dır (taklit sözdür): dır berip ürk-: ürkerek, kendini bir yana atmak; dır koyup cönödü: taban çekti; tabana kuvvet vererek kaçtı; attı kiçine dır dedirip alalı! : atları bir parça koşıuralım! ; dırday cınğalaç: çırıl-çıplak.
dırama= drama.
dırdık-, yığılmak (insan kalabalığı ve hayvan sürüsü hakkında); koy dırdığın ürktü: koyunlar ürkerek bir yana yığıldılar.
dırdıy-, şişmek; kabarmak (diyelim, hava ile doldurulan tulum hakkında).
dırğayakta-, kaymak.
dırğayaktat-, et. dırğayakta-dan.
dırğı-, ürküp bir yana yığılmak (kütle hakkında); koydunğ bir çeti dırğıp ürküp kaldı: koyunların bir kısmı ürküp bir yana yığıldı.
dırğır-, et. dırğı-dan.
dırılda-, titreyen ses çıkarmak; çımın dırıldap uçat: sinek vızıldayıp uçuyor; darıldap cügür-: hızlı koşmak; uçarcasına koşmak.
dırkıra-, param-parça olmak; köpürmek, kudurmak; dırkırap kaç-: çil yavrusu gibi dağılmak; şamal dırkırap turat: rüzgâr şiddetli esiyor ve kuduruyor.
dırkırat-, et. dırkıra-dan.
dıydar= dıdar.
dıykan, f. köylü; kedey dıykan: fakir köylü; orta dıykan: orta halli köylü; baba dıykan mit. çiftçilik hâmisi (harfn: köylü dede); baba dıykan başına çıçtı es. mec. (mahsûl hakkında) bereketli harfn. : dıykan baba başına sıçtı
dıykançı= dıykan.
dıykançılık, çiftçilik: köy iktisadiyatı.
diagrama, r. diagram.
dialekt r. lehçe, ağız, diyelek.
dialektika r. diyalektik (bir nevi felsefî muhakeme usulü).
diğer f. 1. gündelik namazlardan üçüncüsü (günün ikinci yarısında), ikindi; 2. güneş batmadan biraz önce ki zaman; kündigerden ıldıyladı: güneş batmaya yüz tuttu.
dimi: can dimi (candimi): (katiyen işitmedim, hiçbir zaman görmedim; namussuzum böyle bir şey olmamıştır ve olamazdı da ve s. gibi sözler söyleyerek), aksi hakkında emin olduğu halde bir şeyi inkâr ederek türlü türlü ibarelerle yemin eden kimse.
din, a.din; meshep; din ilmi: ilâhiyat; dini kara: namussuz; dini karardı: fena şeyler tasarlıyor; ondan her şey beklenilebilir.
dirijorluk, orkestra şefi vazifesi; dirijorluk kıl-: orkestrayı idare etmek.
dirilde-= dirkire-; tooşu dirildedi: sesi titredi; üşüp dirildep turam: üşüyüp titriyotum; dirildep kan çığıp turat: kan fışkırıp duruyor.
dirildet- et. dirilde-’den; tooşun diril-detti: sesini titretti. .
dirkire-, 1. titremek; 2. ince,kuvvetli ve titrek creyan halinde akmak; bütkön boyu dürküröyt, emçekten sütü dirkireyt folk. bütün vücudu titriyor, memesinden süt akıyor.
dirkiret- et. dirkire-den.
dirt, (taklidlik söz): kan dirt dey tüştü: kan (aşağıya doğru) sıçradı.
disput r. mubahase, ilmî münakaşa.
dit f. düşünceler, tasarlar; arzu; dikkat; ditim cıyırma beşte: gözüm (arzum) yirmi beşte, yirmi beşi almak istiyorum; ditinğe kelse-sat, ditinğe kelbese-sappa: işine gelirse-sat, işine gelmezse-satma! ditinğde sakta: kalbinde sakla, aşkâr etme! ditimenen (yahut ditin salıp) uğup turat: dikkatle dinliyor.
divindent r. temettü hissesi.
diviziya r. tümen.
diykan= dıykan.
doboger a-f. davacı.
dobul 1. şiddetli dolu; dobul kağıp ketti: dolu vurdu: 2. firtına.
donğuz, 1. yabanî domuz; donğuz kop-: söv. (mahşer gününde) domuz şeklinde dirilmek; ölmöktön donğuz kop- söv. geber de, domuz şeklinde diril! donğuzdunğ tügün döy köröm: bütün ruhumla nefret ediyorum (harfn: bana domuz kılı gibi görünüyor) donğuz rırtı: bir bitkinin adıdır; donğuz aybat, bk. aybat; 2. hayvan devrî takviminde son yılın adıdır.
doo, a. dava; talep; iddia: kara doo: uzun süren dava; doo-doomayım cok: hiçbir dava, iddiam yoktur, ooru aştan, doo karındaştan ats.: hastalık yemekten, dava ise, akrabadan, kardeşten.
dooçu= doboger.
dool I= dobul.
dool II, a. davul; dool kak-: davul çalmak.
doola-, dava etmek, hak iddia etmek; mahkemede duruşmak.
doolaş-, biri-birini dava etmek.
doolaştır-, (üçüncü eshası) karşılıklı davaya, mahkemeye kadar gitmeye sebep olmak.
doolat-, et. doola-dan.
doolbaş, davul, alıcı kuşla avlanırken kullanılan küçük davul.
dooluu, munazaalı.
doomay, doo sözünün tekidir.
doomat, a. töhmet, iftira.
door, a.1. asır; devir; door sür-: hüküm sürmek; anın dooru cürgön çakta: onun hüküm sürdüğü devirde; 2.= dooron.
dooran= dooron.
doorloş, muasır; çağdaş.
dooron, a. 1. dn. ıskat: ölünün kaldırılmasından önce, onun ruhunun kurtulması, yani azaplarının afedilmesi ve kaldırılması için bir resmi mahsusla verilen sadaka; dooron ber- yahut dooron bayla-: dooron tertip etmek; dooron ötköz-: dooron ayınını idare etmek; 2. dn. cenaze namazından sonra hocalara dağıtılan sadaka; dooron al-: ölünün istirahati ruhu için yapılan ayin sırasında sadaka almak; 3. mec. hüküm sürme; ubağında dooron sürüp aldı: kendi zamanında hüküm sürdü, hakimiyetinin tadını aldı; dooronu cürüp turat: hükmü yürüyor, hüküm sürüyor.
dooruk, hadise; yaşama (baştan geçirme); 16-nçı cılı kırgızdınğ başınan ötkön dooruktadır: 1916 yılından beri Kırgızların geçirdiği hadiseler.
dooş= dobuş.
dootay, çin. bir vilâyetin âmiri, vali (şarkî Türkistan’da).
dorbo, kad.= baştık II.
dorbool= dolbor.
dordoğoy= dordok; oozu dordoğoy: kalın dudaklı.
dordok, kabarık; şişlik; şişkin; şişirilmiş; kalın; baatır dordok yahut baatır dordonğ: kartal nevinelerinden biridir (ki onun gagasışişmiş gibi görünmektedir); oozu dordok: dudakları kalın ; dordok bed: şişkin yüzlü ablak.
dordonğ= dordok.
dordoy- kabarık, şişkin, şişman olmak; dordoyğon, kalınğ ootu: kaba, kalın çuha; oozu dordoyup şişip kalıptır: dudakları pek fazla şişmiştir.
doske, r. tahta (sınıftaki); kızıl doske: kırmızı tahta; kara doske: kara tahta.
dosondo, I. dost; yakın ahbap; dosondonun canı bir kudandanın malı bir ats. ahbapların canı bir gönüllerin malı bir.
dosondo, II. dostlaşmak.
dost= dos.
dostoş-, dostlaşmak; ahbap olmak.
dostu= dos; dostusu: onun dostu.
dostuk, dostluk.
dotatsiya, r. hibe, dotation.
doybu, paytak; doybu oyno-paytak oynamak.
doyur, dediği dedik olan kimse; inatçı.
doyurduk, direngenlik; inat.
dozok= tozok.
dozoktol-= tozoktol-
dozor, r. devriye, uç.
döbö, tepe; ak döbö: tabaktaki ufak doğranmış olan etin üzerine konulan yağ parçası.
döböçük, küçük tepe, tepecik.
döböl= töböl.
döbölü-, yığın, küme şeklinde toplamak; yığmak; bir nesneyi tepe şeklini alırcasına dökmek; bir şeyi çok ve bol vermek yahut ikram etmek.
döbölön-, mut. döbölö-den.
döböö= döbö.
döböt, büyümüş erkek köpek; erkek kurt.
dödöy, budala; beceriksiz, sünepe.
dödöylük, budalalık; becereksizlik.
dögdür I, tepecik.
dögdür II, kon.= doktor.
dögöçü (destan’da) bir bitkinin adıdır.
dögürsü-, kibirlenmek; caka satmak; gururlanmak; farfaralık etmek, övünmek.
dögürsüü, farfaralık; gururlanma; caka satma.
dömör, bataklıkta kararmış tümsek.
dömpögöy, kalkık; hafifçe çıkık duran.
dömpöy- hafifçe kalkık durmak (tümsek şeklinde):
dömpöyt-, et. dömpöy-den.
dömpöytüü, işs. döüpöy-den.
dönğ, tepe; yüksek yer.
dönğgöç= dönköç.
dönğgölö, (tekerlek gibi) yuvarlanmak.
dönğgölök, tekerlek.
dönğgölön= dönğgölö-.
dönğgölöt-, (tekerlek gibi) yuvarlatmak.
dönğgölötüü, işs. dönğgölöt-’ten.
dönğgül, dönğgür, tepecik, tümsek.
dönğköç, kütük; balta kötör güçö, dönğköç dem alat ats.: baltayı kaldırıncaya kadar kütük dinlenir.
dönğkölök= döngkölök.
döö I, f. dev; son derece iri insan; döö şaalar bk. şaalar.
döö II, işs. de-den.
döödürö-, dırlanmak (can sıkacak bir tarzda bir tarzda ve durmadan konuşan kimse hakkında).
döödüröt-, et. döödürö-den.
döökör, cesûr; atılgan; döökör bakşı bk. baskı.
döökürsü-= dögürsü-.
döölöt, a. 1. servet; devlet; çıkan menet, kirgen döölöt ats. her çıkan şey (ki ondan mahrum oluyorsun) azaptır; her giren, gelen şey- devletir; döölöt küt-: zengin olmak; 2. devlet; ulu döölöt şovinizmi: büyük devlet şovenliği.
döölöttüü, zengin.
döölük, döö I’den mücerret isim.
döömöt, a. nöbet; sıra; döömöt kütöt: sıra bekliyor; al döömöt kütüp kalıptır: caka sattı, kuruldu.
döömötçü, nöbetçi.
dööperes= dööpörös.
dööpörös, f. saf; bön (saflığı yüzünden hakikatı söyleyim derken gaf yapan).
döörö- saçmalanmak; sayıklamak.
döörök, 1. geveze; boş boğaz; 2. gevezelik.
döörüt-, et. döörü-den.
döörüü, işs. döörü-’den.
dööt, a. hokka, divit; dööt-kalem: hokka ve kalem.
döötü I= dööt.
dööt II, es. (zanaatlar hâmisi sayılan Davut has isminden alınmıştır) zanaat sahibine verilen ücret; döötünün coluna emne alıp kelesinğ:iş hakkı olarak ne getireceksin! (esnafın müşterisine nezaketle sorduğu sual).
döp, dö ile başlayan sözlere takviye için katılır; döp-dönğkölök: yüs-yuvarlak.
dördögöy= dördök; erdi dördögöy: kalın dudaklı.
dördök, kabarık; kalın (dudak hakkında).
dördöy-, kabarmak; şişmek.
dörö, f. kamçı, kırbaç (cezalandırmak için).
döröölö-, kamçı ile cezalandırmak.
döröölöt-, et. döröölö-den.
döşü, örs.
drama, r. ed. dram.
dramaturg, r. dram yazan.
duba, a. 1. dua; dubası konboy kaldı: duası kabul edilmeden kaldı, dubay salam: mektup; 2. kese; keseye dikilen dua: muska.
dubakan, a-f. es. sahta tabip; üfürükçü.
dubal, f. duvar; çit.
dubala-, 1. dua ile tazarru etmek, yakarmak; 2. dua okuyup üfürmek (diyelim, deva olmak üzere, suyu üfürmek).
dubalat- et. dubala-dan.
dubaluu, dualı.
duban, tar. kaza; sancak; bölge (inkılâptan önceki ıslahattır);karakol dubanı: 1) karakol kazası; 2) karakol kazasının kırgız ahalisi; bir duban erge danğkı çıkkan: ünü bütün bir kazaya yayılmış.
duğduy- (iriyarı adam hakkında) somurtmak, surat asmak; duğduyup unçukpay olturdu: o (iriyarı adam) suratını asarak konuşmadan oturdu.
duh, r. ruh; duh kötör-: maneviyatını yükseltmek, neşelendirmek.
duhoboy, r. duhovoy orkestr: üflemek suretiyle çalınan aletlerden teşekkül eden orkestra.
duka, deke sözünün tekidir.
dukaba, f. kadife.
dulay, 1. keçeden yahut koyun derisinden yapılmış olan kış ayakkabısı; 2. alıcı kuşun ayaklarında kösteklerin yaptığı şiş.
duldak, daldak sözünün tekidir.
duluguy, geniş yüzlü (suratlı) ve muzlim çehreli ablak ve suratsız.
duluy-, 1. (başlıca, geniş suratlı kimse hakkında) somurtmak; surat asmak; unçuk pay ğana duyulup oltura berüçü: o, adeti olduğu üzere, somurtarak oturuyor ve susuyordu; 2. direnmek, inat etmek.
dum: em-dum: her nevi tedavi usulleri ve muhtelif emler, ilaçlar.
duma, r.tar. meclis; memelekettik duma: devlet duması (eski Rus parlementosu).
dumana= dubana; dumananın asasınday silkilde: divanenin asası gibi silkinmek; keçi kuyruğu gibi titremek.
dumba, r. 1. tabure: arkası ve dayangaçları bulunmayan yüksek iskemle; 2. araziyi ayıran sınarlara dikilen alâmet.
dumbaloo, işs. dumbala-dan; köz dumbaloo; göz boyamak; igfal, aldatma.
dumbul, sarı asma kuşu.
dumuk-, havasızlıktan, nefes darlığından muzdarip olmak; iç sıkılmak.
dumuktur-, boğmak; abadumukturup turat: hava sıkıntılıdır.
dunğ, danğ sözününün tekidir.
dunğçu, çin. dilmaç, tercüman.
dunğda-, bir işi gizlice, sezdirmeden yapmak; arı-beri dunğdap ele cok kıldı: gizlice hepsini harcadı.
dunğğan: ala dunğğan yahut dunğğa: küçük saksağan (bazı dağ florcinleri de böyle tesmiye edilir).
duruçma, r. kon. «drujina» : milis, asker, müfreze, muhafız takımı.
durus, f. dürüst, doğru; münasip; işe yarayan; kaideye uygun olan.
durusta-, düzeltmek; tashih etmek; yoluna koymak; durustap: gereği gibi, iyice.
durustal-, mut. durusta-dan.
durustoo, yoklama; düzletme.
durustuk, doğruluk, dürüstlük.
duşar= duuçar.
duşman, f. düşman; el düşmanı: halk düşmanı.
duşmançılık= duşmandık.
duşmandaş-, düşmanlık etmek.
duşmandık, düşmanlık; husumet.
duu, gürültü; patırtı; şamata; duu dep: gürültü ile gürültülüce; el duu külüp ciberdi: halk kahkahayı koyuverdi; kalınğ duu: şiddetli gümbürtü; uu-duu; şiddetli gürültü; gürültüyle karışık intizamsızlık.
duuçar, f. karşılaşan; rast gelen; çarpan; balağa duçar bol-: belâya duçar olmak, çatmak; okko duuçar bol-: kurşuna rastlamak.
duula-, 1. gürültü yapmak; uğuldamak; 2. mec. meşhur olmak; 3. çok mebzul olmak.
duulan-, gürültü etmek; uğuldamak.
duulda-, patırtı yapmak; uğuldamak; yaygarayı basmak; çok canlı konuşmak; ot duuldap küydü: ateş büyük alevle yandı; duuldap mas boluştu: adam akıllı sarhoş oldular.
duuldaş-, müş. duulda –dan.
duuldat-, et. duulda-dan; Sotsialistik meldeşti duuldatalı! ; susyalist yarışı daha geniş inkişaf ettirelim! ; kalemperdi aşka salıp içkende oozdu duuldatat: yemeğe kırmızı biber konup yenirse, ağzı fena surette yakıyor.
duutar, f. dutar (bir musiki aleti).
duvay= dubay (bk. duba).
dübür= dabır.
dübürö-, ayak patırdısı, araba gürültüsü çıkmak.
dübüröt-, ayak patırtısı, gürültü takırtı çıkarmak.
dübürt-= dabırt-; attınğ dübürtü: atın ayak patırtısı.
dücürnay, r. «dejurnıy» : nöbetçi.
düğdünğdö-, kuvvetli ve gayretli olmak; yorulmak bilmemek.
dügdüy-, çıkık ve kocaman görünüşte bulunmak; kanburlaşıp durmak (diyelim, atın sağlam boynu hakkında); moynu düğdüygön at: sağlam ve pek boyunlu at; dügdüygön cigit: sağlam delikanlı; dügdüygön kalınğ kol: hesapsız asker.
dükört, f. bıyık ve tırnak kesmek için kullanılan küçük makas.
düküldö-, 1. çarpmak (korkudan kalp hakkında); cürögün dülüldöp turat: kalbim şiddetli çarpıyor; ben pek korkuyorum; 2. emreder gibi bir eda ile konuşmak.
düküldöt-, et. düküldö-den.
düküy-, 1. kabarmak; şişmek; çıkık durmak (tümsek hakkında); 2. sık ve karanlık olmak (bulut, orman, bahçe hakkında); dükügön bak: ağaçları sık bahçe; düküygön ak bulut: koyu bulut.
düküyt-, et. düküy-den.
düküyüü, işs. düküy-den.
dülöy, 1. sağır; dülöy-dudak: sağır-dilsiz; dülüygö salam bersenğ, «atandınğ başı» deyt ats.: sağıra selâm verirsen, o seni sövmeye başlar; eti dülöy: kalın derili (ağrıya hessâs olmıyan); 2. kulak kiri; 3. güya hayvanların yüreğinde peyda olan küçük artık etler (lâymi zaidler (bu gibi etlerin bulunmaması bir koşu atı için iyi nişane imiş); tuyagında tura cok, cürögöndö dülöy cok folk.: tırnağında kemik yok (bk. tura 1), yüreğinde artık et yok; 4. alay-dülöy 1) tipi; 2) karışıklık; alt-üst olan durum; alay-dülöy boroşo soktu: tipi çevrinti yaptı; alay-dülöy boroon bolup turat: şiddetli tipi, kasırga vardır; 5. cer dülöy (yahut sadece dülöy): kurt mantarı (içi tozla donmul olan bir nevi mantar).
düm I, f. kuyruk; mıltıktın dümü: tüfek dipçiği.
düm II, korkunç; azametli görünüş (manzara); azamet; dümünön ele adam korkut: yalnız görünüşü bile insanı korkutuyor.
dümbö, f. harbi ucu.
dümbölö-, silahı doldurmak.
dümbül, f. olmamış (meyvalar ve taneler hakkında).
dümbürçök, kon. makpuz; makpuzun koçanı.
dümök, göz dağı; tehdit; felâket; dagdagalı durum; ağa bir dümök körsötöyün (yahut salayın): ben onu bir parça korkutayım: ben ona göstereyim! ; Talastağı çonğ dümök kan Manaska kaçılba folk.: beni Talas’taki korkunç Manas’ın yanına sürme, koğma! ; dümögön tarttım: onun yüzünden çektim (zahmete katlandım).