2.5.1. İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Oluşum ve Yayılma Süreci
II. Abdülhamit’in kurmuş olduğu despot rejime karşı ilk kımıldanışlar
yükseköğretime devam eden gençler arasında başladı. 1889’da Askeri Tıbbiye’de öğrenim
gören İshak Süküti, Mehmet Reşit, Abdullah Cevdet, İbrahim Temo ve Hüseyinzade Ali,
“İttihad-i Osmani” adında gizli bir dernek kurdular. Derneğin Fransız Devrimi’nin 100.
yılında kurulmuş olması bu kişilerin ilham kaynakları açısından çarpıcı bir ayrıntıdır. Askeri
Tıbbiye’den diğer yüksek okullara da yayılan dernek, İtalyan ihtilalci Carbonari örgütünden
esinlenerek hücreler halinde örgütlenmeye çalıştı. Örgüt uzun süre iç eğitim şeklinde
toplantılar düzenlemekle kaldı, propaganda ve eyleme geçmekte acele etmedi255. Bazı örgüt
üyeleri Abdülhamit’in polisi tarafından tutuklanıp sonra salıverildi. Yurtdışına kaçan İbrahim
Temo’nun başını çektiği bir grup örgüt üyesi, Paris’teki meşrutiyet yanlısı sürgün aydın
çevresiyle ilişkiye geçti. Bu aydın çevresinin en öne çıkan kişiliği olan Ahmet Rıza ile
İstanbul’daki İttihad-i Osmani üyeleri arasındaki haberleşmeler sonucu 1889 ile 1895 yılları
arasında bir tarihte örgütün adı “Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti” olarak değiştirildi256.
Derneğin bu ismi seçmesinde pozitivist düşüncenin iki temel ilkesi olan düzen (intizam) ve
ilerleme (terakki)’den etkilenme söz konusudur. Pozitivist Ahmet Rıza’nın telkinleri sonucu
“terakki” sözcüğü benimsenirken “intizam” sözcüğünün muhtemelen devrimci ya da
devrimci olması gerektiği düşünülen bir derneğe uygun olmayacağı kanaatine varıldı. “İttihat
(birlik)” sözcüğü ise Osmanlıcılık fikrine vurguyla örgütü gayri-müslimlere de çekici kılmak
255 Akşin, 1998, s: 26-27
256 Akşin, a.g.e.
için yapılmış bir manevra olarak seçiliş olması ihtimali yüksektir257. 1895 yılında Ahmet
Rıza’nın editörlüğünü yaptığı “Meşveret” adlı gazetenin Fransızca ve Osmanlıca olarak
çıkarılmaya başlanmasıyla örgüt kendine ait bir yayın organına da sahip olmuştur.
1894-96 yılları arasında başgösteren Ermeni krizi esnasında Abdülhamit hükümeti
popülaritesini daha fazla yitirmiş ve uluslararası çerçevede iyiden iyiye yalnızlığa itilmişti.
Bu dönemde İT’in üye sayısı hızlı bir artış gösterdi. Ermenilerin de imparatorluktan kopması
tehlikesinin çözülmeyi derinleştirecekti. Ayrıca Ermeniler’in daha önce kopan Rum ya da
Sırplar gibi belirli bir şekilde yoğunlaştıkları bir bölgenin olmaması ve ciddi bir sayıya
ulaşan nüfuslarıyla imparatorluğun her yerinde yerleşik olmaları, bunların Büyük
Devletler’den alacakları ayrıcalıkları imparatorluğun bütünlüğü açısından daha da tehlikeli
kılıyordu. Ittihatçilar Ermeni isyanından fazlasıyla etkilenerek eyleme geçme kararı aldı.
Örgüt ilk kez bildirge hazırlayarak gizlice dağıttı. Bildirgelerde Ermenileri küstahlığından
dolayı kınayan ifadelerin yanı sıra böyle davranmalarının istibdat rejiminin yol açtığı kötü
idare ve zulümden ileri geldiğinin belirtilmiş ve halka da Ermenileri ıslah etmek yerine
devlet kapılarını idareyi kötü yola sevkedenlerin başına yıkmaları öğütlenmişti258. Bu
noktada ittihatçıların Ermeniler’I dışlamayarak onları bir ölçüde anlayışla karşılamaları göze
çarpıyor ki ilerki safhalarda bu durum bir çeşit işbirliği halini alacaktı. Örgüt, bildiri
dağıtmanın yanı sıra 1896 ve 1897 yıllarında iki başarısız darbe girişiminde bulundu.
İttihat ve Terakki örgütü tarihi belirsiz 39 maddelik örgüt nizamnamesinde kuruluş
amacının hali hazırdaki hükümetin adalet, eşitlik, özgürlük gibi insan haklarını çiğneyen, tüm
Osmanlılar’ı ilerlemeden alıkoyan ve vatanı yabancı egemenliği altına düşüren yönetime
257 Akşin, a.g.e.
258 Akşin, 1998, s: 33
karşı Müslüman ve Hristiyan yurttaşları uyarmak olduğu belirtilmiştir259. Cemiyet, 3.
maddede hedeflerini rejimi insan haklarını koruyan ve uygarlıkta ilerlemenin kaynağı olan
“usulü meşveret”e döndürmek, “hüsnü ahlak”I korumak, genel eğitimin ilerlemesine ve genel
olarak insanlık ve uygarlığa hizmet etmek olarak özetlemiştir. Tüzükte, cemiyetin merkezinin
İstanbul’da olacağı ve bir reis ve dört üyeden oluşan “İstanbul Meclis-i İdaresi”nin örgütün
beyin takımını oluşturacağı öngörülmüştür. Taşra teşkilatı için de bir reis ve iki üyeden
oluşan şube meclis-i idareleri şeklinde bir yapı geliştirilmiştir. Örgütlenme planına göre her
üye, kendisini örgüte alan bir üstünü ve diğer bir üstü ve de kendisinin örgüte
kazandırabileceği bir astını içeren üç kişiyi tanıyabilir. Her üyenin bir kol ve sıra numarası
vardır ve doğru haberler küçük numaradan büyüğe doğru iletilirken, emirler ters istikameti
izleyerek ulaştırılır. Tüzüğün 15. maddesine göre cemiyetin esas defteri güvenlik nedenleri
ile bir yurtdışı şubesinde tutulacaktı260.
1896 yılındaki darbe girişimi sonrası sertleşen hükümet denetimi sonucu İstanbul
güvensiz bir ortam halini alınca, İttihatçı hareketin ağırlık merkezi yurtdışına kaydırıldı ve
1906 yılına kadar da örgütün gidişatı bu sürgünler tarafından belirlendi. Ancak, Paris
merkezli bu sürgün yoğunlaşması hareketi beslerken aynı zamanda rekabet ve saflaşmalara
da zemin hazırladı. Göç edenlerin hepsi Ahmet Rıza’nın liderliğinde hareket etmeye hazır
değildi. Sıkı bir pozitivist olan Ahmet Rıza’nın dini dışlayan düşünsel konumu, birçok
ittihatçinin kabul edebileceği sınırları aşmıştı261. Ahmet Rıza’nın liderliğinde ilk büyük tehdit
1896’da Mizancı Murat’ın Paris’e varmasıyla ortaya çıktı. Ahmet Rıza’nın sert ve uzlaşmaz
kişiliğinin yanı sıra dine yaklaşımından da rahatsız olanlar, çoğunluk elde ederek Murat’ı
259 Akşin, a.g.e.
260 İT tüzüğünü aktaran, Akşin, 1998, s: 36-37
261 Zurcher, 1994, s: 91
örgütün Paris şubesinin başkanlığına getirdiler. Ancak onun görüşlerinin örgütle
uyuşmayacağı kısa bir süre sonunda ortaya çıktı. 1897’de Murat, örgütün merkezini
Cenevre’ye taşıdı.
Abdülhamit, 1897’de Yunanlılar’a karşı açtığı savaşta başarı kazanınca, artan
prestijini kullanarak içeride ve dışarıda filizlenen muhalif hareketleri sindirme kararı aldı.
Içeride Harbiye Mektebi’nde ortaya çıkarılan iktidar muhalifi hareketi, sorumlulara ağır
cezalar vererek ezen padişah, yurtdışındaki ittihatçı muhalefetle uzlaşma yoluyla başa çıkma
girişiminde bulundu. Yurtdışındaki muhalifleri, yurda dönmeleri koşuluyla affedeceğine dair
bir bildiri hazırlandı. Bununla da kalınmadı ve dönecek olanlara parasız pasaport, yolluk ve
hak ettikleri memuriyetlere yerleştirilecekleri sözü verildi. Mizancı Murat, Abdülhamit’in
gönderdiği arabulucuyla anlaşarak, İstanbul’a geri döndü ve bir grup ünlü Jön Türk de onu
izledi. Padişahla bu uzlaşma örgüt içinde büyük bir çözülmeyi beraberinde getirdi. Murat’ın
yaptığı anlaşmanın örgütü bağlayıcı niteliğinin olmamasına rağmen, padişahın hükümet ya
da diplomatik servislerindeki arpalıklarının bir kısım Jön Türk tarafından kabul edilmiş
olması, hareketin güvenirliğini büyük ölçüde zedeledi262. Söz konusu durum, Ahmet Rıza’ya
yaradı ve tekrar örgütte saygın bir konum kazandı. Ülkeye geri dönenler ise Abdülhamit’in
oyununa geldiklerini kısa sürede anladılar. Padişah, söz verdiklerinin birçoğunu
gerçekleştirmedi.
1899 yılında Abdülhamit’in Bağdat demiryolu inşaa projesinde Almanlar’a ayrıcalık
tanıması ve Almanya ile gelişen dostane ilişkiler, İngiliz çevrelerinde ve çıkarlarını bu ülkeye
bağlayan bazı Osmanlı çevrelerinde tedirginlik yarattı. Jön Türk akımı, bu çevrelerden gelen
destek ve katılımlarla tekrar canlılığa kavuştu263. Abdülhamit’in kardeşiyle evli olan Mahmut
Celalettin Paşa, bu projede Almanlar’a verilen paya kızan kesimdendi ve bu karar üzerine
262 Zurcher, 1994, s: 92
263 Akşin, 1998, s: 53
oğulları Sabahattin ve Lütfullah’ı da yanına alarak aynı yıl Paris’e kaçtı. Paşa’nın gelişi Jön
Türkler’i oldukça heyecanlandırdı. Bu noktada büyük oğul Sabahattin (Prens) örgüt içinde
lider pozisyona oynamaya başladı. Le Play okuluna bağlı sıkı bir liberal olan Sabahattin,
pozitivist ve Osmanlıcı fikriyatı olan Ahmet Rıza ile büyük bir rekabete girişti. Bu rekabet
örgüt içinde hizipleşme yaratmaya başladı. Sabahattin ve Lütfullah’ın girişimleriyle ilk Jön
Türk kongresi 1902 yılında Paris’te toplandı. Osmanlı toplumunda yaşayan bir çok azınlığın
temsilcilerinin de hazır bulunduğu toplantıda varolan hizipleşme somut niteliğe bürünerek
örgütün bölünmüşlüğü gözler önüne serildi. Abdülhamit rejimini devirmek için hangi
taktiğin kullanılacağı konusunda çıkan tartışmada Sabahattin grubu, Avrupa müdahalesinin
zorunlu olduğu yolundaki Ermeni tezlerini destekleyerek264 Osmanlı hükümetinin imza
koyduğu anlaşmalardaki hükümleri yerinde getirmeye zorlamak için Büyük Devletler’i
göreve çağıran bir öneriyi olumlu buldu. Dış müdahalenin yanı sıra devrimin sadece
propaganda ve yayınlarla yapılamayacağını, askeri kuvvetlerin de bu çalışmalara çekilmesi
gereğini belirten İsmail Kemal’in görüşüne karşı çıkan olmadı265. Ahmet Rıza ve grubu ise
özellikle dış müdahale konusunda sert tepki verdiler. Dış müdahale istemleri kongre
kararlarına266 yansımadı. Kongre sonucu örgüt, savaşımı için kendine üç hedef seçmişti:
Osmanlı Devleti’nin bölünmez bütünlüğü, ilerlemenin koşulu olması itibariyle içte
güvenliğin ve barışın sağlanması ve başta 1876 tarihli Kanun-i Esasi olmak üzere Osmanlı
Devleti’nin temel yasalarına saygının sağlanması.
İttihat ve Terakki örgütü için 1905 ve 1906 yılları önemli gelişmelere sahne olmuştur.
264 MİNASSİAN, A. T., “1876-1923 Döneminde Osmanlı İmparatorluğu’nda Sosyalist Hareketin Doğuşunda ve
Gelişmesinde Ermeni Topluluğunun Rolü”, Osmanlı İmparatorluğu’nda Sosyalizm ve Milliyetçilik (1876-
1923), İstanbul, İletişim Yayınları, 2000, s: 211
265 Akşin, a.g.e.
266 Kongrede alınan kararlar için, bkz. Akşin, 1998, s: 59-60
1905 yılındaki Rus devrimi sonrasında Çar’ın halkına bir parlemento bahşederek sınırlı olsa
da anayasal monarşi rejimine geçilmesi, Osmanlı’daki muhalif kesimi derinden etkiledi.
Rusya gibi Avrupa’da mutlakiyetçiliğin kalesi olarak görülen bir imparatorlukta bile halkın
Çar’ı dize getirmesi, bu kesimleri oldukça umutlandırdı. 1906’da meydana gelen İran
Devrimi’nin parlemento ve anayasanın kabulüyle sonuçlanması, Osmanlı İmparatorluğu’nda
Rusya’dakine benzer bir etki yarattı. İran Devrimi, geri bir ülkede dahi anayasal rejime
geçilmiş olmasına örnek teşkil etmesi itibariyle oldukça kayda değerdi. Osmanlı’daki
eğitimli kesim arasında Rusya ve İran’da meydana gelmiş olaylar tartışılmaktaydı.
Buralardaki devrimci olaylara giderek daha fazla atıfta bulunulması, bazılarının gidişatı
durdurmak için bir devrime ihtiyaç olduğunu göz önünde bulundurduklarını
göstermekteydi267. Osmanlı’nın komşularının devrimlerle sarsılması ittihatçılara da moral
verirken, pratik düzeyde bu yıllarda önemli gelişmeler oldu. Şam’da bu yıllarda “Vatan” ve
“Vatan ve Hürriyet” adlarında iki ayrı örgüt kuruldu. Vatan ve Hürriyet Cemiyeti’nde o
sıralar Şam’da 5. Ordu’da görev yapan Mustafa Kemal lider konumdaydı. 1906 yılında
Selanik’te devlet memuru on arkadaş “Osmanlı Hürriyet Cemiyeti”ni kurdular. Bu örgütün
öne çıkan kişiliği olan Mehmet Talat, Selanik posta idaresinde çalışan bir memurdu. Örgüt
kurucularından bazıları 1896’daki İttihatçi avından önce bu örgütle ilişkisi olmuş kimselerdi
ve Talat da bunlardan biriydi268. Bu örgütün Makedonya’da hızlı bir şekilde yayılması
Talat’ın üstün örgütleyici yetenekleri sayesinde gerçekleşecekti. Gerek Şam, gerekse
Selanik’teki bu örgütlenmelerin kuruluşunda, 1905 Rus Devrimi ve 1906 İran Devrimleri
sonucu bu ülkelerde kurulan meşrutiyet rejimlerinin etkili olduğu kuşkusuzdur.Selanikte’teki
meşrutiyet yanlısı örgütün kuruluşunda Makedonya’da dış müdahalenin artması durumunun
267 KANSU, A., 1908 Devrimi, İstanbul, İletişim Yayınları, 1995, s: 66
268 Zurcher, 1994, s: 93
birebir etkisi olmuştur .269.
1908 Devrimi’nde bitirici rolü oynayacak olan Osmanlı Hürriyet Cemiyeti’nin
bölgedeki subay kesiminden almış olduğu desteği açıklayabilmek için askeri sınıf hakkında
genel bir değerlendirme konumuz açısından yerinde olacaktır. İttihat ve Terakki örgütünün
üye tabanına bakıldığında Batı tarzında eğitim kurumlarında yetişmiş gençlerin öne çıktığı
görülmektedir. Tanzimat döneminden itibaren orta ve yüksek dereceli okulların sayılarının
katlanarak artması eş zamanlı olarak aydın kesimin de genişlemesi sonucunu getirdi. Devlete
personel yetiştirmek amacıyla kurulan teknik okullardan çıkan kişiler, bürokrasi
basamaklarında ilerlemeyi amaçlayan orta sınıf mensubu geniş bir toplumsal tabakayı vücuda
getirdi. Profesyonel eğitim veren bu okullar sonuçta yeni bir siyasal elitin yetiştiği kurumlar
oldu. İlk modern eğitim veren okulların askerleri yetiştirmek amacıyla açılmış olması askeri
sınıfı bir adım öteye taşıdı. Sivillerin okulları ise, idari kurumların yeni alanları kapsayacak
şekilde genişlediği ortamda personel ihtiyacını gidermek için açıldı. Askeri okullarda
eğitimin doğal olarak daha disiplinli ve organizasyon yetenekleri yüksek bireyler yaratması
bu kişileri içeren gizli bir örgüt için de bulunmaz nimet olacağı kuşkusuzdur. İlk gerçek
anlamda modern askeri okul olan Mekteb-i Ulüm-u Harbiye 1834’te kurulmuştu. Bu okulu
özel kılan en önemli gelişme 1861 yılında Erkan-ı Harb (kurmay subaylar) sınıfının
yaratılmasıydı. Erkan-ı Harb personeli, sivil bürokratlar gibi padişahın ya da adamlarının
sadakatinden dolayı ödül alarak ya da bürokrat bir ailenin çocuğu olması vasıtasıyla değil,
sıkı bir rekabet ortamından çıkarak makam sahibi olabiliyordu270. Mutlaka yabancı bir dil
bilen ve çoğu yurtdışında eğitim görmüş bu kişiler daha sonra Makedonya’da kurulacak olan
İttihatçi örgütün yönerim kadrolarını oluşturacaktı.
1908 devrimi için özellikle önem arz eden bir diğer unsur, ordunun mektepli olarak
269 Akşin, 1998, s: 83
270 Karpat, 1972, s: 277
nitelendirilen modern eğitim kurumlarında yetişmiş subaylarının İstanbul’da değilde ülkenin
karışıklı olan yerlerine gönderilmeleriydi. 1895’ten itibaren kendini açığa vurmaya başlayan
İttihatçi örgüt, Abdülhamit’in nazarından kaçmadı. Padişah örgütün gücünü kırmak için
hafiye ve jurnal örgütlerini genişletmekle kalmayarak ve kendine özgü olan sürgüne yollama
ya da daha iyi bir mevki vererek kazanma yöntemini daha geniş ölçüde kullanmaya
başladı271. Ancak bu tedbirler yeterince etkili olamadı ve hatta öyle bir zaman geldi ki
yönetim tarafından sürgün edilmek Avrupa’ya gidebilmenin en iyi yolu oldu. Avrupa’daki
Jön Türkleri sürgünlerle besleyen padişah, Makedonya’daki kritik durumdan dolayı, en genç
kurmay subayları Edirne ve Selanik’teki iki ordunun kadrolarına ataması burada devrimci
subay yoğunluğuna yol açtı. Abdülhamit merkezde kendisine sadık olduğundan kuşku
duymadığı alaylıları tutarken, güvenmediği mekteplileri yetenekli subayların varlığını
gerektiren kritik bölgelere atayarak başkentten uzak tutarken bir taşla iki kuş vurduğunu
düşündüğü kuşkusuzdur. Bunu yanı sıra padişah, sıra ödüllendirmelere geldiğinde
başkentteki alaylı takıma öncelik verirken, mektepli subaylar çoğu kez unutuluyordu. Bu
mektepli subayların mevcut düzenle uyuşmazlıklarının bir de ekonomik boyutu vardı. Bu
subaylar, çoğunlukla orta alt sınıfa mensup ailelerin çocuklarıydı. 19.yüzyılda meydana gelen
yerli ekonomideki tahribat, bu sınıfı oldukça aleyhte etkiledi. Bu dönemde devlet memuru ve
ordudaki küçük rütbeli subayların yaşam standartlarında belirgin düşüşler söz konusu
olmuştu272. Bunlar Saray ve Babıali’nin yarattığı himaye ilişkilerinden dolayı kendilerinin
sınıf atlamasını imkansız hale getiren sistemi öfke duyuyorlardı.. Mevcut iktidarın, içten ve
dıştan gelen bölücü tehditlerin karşısında duracak güce sahip olmadığını gördükleri için
huzursuzdular.İmparatorluk çökerse, subay ve memur olmaları münasebetiyle yönetici sınıfa
dahil olan kendilerinin de bu afetten yara alacağı kuşkusuzdu Kendilerine bir şekilde fırsat
271 Berkes, 1973, s: 344
272 AHMAD, F., Modern Türkiye’nin Oluşumu, İstanbul, 1995, s: 55-56
verilirse imparatorluğun çürüyen sistemini dönüştürebileceklerini düşünüyorlardı. Muhalif
hareketin saflarına geçerken temel hedefleri imparatorluğu çözülmekten kurtaracak zihniyete
sahjip olmayan Abdülhamit rejimini yıkmaktı.
Abdülhamit’in en genç ve yetenekli subayları Makedonya’ya göndermesi, bölgenin
özel koşullarından dolayı çok önemli sonuçlar doğurdu. Selanik, Manastır ve Kosova
vilayetlerini kapsayan Osmanlı Makedonyası’nda Trakyalı, İlliryalı, Yunan, Slav, Türk,
Arnavut ve Yahudi kökeninden gelme bir halklar karışımı söz konusuydu. 18.yüzyılın
ortalarından itibaren bölgede istikrarlı bir şekilde genişleyen ticari hayat imparatorluk
ölçeklerinde yüksek bir şehirleşme oranını da beraberinde getirdi. 1870’lerin sonundan
itibaren sanayileşme yönünde gösterdiği atılımlarla Makedonya bölgesi ve özellikle de
Selanik şehri imparatorluğun en gelişkin ekonomik alt yapısına sahipti. 20.yüzyılın başı
itibariyle Makedonya bölgesi etnik çeşitliliğinden dolayı adeta kaynayan kazan görünümü arz
ediyordu. Alman romantik düşün geleneği ve Avrupalı etnografyacıların etkisi altında kalan
Balkan milliyetçileri, hangi ulustan olduklarını gösteren ölçüt olarak dini değil dili öne
çıkarıyorlardı273. Toplumsal aidiyeti belirleyici faktör olarak dilin, dinin önüne geçmiş
olması, Balkanlar’daki en yoğun etnik çeşitlilik arz eden bölge olması itibariyle
Makedonya’nın bütünlüğü için büyük tehlike arzediyordu. Nüfusun yeni alt-bölünmelere
meyletmesiyle bölgedeki halklar arasında düşmanca saflaşmalar oluştu.
Yükselen Balkan milliyetçiliklerinin siyasal arenada kendini hissettirmesinin bir
sonucu olarak ortaya çıkan “Makedonya Sorunu” –ki günümüzde dahi çözülmüş olmaktan
uzak bir nitelik arz eder- ilk safhada bir kilise sorunu olarak öne çıktı. Sırp ve Yunanlılar’a
göre oldukça geç filizlenen Bulgar milliyetçiliği başlangıç itibariyle Osmanlı yönetimini
273 ADANIR, F., Osmanlı İmparatorluğu’nda Ulusal Sorun İle Sosyalizmin Oluşması ve Gelişmesi: Makedonya
Örneği, Osmanlı İmparatorluğu’nda Sosyalizm ve Milliyetçilik (1876-1923),içinde, der: M. Tuncay&E.J.
Zurcher, İstanbul, İletişim Yayınları, 2000, s: 36
değil kiliselerindeki Rum Ortodoks Patrikhanesi’nin nüfuzuna bir tepki olarak ortaya çıktı.
Tüm Ortodoks halklarını bir gören “millet sistemi”ne tepki niteliği arz eden bu çıkışı,
halklarının ulus bilincine erişmesi için zorunlu bir safha olarak gören Bulgar milliyetçileri,
amaçlarına 1870 yılında padişah fermanıyla kurulan Bulgar Eksharlığı ile ulaştılar. Bu kilise
sorunu Bulgarların bağımsızlık mücadelesinin temelini attı. 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı
ertesinde imzalanan Ayastefanos Anlaşması, tüm Makedonya’yı yeni kurulan Bulgar
devletine bırakınca, yine 1878'’e toplanan Berlin Kongresi’nde Büyük Devletler karara karşı
çıkarak bölgedeki Osmanlı egemenliğini tekrar tahsis ettiler. Yeni kurulan Bulgar Prensliği,
Makedonya’yı Trakya ile birleştirmeyi kendisrine ulusal hedef olarak belirledi. Bu çerçevede
1893 yılında kurulan Bulgar Makedonya-Edirne Devrimci Komiteleri Selanik’te kuruldu.
Daha sonra Makedonya Devrimci Örgütü (İMDO) olarak tanınacak bu örgüt bölgede yoğun
bir terör dalgası başlattı. Bölgede karışıklık yaratıp Büyük Devletler’in müdahalesini
sağlayarak buranın Bulgaristan’la birleştirilebileceği şeklindeki taktik plan, bu devletlerden
ilgi görmedi.Batılı devletler, Bulgar milliyetçiliğinin hamisi durumundaki Rusya’nın
Akdeniz’e inmesi anlamına gelen bu birleşmenin karşısında tavır alarak statükoyu
desteklediler. Bunun yanı sıra, bir çok etnik grubun bu denli iç içe yaşadığı bölgeye
bağımsızlık verilmesi ardı ardına bir çok karışıklığı beraberinde getireceğinden, Batı, tavrını
bölgenin istikrarından yana koydu. 1902 yılına dek rutin şekilde süren Bulgarların terör
faaliyetleri, bu yıldan itibaren yoğunluk kazanınca Abdülhamit bölgede reform niteliğinde
bazı düzenlemelere başvurdu. Ancak sorunun Avrupa kamuoyunun da dikkatini çekmesi
sonucu bölgede Batılı devletler (Almanya dışında) ortak bir denetleme mekanizması
kullanarak yabancı subaylardan oluşan jandarma birliklerini vilayetlere sevk ettiler. Ancak
çetelerin terör faaliyetlerinin ardı arkası kesilemedi.
Makedonya’da ortaya çıkan bu kritik duruma önlem olarak, Abdülhamit Harbiye
okulundan yeni çıkmış yetenekli subayları buraya gönderdi. Askeri okullarda daha önce
kurulan muhalif gizli örgütlerden dolayı mektepli subay takımına güvenmeyen padişah,
onları Makedonya’ya gönderirken bölgenin çeşitli siyasal akımlarla renkli olan ortamını fazla
hesaba katmamış olsa gerek. Makedonya tecrübesi, padişaha muhalif asker ve memur
takımını hem düşünsel hem de devrimci taktik olarak fazlasıyla etkilemiştir. Milliyetçi
ideolojileri doğrultusunda eleirnden ne geliyorsa yapan çetecilere tanık olan bu subayların
durumdan kendilerinin amaçları için ne kadar faaliyetsiz kaldıklarını görme fırsatı buldular.
Bunun yanı sıra yılda ancak 6 ay maaş alabilen subaylar, durumları kendilerinden kat kat
üstün olan Avrupalı meslekdaşlarının yanında oldukça eziklik hissine kapılmış oldukları
ihtimal dahilindedir274. İmparatorluğun göz bebeği Rumeli’nin kayıp gitme tehlikesi
Osmanlıcı ideolojiye sahip bu subaylarda acilen birşeyler yapma sorumluluğunu uyandırdı.
Balkan yerleşimlerindeki Müslümanlarla iletişime geçme şansı bulan bu genç bürokratlar,
halkın da özgürlükçü rejim yönündeki istemlerine şahit oldular. Yörelerin nüfuzlu Müslüman
kesiminin düzenlediği toplantılar sayesinde olası bir devrimci hareket için kitle desteği de
alabileceklerini gördüler275.
Makedonya tecrübesi devrimciler için örgütlenme tarzı açısından da önemliydi.
İttifak-ı Hamiyyet örgütünden beri Carbonari tarzında örgütlenmeye giden gizli dernek
geleneği, burada yeni bir örgütleniş modeliyle karşılaştı. Türk subayları çetelerle savaşmak
için dağlara gönderilirken sanılanın aksine bu çetelerin hepsinin eşkiya olmadığını ve hatta
yine Bulgar, Rum ya da Sırp ulusçuları dışında başka bir gizli örgütün olduğunun da farkına
vardılar. Kendilerinin kurmaylık eğitiminde öğrenmedikleri gerilla taktiğini uygulayan
çetecilerin arkasında bütün dinleri ve halkları eşit sayan ulusçuluk üstü, laik ve halkçı bir
ideoloji güden devrimci bir örgütün varlığı söz konusuydu; onlar büyük ihtimalle
bilmiyorlardı, ancak bunların ideolojileri Rus Panislavizmine karşı halkçılık yani narodniklik
274 Akşin, 1998, s: 67
275 Karpat, 1972, s: 280
akımından geliyordu276 . Bunların modelini yakından tanıma fırsatı bulan genç subaylar
yavaş yavaş gerilla komitecileri haline gelmeye başladılar. Ayrıca, Selanik’in eski bir
masonluk merkezi oluşunun sağladığı gizlilik geleneği devrimci harekete yarar sağladı.
Muhalif hareket Makedonya’da kök salarken, 1906 yılında Anadolu’da bazı kitlesel
huzursuzluklar baş göstermeye başladı. Vergi ayaklanmaları olarak bilinen ve 1906 yılının
başlarında patlak vermeye başlayan bu olayların temel nedeni hükümetin biri kişilerden
alınacak “Şahsi Vergi”, diğeri de hayvanlar mülkiyeti çerçevesinde konan “Hayvanat-ı
Ehliye Rusumu” adında iki yeni vergi toplama kararıydı277. 1904 baharından beri vergi
yükünden dolayı kırsal kesimde bir stres birikiminin varlığı söz konusuydu. Hem toprak
ağalarına hem de Hezimlere ağır biçimde borçlanmış olan köylü sürekli artan vergilerle iyice
darboğaza sürülmüştü. 1906 Ocak ayı sonlarında Kastamonu’da patlak veren huzursuzluklar,
belediye meclisi üyelerinin seçimleri esnasında başladı. Şehir halkı vergilendirme ve
harcamalar üzerinde hiç bir denetimleri olmadığı gerekçesiyle seçimi boykot etti.
Vilayetlerdeki tüm yüksek rütbeli devlet memurlarının vergiden muaf olduğu için kendileri
de bunu ödemeyi reddediyorlardı. Kastamonu’da ki ticari faaliyetler üzerinde nüfuz sahibi
olan 32 esnaf ve zanaatkar bu konuda bir dilekçeyi merkezi hükümete gönderdi. Ancak
dilekçe dikkate alınmayınca 21 Ocak’ta yaklaşık 500 kişilik bir grup vilayet konağı önünde
gösteri düzenledi ve daha sonra da telgrafhane binasını ele geçirmişdi278. Şehrin ileri
gelenlerinin de desteğiyle on gün süren telgrafhane işgali sırasında işgalciler taleplerini kabul
etmesi için merkezi hükümetle sürekli olarak bağlantı kurmaya çalıştı. 31 Ocak günü,
276 Berkes, 1973, s: 345
277 1906-7 Vergi Ayaklanmalarını taban alarak 1908 Devrimi’ni sadece bürokrat kesimin içinden gelen bir eylem
olarak sunan geleneksel Türk tarih tezine “1908 Devrimi” adlı eserinde karşı çıkan Aykut Kansu bu konu
üzerine yapılan çalışmalara yeni bir bakış açısı getirmiştir. Aynı söylemle olayı inceleyen bir diğer eser için bkz.
KARS, H. Z., 1908 Devrimi’nin Halk Dinamiği, İstanbul, Kaynak Yayınları, 1997
278 Kansu, 1995, s: 40-41
Müslüman, Ermeni ve Rumlar’dan oluşan büyük bir kalabalık gösterileri yeniden başlatırken,
destek için dükkan ve işyerleri de gün boyu kapalı kaldı279.
Abdülhamit rejimi sürgünlerinin yoğun olarak burada toplanmasından başka diğer
Anadolu kasabalarından farklılaşan önemli bir özelliği olmayan280 Kastamonu’da, ortaya
çıkan bu ayaklanmaların benzerleri Sinop, Ankara ve Trabzon’da da görüldü. Keyfi davranan
vali ve memurların görevden alınmasını, hükümet dairelerinde yolsuzlukların önüne
geçilmesini ve vergilerin azaltılmasını talep eden bu ayaklanmalar merkezi hükümetin
taşradaki otoritesini oldukça tahrip etti. Bu vergi ayaklanmaları zincirindeki en önemli
halkaları Doğu Anadolu vilayetleri oluşturmuştur. Bunlar içinde en ünlüsü ise 1906 yılının
Şubat ayında başlayan Erzurum ayaklanmasıdır. 1902’den beri Vali Nazım Paşa’nın kötü
yönetimine maruz kalan halk için yeni konan vergilerin açıklanması bardağı taşıran son
damla oldu. Vergilere en şiddetli tepki şehrin varlıklı kesimini oluşturan tüccarlardan geldi.
Y. A. Petrosyan’a göre, Doğu Anadolu’da baş gösteren isyanlara, 1894-1895 Ermeni
olaylarından sonra bölgesel ticareti ele geçiren Türk ticaret burjuvazisinin,
kapitülasyonlardan yararlanarak kolayca başarıya ulaşan yabancı tüccarlara tepkisinin etkisi
büyüktü281. Erzurum’daki isyankar havayı oluşturan bir diğer etmen Abdülhamit’in fazla
liberal ya da Jön Türk yanlısı subayları Anadolu’ya sürmesi çerçevesinde bu vilayet Jön
Türkler’in ileri gelen merkezlerinden biri haline gelmişti282. Erzurum ayaklanması
başladığından beri diğer vilayetlerdekilere göre çok daha ileri düzeyde örgütlenmiş ve daha
geniş kitleye yayılmıştı. İstanbul’a taleplerini bildirmiş olan Erzurum’un ileri gelenleri ve
279 Kansu, a.g.e.
280 Kansu, a.g.e.
281 Y.A. Petrosyan’ın Sovyet gözüyle Jön Türkler (Ankara, 1974) adlı eserinde belirttiği görüşü aktaran, Kars,
1997, s: 23
282 Minassian, 2000, s: 212
İttihak ve Terakki Cemiyeti’nin üyeleri, “Can Veren” adı altında örgütlenerek yerel hükümet
temsilcilerine karşı radikal bir hareket başlatma kararı aldılar283. 28 Mart’ta valinin görevden
alınma isteği yinelendi ve Erzurum’un tüm dükkanları kepenk indirdi; memurlar dahi işe
gidemedi. Protesto gösterilerinin sürdüğü on gün boyunca şehirdeki devlet otoritesi fiili
olarak ortadan kalkarak, denetim halkın eline geçti. Istanbul’dan verilen kovuşturma emrinde
ayaklanmanın İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Paris’teki merkezinden yönetilmekte olduğuna
dikkat çekilerek soruşturmanın özellikle bu yönüne önem verilmesinin gerektiği
vurgulanıyordu284. İsyanlarda halkla subayların eşgüdümiçinde hareket etmeleri, isyancılara
güven aşıladı. Erzurum’daki Rus Konsolosu Skaryabin, 1907 Ocak’ındaki raporunda,
ihtilalcilerin hükümetin baskı ve cezalandırmasından korkmadıklarını, çünkü kendilerini
askerlerin destekleyeceğinden emin olduklarını yazıyordu285. İttihatçıların işbirliği dışında
Erzurum’daki ayaklanmayı ilginç kılan noktalardan biri arkasındaki sınıf desteğidir.
Selanik’teki muhalif hareketlerde olduğu gibi Erzurum’daki Can Veren örgütünün arkasında
tüccar, küçük burjuva memurlar ve küçük dereceli bürokratlar vardı286
Ülke içinde de propaganda çalışmalarına 905 yılından itibaren başlamış olan İttihat ve
Terakki Cemiyeti ülkeye kaçak olarak soktuğu kendi yayın organlarıyla Abdülhamit’in
rejiminin itibarını yıkmaya çalışıyordu. 1907 yılı başlarına gelindiğinde cemiyet, Kafkasya,
Bulgaristan, Girit, Mısır ve Kırım şubelerini kurduktan sonra Türkler’in yaşadığı yerlerde
ancak 1906 yılından itibaren örgütlenebilmişti. Türklerin yaşadığı yerler içinde ilk olarak
283 Kansu, 1995, s: 45
284 Kansu, 1995, s: 51
285 Kars, 1997, s: 34
286 TEKELİ, İ & İLKİN, S., İttihat ve Terakki Hareketinin Oluşumunda Selanik’in Toplumsal Yapısının
Belirleyiciliği, The Social and Economic History of Turkey (1071-1920), Der: O. Okyar & H. İnalcık,
Ankara,Meteksan Yayınları, 1980, s: 120
Selanik’te örgütlenen cemiyet daha sonra Anadolu’nun iç bölgeleriyle temasa geçti. 1906-7
yılındaki vergi ayaklanmalarının örgütlenmesine fiilen katılan örgüt üyeleri, bunların
başarılarında büyük pay sahibi oldular. Anadolu’da yer yer, Doğu Anadolu’da ise hemen her
vilayette etkisini gösteren bu ayaklanmalar, hükümetin yeni konulan vergileri kaldırmasına
yol açarken halkın tepki gösterdiği yerel yöneticiler de görevden alındılar.
İttihat ve Terakki Cemiyeti ülke içinde örgütlenme faaliyetlerine hız verdiği bu
dönemde, yurtdışındaki sürgünlerde boş durmuyorlardı. Sabahattin’in ve Ahmet Rıza’nın
grupları arasında somut şekilde kendini gösteren hizipleşmenin 1906 yılında Sabahattin
grubunun “Teşebbüs-ü Şahsi ve Adem-i Merkeziyet Cemiyeti”ni kurmasıyla hareketin
bölünmesiydi. Aynı yıl İttihatçılar yeni bir örgüt nizamnamesi yaptılar. Bu nizamnamede
hücre örgütlenmesi yerine, her şubenin kendi iç nizamnamesi olmasının öngörülmesi örgüt
içinde bir çeşit federatif yapıya gidildiğini gösterir287. 1907 yılında toplanan II. Jön Türk
Kongresi, İttihatçı hareket için oldukça önemlidir. 1907 yılında Rusya ve İngiltere’nin
yapılan bir anlaşmayla, İran, Afganistan ve Tibet gibi uyuşmazlıklarının olduğu bölgelerde
sorunları çözdüler. Bu zamana dek Rusya’nın Osmanlı aleyhine yayılmasını önlemek için
büyük çaba sarfetmiş olan İngiltere’nin böyle bir anlaşmaya gitmesi oldukça önemli bir
durum arz ediyordu. Osmanlı’daki çevreler, bu anlaşmayı İngiltere’nin Osmanlı üzerindeki
geleneksel himaye politikasını bırakarak, ülkenin bölünmesine artık olur verebileceği
şeklinde yorumladılar. Ortaya çıkan yeni durumun, Jön Türk kongresinin toplanması
kararında etkili olduğu kuşkusuzdu.
II. Jön Türk Kongresi’nde öne çıkan en önemli unsurlardan biri Ermeniler’in ihtilalci
Taşnak örgütünün bu platformda oynadığı etkin roldü.İzledikleri siyaset bakımından
Kafkasyalı sosyal demokratların eleştirilerine maruz kalan Taşnaklar, Osmanlı
287 Akşin, 1998, s: 80
İmparatorluğu’nda izlemiş oldukları strateji ve taktikleri gözden geçirdiler288. 1905 Rus
Devrimi’nin Ermeni sorununda hiçbir ilerlemeye sebep olmadığını gören Taşnaklar, Osmanlı
İmparatorluğu’ndaki devrimci oluşumlara odaklandılar. Ermeni girişiminin toplanmasında
büyük pay sahibi olduğu II. Jön Türk Kongresi 27 Aralık 1907 günü Ahmet Rıza, Sabahattin
ve Khaşadur Malümyan’ın ortak başkanlığında toplandı. 29 Aralık’ta çıkarılan bildirgeye,
İttihat ve Terakki Cemiyeti, Ahd-ı Osmani Cemiyeti (Mısır), Londra’da Türkçe ve Arapça
çıkan Hilafet adlı yayın organının yazı kurulu, Taşnaksutyan Cemiyeti, Mısır Cemiye-i
İsrailiyesi ve bazı Ermeni yayın organlarının yöneticileri imza koyarken, Bulgar, Arnavut ve
Rum örgütlerinden kongreye katılım olmamıştı289. Yapılan ortak açıklamada Abdülhamit’in
otuz yıllık yönetiminin yalnızca Hristiyanlar değil, Müslüman halka da büyük zarar verdiğini
belirttiler. İstibdat rejiminin siyasal ve ekonomik özgürlükleri kısıtlaması ve verimli
çalışması gereken kamu kuruluşlarını yozlaştırması sert dille eleştirildi. Tüccarlara pasaport
verilmemesi de bir diğer eleştiri konusuydu, yönetimin bu davranışıyla kişilerin seyahat etme
özgürlüğünü kısıtlamakla kalmayıp, ticaret ve sanayinin gelişmesi için de engel
oluşturduğundan yakınılıyordu290. Bu yönde bir çok şikayetlerini dile getiren devrimciler
daha fazla zaman kaybetmeden mutlakiyetçi rejimi sona erdirme konusunda anlaştılar.
Abdülhamit’i istifaya zorlayıp, varolan yönetim sistemini kökten değiştirerek meclis
üstünlüğüne dayanan liberal demokratik bir yönetim kuracaklardı.
Dostları ilə paylaş: |