dümöktüü, 1. müthiş; korkunç; 2. sakin olmıyan; dümöktüü üy: rahatsız ev (içinde kavga çok olan ev); dümöktüü kabar: endişeli haberler.
dümp, ses teklidi: onomatopée: düp dey tüştü: pat diye düştü.
dümpüldö-, boğuk ses çıkarmak.
dümpüldök, «kurt ve koyun» oyunu.
dümpüldöt-, 1. boğuk ses çıkarmak; 2. dövmek; pataklamak.
dümpüy-, tümsek şeklinde çıkmak, kanbur kumbur olmak; dümpüygön kalınğ kol catat: yığılarak, hesapsız asker yatıyor.
dümpüyt-, et. dümpüy-den.
dümür, yanmış kütük; ağaçın çürümüş ve kararmış kökleri; pek siyah; kap-kara.
dümürçök, küçük kök.
dümürönğdö-= dümüröy.
dümüröy-, kara görünüşte bulunmak; kararmak; dümüröygön kara kişi: kap-kara adam (ve şişman) adam; tüp-tüp çiy dümüröyüp körünöt: çiğ sazı topu kararıp görünüyor.
dünğ, 1. marufiyet; şöhret; anınğ dünğü çonğ (yahut kıyın): onun büyük şöhreti vardır; el dünğ (yahut düü) kılıp alğan: ahali arasında büyük şöhret kazanmış: dünğü çıkan tanınmış, şöhret kazanmış; erge dünğ boldu; şöhret kazandı; halk arasında tanındı; 2. toptan; gayri safi; dünğ sooda: toptan ticaret; dünğ tüşüm: gayrisafi (katışık) hasılât; topyekûn istihsal; dünğ baa: gayri safi kıymet; toptan fiat.
dünğgö, (ayrı-ayrı çiy’in kökü olmayıp) çiy sazı yığının tümsek teşkil eden kökleri.
dünğgüröt-, et. dünğgürö-den; kolhoz örüşünö cılkını dünğgüröttü: kolhoz kendi otlaklarına hesapsız çok hergele (at sürüsü) sürdü; delegattar zaldı dünğgürötüp kolçalışıp, uralar kıykırıştı: murahhaslar şiddetli alkışlar ve «ura!» sesleri ile salonu gürlettiler.
dünğk, pat!; bat elge dünğk dey tüştü: (bu) bütün halk arasına sür’atla yayıldı.
dünğküldö-, 1. boğuk ve kesik ses çıkarmak (diyelim, davul hakkında); atağı dünüyö cüzündö dün dünğküldöy baştağan: şöhreti bütün dünyaya yayılmaya başladı; 2. (haber hakkında): her tarafa yayılmak.
dünğküldöt-, 1. boğuk ve kesik-kesik sesler çıkmasını mucip olmak (diyelim, davula vurarak); 2. (haberi) büyük bir özenle yaymak, herkese duydurmak; ar kim bul ayanğdı danğaza kötörüp, ayıl arasına dünğküldötö berişti: bu haberi, heyecan uyandırıcı olmak üzere, bütün ayıla yaydılar.
dünğküy-, kocaman, şişman, ağır olmak; çoçko sınduu dünğküygön: domuz gibi şişman.
dünüyö= düynö.
dünüyölük= düynölük.
düp: düp-düp: sert bir şey üzerine şiddetli vurmayı yahut tüfekten ateş etme sesini taklittir; cörögü düp-düp etti: kalbi gayet şiddetli çarptı; mıltık ünü düp dey tüştü: tüfekten ateş etme sesi havayı sarstı.
düpö: düpö- düpö cötöl-: kesik-kesik ve yüksek sesle öksürmek.
düpüldö-, şiddetli çarpmak (kalp hakkında); cürögö düpüldöyt: kalbi sık-sık ve şiddetli çarpıyor (heyecandan).
düpüldök, çarpma, heyecan (kalp hakkında); titrek ; cürök düpüldögün küçötöt: kalp çarpması gittikçe kuvvetleniyor.
dür I (taklitlik sözdür): koy dür dey tüştü: koyunlar ürktüler ve hep birden kütle halinde bir yana atıldılar; ot dür dep küydü: ateş tutuşup alevlendi; cürögü dür dey tüştü: kalbi yerinden fırladı; dür et-: kütle halinde biryana atılmak, saldırmak.
dür II: dür- düynö: türlü-türlü eşya; kooperativde dür-düynönün baarı bar: kooperatifte canın ne isterse o var; dür-düynö tamaktı caynaptı saldı: her türlü yemekleri sundu.
dürbö-, şaşkınlığa kapılmak; korkarak ve acele kaçmak; telâş etmek (halk yığını hakkında).
dürböl-, telâş etmek; şaşkın bir durumda bulunmak.
dürkürö-, 1. titremek; 2. gürültü yapmak (kalabalık halk hakkında); dürkürögön kıykırık: türlü türlü kafalardan çıkan yüksek ses; 3. geniş şöhrete malik olmak; muvaffak olmak; dürküröp öskön tört tülük: alabildiğine büyüyen ve çoğalan hayvan; dürküröğön temter: gürültülü (alabildiğine yürüyen) hızlar, tempolar.
dürküröt-, et. dürkürö-den.
dürmöt, tüfeğin yemi, doldurma; kuru dürmöt: mermisiz yemleme; mıltıktın dürmötü bar: tüfeğin yemi var (doludur).
dürt (patlama için takliklik sözdür): dürt etme zattır: patlayıcı maddeler.
dürüldö-= dürkürö; bütkön boyum dürüldöyt: korkudan bütün vucudum ürperdi; ot dürüldöp küyöt: ateş çatırdayıp, büyük alevle, yanıyor; koy dürüldöp ürktü: koyunlar ürkerek bir yana atıldılar.
dürüldöş-, müş. dürüldö-den.
dürüldöt-, et. dürüldö-den; mına dürüldötüp biz da cettik: işte, biz de yetiştik.
dürüyö, f. birnevi ipekli kumaş; dürüyö köynök: ipek elbise.
düynö, a.1. dünya (âlem); 2. servet; düynösü tügöl: 1) refahın yüksek derecesinde; 2) hiçbir eksikliği yok; dür-düynö bk. dür II; 3. define; hazne; düynö taptı: define buldu; başına devlet kuşu kondu.
düynökor, a-f. dünya malü mülküne haris olan.
düynölük, dünyalık; alemşümul; düynölük rekor: dünya rekoru; calpı düynölük: cihanşümul.
düyşembi, f. duşenbe: pazartesi.
düyüm, muhtelif; her türlü; herneviden; düyüm darı: muhtelif ilâçların halitası.
E
e I, yahut ce (genizden söylenir): e! ; haydi! ; ya; haniya? , bakalım, nasıl? ; ee, emne kılıp catasınğ?: e, ne yapıyorsun bakalım!
e II, hey! bana bak-; ah! ay!
e- III, gayri kiyasî ve noksan bir yardımcı fiil: imek; bar edi: var idi; vardı; bar eken: var imiş, varmış; emegende= emey, bk. eken, ele II, emen II, emes.
ebak, k-a. çoktan; artık çoktan; ebaktan: çok zamandan beri.
ebakı, çoktanki; eski; çoktan olup biten; ebakı ötkön kün: çoktan geçmiş günler.
ebakkı= ebakı.
ebegeysiz, pek; gayet; aşırı; ebegeysiz çonğ: aşırı büyük; kocaman.
ebelek, 1. çakarken, çivi tepesinin altına konulan astar; 2. perçin çivisi; başınan çığıp ketet dep, tört kırdağan bolotton koş ebelek urdurğan folk.: balta (sapından) kurtulmasın diye dört kenarlı çelikten çift perçin çivisi çaktırdı; 3. Cerato carpus arinarus otu; ebelektey eme ğo, ırğıtıp taştabaysınğbı? Cerato carpus aranarius gibi (hafif)dir; onu kaldırıp atamazsınız?
ebelekte-, yalnız kanatlarının uçlarını kımıldatarak, havada donakalmak (avı üzerindeki çaylak yahut tarirakuşu hakkında).
ebep (krş. ibep): ar ebeptin sebebi bar: her hastalığın bir sebebi vardır.
ece I, 1. büyük kız kardeş: abla; ece kiygendi sinğdi kiyet ats.: ablanın giydiğini küçük kız kardeş de giyer; 2. es. yaşça genç olan karıya nisbeten yaşça büyük olan karı (zevce).
ecel= ezel; ecelden beri: ezelden beri, eskiden beri.
ecele-, hecelemek: heceleyerek zorla okumak.
ecelet-, heceleyerek zorla okutmak.
ecelettir-, et. ecelet-ten.
ecelki= ezelki.
ecigey, bir çeşit peynir; eçigeydey: eçigey gibi: pek sarı; sap-sarı.
eç, f. hiç; eç kim: hiç kimse;hiçbir şey; eç ubak yahut eç kaçan: hiçbir zaman; eç kayda: hiçbir yerde; eç kanday: hiçbir türlü; eçteke yahut eşteke, eçteme yahut eşteme, eçtenğke yahut eştenğke, eçtemke yahut eştemke, eçdeme: hiçbir şey; eç eçteke: büsbütün hiçbir şey; eçteke emes: hiçbir şey değil; fevkalade bir şey yok; zarar yok; eçtenğke menen işing cok: hiçbir şeyle ilişiğin yok, hiçbir şeyi merak etmiyorsun.
eçak= ebak.
eçakı= ebakı.
eçdeme, bk. eç; eçdeme cok: hiçbir şey yok.
eçe, kaç; eçedesinğ?: kaç yaşındasın.
eçek, (Rad.) şerir; kötü; işe yaramaz.
eçen, 1. nekadar; 2. birkaç; çok; eçen colu: birkaç defa; çok defa; eçen cılı: birkaç sene; çok yıllar.
eçendegen, çoklar; pek çoklar.
eçkısa: eçkısa cok: hiçbir şey yok; hiçbir zarar yok; hiç!
eçki, keçi; too eçki: dağ keçisi.
eçkir-, hıçkırmak; acı acı sesler çıkarmak; eçkirip ıyla-: hıçkırarak ağlamak; derinden iç çekerek ağlamak; eçkirip kül-: ca’lî bir tavırla ve yüksek sesle çok gülmek.
eçöö, kaç (tane, baş, kişi).
eçteke, bk. eç; eçteke cok: hiçbir şey yok; eçteke emes: zararsız; şöyle-böyle; ayrıca bir şey yok; hiç!
eçteme, bk. eç; tok bala eçtemeni oyloboyt ats.: karnı tok çocuk hiçbir şey düşünmez.
ede, (Rad., V ve Fergâneli Noygut-Kıpçaklarında)= ele II; kanday ittinğ kuş edenğ! kanday ittinğ at edenğ- (Rad., V) folk.: ey kuş hangi köpeğin idin sen; ey at, hangi köpeğin idin sen!
edil: ak edil (başlıca, sağmal hayvan hakkında) yavaş, sâkin; ak edil koy: yavaş, ve memesi yumuşak (sağarken sütünü kolay veren) koyun.
edirekey, kabarık ve hafifçe kıvrılmış olan burun kanatlarına malik olan.
edirey- 1. kabarık ve hafifçe kıvrılmış burun kanatlarına malik olmak; 2. burun kanatlarını kabartarak, azametle bakmak.
edireyt-, et. edirey-den; oopazının murdun edireyte tarttı: öküzünü öyle bir çekti, ki burun kanatları tersine döndü.
ee I 1. sahip; ee bol-sahip çıkmak; tehnikağa ee bol-: tekniğe hakim olmak; 2. Tanrı; 3.gram fail: sujet; ee bağınınğkı: cümle içindeki ulaşma sujet.
ee II, caa berbey ile birlikte: ee-caa berbey: hiçbir tesir altında kalmadan; ee-caa berbey ıylayt: kimseyi dinlemeden boyuna ağlıyor.
ee III, 1. memnuniyetsizlik ve can sıkıntısı ifade eden nida: ee, hetpak! e-eh betbaht (uğursuz)! 2. mânayi kuvvetlendirmek için kullanılan nida; aldıng-ee! aldın ha!
ee IV, bk. e I.
eeçi= eerçi.
eeçiş-= eerçiş; karkıraday eeçişip: turnalar gibi, dizi halinde giderek.
eeçit-= eerçit-.
eek 1. çene; ak eek: aksakallı; ihtiyar; kızıl eek: dişsiz; tursuluk; eegi tüşkön (insan hakkında): çenesi sarkık, ihtiyar; kuvvetten düşmüş ihtiyar; kem eek: alt çenesi, alt dudağı öne doğru çıkık duran ve alt dişleri üst dişlerinin üzerine geçen adam; eegi eegine tiybey kıbırayt: «çenesi çenesine değmeden kımıldıyor»: boyuna çene çalıyor; eyeginğ bas!: çeneni kıs! sus! ; eek kübüröt-: mırıldanmak; eektinğ adlında: «çene altında»: çok yakın; burnunun dibinde; 2. alt dudak; eegin şalpıytıp: alt dudağını sarkıtarak (at hakkında).
eele-, sahip olmak; işgal etmek; benimsemek; bul üydü men eelep aldım: bu odayı (evi) ben işgal ettim; ökmöt askerleri eelegen rayondor: hükümet askerlerinin işgal ettiği bölgeler.
eelen-, şiddetle arzu etmek; kesin karar vermek; engellere bakmaksızın yerine getirmeye çabalamak; göz komak, göze kestirmek; okuymun dep eelenet: hiçbir şeye bakmadan oyumaya karar vermiş; atım eelenet: (itaatsızlık ederek) atım sanki beni fırlatmak isteyerek, ileri atılıyor.
eeliktir-, et. elik- ten; oyu anı oozduksuz attay eelektirdi: fikri, onu gemsiz at gibi, aldı götürdü.
eelit-= eeliktir.
eelöö, eelö sahip olma; temellük etme,
eelüü, 1. sahibi olan; 2.gram. sujet’si bulunan cümle.
een, ıssız; gayri meskûn; tenha; öksüz; een cer: ıssız, gayri meskûn arazi; een bol-: yalnız olmak; een oltur-: yalnız oturmak; anı een çakırıp çığıp: yalnız kendisini çağırıp çıkararak: gizlice çağırarak; koy een ketip bara catat: koyunlar bajımsız (çobansız) gidiyorlar; een-erkin caşağan el: bolluk içinde ve serbest yşayan halk; een kaldı: tek başına kaldı; üyü een kaldı: avi bakımsız kaldı: een baş: dik kafalı, söz dinlemiyen: hırçın; een baş bala: hırçın, haşarı çocuk.
eenbaştık, kendi bildiğile, resen iş görmeklik, keyfî muamele.
eendet-, tek başına bırakmak; tenha bir yere uzaklaştırmak; bizdinğ aldıbızda uğran cok, eendetip çıkkandın kiyin -kim bilsin: bizim önümüzde dövmedi, tenhayere götürdükten sonra ise, -kim bilir.
eer, eyer; nambaş (nan+baş) yahut dambaş (dan+baş) eer: (geniş kaşlı) Kırğız eyeri; ak kanğğı eer: (geniş kaşlı) Moğol eyeri; kuşbaş eer: (kaşı ikiye ayrılmış olan) Özbek eyeri; orus eer: Rus kazakları eyeri; erdin kabı: eyer örtüsü.
eerçi-, birinin peşinden gitmek; takip eylemek;colooçunu eyerçip, it ölöt ats.: yolcunu peşinden giderek, köpek geberiyor (çünkü atlıya yetişemez ve gölgede dinlenemez ve s.).
eerçik, küçük eyer: eyerçik.
eerçiş-, dizi halinde biri-birini takip eylemek.
eerçişüü, biri-birinin peşinden gitmek.
eerçit, kendinin peşinden götürmek;takip etmeye icbaretmek.
eerde-, eğerlemek.
eerdi, bk. erin I.
eergül, mil (mihver); menteşe.
eerin= erin I.
eersiz, sahipsiz; eğersiz caydak: eyersiz; mec. fazla yük almaksızın.
egin, 1. ekin; dan eginder 1) taneli ekinler; 2) hububat; egin aydoo: çift sürmek ve ekin ekmek; 2. hububat veren bitkiler; egin dayardoo: hububat tedariki.
egindik, ekinlik, tarla.
egiz I, ikiz; çifte; çift; egiz tuuptur: ikiz doğurdu; egiz kara at: bir çift akra yağız at; egiz kozuday: “ikiz kuzu gibi”: iki su damlası gibi (biri-birine benziyorlar).
egiz II, yüksek, yüce.
egöö= ögöö.
egöölö-= ögöölö-
egöölöt-= egöölöt-.
egüü, serpme (hububatı), ekme.
egüüsüz, ekimsiz;egüüsüz talaa: ekin ekilmemiş bozkır, işlenmemiş tarla.
eh! ah! vah!
ek-, -1. ekmek;dikmek; 2. işlemek (sürmek); uşul cerdi men egem: bu yeri ben sürecek ve ekeceğim.
ekçe-,çırpmak; elemek; seçmek; ekçep alğan: seçme; en iyi.
eçel-, mut. ekçe- den;çöyçöktögü suu tögülböstön ekçelip kelet: kovadaki su çalkalanıyor, fakat dökülmüyor.
eken, e-III’ten geçen zaman gerundifidir;kim ekenin açık ayta alasınğbı?: kim olduğunu açıkça söyleyebilir misin?; özünğdü künölüü ekenin dep bildinğbi?: kabahatlı olduğunu kabul ettin mi?; bul tuuraluu ak ekenimdi özü da toluk bilet: bu hususta benim suçsuz olduğumu kendisi de çok iyi biliyor; anın kim ekenin emi maalim boldu: onun kim olduğu şimdi malum oldu; şaarda ekende: şehirde iken; dağı bir neçe mektep açılsa eken: daha birkaç mektep açılırsaymış ne iyi olacaktı; aytsanğar eken: söylese idiniz,iyi olacaktı; oozunğa kelgendi süylöy beret ekensinğ: aklına ne gelirse, onu söylüyormuşun; men özüm menen birge eç nerse albağan ekenmin: kendimle hiç bir şey almamış imişim; ölöt eken, uşunda ölöt: ölecekse burada ölür; itke temirdin barkı emne eken?: köpek için demirin ne kıymeti olsun?.
ekendik, eken’den mücerret isimdir; kayda ekendiginin dayını cok:nerede bulunduğu belli değil.
eki, iki; sözün ekî kılbayt: iki türlü söz söylemez; sözünün eridir; eki-ekiden: ikişer-ikişer;ekinin biri: 1) ikisinden biri, 2) en iyisi, ileri gelen; eki bolboysunğ yahut düynödö eki bolboysunğ: dünyada iyilik görmeyeceksin.
ekipaj, r. mürettebat; samolyottun ekipaji: tayyarenin mürettebatı.
ekonomika, r. iktisat; iktisadiyat.
eköö, iki tane; ikisi birlikte; sen ekööbüz: sen ve ben ikimiz.
ekspeditsiya, r. seferî heyet: expédition.
eksploatator, r. işletici, istismar edici.
eksploatatsiya, r. işletme, istismar.
eksploatatsiyala-, işletmek, istismar etmek.
eksploatatsiyalan-, işletilmek, istismar edilmek.
eksploatatsiyalanuu, işs. eksploatatsiyalan-dan.
ektir-, et. ek-den.
el, 1. kabile ittihadı; soy; kabile; halk, millet; el kayda köçöt: hanım böceği: Coccinellidae; elicer: vatan; öz ülke; öz halk; el komissarı: halk komiseri (Vekil); el komissariyatı: Halk komiserliği (Vekâlet); el biyleri es.: mahkemelerde jüri heyeti; 2. soydaş (aynı kabile ittihadına, dahil olan); 3. sivil: ahali (örnekler bk. coola ve elde); 4. memleket; devlet; çet el: yabancı millet; yabancı ülke; sınır dışı; çet elderde: yabancı memleketlerde; sınır dışında.
elçabar, Ruslar’ın «patlayan zincirler» oyununu andıran bir nevi çocuk oyunu.
elçi, 1. sefir; elçi; haberci; 2. kendi kabilesini, kendi soyunu-sopunu seven; 3. es. halkçı.
elçikana, k-f. elçilik, sefarethane.
elçile-, başkalarını taklit etmek; başkaları gibi yapmak; elçilep kiyim kiygen ceri cok: başkaları gibi giyindiği yoktur (daha fena, daha fakir giyiniyor).
elde-, 1. sakin ehaliden 2. sakin ahaliden gibi kabul etmek; el desenğ, eldep alamın, coo desenğ, coolap alamın folk.: barışlık niyetlerle geldin isen, seni sakin ahaliden gibi kabul edeceğim; düşmanca fikirlerle geldin isen, düşman gibi kabul edeceğim; 3. halk arasında yaşamak; çooçun cerdi cerdedim, çooçum eldi eldedim folk.: yabancı yerde oturdum, yabancı millet içinde yaşadım.
eldeş I, soydaş; yurttaş.
eldeş II, 1. barışmak; uzlaşmak; 2. (oyun esnasında) kura çekmek.
eldeştir-, barıştırmak; uzlaştırmak.
eldeştirüü, 1. barıştırma; 2. (oyun sırasında) kura çekme.
eldeşüü, işs. eldeş- II den.
eldik I: calpı eldik: bütün halka şümülü olan.
eldik II, (karş. sendik): halkçı: halk taraftarı; eldik bolup catkansıyt: halk taraftarlığı taslıyor.
eldüü, meskûn; eldüü cer: meskûn mahal; eldüü cerde elek bar: ats.: insanların bulunduğu yerde elek de bulunur.
ele I, bir ektir, ki cümlenin manasını tahdit etmek veya ona katiyet vermek için kullanılır; sık-sık tekrar edildiğinde ise, manasını büsbütün kaybeder; tokuz ele kün kaldı: yalnız dokuz gün kaldı: ötkön ele cılı: daha geçen sene; men elemin: evet, bu benim; süylöt elekte ele küldük: o daha söylemeye başlamamışken, biz gülmeye başladık; özüm ele baram: ben yalnız gideceğim; kelip ele kayta bar: gel de hemen git (burada fazla kalmayacaksın); at bolboso, cöö ele ele baralı: at olmazsa, yaya gidelim; aytkanınğday ele bolsun: haydi senin dediğin gibi olsun; alıp kelgeninğ uşul elebi?: getirdiğinin hepsi bundan ibaret midir? ; dayım ele uşunday: daima böyledir; kol kabuş kıla koysunğçu, desenğ «al ele, bul ele» deşet: sen onlardan yardım istiyorsun, onlar ise hep bundan kaçınıyorlar; sadalı ile biten sözden sonra gelirse, önce gelen sözün sadalısı düşüyor: onğoy bele (bı + ele)?: kolay mı dersin? ; men aytpadım bele!: söylemedim mi!