etekte-, 1. eteğine tutunmak: 2. takılmak; sırnaşıklık etmek; ısrarla rica etmek; anı etektey kalıp, karız akça surap : onun peşini bırakmayarak ve ödünç para isteyerek; 3. dağ etcğine yerleşmek; dağ boyunca yürümek; kara toonu etektey konumun : kara dağın eteğine konacağım; too etektey tüş : yamacı boyunca onun eteğine inmek.
etiş, gram. fiil: coktuk etiş : filiin menfi şekli; calkı etiş : basit fiil; kurama etiş : mürekkep fiil: şart etiş : şart sıgası, conditionnel; çak çıl etiş : gerundif: aşırkı ötkön çak etiş : geçen zaman partisipi.
etiştik = etiş.
etiyat, a. ihtiyat.
etiyatsız, ihtiyatsızca.
etiyatsızdık, ihtiyatsızlık.
etiyet = etiyat.
etkel, etleel etli, etme dolgun (insan hakkında).
etkeldüü = itkeldüü; etkeldüü sorpo, mayluu et folk. : yağlı çorba. ve yağlı et.
etme (et + me) : şalk etme : harman döveni şeklindeki eski kırgız silahı; tars etme yahut kürs etme : tüfek; çırt etme kişi yahut kıyt etme kişi: çabucak kızan. alıngan adam.
etnografya, r. etnografya.
ette -, deriyi etten temizlemek
etten, etlenmek; şişmanlamak: mal ettenip kaldı hayvan. semirdi, tavlandı.
ettent-, et. etten - den; atınğdı etten- tip al : atına bir parça yem ver, ki etlensin; atına biraz vücudunu düzeltmek imkanı ver!
ettenüü. işs. etten - den.
ettet-, et. ette - den. ettir-, et. et - ıı’den; bılk ettire albadı : yerinden bile kımıldatamadı.
ez ı, 1. dalgın; etrafta olup - bitenlerle a1akdar olmayan; uyuşuk bir halde bulunan; 2. sağır.
ez - ıı 1. ezmek; sıkmak; 2. zulmetmek.
ezdir-, et. ez - ıı - den.
ezel, a. itidası olmayan geçen zaman; ezel, ebediyet; ezelden yahut ezeideri : kadimden beri; eski zamanlardan beri; ezelden berki doo çok eski dava; ezel esinen ketpes boldu : ebediyen unutulmayacak oldu.
ezeli, iptidası olmıyacak surette eski: ezeli.
ezelki. kadim; çok eski; ezelki eski doonu doolayt : eski, çoktan unutulmuş davayı korcalıyor; ezelki eski dostum : çok eski dostum; etek ti kessenğ, cenğ bolboyt. ezelki düşman el bolboyt ats. : eteği kesmekle yen çıkmaz; ezeli düşman dost olmaz.
ezgile-, it. ez ıı’den.
ezil-, mut. ez - ıı’den.
ezilgen, malum, zulüm görmüş.
eziliş-, müs. ezil - den; ezilip öbüş biri birini kucaklayıp öpmek.
ezilt-, et. ezil - den.
ezilüüçü, ezilen; mazlum.
ezme, boş sözler söylüyen. lafazan: bıktırıcı.
ezüü tazyik; zulüm; zulmetme.
ezüüçü, zalim; sıkıştırıcı.
F
fabrika. r. fabrika.
faeton, r. fayton.
faktı, r. hal, hakikat, olay;
faktor, r. .mil, faktör.
faktura, r. fatura.
fakultet. r. fakülte.
familiya, r. soyadı.
fantaziye, r. fantezi hayal.
fantaziyaçil, hayaiperest. hulyacı.
farız = barız.
faşist, r. faşist.
faşistik, faşizma ait.
faşizm. r. faşizm.
fatalizm, r. kaderilik (fatalisme).
fedaratsiya, r. federasyon.
feldşer r. sıhhiye memuru.
feodal, r. feodal, derebeyi.
feodaldık, feodaliteye müteallik.
feodalizm., r. feodalizm.
ferma, r. çiftlik; süt tovar ferması süt mahsulleri çiftliği,
fevral r. şubat.
figura, r. şekil.
filologiya, r. filoloji.
fiologiyalık. fiolojik.
filosof, r. filozof.
filosofiya, r. felsefe.
filosofyalik felsefi.
finansı, r. maliye, finans; finahsı kapitalı; maliye sermayesi.
finansıla -, mali yardımda bulunmak: bir işin, teşebbüsün yürümesi için sermaye vermek, finanse etmek.
finansilık, mali.
finansıloo, mali yardımda bulunma, sermaye verme.
finçaş, r. kon. 1. maliye şubesi; 2. maliye şubesi müdürü.
fizika, r. fizik.
fizikalık, fizik’e ait. müteallik, mensup.
fizkultura, r. beden terbiyesi
fizkulturalık, beden terbiyesine ait müteallik.
fizkulturalık, r. beden terbiyesine ait müteallik.
gana, tahdid (sınırlama) ekid r; al ğana emes : yalnız o değil; bir ğana : yalınız bir; özüm ğana yalnız kendim; sözdö ğana, işte cok yalnız lafta, işte yok; kanday ğana bolso da : nasıl olursa - olsun; her ne pahasına olursa olsun.
gap (cenubi kırgızlık’ta) = kep l garac = garaj.
garaj, r. otomobil. garajı.
garantiya, r. teminat, garanti; garantiya kıl- : garanti vermek.
garmon, garmuşkö, r. akordeon; garmon tart- : akordeon çalmak.
gaz, r. gaz; uulukturuuçu gaz zehirli gaz; tumçukturuuçu gaz : boğucu gaz; gazga karşı : zehirli gaza karşı korunmak aleti, aygıtı.
ğazal = kazal.
gazduu.1. gazlı, gaz karışmış; 2. gazdan yapılan.
gazeta, r. gazete.
gegemon, r. hegemon.
gegemoniya. r. üstünlük, hegemonya.
gektar, r. hektar.
general, r. general.
generalnıy. r. genel, umumi; generalnıy sekretar: genel sekreter.
geografiya, r. coğrafya.
gerioy, r. ed. kahraman.
geroyluk ed. kahraman rolü.
gertman, r. para kesesi.
gevhar = köör.
gezit = gazeta.
gılım, a. ilim, ğılım - bilim ilim ve bilgi; hernevi bilgi. malümat.
ğınulis, kon. = gradus. gıybat= kaybat. gigant, r. dev.
gigiyenn r. sıhhat koruma (hypnose).
gilem = kilem.
gipnoz, r. ipnoz (hypnose).
gir, r. terazi ve kantar tası.
go, bk. ko.
gorçitsa, r. hardal.
gorizont, r. ufuk.
gospodin, r. gospodin.
gozo, f. pamuk (bitki); koza.
gracdan = grajdan.
gradus, r. derece.
grajdan, r. yurttaş.
grajdandık ı mülki, sivil; grajdandik ukukku : hukulu nedeniye; grajdandık soguş vatandaşlar arasındaki harp : iç harp.
grajdandık ıı, vatandaşlık, yurttaşlık; sovet grajdandığı : sovyet vatandaşlığı.
ık ıv, i. rüzgarın geçemediği kuytu yer; ince, rahat, sakin, yer; rahat muhit; refah; calpı kırgız curtuna şamal tiygis ık bolup folk; bütün kırgız halkı için rahatlık ve refah günleri geldi; 2. elverişli haller, elverişli fırsat; münasip an: ıgıma keldi : bana uygun geldi; kelsa yahut ığı kele kalsa : münasip fırsatta; ahval müsait olursa; ığın keltirerbiz: çaresini bulacağız gereği gibi başaracağız; ığıma ketirgen cok. ığıma kelse. cığat elem: kolayca yakalamak imkanını vermeden, eğer bu imkan olsaydı ben onu yere serecektim: siz menel bildinğiz gibi ığıbız kelispey turat : biz birbirimize uygun de1iliz; biz birbirimize denk değiliz; ığı kelişpeyt yersiz; uygun gelmiyor; ar ayıldın ığına caraşa : her köyün ahval ve şartlarına göre: aytuuğa toluk ığıbız bar; söylemeye tam hakkımız var; ığı cok pikir.: esassız fikir; kabar alar ığı cok : haber almak için bir ima bile yok.
ıkılda -, hıçkırığa benzeyen bir ses çıkarmak (mes. karna vururken)
ıkıldat-, et ıkılda – dan; ıkıldata kelip kursakka tepti : karnına öyle bir tekmeyi yiyen kimseyi hıçkırarak tutmaya başladı.
ıkım, maharet; çeviklik, atiklik; ıkımın al-: herhangi bir şeye uymak: intıbak etmek; çaresini bulmak; kaçaağan koylordu al gana ıkımı menen karmayt : kaçan koyunları, yalnız o ustalığı yüzünden yakalamasını biliyor.
ıkıs, ani surette bir yana fırlamak; ani hareket ıkıs koy yahut ıkıs ber- : birden sıçramak; ani hareket yapmak; ıkıs berip toktodu birden - bire durdu; ıkıs berip ketti : irkildi ve birden bire bir yana fırladı.
ıkısta-, ileri atılmaya; yeltenmek; hazır bulunmak : hazırlanmak.
ıksız, uygunsuz; gayri tabii; mantıksız; yersiz gayrı makul; ıksız cok kıl – yahut ıksız coğot - : boşuna harcamak; israf etmek; ıksız köp aşırı derecede çok hesapsız.
ıkşa -, tıka basa doldurmak (mes bir kabın içine); kuvvetle basmak; kapka abıdan ıkşap turup sal! : çuvala tıka basa doldur! kökürök - tön bir ıkşap, suurup taşta nayzamdı folk. göğsüme bas da, mızrağı çıkar!
ıkşal-, 1. tıka basa doldurulmak; (mes. çuval hakkında); 2. dolgunlaşmak (hububat hakkında); ıkşalıp, bışıp turgan ösümdüktör dalğınlaşarak olgunlaşan bitkiler.
ıkşıt-, ı öksürüğe tutulmak; şiddetlice ve boğularak öksürmek, 2. kahkaha ile gülmek.
ıkşıy-, argın yorgun gözlerini yarı yumarak büzülmek (aç. yorgun,
hasta hakkında); ot boyunda ıkşıyıp, bir kempir olturat: ateş başında büzülerek bir kocakarı oturuyor; düküygön bir şaralcındınğ tübündögü kölökögö barıp ıkşıyıp tavşan, sık bitmiş büyük pelinin gölgesi altına giderek büzüldü.
ıkta- ı 1. ruzgardan. sığınacak bir kuytu yer aramak; fena havadan saklanmak; sığınacak yer arayıp birbirine sım sıkı. yanaşmak; boroondo ıktap tırat : tipiden kaçıp saklanıyor; 2. şaşalamak; başkasının kendisinden üstünlüğünü kabul etmek; kendini yenilmiş sayarak, gerilemek: gerisin gerisine gitmek; ıktap kaldı : korktu; korkaklık etti; kendinin zayıflığını hissederek, teslim oldu (mes, münakaşada).
ıkta- ıı = nıkta-; basıp ıktap koy onu iyice ez, sıkıştır (seyirciler güreş esnasında yenmek üzere bulunan pehlivana böyle söylerler).
ıktaş- ıı, uzuş. ıkta - ı’den; bir birine ıktaşıp: 1) birbirine sım sıkı dayanarak; birbirinin arkasına saklanarak; 2) birbirine uyarak, ıntıbak ederek.
ıktaşuun, birbirine uyma : ıntıbak etme.
ıktat-,et. ıkta- ı’den; aytışıp atıp, ıktatıp saldım : onunla münakaşa ettim ve sıkıştırarak teslim olmaya mecbur ettim.
ıktatuu, işs. ıktat-’tan.
ıktıbar, 1. (önce gelen datif ile birlikte) ilişiği olan : methaldar (her hangi bir işte).
ıktıbar 11= etiber.
ıktımal, a.. ihtimal,. muhtemel.
ıktır - = ıktat-.
ıktıt- hıçkırık tutmak.
ıktıyar, a. .ihtiyar irade; arzu; ıktı yar bol: muvaffakat etmek ıktıyarı menen : kendi arzusiyle; ıktıyarığız: nasıl isterseniz : ihtiyariniz elinizdedir
ıktyardüü, gönüllü, ihtiyari.
ıktıyarduuluk, gön.üllülük.
ıktıyarluu = ıktıyarduu.
ıktoo, rüzgardan korunmuş olan mahal; rüzgardan ve fena havadan korunulacak yer; kuytu yer.
ıldıy, aşağıya; öydö tartsa, öğüz ölöt, ıldıy tarsa, araba sınat ats. yukarı çekerse, öküz ölüyor, aşağı çekerse, araba kırılıyor; başı ıldıy: alçalan sıra ile; başıman ıldıy altın kuysa da barayım: beni altına boğsalar dahi gitmeyeceğim.
ıldıykı, alttaki.
ıldıyla-, aşağı inmek; alçalmak; ıldıylap bara catkan kün küçü ketken sonğkunurların ciberdi: batmakta olan güneş son zayıf ışıklarını yolluyordu.
ıldıytan, aşağıdan attan.
ılğa-, kseçmek; (iyisini) ayırmak; tafrik etmek; cakşı- camandı ılğabayt: iyi ile kötüyü ayıramıyor.