder» sözü meşhur olmuştur 26
Mutlak mevzu hakkında verdiğimiz bu bilgilerden sonra, Kelâm ilminin mevzuunu (konusunu) açıklamaya geçebiliriz. Bu konuda üç görüş meşhurdur :
1- Kudemâya (yani önceki âlimlere) ve Müteahhirin (sonraki âlimler)'den Kâzı Ermevi'ye göre İlm-i Kelâm'ın mevzuu :
«AHahu Teâlâ'nm Zâtı ve Sıfatlarıdır.» i
Çünkü bu ilimde : Allah'ın Zâtından, Subûtî ve Selbî Sıfatlarından, dünyayı yaratması ve ölüleri diriltmesi gibi fiillerden, Peygamber göndermesi, ceza ve mükâfat vermesi gibi hükümlerinden bahsolunur. Bu hususlarda inanılması gereken dînî akîde isbat vb müdafaa olunur. O halde, Kelâm İlmi'nin ana mevzuu; Allah'ın Yüce Zâtı ve Sıfatlarıdır.
2- ikinci fikir, Müteahhirinden olan îmâm-ı Gazâiî ve ona
uyan Kelâm bilginlerinin görüşüdür. Bunlara göre Kelâm ilminin mevzuu : , .
«Mevcut Olması İtibariyle Her Mevcuttur.»
Yani Kelâm ilmi, var olan her şeyden şu veya bu keyfiyeti ve hususiyeti bakımından değil, yalnız mevcut olması bakımından îs-îâmî esaslara göre bahseder. Böylece Kelâm ilminin mevzuu genişletilerek, diğer ilimlere muhtaç olmaktan kurtarılmıştır.
3- Daha sonra gelen ve «Müteahhirûn» adıyla anılan Kelâm bilginleri, ikinci görüşü de kâfi görmiyerek, Kelâm ilminin mevzuunu daha fazla genişletmişlerdir. Bunlara göre :
«islâm akaidinin işba tın a sebep veya vasıta olan her malum (yani her bilinen şey), Kelâm ilminin mevzuunu teşkil eder.»
Yani îslâmî inançları isbata yakından veya uzaktan —bilfiil ve bilvasıta— sebep olan ve bilinmek sânından sayılan her şey... Evet Kelâm ilminde malum olan (bilinen) her şeyin hallerinden bahsolunur. Bu malûmat kendisine isnat olunan şey (mahmul) ile, ya doğrudan doğruya dînî bir akideyi teşkil eder : «Allah birdir», «Hz. Muhammed (S.A.V.) Allah'ın Resulüdür» gibi...
Veya dînî akidenin isbâtma vesile olan bir kaziyye (önerme) Lerdir. Cenâb-ı Hakk'm isbatına vesile olan, «Bu âlem hadistir», önermesi gibi.-.
Malûm, mevcut olan şeylere delâlet ettiği gibi, hariçte mevcut olmayan, delil, kıyas ve bunlara arız olan hallere de şâmil olduğundan, Kelâm ilmine de mevzu olarak kabul edilmiş, böylece îslâmî ilimlerin en yükseği ve en şereflisi olarak kabul edilen Kelâm ilminin, dinin esası olan akaidi İsbat esnasında diğer ilimlere. Mantık ve Felsefeye muhtaç olması önlenmiştir 27
Kelâm ilminin mevzuu hakkındaki bu görüş ayrılıkları, daha çok zamanla gelişen ilimlerin doğurduğu ihtiyaç sebebiyle meydana gelmiştir. 28
3 - Kelâm İlminin Mesâilî (Meseleleri)
Her mevzu ile ilgili bir takım zatî arazlar, ona isnat olunan sı-fat'ar vardır. Herhangi bir mevzua mahsus olan bu çeşitli sıfatlar, o mevzua hamlolununca, muayyen bir hüküm ifade eden birçok ka-ziyyeler (önermeler) elde edilir. İşte bu kaziyyeler. o mevzu ile ilgili mes'elelerdir.
Meselâ; «Allah», «Peygamber» ve «Kur'an», Kelâm ilminin mevzularındandır. Bu mevzuların herbirine mahsus zâti sıfatlar (arazlar) vardır. Bu zâtı sıfatların o mevzulara hamlolmasıyla; «Allah birdir», «Allah ezelî ve ebedîdir», «Allah her şeyin yaratıcısıdır», «Peygamber Allah Elçisidir», «Peygamber her sözünde sâdıktır», «Kur'an Allah kelâmıdır», «Kur'an en büyük mucizedir»... gibi çeşitli kaziyyeler elde edilir ki; bunlarla ve diğer mevzularla ilgili olan ve herbiri birer hüküm ifade eden buna benzer birçok kaziyyeler, Kelâm ilminin mes'elelerini teşkil eder.
O halde her ilimde, o ilmin mevzuunu teşkil eden ve birbiriyle 'ilgili konularla yakın ilişkisi bulunan zatî arazlar (sıfatlar) vardır ki, bunlar, o ilmin meselelerini meydana getirir.
Herhangi bir ilmi öğrenmek isteyen kimseye, —ilmi tetkik ve tahlile geçmeden önce— o ilmin meselelerinin ne olduğu hakkında toplu bir fikir vermenin sebebi; o kimseyi uyarmak ve öğrenmek istediği şeylere karşı daha basiretli, şuurlu ve anlayışlı olmasını temin etmektir.
Her ilmin mesaili, o ilmin aslî maksatları (Makasıd-i asliyyesi) dir. Bunlar o ilmin hakikatim teşkil ederler. Bir de, «Mebâdî» denilen ilk esaslar vardır ki, bunlar, bizi aslî maksatlara (hedeflere) ulaştıran vesileler olup, ilmin hakikatmdan hariçtir. Ancak, aslî maksatlar; bu prensiplere şiddetle muhtaç bulunduğundan, mebâdî yani ilk esaslar da, o ilimden bir cüz sayılabilir 29
Kelâm ilminin mesaili de : «Bu ilmin hakikatim teşidl eden aslî maksatlar (hedef ve gayeler)*Ia, bu maksatlara varmak içtik birer başlangıç olan mebâdî (ilkeler ve ilk esaslar) dir.»
Bu mes'eleler, ya dînî bîr akîde (inanç), veya bu inancı isbâta vesile olan nazarî bir hüküm, yani nazarî bir kaziyye (önerme)'dir 30
Meselâ : «Allah birdir», «Allah, vâcibi'l-vücuttur», «Allah bu âlemin yaratıcısıdır», «Allah din gününün sahibidir». «Hz. Muham-med (S.A.V.) Allah'ın kulu ve Resulüdür», «Kur'ân'a ve bütün Mukaddes Kitaplara inanmak her müslüman için farzdır». «Ölümden sonra diriltmek haktır ve İslâm'da îmânın bir şartıdır»... gibi dînî akîdeler, Kelâm ilminin mes'elelerini teşkil eden aslî maksatlar ve aslî hedeflerdir.
«Âlem hadistir», «Hadis olan her şey değişiklik halindedir»,. «Her cisim arazdan hâli değildir», «Her eserin bir müessiri vardır» gibi kaziyyeler ise, dînî bir akideyi isbata vesile olan bir mebde (esas) ve nazarî bir hükümdür.
Kelâm ilminin mesailini teşkil eden bu hükümlerin «nazarî» olması kaydı, umumiyet itibariyle ve ekseriyete göredir. Çünkü ba-zan bu hüküm, istidlale (isbatlamaya). muhtaç olmayan bir sezgi de olabilir.
Kelâm ilmi, dînî ilimlerin en yükseği olup, bütün şer'î ilimlerin reisi mevkiindedir. Çünkü en şerefli ve en- yüce varlık olan Allahu Teâlâ ve Mukaddes Sıfatları bilinip isbât edilmeden, Nübüvvet (Peygamberlik)'in mahiyet ve lüzumu anlaşılmadan dînî hiçbir ilim söz konusu dahi olamaz. Bu sebeple ,bütün dînî ilimler, Kelâm ilmine muhtaçtır. O halde böyle bir ilmin hiçbir mes'elesi, kendine muhtaç olan diğer ilimlerde beyân olunamaz. Bu ilim, dînî bir akideyi isbat esnasında hiçbir ilmin ilkelerine muhtaç duruma düşemez. tşte bu düşünce ile Kelâm bilginleri, bu ilmin, başka hiçbir ilme muhtaç olmasına razı olmamışlar ve dînî inançları isbata vesile olan bütün nazarî ve mantıkî konuları bu ilmin mesaili arasına almışlardır. Bu gibi mes'eleler böylece, Kelâm ilminin mebâdüni, yani dînî akideyi isbata vesile olan ilkelerini teşkil etmiştir 31
Bu ilke ve esaslar aslî maksat ve hedefleri teşkil eden dînî inançlar gibi daima sabit olmayıp, metod bakımından zamanla ve asrın idrak ve ihtiyaçlarına göre değişebilir. Yeni yeni ilmî esaslar ve me-todlar bulunup, dînî bir akideyi isbatta faydanılabilir. 32
4 - Kelâm İlminin Fayda Ve Gayesi
Her ilmin kendine göre bir faydası ve hedef edindiği bir gayesi vardır. Bunları bilmek, kısanı o ilmi Öğrenmeye daha fazla teşvik eder. Elde edeceği faydanın önemine göre o ilme olan rağbet, dikkat ve ihtimamım arttırır. Aksi halde, böyle bir işe başlaması dahi tasavvur edilemez. Şayet bu husustaki bilgisi yanlış olursa, başka bir neticeye varacağından, belki bu netice, maksadına uygun olmaz ve bu yolda yaptığı çalışma abes (yersiz) sayılır. O halde, bir ilmi tetkike başlamadan önce, o ilmin gayesini ve ondan elde edilecek faydayı bilmek gerekir.
Kelâm ilminin gayesi pek yüksek, faydası çok ve mühimdir. Bunlar, çeşitli cihetlere göre şöylece özetlenebilir :
1- Bu ilmi iyi bilen bir kimse, her şeyden önce, kuvvetli bir görüşe, üstün bir mantığa ve burhana (kesin delillere) sahip olur. Bu sayede; taklitten (başkalarına bakarak inanmak durumundan), her inancın sebeplerini ve kuvvetli delillerini öğrenerek, tahkik ve yakın derecesine ulaşır.
2 - Bu fayda, Kelâm ilmini bilmeyenlere nazarandır. Çünkü bu gibilerden doğru yolu arayan kimselere, îtikad mes'elelerini ve delillerini güzelce öğreterek onları irşâd eder, aydınlatır. Görüşünde inat edenleri de kuvvetli deliller serdederek ilzam edip susturur.
3- Bu fayda, İslâm'ın esasına, temel prensiplerine bakılarak tesbit edilmiştir. Çünkü Kelâm İlmi, dinin esasını teşkil eden akideleri, bâtıl yola giden sapıkların ileri sürdüğü şüphelerle sarsılmaktan korur.
4- Bu fayda ise, Islâmî ilimlere kıyasladır. Zira bütün dînî ilimler, Kelâm ilmine istinad eder. Çünkü, âlim ve kaadir olan, kâinatı yaratan, bütün insanlara ilâhî kitaplar ve peygamberler gönderen Allahu Teâlâ'nın varlığı bu ilim vasıtasıyla isbat ediliner den, Tefsir, Hadis, Fıkıh ve Usulü Fıkıh gibi Islâmî ilimlerin vücûda gelmesine imkân yoktur.
5- Yapılan ameller niyete göredir. Niyetin sağlamlığı ve kuvvetli ise, îman ve inanç kuvvetiyle olur. O halde, kuvvetli itikad niyeti ve sonuç olarak ameli kuvvetlendirir. Amel ile ilgili olan bu fayda da, Kelâm ilmini iyi Öğrenerek kuvvetli ve sağlam bir inanç sahibi olmakla elde edilir.
Bütün bunlardan gaye ve elde edilen en büyük fayda ise, kuvvetli akîde ve güzel ameller sayesinde, dünya ve âhiretle ilgili vazifeleri tam olarak yerine getirmek, böylece her iki dünyada huzur ve saadete ermektir 33 Bu güzel netice ise, arzuların en büyüğü ve gayelerin en yükseğidir. O halde, her iki dünyada da saadeti temin etmek, Kelâm ilmi'nin bir gayesi ise de, asıl gaye; delilleri gözler önüne sermek ve şüpheleri yok etmek suretiyle dînî inançları isbat etmek ve onları korumaktır. 34
5- Kelâm İlminin Mertebesi
Bir ilmin diğer ilimlere nazaran mertebesini bilmek; insana o ilmin kıymetini, diğer ilimler arasındaki yerini, şeref derecesini öğretir ve o ilmin hakkını tam olarak eda etmeyi temin eder.
Bir ilmin şeref ve derecesi ise; mevzuunun genelliği ve yüceliği, gayesinin yüksekliği ve delillerinin kuvvetiyle mütenasiptir.
Kelâm ilmi; mevzu, gaye ve delil itibariyle bütün ilimlerden üstündür. Çünkü mevzuu; her şeye delâlet eden «Malum» olması bakımından en geniş, Yüce Allah'ın Zât ve Sıfatlarından önemle bah-[ setmesi itibariyle en şerefli mevzudur.
Gayesi; her iki dünyada huzur ve saadeti temin etmesi bakı-' mından en şerefli gayedir.
Delilleri; kesinlik ifade eden ve nakille (vahiyle) tasdik ve te-yid edilen aklî burhanlar 35 olması yönünden en kuvvetli delildir.
İşte böyle olduğu için Kelâm ilmi, bütün ilimlerin en şereflisi, dînî ilimlerin de reisi sayılmıştır. Çünkü bütün şeref derecelerim kapsamıştır 36
6 -Kelâm İlmi Denmesinin Sebepleri
Bu ilmin birçok isimleri vardır. Bunları kısaca açıklayacak, sonra niçin «Kelâm ilmi» adı verildiğini beyan edeceğiz.
1- Fıkh-ı Ekber : Çünkü akîdesiz amel olamıyacağı için, amel ile ilgili olan dînî ve fer'î hükümlerden bahseden ilme «Fıkıh dendiği gibi, akîde ve îman ile ilgili olan dînî aslî hükümlerden bahseden ilme de, «En büyük fıkıh» mânâsına gelen «Fıkh-ı Ekber» denmiştir.
2- İlmi-i Usûlu'd - Din : Çünkü bu ilim, dinin esasını teşkil eden akîde ve inançlardan bahseder. Bu yönden, «Dinin Usulü ilmi» adı verilmiştir.
3- Akâid : Çünkü bu ilim îslâm Dini'nin temelini teşkil eden akideden, dînî inançlardan bahseder.
4- İlmi Tevhîd ve Sıfat : Çünkü bu ilimde esas gaye; Allah'ın birliğini ispat ederek tevhîd akidesini gönüllere yerleştirmek ve Yüce Allah'ın mukaddes sıfatlarını öğretmektir. Bu sebeple, en meşhur cüz'ü ile isimlendirilmiştir.
5- llm-i Kelâm :
Bu isimle adlandırılmasının sebepleri şöylece özetlenebilir :
a) Bu ilmin incelediği mes'elelerin en meşhuru; Ehli- Sünnet ile, Mu'tezile arasında büyük ihtilâf ve mücadele mevzuu olan «Ke-lâmııllah» (Kur'ân'm mahlûk olup olmadığı) bahsidir. Bu sebeple, en meşhur konusu olan «Kelâm» adıyla isimlenmiş ve böylece şöhret bulmuştur.
b) Önce gelen âlimler, her bahsin başında; «El-Kelâmu fi...» diye başladıkları için, zamanla bu ilmin hepsine birden, «Kelâm ilmi» denmiştir.
c) Diğer ilimler, okumak ve düşünmekle tahsil edildiği halde, bu ilim aynı zamanda çok sözle, münakaşa ve karşılıklı kelâm ile, yani söz söylemekle elde edildiğinden bu isimle adlandırılmıştır.
d) Delilleri çok kuvvetli olduğundan; «Söz (Kelâm), yalnız bu ilmin sözüdür. Hasmının sözü (kelâm) değildir» mânâsına işaret etmek için «Kelâm ilmi» denmiştir.
e) Nasıl ki; Mantık, aklî ve felsefî konularda insana söz söyleme kudreti, verir, Kelâm ilmi de dînî ve şer'î bahislerde söz söyleme kudreti verir. Bu sebeple, Felsefede çok faydalı olan Mantık ilmine karşılık olarak, dînî ilimlerde çok faydalı olan bu ilme «Kelâm ilmi» denilmiştir 37
Dostları ilə paylaş: |