ele- II, (karş. e III) olmak manasına gelen yardımcı fiildir; saitle biten sözden sonra ele I (bk.) de olan hali burada da görürüz; kıştınğ künü ele: kış idi; kışın olmuştu; tün ele: gece idi; özünğ kayda turgan elenğ?: (o zaman) sen kendin nerede yaşıyordun? ; al kezde men çaş elem: o sırada ben gençtim; murun da bilet elem: evelce de biliyordum; biz kim elek, kim bolduk!: biz kim idik, şimdi kim olduk! r-li, s-li gerundif ile birlikte conjonetif ekil yapar: berer belenğ (bi + elenğ) yahut beret belenğ: verir mi idin? ; uşunday bolor belem- yahut uşunday bolot belem?: böyle olur mu idim? ; eç bir manisi bolbos ele: (bunda) hiçbir mana olmazdı; ğay-lı fiille birlikte dilek ifade ettiği gibi, fiil menfi şekilde olduğu zaman korku-şüphe ifade eder: kelgey ele: gelse idi, iyi olacaktı; bugün boroon bolboğoy ele: korkarım ki bugün bora olmasın.
ele- III, 1. elemek (kalburla, elekle); 2. çikit (bk.) oyunu sırasında küçük değneği büyük değnekle vurup defetmek.
ele-IV, farkına varmak; dikkat etmek; tepkimek (aksülâmelde bulunmak); elebeptir: hiç aldırmadı.
eleçek, f. evli kadının sarığı; tokol eleçek: aynı sarıktır, ancak bu, daha alçak olur; kaz eleçek: kocaman hacimdeki sarık; kiymeleçek (kiyme + eleçek): Kazah kadınlarının başına giydikleri şey.
elek I, elek: kıldan yapılan elek; cez elek yahut torko elek: tel elek; süzgü elek: süzgeç; çıpka elek bk. çıpka; etegi elek, cenği celek: yırtık pırtık giyim hakkında; harf.: eteği elek, kolları bayraktır, eteği elek, cenği celek bolup iştedi: durmadan-dinlenmeden ve büyük şevkle çalıştı.
elek II, «şimdilik henüz…»manasına gelen ve fiile menfi mana veren bir ektir; yalnız esas fiilin hal zaman gerundifi ile birlikte kullanılır: kelelek (kele + elek): henüz gelmedi; körölökmün (körö + elek + min): daha görmedim; çay içeleğinde keldim: ben onun henüz çay içmediği anda geldim; caan caaleginde (caay eleginde) barınğar: henüz yağmur yağmamışken gidiniz; Lenindinğ carıya kılına elek katı: Leninin henüz neşredilmemiş olan mektubu; karıy elek: o daha kocamamış; körö elekter: henüz görmemiş olanlar; bk. ele.
elekten-, ufak pürüzlerele örtülmek; köl üstü elektendi: gülün yüzü ufak pürüzlerle örtüldü; köz aldı ımırcımır bolup elektene tüştü: göz önü kararır gibi oldu.
elektr, elektir, r. elektrik; elektriğe ait.
elektrleş-, elektiriklenmek: memlekette elektrik tesisatı yayılmak.
elektrleştirüü, elektrikleştirme: memlekette elektrik tesisatını yayma.
elektron, r. elektiron.
element, r. eleman: unsur; cat element sis. yabancı unsur.
elementardık, iptidaî ilkel, basit.
elen-, elekten geçirilmek, elenmek.
elenğ, dikkat; köp elenğ da kıybayt: ayrıca dikkat etmiyor; ona vız gelir; ehemmiyet vermiyor; elenğ-elenğ et- yahut elenğ-bulanğ et-: korka korka etrafa, bakınmak elenğ-elenğ etip, kılçaktap art cağın karayt: kuşkulanarak arkasına bakınıyor.
elenğdet, et. elenğde-den; at kulağın elenğdetet, bir deme körüp turat ko: at kulaklarını kımıldatıyor: bir şey görüyor, galiba.
elep: elep-celep bol-: heyecan içinde bulunmak, sabırsızlıkla beklemek; cürögü elep-celep bolup alıp uçup toktolbodu: kalbi endişe ile çarptı ve o, sükûnet bulamadı.
eles, silüet; vazıh olmayan çizgiler; hayalet; timsal (image); eles-bulas közümö körünö tüştü: bana bir lahza için hayalmeyal gözüktü; eles-bulas bilem: hayalmeyal hatırlıyorum; elesi çok elder: çok uzaklarda bulunan halklar; kağeles (kak + eles) yazıfça (insan hakkında).
eletse-, hayalmeyal görünmek; tahayyül edilmek; közünğö elestey kalat: gözünün önüne geliyor (hatırlanıyor); tün içinde attın elesteginen kişinin kele catkanın bilgen: karanlıkta atın silüetinden bir adamın gelmekte olduğunun farkına varıyordu.
elestel-, mut. eletse-den.
elestet-, et. eletse-den; köz aldıma elestettin: hayalmeyal göz önüme getirdim: köz adlına kelecek künün elestetti: geleceğini göz önüne getirdi; al kündördü tüşümdöy elesteten: o günleri bir rûya gibi hatırlıyorum.
elestetüü, işs. elestet-ten.
elestöö, işs. eletse-den.
elet I, (karş. Moğol. ölöt): göçebe ahali (oturak ahaliye karşı konuluyor); eleten kelgen: ucra meleketten gelmiş.
elet II, hayvanlara tevci edilen sövme sözüdür (=ölöt); kayda kurgur ketti elem elet!: nerede battı bu geberesi!
elet- III, 1. elekten geçirtmek: eletmek; 2. (hastalanmış eti, sarkıtıp tutarak) ufak doğramak.
eletçi, step, bozkır adamı.
elettik, kır adamına, göçebeye taalluk eden her şey; «sahraîlik»; taşralık.
elevator, r. silo.
elge-= ele-III.
elgek= elek I.
eli, parmak genişliği (uzunluk ölçüsü); eki eli: iki parmak genişliği; anın kiri bir eli: üzerindeki kir bir parmak kalınlığındadır; kazısı üç eli çığıttır: (tabakanın kalınlığı hakkında) karın yağı üç parmak kalınlığındaymış.
elik, karaca: Capreolus; öödökaçkan elik murundanğan: ucu yukarıya doğru kalkık duran burunlu.
elikme, hırs.
elikte-, maskaralık yapmak (başlıca dudaklar ile); yüzü ekşitmak, buruşturmak; birisini kızdırmak maksadı ile taklidini yapmak.
eliktet-, et. elikte-den.
eliktöö, birini takipm etme; taklit eyleme, birini kızdırmak için yüzünden buruşukluklar uyapmak.
elir, 1. kuvvet, enerji toplamak; 2. şiddetli temayüle malik olmak; 3. heyecana gelmek; taşkınlık etmek: kudurmak; cin tiygendey elirip: cin çarpmış gibi kudurarak 4. somnambulisme (uykuda dolaşma) hastalığından muztarip olmak; daha ör. bk. elirme.
elirme, somnambulisme; elirmesi bar, tün içinde elirip ketet: somnambulisme’den muztariptir, geceleyin uykuda dolaşıyor.
elkin I, tek; eşi olmayan; bakiye kalan; sen elkinsin (çocuk oyunları): sen ebesin, senin tekin yoktur; elkin tooğa men çıksam, el karaanı körün böyt folk.: tek başına duran dağa çıkarsam, -insan hayaleti bile görünmez.
elkin II, kuşkurtulmuş; heyecana tutulmuş.
elkindik, yalnızlık.
elöö, işs. ele-III-’ten.
elöölü, göze çarpan; gözüken; dikkati çeken; dikkate değer.
elöörü-, büyük i,lgi göstermek; aşırı temayül göstermek.
elöösüz, 1. sezilmeksizin; kün battı, elöösüz tün cattı: güneş battı; sezinmeden gece bastı; 2. dikkatsizce; kayıtsızca; ehemmiyet vermeksizin; elöösüz ötüp kettim: ehemmiyet vermeden dikkat etmeksizin geçip gittim; 3. bakımsız.
eme ıı = neme; bir eme: bir nesne; bir şey.emegende (e ıı + me + gen + de ) = emey; kiçine emegende. çonğ turabı?- : elbette küçük, yoksa büyük mü olacak?
emen ı, meşe.
emen ıı = emes (fakat yalnız 1 - nci şahıs için) alğan emen: almış değilim.
emerek,- ev eşyası.
emes. ( e ıı + me + s ) değil (isimlerin nefyi için kullanı1ır); al emes: o değil; çakşı emes; iyi değil; toğuz cıldan kem emes: dokuz seneden eksik değil; emes bolso kerek: öyle değil olsa gerektir; ceke ğana bul emes: yalnız bu değil; kişi emes kişi söz emes sözdü süylöyt ats. : adam olmamış adam uygunsuz söz söyler.
emese, (e ıı + me + se) eğer öyle ise; o takdirde; meğer öyle imiş; aksi takdirde.
emestik, emes - ten mücerret isimdir; tenğ emestik: denk değillik, müsavisizlik.
emey (e ıı + me + y): eğer değilse; sen emey, kim ele? : sen değilsen, kim olacak? (muhakkak sen); meniki emey kimidiki? : benimki değil de, kimin ki olacak? (asıl benimkidir).
emgek,1. imik. bıngıldak; (yeni doğan çocukların kafasının yumuşak olan yeri); 2. emek; koşumça emgek: ulama emek; mildettüü emgek: iş mükellefiyeti; emgek singen: emektar; emgek singen artist: yahut emgek sinğirgen artist:
emekli artist.
emgekçi emekçi; çalışan.
emekçil, emeksever; çalışkan.
emgekte-, emeklemek (çocucuk hakkında); dört ayak yürümek; bala emgektep kaldı: çocuk emeklemeye başladı (muayyen bir yaşa geldi); emgektegen çaşım bar: küçük çocuklarım var.
emgekteş- emekdaş; iş ortağı. emgekteştik, emekdaşlık.
emgektüü, çok mahrumiyetlere katlanan.
emgi = emki; emgiçe yahut emgiçekti 1) şimdiye kadar; bu zamana değin 2) şimdi artık.; emgiçekti okumuştuu azamat bolor ele: şimdi o artık okumuş bir delikanlı olurdu.
emgiçe, emgiçekti. bk. emgi.
emi 1. şimdi; şu zamanda; emgiçeşimdiye kadar; bu zanıana değin; 2. ondan sonra; emi dağı emine kerek? : şimdi daha ne lazım?
emine, emne, ne?; emine deyt? : ne diyor?; emine üçün? : niçin?; neden?; emine sebepten? : ne sebep- ten?; emine üçün dür : nedense; bul eminesi? bu neden böyle!; daha ne uydurdu?; işinğ emine? sana ne?; eminesi bolso da : ne olursa - olsun; anda emineler cok!: orada neler - neler yok!
eminelikten, neden; niçin; ne seh2p- ten.
emiş = imiş; emiş emiş söz köböy dü: her türlü laflar, lakırdılar yayıldı, çoğaldı; kelet dep emişten uzun kulaktan uğam : ,duyduğum lakırdılara ve yayıntılara bakılırsa, o gelmelidir; kulalı degen kuş emiş. tomoloğop almak kıyın iş emiş (tekerleme) : çaylak yırtıcı kuş imiş, ona kalpak giydirmek güç imiş.
emiz-, çocuğu meme ile, beslemek emzirmek.
emizdik, emzik.
ersizdir-, emdirmek.
emizgi = emizdik.
emiziş, emizüü, işs. emiz - den.
emki, yahut emiki, 1. şimdiki; 2. ilerdeki; sonradan gelen ayağa em ki sanda: sonu gelecek nüshada.
emne, bk. emine.
emnelikten = eminelikten..
emotsiya, r. heyecan; emotion.
emprizm, r. empirisme (bir felsefi sistem).
emşey-, dişsiz görünüşte bulunmak (dişler döküklükten sonra altçene öne doğru çıkık durduğundan); emşeyden kempir: dişsiz kocakarı; pepeleyen kocakarı,
emşiy - = emşey-,
emşing ağlamasa sızlanma;
emşinğ – enşing et – ağlamsamak sız1anmak,
emşinğde-, ağlamsamak; sızlanmak; şimdi ağlayacak gibi durmak (başlıca, kocakarılar hakkında).
emtikan, a. es. imtihan.
en ı, genişlik: en; eni bir metr: eni bir metredir; oozunun eni menen koyo berip tildedi : gözünü yumdu; ağzını açtı adamakıllı sövüp - saydı; eni - ceni cok : ölçüsüz ; ölçülmez; kocaman.
en ıı, (hayvanların) kulaklarına yapılan damga, ini; bakan en yahut solok en kulağın ucunda uzunca yarık şeklinde yapıla damga, ini; oyuk en : im çeşitlerinden birinin adıdır.
en ııı, sıraca.
en ıv, (başlıca, ufak hayvanlarda) hayalar, yumurtalar.
ençi, mirastan hisse; hakkedilen, verilmesi lazım olan pay, hisse; tört ençi kıldı : dört kısma ayırdı, böldü; ençisin berüü kerek : 1) hissesini vermeli; 2) hakkatdiğini vermeli; onu tedip etmeli; cer ökü möt ençisine ötkön : toprak hük» met mülküne geçmiş; cer ençi malikane.
ençikte-, herkesin istihkakını vermek üzere, hisselere bölmek.
ençile -, birisinin hissesini ayırmak; birine tahsis eylemek, ithaf etmek; birinci mayga ençilep bir mayısa ithaf ederek.
ençileş, varis; mirastan başkaları ile müsavi hisse alan.
ençilet-, et. ençile - den.
ençilüü, 1. hissedar; 2. ençilüü at gram.: has isim.
ende-, (kumaşı giyimi) karışıklarını düzeltmek için çekmek; ak cooluğum endedim folk. : beyaz başörtümü düzelttim.
endekey serbestçe; sıkıntısızça; düşüncesizce kaygısızca; een talaa, erkin too arasında endekey cürö bergen : geniş sahrada, serbest dağlarda serbestçe dolaşıyordu.
endeş ı başkalarile aynı ime (damgaya) malik olan (hayvan hakkında); endeş koy : aynı ıme malik olan koyunlar.
endeş - ıı, müş ende - den.
endeştir - , birkaç tane kumaş parçasını biri - biri üzerine enleri denk olacak tarzda koymak; kumaşların enlerini karşılaştırmak.
endeştirüü, işs. endeştir - den.
endey: endeyinen ıdırap ketiptir (giyim) dikiş yerlerinden sökülmüş; endeyinen ketti : (mes. öksüz hakkında) bakımsız, hamisiz kaldı; endey köynök alıp keldim: elbise için bir kumaş parçası getirdim; endey etek : yukarıdan aşağıya kadar yırtmaçlı (entari gömlek hakkında); endey ayant : geniş, vasi meydan.
endi =. emi.
endik, allık kadınların yanaklarına sürdükleri al düzgün; endik - upa: allık ve ak düzgün; kosmatik ilaçların topu; eri süybös.. katınğa endik - upa ne payda? ats. : kocası sevmeyen kadına allık - aldıktan ne fayda?
endire - 1. gevşemek, hoş bir rehavet duymak; hafif tertip ve hoş bir sarhoşluk durumunda bulunmak; çakır keyif olmak; kımız içip alıp, endirep kaldı : kımız içerek, çakır keyif oldu; 2. şaşırmak; şaşalamak; emine kıların. özün kayda koyorun bilbey, endireyt : afalladı ve kendini nereye koyacağını (nereye gideceğini) bilmedi.
endiret -. ct endire - den.
endöölö - (çift olan veya takım halinde eşya hakk.) ayırılmak; şuraya - buraya dağılmak
endöölöt -, et. endöö1öden.
endüü., enli, geniş.
endülüülük, enlilik; genişlik.
ene, 1. ana, anne; tuuğan ene : öz anne; tutulğan ene yahut tutunğan ene : anne yerine olan; tuubasa da, tutunan enem : öz annem değilse de, o benim annemdir (ben onu anne biliyorum); tuuğan enenğ men edim, tutdnğan enenğ akkanış folk. : öz annen ben idim, anne yerine tuttuğun kadın ise, akkarnş’tır; körğön ene bk. kör ııı 1; kötörgön ene bk. kötör – 1; çonğ ene : (baba tarafıdan) büyük anne. baba - anne; enemdi alayın! : (bir yemin etme tabiridir) : annemle evleneyim!; lanet o1ayım 2. çikit (bk.) oynarken kullanılan değnek.
eneçi, annesile yahut övey annesile cinsi münasebette olan.
encke. annecik.
eneleş, kardeş : karındaş.
enelik, analık
enelüü analı, anası bulunan; enelüü cetim : annesi olan öksüz.
enesin- analık taslamak; enesinip söz aytsam folk. : anne gibi söz söylersem.
enğ ı, pek; en; eıığ cakşı: en iyi: enğ murunku: en eski; çoktanki; enğ ele kıyın: en güç; enğ ele caman : çok fena; en berbat; enğ bolbogondo: hiç olmazsa; enğ ele akımak; en ahmak; enğ kur degende : yahut enğ cok degende: yahut hiç olmazsa, en azı, en fenası düşünülürse dahi.
enğ ıı: enğ-zenğ yahut enğ senğ yarı baygın bir durum; eng - zenğ bolup tura albay, kayda oturup kaldı: başı döndü. kalkamadı ve tekrar oturdu.
enğ - ııı, eğilerek, yere dokunmak (atlı ve bazı yırtıcı kuşlar hakkın da); enğip al -: yerden bir şeyi elle kapmak (atlı hakkında); pençesile kapmak (yırtıcı kuş hakkında).
enğçeger, kamburu çıkmış olan; kamburlaşmış olan.
enğçegey = ençeger.
enğçer = enğçeger; boyu alaça, bel ençer (rad., v) kısa. boylu ve kamburu çıkık.
enğdir-,et. enğ - ııı’ ten ; tıyın enğdir -: bir yarış tertip etmektir, ki bu yarışta atlı eğilerek elile yerde yatan parayı alacaktır.
enğirenğde-, 1. burun kanatlarını kabartmak; 2. mec.; hiddetle bir şeyin üzerine atılmak; ateş püskürmek, taşkınlık etmek; enğirenğdep kuban -: aşırı derecede sevinmek.
enğirenğdet -, et. enirenğde - den; mununğdu enğirenğdetpey alip ketçi!: şunu yakala da götür ki gürültü - patırdı yapmasın!
enğirey - ı. burun kanatları kabarık olan insan şeklinde olmak; 2. mec. horozlanmak.
enğireyt -,et. enğirey - den.
enğiş ı, 1. yokuş, iniş (dağ eteği); dalısı enğiş: omuzu basık, kamburlaşmış; 2. atlıların yarışıdır, ki bu yarışa iştirak edenler at üzerinde biri - birini çekerler ve eyer üzerinden düşürmeye çalışırlar; 3. dört nala koşan at üzerinden yerde yatan parayı elle almaktan ibaret olan bir nevi yiğitlik.
enğiş -, ıı (atlılar hakkında) birbirini at üzerinde çekmek ve eyer. den düşürmeye çalışmak.
enğişte -, 1. dağ yamacı boyunca inmek; 2. mail hat boyunca aşağıya doğru inmek (kuş hakkında).
enğiştöö işs. enğişte - den.
enğişüü, işs. enğiş - den.
enğke dağ koyununun aşığı (bk. çükö): enğke atkanday bolot: «enğke atmış gibi oiuyor» :insana büyük bir zevk veriyor; enğkesin kesti: bütün imkanlarından mahrum etti, onu tam dermansız, bitap bir hale düşürdü; akça izdep cürüp tabalbay, enğken kesildi: boşuna para aramakla ellerim büğrümde kaldı.
enğkey -, bükülmek; eğilmek; üç cığactan bek da, kan da enğkeyip ötöt (bilmece): üç değnek arasından bey de han da eğilerek geçer (bosoğo tayak - keçe evin süvesi.)
enğkey -, eğmek; meylettirmek.
enğkilde -, acele ederek koşmak.
enğküü, iniş meyil; yamaç.
enğrekey = engirekey.
enğse l kuvvet; derman; hayat enerjisi; enğsesi kesildi : dermanı kesildi; maneviyatı kırıldı; ebin tapkan eki içet, enğsesi katkan bir içet ats.: kolayım bulan iki defa yer, beceriksiz ise - yalnız bir de- ta
enğse ıı (rad.) 1. yarı, yarım; 2. kapının üst süvesi.
enğset -, şiddetli arzu uyadırmak: hoş bir şeyi hatırlatmak ve onu daha bir kere tatmak arzusu uyandırmak.
enğsetüü, işs. enğset - ten.
enğsöö, 1. şiddetli arzu; 2. iştah.
enğşer -, eksiltmek; ziyana uğratmak; it etegimdi enğşerip saldı: köpek eteğimin bir parçasını çekip kopardı.
enğşeril -, mut. enğşer - den; üydün bir cağı enğşerilip kaldı: evin bir yanı yıkıldı; üydünğ içi enğşerlip kaldı: (eşyasının önemli bir kısmı çıkarıldıktan sonra) evin içi boş kaldı; kün keç beşimge enğşerildi : güneş ikindiye doğru meyletti; tolkundar carğa kagılıp, kayta enğşerildi: dalgalar dik kıyıya çarparak geri çekildi.