10. Sinif dil ve anlatim ders notlari I. ÜNİte sunum-tartişma-panel



Yüklə 2,29 Mb.
səhifə6/21
tarix26.07.2018
ölçüsü2,29 Mb.
#58597
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   21

yansıyan tipler ise evrensel özellikleri temsil eden kişilerdir.
Destan (Alp Er Tunga, Oğuz Kağan…), masal (Keloğlan, Alaaddin, Pamuk Prenses…), Gölge Oyunu (Karagöz ve

Hacivat), halk hikâyelerindeki (Ferhat ile Şirin, Köroğlu, Dadaloğlu…) kişiler birer tiptir.


Tanzimat Dönemi romanlarındaki çoğu kahraman birer tip olarak karşımıza çıkmaktadır. Örneğin Recaizade Mahmut Ekrem’in “Araba Sevdası”nda karşımıza çıkan Bihruz Bey, mirasyedi bir tiptir.
Fransız edebiyatının büyük isimlerinden Moliere'in "Cimri"sinde yer alan kahraman Harpagon ilk tip örneklerinden biridir
Örnek:

‘’Asaf Akçıl, gümrükte memurdu. Elli elli beş yaşlarında tahmin edilirdi. Epey iri ve hantal bir vücudu vardı. Oldukça garip ve gülünç bir şekilde giyinirdi. Tepesi dımdızlak açıktı. Her gün sinekkaydı tıraş olurdu. Yıllardan beri yenilemediği kravatı çenesinin altında bir düğüme benzerdi. (…) Asli maaşı 35 lira idi ve dairede yirmi üç yıl çalışmasına rağmen bilinmez neden, resmi sebep olarak kadrosuzluktan bir türlü üst derece ve maaşa terfi edememişti. Son terfisinin üstünden tam altı yıl geçmişti. Asaf Akçıl, tabii şikâyetçiydi. Bu şikâyeti her memurun yükselmeye olan hırsı yüzündendi.’’


Bu parçada Asaf Akçıl, bir tip olarak verilmiş. Kahramanın kendine özgü, ayırıcı yanları değil; sadece hayali gerçekleşememiş bir memur olması gibi genel özelliği ortaya konmuş.
Karakter, başkalarından kendine özgü nitelikleriyle ayrılan, belirginlik kazanmış huy ve davranışlara sahip kişidir. Zamanın, çevrenin ve içinden çıktığı toplumun izlerini taşır. Ya da onların karışımıyla meydana gelir.
Olay örgüsü boyunca yaşananlara bağlı olarak karakter de sürekli bir değişim içindedir. Ama bu değişiklikler bir bütünlük içinde gerçekleşir. Karakterdeki değişimler yaşanan olaylara bağlı olarak gelişir ve inandırıcı olmak zorundadır.
Örnek:

Salih Ağa, köyün zengin adamlarından biridir. Ama kılık kıyafeti itibariyle bir dilenciden hiç farkı yoktur. Kışın en soğuk günlerinde bile onun çorap giydiğini hatırlamıyorum. Ökçesi basık pabuçlarının içinde kara ve çatal topuklu ayakları, ellerinden ziyade ortadadır. Denilebilir ki kişiliğinin bütün ifadesi bu ayaklarında toplanmıştır. Rahat mıdır? Sinirli midir? Bir arazi meselesinde köylülerden birine bir oyun oynamak üzere midir? Bir işte kazanmış mıdır? Kaybı mı vardır? Sizin hakkınızda ne düşünüyor? Bunları anlamak için hemen ayaklarına bakınız.”


Yukarıdaki parçada, Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun “Yaban” romanında önde gelen kişilerinden olan Salih Ağa’nın karakteri çizilmiş. Salih Ağa’nın cimriliği, ayaklarının durum ve hareketleriyle kişiliği arasındaki bağlantı, kurnazlığı ve sinsiliği sergileniyor. Metinde kahramanın iç dünyasına ait ayrıntılar verilerek kendine özgü karakteri sergileniyor.




  • Karakterler belli bir kesimi değil yalnızca kendini temsil eder. Eserde karakterin kişisel özellikleri daha çok ortaya çıkar, iç dünyası, duygu, düşünce ve hayalleri, tepkileri, bakış açısı, konuşma şekli bütün ayrıntılarıyla verilir. Örneğin Dostoyevski’nin “Suç ve Ceza” adlı romanında ahlaki ve psikolojik baskılara dayanamayan başkahramanı Raskolnikov, Gustave Flaubert’in “Madam Bovary”sinde gelişimini izleyebildiğimiz Emma Bovary, Stendal’ın “Kırmızı ve Siyah” adlı eserinde çıkmazlar içinde sürüklenen Julien Sorel birer karakter olarak karşımıza çıkarılmıştır.


3. ZAMAN

Öykülemede olaylar, belli bir zaman dilimi içinde geçer. Bu zaman, hem başlangıcı hem de sonu olan bir zamandır. Zincirleme olarak önce olay başlar, olayın gelişmesi bir durumdan başka bir duruma, bir olgudan başka bir olguya geçişle olur; sonra olay gelişir ve sona erer.




  • Metinde olayların başlangıç noktası ile bitiş noktası arasında geçen zamana “vaka (olay) zamanı” denir.


Örnek:

Hatça Bacı’nın tarlasından yana sanırsın taban sürmüşler. Enişteme gösterdim. ‘Burada adam ayağı izleri de var.’ dedim. Eniştem baktı. ‘Onlar bizim izlerimiz.’ dedi.



Sonra bir gece, benim sıramdı; ilkin aşağıdan Köse Hüseyinlerin tarlasından yana tüfek atıldı. İki domuz vurmuşlar. Sonra Zekeriya bir el attı. Bir daha kesildi. Gece yarısı horozlar öttü, bizim mısırlardan bir ses gelmeye başladı. Bağ hendeğine sinip tüfeği geze aldım. Ses, toprağa yakın geliyordu. Porsuktur sandım. Tetiğe dokundum. Benim ateş ettiğim bir şey yoktu. Dursun Hacı, mısırların içinde ayakta duruyormuş. Kurşun da taşa değmiş, sonra taştan cıvmış, Dursun Hacı’ya değmiş. Candarmalar, kurşunun değdiği taşı bulmuşlar.”
“Dursun Hacı” öyküsünden alınan bu parçada belli bir zaman kavramı vardır. Olayın anlatımı A'dan Z’ye kronolojik bir çizgide ilerlemekte. Zaman dilimi gerçek zamanla uyumludur.
Yazarın zamana bağlı kalma, gerçek zamanla paralel gitmeye özen gösterme gibi bir zorunluluğu yoktur. Yazar olayı zamanda atlamalar, sıçramalar yaparak da anlatabilir; olayın sonundan, ortasından başlayıp başa dönebilir, sonra başladığı zamanla birleştirebilir.


Örnek:

Yeni tuttuğu hizmetçi kadına dedi ki:

Dilin Anadoluluya benzemiyor, Rumelili misin sen?

Serfiçe köylerindenim. Vaktiyle köyümde kendimize ait bir konağımız vardı. Üç kuşak burada yaşar, çok iyi anlaşırdık. Para sıkıntımız yoktu, hâli vakti yerinde bir aileydik. Sözümüz geçer, saygı görürdük. Alnımın yazısı imiş, her şeyimiz satmak zorunda kaldık, buralara düştüm.



Anlaşılıyor ki sarışınmış, mavi gözlüymüş. Şimdi saçları küçük aktar dükkânı bebeklerinin ne kıla ne de ota benzeyen, dokunsanız hışırdayacağını sandığınız cansız, kuru, soluk rengini almış. Gözleri eski şekerlenmiş şuruplar kadar donuk, fersiz, katı, suyu çekilmiş…

Dibe çökmüş bir gam tortusu… Bu kadar kuru, kabuğa benzeyen göze hiç rastlamamıştım. Belli ki bu kadın, onun zevkini kaçıracak. İçinden:

Bir başkasını bulunca savarım, dedi. Fakat hikâyesini dinlediği için savamadı.”


Bu parçada yazar, hizmetçi kadının içinde bulunduğu dramatik noktadan hareket ediyor. Kadının yıpranmışlığını, tükenmişliğini anlatmaya başlamadan önce “vaktiyle” sözüyle zamanda geriye gidiyor. “Şimdi” sözüyle başlayan cümle ile anlatım zamanına geri dönüyor.


  • Anlatıcının, olay örgüsünü anlatış zamanına ise “anlatma zamanı” denir. Yazarın, anlatıcısına tercih ettirdiği bakış açısına göre yüklemlerde kullanılan kipler ve zaman anlamı veren zarflar okuyucuya anlatma zamanını gösterir.

‘’Daha az meraklı birkaç yolcu ile ben ve arkadaşım boğazın batı tarafına, gölge bir yere doğru yürüyor ve birer taşın üstüne oturup beklemeye ve etrafımıza bakınmaya başlıyoruz.’’


Bu parçada, olay zamanıyla anlatma zamanı örtüşmektedir. Anlatıcı yaşamayla anlatmayı aynı anda gerçekleştirmektedir
‘’Daha az meraklı birkaç yolcu ile ben ve arkadaşım boğazın batı tarafına, gölge bir yere doğru yürüdük ve birer taşın üstüne oturup beklemeye ve etrafımıza bakınmaya başladık.’’
Bu parçada anlatma zamanı, olay zamanından sonra gelmektedir. Anlatıcı, olayları yaşadıktan sonra anlatmaktadır.

4. MEKAN

Olay örgüsünün gerçekleştiği yere “mekân” denir. Mekân, anlatılan olayların sahnesidir; bir şehir, mahalle, sokak, ev, dağ, orman olabilir.



  • Edebi metinlerde olay ne olursa olsun, kimin başından geçerse geçsin belirli bir mekânda gerçekleşir. Hiçbir olayın, "yer ögesi" dışında düşünülmesi mümkün değildir. Çünkü olayla olayın gerçekleştiği mekân arasında sıkı bir ilişki bulunmaktadır.

  • Kişiler de mekândan ayrı düşünülmez. Kahramanların sosyal, kültürel ve ekonomik yönden daha iyi tanınması açısından mekân önemlidir. Hatta kişilerin psikolojik durumu ve karakteristik özellikleriyle ilgili bilgi edinmemize yardımcı olur.

  • Mekânlar açık ya da kapalı olmaları bakımından farklılıklar gösterebilir. Olay bir oda, ev, salon vb. yerde geçiyorsa yazar, bu mekânın belirleyici özelliklerini, olayın oluşumundaki işlevini, kahramanların kişiliğinin oluşumundaki rolünü vermek durumundadır.

Metindeki olay örgüsü değiştikçe mekânın da değişmesi kaçınılmazdır. Örneğin olay bir evde başlamıştır ama gelişip boyutlanması sokakta olmuştur. İster istemez öykünün mekân çevresi de evle sokak arasında kapalı mekândan açık mekâna doğru genişleyecektir.




  • Anlatılanların okuyucunun zihninde oluşması ayrıntıların büyük önemi vardır. Ancak verilen ayrıntılar boşuna olmamalı, yeri geldiğinde mutlaka kullanılmalıdır. Örneğin masada duran bir silah anlatılmışsa o silah, olay örgüsünün uygun bir yerinde kullanılmalıdır.

  • Olayın geçtiği mekân, gerçek yaşamdaki bir yerden söz etse bile yazar, kimi zaman hayal gücüyle o mekâna istediği şekli verebilir.

  • Olay kahramanlarının yaşadığı mekânın başarılı bir biçimde anlatılması olayların nedenleri ve sonuçları konusunda okuyucuya fikir verir.


Örnek:

‘’Ben Etlik tarafındaydım. Buralara bahar erken geliyor. Oradan kentin ortasına doğru yürüyorum. Tek tük otobüsler geçmeye başladı. Aslında her sabah geç kalkarım ben. Ne güzel şeymiş erken kalkmak. Ellerim de cebimde.



Otobüse bindim, Sıhhiye’de indim. Eskiden Sıhhiye’deki bir devlet dairesinde çalıştıydım bir süre, baktım bir odacı dış merdivenleri paspas yapıyor. Bu odacı besbelli yeni. Benim tanıdıklarımdan bir değil. Gittim yanına.

Afedersiniz,” dedim. “Birini soracaktım sana. İkinci katta soldaki balkonlu odada oturan bir Nevin Hanım vardır, gelen evraka bakar, kaçta gelir acaba?”



Nevin Hanım’la iki yıl aynı odada oturduydum. Güzel kadındı.

Odacı baktı bana.

Nevin Hanım mı,” dedi. “Onu işten çıkardılar.”



Nevin Hanım’ı düşüne düşüne Kızılay’a doğru yürüyorum. Daha erken olduğundan dükkânların çoğu kapalı.

Bir pastane açıkmış, garson yerlere talaş tozu serpiyordu. İki tane peynirli pide sardırdım. Bakanlıklar’a doğru hem yürüyorum hem de kâğıdı açtım pideleri yiyorum.’’

(Nazlı Eray, Bu Kentin Sokakları)
Bu öyküde mekân olarak Ankara kullanılmış. Olay Ankara’nın Etlik semtinden başlayarak Sıhhiye’ye oradan da Kızılay’a uzanıyor. Mekânlar gerçeğe uygun çizilmiş.
5. ANLATICI

Olay örgüsünü anlatan kişiye “anlatıcı”denir.

Öyküleyici anlatımla oluşturulmuş edebi metinlerin (roman, hikâye, masal, destan…) anlatıcılarıyla öğretici metinlerin anlatıcıları, özellikleri bakımından farklıdır.


  • Öğretici metinler; ders kitaplarından ansiklopedilere gezi, anı, makale, fıkra, eleştiri, sohbet, deneme, röportaj vb. biçimsel özellik taşıyan yazılara, her çeşit gazete ve dergi yazısına kadar çeşitlilik gösterir. Hepsinin ortak özelliği hedef kitle olarak belirlenen okurlara "olay zinciri" içinde bilgi aktarmaktır. Öğretici metinlerde anlatıcı gerçek bir kişidir. Yani metnin yazarı ile anlatıcısı aynı kişidir.




  • Edebi metinlerde eseri yazan da onu okuyan ya da izleyende gerçek kişilerdir. Edebi metinleri anlatan kişi ise soyut bir kişidir. Çünkü o, yazar tarafından kurgulanmış, eser oluşturulurken olayı aktarmak için canlandırılmış bir figürdür. Anlatıcının varlığı da gerçekliği de metnin içindedir, o metin içinde yaşar. Dış dünyada bir gerçeklik oluşturmaz. Anlatıcı her ne kadar yazar tarafından canlandırılmış olsa da yazar bir olayı, düşünce ve duyguyu aktarmak için o anlatıcıya muhtaçtır. Bu yüzden, edebi metinlerde her zaman bir anlatıcı bulunur. Anlatılanlar, anlatıcının bakış noktasından değerlendirilir ve okura aktarılır.


ANLATICININ BAKIŞ AÇISI

Bakış açısı, edebi metinlerde olay örgüsünün ve bu örgünün oluşumunda kullanılan mekân, zaman, kişi kadrosu gibi unsurların kim tarafından görüldüğü, kime nasıl aktarıldığı sorularına verilen yanıttır.



  • Olayı anlatan veya durumu gösteren anlatıcı; kahramanların, mekânın ve zamanın özelliklerine göre değişebilir. Örneğin bir trafik kazasının anlatımında olay; aracı kullanan şoför, kazayı gören tanıklar ve olaya el koyan polisler tarafından farklı farklı anlatılabilir. Böylece anlatıcının duruşu, durduğu yer, olaya karşı tavrı, bakış açısını değiştirir ve belirler. Yani olay, anlatıcıya göre değişir.

  • Edebi metinlerde olaylar, durumlar belli bir bakış açısıyla sergilenir. Anlatıcı üç temel bakış açısından biriyle olay örgüsünü, mekânları, kişileri ve zamanı anlatır. Bunlar :

1.İlahi (Hakim) Bakış Açısı

2.Kahraman Bakış Açısı

3. Gözlemci (Tanık) Bakış Açısı


  1. Hâkim (İlâhi) Bakış Açısı ve Anlatıcısı

  • Hâkim bakış açısıyla yazılan eserlerde anlatıcı her şeyi bilir, her zamanda ve her yerdedir. Olaylara ve kişilere hâkimdir, olağanüstü güce ve sezgiye sahiptir. Olayları, bunların neden başladığını ve nasıl gelişeceğini ve nasıl sonuçlanacağını bilir. Olay içinde yer alan kişilerin düşüncelerini, niyetlerini sezer; geçmişlerini bildiği gibi geleceklerini, gelecekte neler yaşayacaklarını da bilir. Aynı anda farklı mekânlarda gerçekleşen olayları da görür. Kahramanların duygularını, düşüncelerini, kafalarından neler geçirdiklerini anlar ve anlatır.




  • Destan, masal, halk hikâyesi, mesnevi, kimi roman ve modern hikayeler bu bakış açısı ile anlatılır.


Örnek:

‘’Gece boyunca bir su aktı durdu düşünde. Bir iki kere yataktan kalktı, muslukları sıkıştırdı ama ondan değildi. Su, boyuna aktı. Odanın tavanı alçalmadı; duvarlar iki yandan bastırmadı; yatak, altından kaymadı, biri kırmızı bir havlu takmadı ağzına. Tersine, soluk aldı rahatça. Nicedir alıştığı, o yüzden de bir an önce gelip gitmesini beklemediği karabasanlardan nasıl uzak bir geceydi! Binlerce küçük çocuğun ayak pıtırtısını, evin içinde sevinçle oradan oraya koşuşturduğunu andıran su sesi kesilmedi. Sabah kalktığında camdan bakmak istemedi canı. Gecenin büyüsü hemen bozulacaktı. Dışarıda başkentin beylik bir pazar sabahı nasıl olsa. Kurşun gök, baca dumanlarını amansızca bastırır yaşayanların üstüne. ‘’



(Tomris Uyar)
2. Kahraman Bakış Açısı ve Anlatıcısı

  • Metindeki olayların, başkahramanlardan biri tarafından anlatıldığı bakış açısıdır. O kahraman da metindeki diğer kahramanlar gibi yazar tarafından canlandırılmıştır ama diğerlerinden önemli bir noktada ayrılır: Olaylar onun tarafından, onun durduğu yerden anlatılır, diğer kahramanlar da onun bakış açısından verilir.

  • Bu bakış açısının görüldüğü metinlerde kahraman anlatıcı, diğer kahramanlardan daha öne çıkarıldığı için kahraman anlatıcının “ben”i metnin merkezindedir ve bu “ben”, anlatımı belirler. Böylece kahraman anlatıcı, hem olayları yaşar hem de değerlendirir. Bu tür metinlerde anlatıcı kendisinin yaşadığı olayları anlatırken I. tekil ve I. çoğul kişileri (geldim, oturdum, biliyordum, anlaştık…) kullanır. Olayların içindeki diğer kişilerin yaptığı eylemleri anlatırken de III. tekil veya III. çoğul kişiyi (kayboldu, baktılar…) kullanır.

  • Kahraman anlatıcının bakış açısı, gerçeklik duygusunun güçlü bir biçimde verilmesini sağlar. O, olayların içinde olduğu için bir olayın başlangıç noktası ile gelişmesini daha inandırıcı biçimde aktarır. Bu da okuyucunun anlatıcıyla rahatça özdeşim kurmasını sağlar.

‘’Maymuna ilk defa sinirlendim. Meğer bu hiddetim sonu olacakmış. Odama girince onun masamın altına girmiş, parlak, memnun bir nazarla bana baktığını gördüm. Bir köşede duran kalın bastonumu aldım. Şiddetle vurmaya başladım. O, korkmuyor ama sanki şaşıyordu. Öfkemi yenemedim. Ensesinden tuttum. Hızla dışarı fırlattım. Yere düşünce bana öyle bir bakışla baktı ki… hâlâ unutamam.



O gece kapıyı tırmaladığını, beni çağırdığını duydum. Ses çıkarmadım. Ertesi gün kayboldu.

Üç gün görünmedi. Dördüncü gün bir köylü:

Su başında kayaların arasında buldum, diye onu getirmişti. Ama nasıl, biliyor musunuz? Zayıf, hasta, pis, hâlsiz, perişan…



Mutlaka dört gündür bir şey yememiş olacaktı. En sevdiği fındıklardan verdim. Bakmadı bile… Gözlerini kapadı, öğürmeye başladı. Sanılırdı ki ağlıyor… Kızgınlığım tamamıyla geçtiği için bu kıymetli yadigâra acımaya başlamıştım. Zorla yedirmeye, can vermeye çalıştım.’’

(Ömer Seyfettin–Kıskançlık)

Gözlemci (Tanık) Bakış Açısı ve Anlatıcısı

  • Anlatıcının; olaylar, kişiler ve mekânlar hakkında fazla bilgisi olmadığı gibi, olup bitenleri de bir kameraman gibi izleyerek aktarır.

  • Kahramanları dikkatle izler; onların geçmişleri, psikolojik durumları hakkında doğrudan bilgi vermeyip yaptıklarını aktararak kahramanlarının anlaşılmasını amaçlar.

  • Tanık anlatıcının bakış açısı, bütün kahramanları eşit uzaklıkta gösterir. Onlardan birini öne çıkararak daha önemli olduğu izlemi yaratmaz. Bu bakış açısında nesnel bir anlatı olduğu söylenebilir.

Örnek:

‘’Bu ütü işi belki bir saat sürdü. Hepsi bitince ütülediklerini iki kolunun üstüne alıp odasına çıktı. Kapıdan girdi, dolaba doğru gidecekti, orada, kanepenin üstüne yatmış, uyuyakalmış olan kocasını gördü. Beklemediği için irkildi, sanki odada bir yabancı erkek görmüş gibi durdu. Sonra yaklaşıp kocasının uyuyuşuna baktı. Gülümsedi.

Dolabı açsam, belki uyanır.” diye söylenerek gömlekleri piyanonun üstüne bıraktı. Ayaklarının ucuna basarak kocasına doğru gitti.

Ne kadar da rahatsız yatıyor!” dedi. ‘’



(Memduh Şevket Esendal–Gençlik)

İŞLEVLERİ AÇISINDAN ÖYKÜLEME

1. SANATSAL ÖYKÜLEME

Olayların ve durumların, duyguların da katılarak edebi bir dille anlatıldığı öykülemedir. Temel amaç okuru duygulandırmak, ilgi uyandırmak, olay içinde yaşatmaktır. Bu nedenle de anlatım özneldir. Roman, öykü, tiyatro, şiir, masal…gibi düş gücüne dayalı yazınsal türlerin temel anlatım biçimi sanatsal öykülemedir.



Örnek:

‘’Satıcı, iskemlesine oturdu.



Hasan da merakla karşısına geçti.

Bu dört yanı duvarlı, iki kat, basık evde öyle canı sıkılıyordu ki…

Şaşarak, eğlenerek seyrediyordu. Mukavvaya benzettiği kalın deriyi iki tarafı keskin, incecik, sapsız bıçağıyla kesişine, ağzına bir avuç çivi dolduruşuna, sonra bunları birer birer, İstanbul’da gördüğü maymun gibi avurdundan çıkarıp ayakkabıların altına çabuk çabuk mıhlayışına, deri parçalarını, pis bir suya koyup ıslatışına, mundar çanaktaki macuna parmağını daldırıp tabanlarına sürüşüne, hepsine bakıyordu. Susuyor ve bakıyordu.

Bir aralık nerede, kimlerle olduğunu keyfinden unuttu, dalgınlığından ana diliyle sordu:

Çiviler ağzına batmaz mı senin?



Eskici başını hayretle işinden kaldırdı. Uzun uzun Hasan’ın yüzüne baktı:

Türk çocuğu musun be?

İstanbul’dan geldim.

Ben de o taraflardan… İzmit’ten!



Eskici saç sakal dağınık, göğüs bağır açık, pantolonu dizlerinden yamalı, dişleri eksik ve suratı sarı, sapsarıydı; gözlerinin akına kadar sarıydı. Türkçe bildiği ve İstanbul taraflarından geldiği için Hasan, şimdi onun sade işine değil, yüzüne de dikkatle bakmıştı.’’ (Refik Halit Karay, Eskici)


2. AÇIKLAYICI ÖYKÜLEME

Öyküleme, yalnızca edebi (yazınsal) türlerde kullanılmaz. Yaşam öyküsü, mektup, gezi yazısı, anı, günlük…gibi gerçek olaylarla ilgili metinlerde de öyküleme kullanılır.

Bu tür öykülemede anlatmak istediklerimizi bir olay içinde ya da bir eyleme bağlı olarak anlatırken duygularımızı katmaz ve nesnel bir tavır takınırız. Temel amaç, bilgi vermektir. Olayları oluş sırasına göre sanatsal amaç gütmeden aktarırız. İşte bu tür öykülemeye "açıklayıcı öyküleme" denir. Bu tür anlatımda dil göndergesel işleviyle kullanılır.
Örnek:

Uzun zamandır görmüyordum Yaşar Kemal’i, geçenlerde bir arkadaşın çalışma yerinde karşılaştık. Meğer on günlük bir yolculuğa çıkmış. Doğduğu köy olan Hemite’ye gitmiş önce, on iki yıl olmuş köyünü görmeyeli ve şaşırmış kalmış… Onun bıraktığında 60 kişilik bir köymüş Hemite, şimdi nüfusu 2500’e çıkmış; dahası eskiden damlı ev bir iki taneymiş, sazla yaprakla örtülü imiş çoğunun üstü, şimdi ise damsız ev yokmuş artık, ahırlar ayrılmış, yollar yapılmış kısacası başka bir köy çıkmış karşısına Yaşar Kemal’in. Sonra kazaya, Kadirli’ye gitmiş ki ne görsün, o Kadirli kalkmış da yerine yepyeni bir Kadirli gelmiş, sokaklarında pantolonla kızların dolaştığı uygar bir kent. Sıra Adana’ya geldiğinde orayı anlatmada sözcük sıkıntısı çekmeye başladı romancı dostumuz. E… yerinde sayacak değil ya ülke, elbet yeni gereklere uymaya bakacak, değişecek.

(Melih Cevdet Anday)
ÖYKÜLEYİCİ BİR METNİN KURGUSU

Genel olarak öykülemede altı temel özellik vardır:

1. Anlatım için bir tema gereklidir. En azından bir kahraman ve onun yaptıklarıyla bağlantılı temel bir duygu ve düşünce olmalıdır.

2. Bir durumdan başka bir duruma geçiş ya da birbirinden farklı iki durum arasında "dönüşüm" olmalıdır.

3. Olayların art arda gelmesi. Eğer olaylarda art arda gelme durumu yoksa anlatımdan söz edilemez.

4. Anlatımda bir oluş olmalıdır. Yani olayların serim, düğüm ve çözüm gibi bir sıralama izlenmesi gerekir.

5. Anlatmanın bir nedeni olmalıdır. Olaylar, bir neden-sonuç ilişkisi içinde gelişmeli ve mantıksal bir yol izlemelidir. Ancak anlatılan olaylar, gerçek yaşamda geliştiği gibi kronolojik bir zaman sıralaması izlemeyebilir.

6. Okurun anlatımdan çıkarabileceği bir sonuç olmalıdır.

ÖYKÜLEYİCİ ANLATIMLA OLUŞTURULMUŞ EDEBİ BİR METNİN İNCELENMESİ

Olay Örgüsü:

Neden-sonuç ilişkisine göre kurgulanmış olayların bir bütün oluşturması.



1. Serim

Kahramanın, mekânın, zamanın ve sorunun ne olduğu belirtilir. Okuyucu meraklandırılır.



2. Düğüm

Birdenbire bir olay, sorun ya da engel başlangıçtaki durumu sarsar ya da altüst eder. Düzenin bozulmasıyla olaylar birbirini izler. Kahraman ya da kahramanlar derinlemesine incelenir. Okuyucu ve kahraman ilişkisi ortaya konulur.



3. Çözüm

Olaylar dizisine son veren ve durumu dengeleyen olay gerçekleşir. Başlangıç durumuna dönülür ya da yeni bir durumun başlangıcı ortaya çıkar.



Kahramanlar:

Fiziki veya ruhsal görünümleri, hareket, konuşma veya düşünce tarzı.



Mekân:

İç mekân (oda, salon, mutfak…)

Dış mekân (sokak, mahalle, köy, şehir…)

Zaman:

Geçmiş, gelecek ya da şimdiki zaman. Gece veya gündüz…gibi.



Anlatıcının Bakış Açısı:

Hâkim (ilâhi) bakış açısı, kahraman bakış açısı, gözlemci bakış açısı.



Tema:

Açıkça ya da ima edilerek belirtilir.



Anlatıcının İfade Tarzı:

Üslubu, seçtiği anlatma yöntemleri…gibi.



AD (İSİM)

Canlı, cansız bütün varlıkları ve kavramları karşılayan, onları ifade etmemizi sağlayan kelimelerdir. 
Yüklə 2,29 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   21




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin