ıloo, umumî bir mükelelfiyet ılmak üzere, yolculara verilen binek veya yük hayvanı, makkâre; ıloo cılkı; dayanıksız at, at boğuça (yahut tabılğıça) ayak ıloo ats. at bulununcaya kadar ayaklar binek hayvandır (mekkâredir).
ılooçu, umumî bir mükellefiyet olmak üzere yolculara verilen hayvana refakat eden adam.
ım I, f. nem; nemli mahal; rutubet; ımğa salıp cibit- : suya bandırarak ıslatmak, yumuşatmak.
ım II, (minik) işaret; ım kağışat: işaretleşiyorlar.
ıman, ıyman a. vicdan: ımanı cok: vicdansız, namussuz; ımanı uçup ketti: ödü patladı (pek fazla korktu) ımanı ısık bala: cna yakın, sevimli çocuk; 2. iman (dinî kavaat) 3. kelimei şahadet ımanı ayt- yahut ımanı ketir- : kelimei şahadet söylemek; 4. dinî vecibe, kırk bir ıman: bir müslümana tahmil edilen dinî vecibelerin mecmuu.
ımandaş, dindaş.
ımnduu, vicdankı.
ımansız, vicdansız, hayasız.
ımarat= ıymarat.
ımcan, f. cankı cenaze; nimcan; zayıf.
ımda-, gözle işaret etmek; göz kırpmak; göz ımda: göz oynatmak.
ımdaş-I, işaretlerle anlaşmak; karşılıklıca göz kırpmak.
ımdaş- II, nemlenmek.
ımduu, yaş; nemli.
ımık-, hafifçe nemlenmek; at azıraak ımığıp terdep kaldı: at bir parça terledi.
ımıla: biz baarıbız bir ımılabadız; 1) biz hepimiz aynı fikirdeyiz; biz hepimiz fikirdaşız; 2) biz hepimiz bir çanaktan iyiyp içiyoruz: hepimiz birlikte yaşıyoruz; bay menen cardını bir ımılağa keltirüü mümkün emes: zenginlri ve züğürtleri birleştirmek kabil değildir.
ındıs: ındısım tüştü; suratımı astım; ındısım tüşürüp tül albayt: suratını astı ve söz dinlemiyor (emredilen işi yerine getirmek istemiyor) : ındıstay. düz, yassı (sövmelerde) ; ındıstay bolgon! : vay seni, kalın suratlı! (başlıca çocuklar ve kadınlar hakkında9.
ındoo, tohumundan faydalı yağ çıkan bir çeşit şalgam: Brassica rapa olefera.
ınğ; ınğ cok, cınğ cok: tın yok, çıt yok; ınğ- cınğı cok kulak salıp: ses çıkarmadan bekliyerek.
ınğaala-, «ınğa- ınğa! » diye bağırmak (ağlayan çocuk hakkında).
ınğday, 1. uygun hareket; ustalık; 2. müsait haller; elverişli ân; ınğgayı kelse: kolayı gelirse; ahval müsait olursa.
ınğğayla-, yudurmak; yoluna koymak; kolaylaştırmak.
ınğğaylan-, mut. ınğğayla- dan; ketüüğö ınğğayladı. gitmeye hazırlandı; alar bir ınğğaylanıp orun alıştı: hepsi bir tarafta oturdular.
ınğğaylandır-, kolaylaştırmak; uydurmak.
ınğğaylaş-, hep beraber intibak etmek; hazırlanmak.
ınğıran-, iyi anlaşılmayacak tarzda konuşmak; ağız içinde bir şey gevelemek.
ınğırçak, 1.yük eyeri; öküz semeri; ınğırçaktay. zayıf, kurumuş; ınğırçağı ırdap kalıptır mec. perişan oldu, dilenci durumuna düştü; 2. mec. kötü at.
ınğırçaktuu, üzerine yük yahut öküz semeri vurulmuş olan.
ınğırsı-, 1. ağır ağır sızlanmak; tembelce gerinerek ıkınmak; ınğşıp- ınğırsıp: gerinerek ve ıkınarak; 2. gevşemek; sölpümek; ınğırsığan talaa: (sıcaktan) kurumuş sahra; 3. meyus ve mahzun dolaşmak; aç- cılanğaç ınğırsıp catat hazin bir tavırla aç ve çıplak yola koyulmuş gidiyor.
ınğırt- = ımırt.
ınğk; ınğk et- : «hınk» etmek; inlemek; ınğk etip, tim boldu: inledi ve sustu; ınğk etken oorum cok: hiçbir hastslığım yok.
ınğkı-, pek çok olmak; ınğkığan köp mal: hesapsız çok hayvan; koroodo koylorubuz ınğkıp, kögöndö kozularıbız tizilip catat: ağılda hesapsız çok koyunumuz var; bağlanmış olan kuzularımız sıra ile dizilip yatıyorlar.
ınğtay= ınğğay; ınğtayı kelbey turat: uygun zamanı gelmiyor; kırğızça kiteptinğ baarın bir ınğtay bölök koy! : kırgızça kitapların hepsini başkalarından ayrı bir tarafa koy! ; işteri bir ınğtay boldu: işleri yoluna kondu.
ınsan, a. 1. insan; 2. insan soyu (nevi beşer).
ınta, çalışkanlık, gayret, özen; bir işe şevkle atılış; heves; teşebbüs, inisyativ; öz ıntası menen: kendi teşebbüsü ile; kendisinin başlamasiyle; ıntanğdı koyup oku! : özenle oku! okuuğa ıntası cok: okumaya hevesi yok.
ıntala, midesini pek fazla dolduran ve ağırlıktan inliyen adamın hali; kımız içip, ıntala bolup oturat. midesini kımızla şişirerek inleyip oturuyor.
ınlatuu, pek fazla hevesi olan; ihtiraslı; alâka ve teşebbüs gösteren; ıntaluu top: müteşebbis grup, zümre.
ıntık- ağır solumak; nefes darlığından muztarıp olmak; ıntığıp süylö- : ağır soluyarak konuşmak.
ıntımak, a. ittifak; birlik; ıntımak koş- : fikirlerde uyuşmak; eköönun arasına ıntımağı cok. ikisinin arasında birlik yok; onlar uyuşamıyorlar; ırıs aldı- ınıtmak ats. : talihinin zamanı- birliktir.
ıntımaksızdık, ittifaksızlık; vifaksızlık; fikir ihtilâfı.
ıntımaktaş-, uyuşmak; anlaşmak; ittifak aktetmek.
ıntımaktuu, ittifaklı; vifk içinde yaşayan.
ıntırnat= internat: yatı mektebi.
ıntırnatsanal= enterastsional.
ınıtzar, a. 1. bekleyerek ve umutla bakan; ıntızar bol- : beklemek; sabırsızlıkla intizar etmek; ırdaymın ışkım bar üşün, ıntızar boldum car üçün folk. : şarkı söylüyorum aşık olduğum için, intizar ediyorum yarim olduğu için; ıntızar kıl- : sabırsızlıkla bekleemeye mecbur kılmak; 2. gergin bir durumda bekleme.
ıp, 1 ile başlayan sözlere katılan takviye hacesidir; ıp- ırıs halis hakikat; tamamile doğru; ıp- ınak: çok yakın dost.
ıraa: körsötüügö ıraa tartpadı: göstermeye cesaret edemedi; ceribizdi duşmanğa ıraa körböybüz: topraklarımızı düşmana bırakmayacağız; uşu eski kitebinğdi mağa ıraa körböysünğbü? : şu eski kitaplarını benden esirgiyor musun? ; kızımdı ağa ıraa körböym: kızımı ona denk saymıyorum; o benim kızıma eş olamaz.
ıraak, uzak, ırak; uzakta; uzakta bulunan yer; ıraakka: uzağa; körünğön toonun ıraağı cok ats. görünen dağ uzak sayılmaz (görünen köye kılavuz istemez).
ıraakat= ırakat.
ıraakçıl, (koşu atı hakkında) uzak mesafeye koşabilen (yakın mesafede ise, kendinin koşu kuvvetini göstermeyebilir).
ıraakı, uzaktaki; uzak; tee ıraakı too: şu uzaktaki dağ.
ıraaksın-, kendisi için uzak saymak.
ıraaksınt- kendisinden uzaklaştırmak.
ıraaktık, uzaklık.
ıraat, a. riayet; ıraatı menen: müteakiben, arka- sıra.
ıraazı= ıraz.
ıraazlık= ırazılık.
ırakat, a. rahat; keyf; haz; ırakat kör-: rahat görmek; refah içinde yaşamak; keyf içinde yaşamak.
ıraakattan-, rahatlanmak.
ırakım= ırayım.
ırakmat, a. şükran, teşekkür, Allah razı olsun! : atanğa ırakmat! : aşk olsun sana!.
ıramalı a. merhum (ölmüş), rahmetli.
ıramat, tar. halk üzerine tarhedilen vergilerden biridir; şayloo bolgondo elden ıramat çığım cıynap alışçu ele: (nahiye ve köy idarecilerinin) seçimi snasında halktan hernevi vergi ve resimler toplanıyordu.
ıramatılık= ıramalık.
ıramattık= ıramalık.
ıramazan, a. 1. ay yılının dokuzuncu ayının adıdır; 2. müslümanların bu ayda tuttukları oruç.
ıranğ, f.(kars. irenğI) 1. renk; ıranğ baranğ= ürünğ- baranğ (bk. ürünğ); öngünö ıranğ kirgen: benzine renk girmiş; 2. yeşil ot (çiçek açma çağında) ; cerdinğ ranğı cakşı: yer yeşil otla kaplanmış.
ırapırt, kont. = raport.
ırapıs, r. reps (kumaş).
ıras, f. hakikat; hakikatan; ıras aytasınğbı? : doğru mu söylüyorsun? ; ıras cigit eken: hakikatan (iyi) delikanlı imiş; ıras boluptur! I) mükemmel oldu; 2. sana (ona ve s.) öyle gerekti, hakketmişsin!.
ırasa, f. doğrusu; hakikatan; cidden; ırasa degende: doğru söylemek gerekse.
ırasçot, r. görülen hesap ; ırasçot ber-: hesabını kesmek, yol vermek.
ırasım, a. resim, adet; itiyat; ata babadan kalğan ırasım: babadab dededen kalmış âdet.
ıraskot r. masraf, harç.
ırasmi, a. resim (adet) ; usul; inisini zayıbın ağası tartıp almadığı ilerte cok iş- ırasmi folk. : büyük kardeşin, küçük kardeşinin karsını ayartması hiçbir zaman âdet olmamıştır.
ırasta-, 1. evetlemek; tasdik (teyit) etmek; 2. yoluna komak; yönelymek; ırastap cügün arttırıp,bışıktap arkan tarttırıp folk. : yükünü iyice yükletmeyi emrederek ve onu sıkıca bağlatarak.
ırastaş-, birbirine evet evet demek.
ıray, çehre; hususiyet; haleti ruhiye; aba ırayı yahut kün ırayı: hava durumu; kü ırayı buzuldu: hava bozuldu; ırayı suuk: çehresi nâhoş; ırayına karadım: (ben bunu) ona hürmeten yaptım; eç nersenin ırayına karabayt: hiçbir şeyi hesaba katmıyor; hiçbir şeye aldırış etmşyor; ömürdün urayı kördü: rahat yaşadı: hayattan hazzını aldı.
ırayatkön, kon. = rayatkom.
ırayım, a. merhamet; kalp rikkatı; ırayımı tüştü: merhamet etti: acıdı.
ırayımduu, merhametli; iyi kalpli.
ırahımsız, merhametsiz; taş yürekli.
ırayımsızdık, merhametsizlik; taş yüreklilik.
ıraylaş-, barışmak; ıraylaşıp, süylöşüp kaldık: barıştık ve konuşuyoruz.
ıraylaştır-, et. ıraylaş- tan.
ırayluu, sevimli; çehresi hoş olan.
ırayon, kon. = rayon
ırazangke= rezinğke.
ırazı, a. razı; tatmin edilmiş; ırazımın: ben razıyım: başka bir iddiam yoktur; kuday (yahut alda) ırazı bolsun! kon. (teşekkür yahut rica yerinde kullanılan tabir) Allah razı olsun!
ırıs, talih; kısmet; ırısı bar= ırıstuu; ırısı kardına çıkkan al. «talihi karnına çıkmış» : onun bütün düşündüğü karnıdır (karnından başka bir şeyi yoktur, ve onu başka hiçbir şey alâkadar etmez) ;ırısı külküsünö çıkkan. gülmekten başka bir işi yoktur: ırıs kesti: talihine mani olan; ırıs keser kapır: meşum kâfir; karısı bardınğ ırısı bar ats. evinde ihtiyarı (yaşlı adamı) bulunanın talihi vardır; ırısı taykı bk. taykı; kaysı ırısınğa catasınğ? : hangi talihine güvenerek yatıyorsun (hibir iş yapmıyorsun) ?.
ırıskı a. rızık, nimet dünya nimetlerinden insanın hissesi; manğday teri menen tapkan ırıskı: alın teri ile kazandığı rızık; ırıskının tuyğunun (yahut ılaaçının) uçurdu mec. 1) nimetten mahrum oldu; 2) itibarını kaybetti.
ırıskısız, gündelik ekmeği olmıyan.
ırıstuu, bereketli; mübarek.
ırızkı= ırıskı.
ırk, refah; birlik ve vifak içinde yaşayış; sakin hayat; ekönün ırkı kelişpeyt: birbiriyle geçinemiyorlar; ırkınan çık: ayrılışmak (onunla geçinememek; ırkı ketken ayıl birliği ve bereketi kaçmış olan köy.
ırkıra-, gömürdemek; hırlamak; ırkırağan kurğak şamal, şiddetli kuru ruzgâr.
ısap, a. insaf; ısabı cok: insafsız; ısabı cokko kaşık salsanğ, beş uurtayt ats. insafsıza kaşık verirsen, beş defa yutar.
ısapsız, insafsız; vicdansız.
ısçot, kon. = sçot.
ısçotobot, kon.- sçotovod.
ısı I, sıcaklık, sıcak hava; kurutucu rüzgârlı hava; kerimsel cürüp, aştıktı ısı urup ketti: kerimser rüzgarı esti ve ekinlere sıcak vurdu.
ısı- II, ısınmak; adamakıllı kızmak; çekesi ısıbaptır: tatmin edilmadi, iyilik görmedi; ay sayın çığın saldırıp, ısıbaptır çekebiz folk. : (han) her ay vergi tarhettiği için rahat yüzü görmedik.
ısık, 1. sıcak; ısık kün: sıcak gün; kün ısık: hava sıcak; ısık çay: sıcak çay; ısığına küyüp, suuğına tonğdum: sevincine sevindim, kederine tasalandım; sööktöğü ısık: müzmin şekil alan hastalık; eski bir hastalığın kalntısı; 2. sevimli; hoş; cana yakın; kelindin betin kim açsa, oşol ısık ats. gelinin yüzünü kim açarsa, o hoş görünür (cana yakın olur) ; ısık dos: yakın, mahrem dost; ısık bol- : dost yahut aşk olmak; ısığın cepsinğ! ; saçmalayorsun! ; 3. = ısılık 2; 4. sivilceç kabarcık.
ısıkta-, hareketi olmak (hasta hakk.), ateşi artmak.
ısıktık= ısıkçılık.
ısıla- = ısıkta-.
ısıllı: ısılı- suuktu! sıcaklı- soğuklu; ısılı- suuktu ketip cürüp, at buzulup kalıptır: sıcağa- soğuğa dikkat etmeksizin içrimek, yedirmek suretiyle atı harap ettiler.
ısılık, 1. sıcak; şiddetli yaz sıcağı; 2. ısıtan yiyecek yahut içecek (Kırgız mütabbipleri bütün yiyecek ve içecekleri üç bölüğe: «ısıtan» ıslık yahut ısık, «soğutan» - suuktuk yahut suuk ve «tarafsız» gıdalara ayrıyorlardı; meselâ, sığır eti «soğutan», at eti «ısıtan», koyun eti ise «tarafsız» sayıldığı gibi, yeşil çay da «soğutan», siyah çay ise, «ısıtan» sanılıyordu).ısım.
ısım, a. isim; ısmı: ismi; ısımıngız kim? : isminiz nasıl?.
ıskat, a. dn. ölünün istirahati ruhu için dağıtılan hediyeler; ıskatınğa koyulğur; : geber (istiyen adam vermiyen adama böyle sövüyorlar).
ıslam, a. islâm.
ıslamçıl, müslüman birliği tarafdar: panislâmist.
ıslamçıldık, islâm birliği tarafdarlığı: panislamizm.
ıslot, kon.= slyot.
ıspat, a. isbat etmek; delilendirmek; delilerle pekitmek.
ıspattuu, tekit: teyit; isbat etme.
ıspırapke, kon. = spravka.
ısrık= adıraşman.
ıstarc, kon. = staj.
ıstakan, kon. = stakan.
ıstampıl, kenarlı (bordürlü) muslin (istanbul); ak ıstambıl: beyaz muslin; kök ıstampıl: mavî muslın.
ıstampul= ıstampıl.
ıstan. kon. = stan.
ıstanok, kon. = stanok.
ıstansa, kon. = stansiya.
ıstarçın, ıstarşı, r. tar. köy muhtarı.
ıstarşı, r. kon. baş (mafevk manasıyle) ; ıstarşı tekşerüüçü: baş sorgu hâkimi; starşı militsa: baş milis memuru.
ıstatıya, kon. = statiya.
ıstoloboy, r. kon. yemekhane, yemek odası.
ıstudent, kon. student.
ış, 1. tütsüleme tahsis edilen şey. (deri ve deriden yapılan kap- kaçak gibi) ; ış ıştayt: (deriyi ve deriden yaplan kap- kacağı) tütsülüyor; otko cakın ış küyöt, cengeğe cakın kız küyöt ats. : ateşe yakın tutulmak suretiyle tütsülen şey yanar; geline yakın olan kızın (yani görümcenin) kalbi yanar; 2. (deri ve deriden mamûl kap kacak gibi) tütsülenen şey 3. isin bıraktığı sarı iz.