A I, taacüp haykırması; taaccüp veya memnuniyetsizlik edasiyle sual; 3



Yüklə 6,96 Mb.
səhifə33/90
tarix29.10.2017
ölçüsü6,96 Mb.
#19558
1   ...   29   30   31   32   33   34   35   36   ...   90

dümöktüü, 1. müthiş; korkunç; 2. sakin olmıyan; dümöktüü üy: rahatsız ev (içinde kavga çok olan ev); dümöktüü kabar: endişeli haberler.

dümp, ses teklidi: onomatopée: düp dey tüştü: pat diye düştü.

dümpüldö-, boğuk ses çıkarmak.

dümpüldök, «kurt ve koyun» oyunu.

dümpüldöt-, 1. boğuk ses çıkarmak; 2. dövmek; pataklamak.

dümpüy-, tümsek şeklinde çıkmak, kanbur kumbur olmak; dümpüygön kalınğ kol catat: yığılarak, hesapsız asker yatıyor.

dümpüyt-, et. dümpüy-den.

dümür, yanmış kütük; ağaçın çürümüş ve kararmış kökleri; pek siyah; kap-kara.

dümürçök, küçük kök.

dümürönğdö-= dümüröy.

dümüröy-, kara görünüşte bulunmak; kararmak; dümüröygön kara kişi: kap-kara adam (ve şişman) adam; tüp-tüp çiy dümüröyüp körünöt: çiğ sazı topu kararıp görünüyor.

dünğ, 1. marufiyet; şöhret; anınğ dünğü çonğ (yahut kıyın): onun büyük şöhreti vardır; el dünğ (yahut düü) kılıp alğan: ahali arasında büyük şöhret kazanmış: dünğü çıkan tanınmış, şöhret kazanmış; erge dünğ boldu; şöhret kazandı; halk arasında tanındı; 2. toptan; gayri safi; dünğ sooda: toptan ticaret; dünğ tüşüm: gayrisafi (katışık) hasılât; topyekûn istihsal; dünğ baa: gayri safi kıymet; toptan fiat.

dünğgö, (ayrı-ayrı çiy’in kökü olmayıp) çiy sazı yığının tümsek teşkil eden kökleri.

dünğgür, danğğır sözünün tekidir.

dünğgürçök, 1. (destanda) tütün kutusu; 2.= dümbürçök.

dünğgürdünğ, davul sesinin taklididir.

dünğgürö- 1. uğuldamak; kulagım dünğüröyt: kulağım uğulduyor; cer dünğgürögön çuu: şiddetli gürültü; dünğgüröp kaç-: sıvışmak; tabanı kaldırmak; 2. hesapsız çok olmak.

dünğgüröt-, et. dünğgürö-den; kolhoz örüşünö cılkını dünğgüröttü: kolhoz kendi otlaklarına hesapsız çok hergele (at sürüsü) sürdü; delegattar zaldı dünğgürötüp kolçalışıp, uralar kıykırıştı: murahhaslar şiddetli alkışlar ve «ura!» sesleri ile salonu gürlettiler.

dünğk, pat!; bat elge dünğk dey tüştü: (bu) bütün halk arasına sür’atla yayıldı.

dünğküldö-, 1. boğuk ve kesik ses çıkarmak (diyelim, davul hakkında); atağı dünüyö cüzündö dün dünğküldöy baştağan: şöhreti bütün dünyaya yayılmaya başladı; 2. (haber hakkında): her tarafa yayılmak.

dünğküldöt-, 1. boğuk ve kesik-kesik sesler çıkmasını mucip olmak (diyelim, davula vurarak); 2. (haberi) büyük bir özenle yaymak, herkese duydurmak; ar kim bul ayanğdı danğaza kötörüp, ayıl arasına dünğküldötö berişti: bu haberi, heyecan uyandırıcı olmak üzere, bütün ayıla yaydılar.

dünğküy-, kocaman, şişman, ağır olmak; çoçko sınduu dünğküygön: domuz gibi şişman.

dünüyö= düynö.

dünüyölük= düynölük.

düp: düp-düp: sert bir şey üzerine şiddetli vurmayı yahut tüfekten ateş etme sesini taklittir; cörögü düp-düp etti: kalbi gayet şiddetli çarptı; mıltık ünü düp dey tüştü: tüfekten ateş etme sesi havayı sarstı.

düpö: düpö- düpö cötöl-: kesik-kesik ve yüksek sesle öksürmek.

düpüldö-, şiddetli çarpmak (kalp hakkında); cürögö düpüldöyt: kalbi sık-sık ve şiddetli çarpıyor (heyecandan).

düpüldök, çarpma, heyecan (kalp hakkında); titrek ; cürök düpüldögün küçötöt: kalp çarpması gittikçe kuvvetleniyor.

dür I (taklitlik sözdür): koy dür dey tüştü: koyunlar ürktüler ve hep birden kütle halinde bir yana atıldılar; ot dür dep küydü: ateş tutuşup alevlendi; cürögü dür dey tüştü: kalbi yerinden fırladı; dür et-: kütle halinde biryana atılmak, saldırmak.

dür II: dür- düynö: türlü-türlü eşya; kooperativde dür-düynönün baarı bar: kooperatifte canın ne isterse o var; dür-düynö tamaktı caynaptı saldı: her türlü yemekleri sundu.

dürbö-, şaşkınlığa kapılmak; korkarak ve acele kaçmak; telâş etmek (halk yığını hakkında).

dürböl-, telâş etmek; şaşkın bir durumda bulunmak.

dürbölönğ, panik; şaşkınlık; isyan; kargaşalık; dünbölönğ sal-: şaşkınlık ika etmek; galeyanı mucip olacak yayıntılar çıkarmak, yaymak.

dürbölönğdö-, harekete gelmek; şaşkınlığa tutulmak.

dürböön, akın; yağma; karışıklık; dürböön sal-: tahribat yapmak; Semetey uğup kalbasın, kalkınğa dürböön salbasın folk.: Semetey duymasın, senin halkını tarumar etmesin!

dürböş I, şaşkınlık; galeyan.

dürböş- II, müş. dürbö-den.

dürböt-, et. dürbö-den.

dürbün= dürbü.

dürdük-, ürkmek; koy dürdüktü: koyunlar ürktüler, korkup bin yana çekildiler.

dürgü-, kaçmak: koşmak; kaçıp gitmek.

dürk-, ürk- sözünün tekidir; ürküp- dürküp dırkırap folk.: ürkerek ve titriyerek.

dürkün, grup; müfreze; dürkün-türkün: zümre zümre olarak; müfreze müfreze olarak; kütle kütle olarak.

dürkürö-, 1. titremek; 2. gürültü yapmak (kalabalık halk hakkında); dürkürögön kıykırık: türlü türlü kafalardan çıkan yüksek ses; 3. geniş şöhrete malik olmak; muvaffak olmak; dürküröp öskön tört tülük: alabildiğine büyüyen ve çoğalan hayvan; dürküröğön temter: gürültülü (alabildiğine yürüyen) hızlar, tempolar.

dürküröt-, et. dürkürö-den.

dürmöt, tüfeğin yemi, doldurma; kuru dürmöt: mermisiz yemleme; mıltıktın dürmötü bar: tüfeğin yemi var (doludur).

dürmöttö-, (tüfeği) doldurmak.

dürmöttölüü= dürmöttüü.

dürmöttüü, doldurulmuş (tüfek hakkında).

dürs (taklitlik sözdür): dürsö-dürs uruş: biri-birini pataklamak.

dürsüldö-, ayak patırtısı çıkarmak.

dürsüldöt-, et. dürsüldö-den.

dürt (patlama için takliklik sözdür): dürt etme zattır: patlayıcı maddeler.

dürüldö-= dürkürö; bütkön boyum dürüldöyt: korkudan bütün vucudum ürperdi; ot dürüldöp küyöt: ateş çatırdayıp, büyük alevle, yanıyor; koy dürüldöp ürktü: koyunlar ürkerek bir yana atıldılar.

dürüldöş-, müş. dürüldö-den.

dürüldöt-, et. dürüldö-den; mına dürüldötüp biz da cettik: işte, biz de yetiştik.

dürüyö, f. birnevi ipekli kumaş; dürüyö köynök: ipek elbise.

düü= dünğ.

düüldö-= duulda.

düülük-, köpürmek: kudurmak; şiddetli galeyan izhar eylemek; etim düülügüp çıktı: bütün vücudum kaşınıyor, gidişiyor.

düülültür-, et. düülük-ten.

düynö, a. 1. dünya (âlem); 2. servet; düynösü tügöl: 1) refahın yüksek derecesinde; 2) hiçbir eksikliği yok; dür-düynö bk. dür II; 3. define; hazne; düynö taptı: define buldu; başına devlet kuşu kondu.

düynökor, a-f. dünya malü mülküne haris olan.

düynölük, dünyalık; alemşümul; düynölük rekor: dünya rekoru; calpı düynölük: cihanşümul.

düyşembi, f. duşenbe: pazartesi.

düyüm, muhtelif; her türlü; herneviden; düyüm darı: muhtelif ilâçların halitası.

E

e I, yahut ce (genizden söylenir): e! ; haydi! ; ya; haniya? , bakalım, nasıl? ; ee, emne kılıp catasınğ?: e, ne yapıyorsun bakalım!

e II, hey! bana bak-; ah! ay!

e- III, gayri kiyasî ve noksan bir yardımcı fiil: imek; bar edi: var idi; vardı; bar eken: var imiş, varmış; emegende= emey, bk. eken, ele II, emen II, emes.

ebak, k-a. çoktan; artık çoktan; ebaktan: çok zamandan beri.

ebakı, çoktanki; eski; çoktan olup biten; ebakı ötkön kün: çoktan geçmiş günler.

ebakkı= ebakı.

ebegeysiz, pek; gayet; aşırı; ebegeysiz çonğ: aşırı büyük; kocaman.

ebelek, 1. çakarken, çivi tepesinin altına konulan astar; 2. perçin çivisi; başınan çığıp ketet dep, tört kırdağan bolotton koş ebelek urdurğan folk.: balta (sapından) kurtulmasın diye dört kenarlı çelikten çift perçin çivisi çaktırdı; 3. Cerato carpus arinarus otu; ebelektey eme ğo, ırğıtıp taştabaysınğbı? Cerato carpus aranarius gibi (hafif)dir; onu kaldırıp atamazsınız?

ebelekte-, yalnız kanatlarının uçlarını kımıldatarak, havada donakalmak (avı üzerindeki çaylak yahut tarirakuşu hakkında).

ebep (krş. ibep): ar ebeptin sebebi bar: her hastalığın bir sebebi vardır.

ebire-: ebirbe! yahut ebirebey eeginğdi bas!: çeneni tut: sus!

ebireş-, müş. ebire-den.

ece I, 1. büyük kız kardeş: abla; ece kiygendi sinğdi kiyet ats.: ablanın giydiğini küçük kız kardeş de giyer; 2. es. yaşça genç olan karıya nisbeten yaşça büyük olan karı (zevce).

ece II, a. gram. hece.

eceke, okş. ece I’den; eçekeme işenıp ersiz kaldım ats.: ablama inanıp kocasız kaldım.

ecel= ezel; ecelden beri: ezelden beri, eskiden beri.

ecele-, hecelemek: heceleyerek zorla okumak.

ecelet-, heceleyerek zorla okutmak.

ecelettir-, et. ecelet-ten.

ecelki= ezelki.

ecigey, bir çeşit peynir; eçigeydey: eçigey gibi: pek sarı; sap-sarı.

eç, f. hiç; eç kim: hiç kimse;hiçbir şey; eç ubak yahut eç kaçan: hiçbir zaman; eç kayda: hiçbir yerde; eç kanday: hiçbir türlü; eçteke yahut eşteke, eçteme yahut eşteme, eçtenğke yahut eştenğke, eçtemke yahut eştemke, eçdeme: hiçbir şey; eç eçteke: büsbütün hiçbir şey; eçteke emes: hiçbir şey değil; fevkalade bir şey yok; zarar yok; eçtenğke menen işing cok: hiçbir şeyle ilişiğin yok, hiçbir şeyi merak etmiyorsun.

eçak= ebak.

eçakı= ebakı.

eçdeme, bk. eç; eçdeme cok: hiçbir şey yok.

eçe, kaç; eçedesinğ?: kaç yaşındasın.

eçek, (Rad.) şerir; kötü; işe yaramaz.

eçen, 1. nekadar; 2. birkaç; çok; eçen colu: birkaç defa; çok defa; eçen cılı: birkaç sene; çok yıllar.

eçendegen, çoklar; pek çoklar.

eçkısa: eçkısa cok: hiçbir şey yok; hiçbir zarar yok; hiç!

eçki, keçi; too eçki: dağ keçisi.

eçkir-, hıçkırmak; acı acı sesler çıkarmak; eçkirip ıyla-: hıçkırarak ağlamak; derinden iç çekerek ağlamak; eçkirip kül-: ca’lî bir tavırla ve yüksek sesle çok gülmek.

eçöö, kaç (tane, baş, kişi).

eçteke, bk. eç; eçteke cok: hiçbir şey yok; eçteke emes: zararsız; şöyle-böyle; ayrıca bir şey yok; hiç!

eçteme, bk. eç; tok bala eçtemeni oyloboyt ats.: karnı tok çocuk hiçbir şey düşünmez.

ede, (Rad., V ve Fergâneli Noygut-Kıpçaklarında)= ele II; kanday ittinğ kuş edenğ! kanday ittinğ at edenğ- (Rad., V) folk.: ey kuş hangi köpeğin idin sen; ey at, hangi köpeğin idin sen!

edil: ak edil (başlıca, sağmal hayvan hakkında) yavaş, sâkin; ak edil koy: yavaş, ve memesi yumuşak (sağarken sütünü kolay veren) koyun.

edirekey, kabarık ve hafifçe kıvrılmış olan burun kanatlarına malik olan.

edirenğ= edirekey.

edirenğde-, haraketlerinde edirekey’ye (bk.) benzemek.

edirenğdet-, et. edirenğde-den.

edirey- 1. kabarık ve hafifçe kıvrılmış burun kanatlarına malik olmak; 2. burun kanatlarını kabartarak, azametle bakmak.

edireyt-, et. edirey-den; oopazının murdun edireyte tarttı: öküzünü öyle bir çekti, ki burun kanatları tersine döndü.

ee I 1. sahip; ee bol-sahip çıkmak; tehnikağa ee bol-: tekniğe hakim olmak; 2. Tanrı; 3. gram fail: sujet; ee bağınınğkı: cümle içindeki ulaşma sujet.

ee II, caa berbey ile birlikte: ee-caa berbey: hiçbir tesir altında kalmadan; ee-caa berbey ıylayt: kimseyi dinlemeden boyuna ağlıyor.

ee III, 1. memnuniyetsizlik ve can sıkıntısı ifade eden nida: ee, hetpak! e-eh betbaht (uğursuz)! 2. mânayi kuvvetlendirmek için kullanılan nida; aldıng-ee! aldın ha!

ee IV, bk. e I.

eeçi= eerçi.

eeçiş-= eerçiş; karkıraday eeçişip: turnalar gibi, dizi halinde giderek.

eeçit-= eerçit-.

eek 1. çene; ak eek: aksakallı; ihtiyar; kızıl eek: dişsiz; tursuluk; eegi tüşkön (insan hakkında): çenesi sarkık, ihtiyar; kuvvetten düşmüş ihtiyar; kem eek: alt çenesi, alt dudağı öne doğru çıkık duran ve alt dişleri üst dişlerinin üzerine geçen adam; eegi eegine tiybey kıbırayt: «çenesi çenesine değmeden kımıldıyor»: boyuna çene çalıyor; eyeginğ bas!: çeneni kıs! sus! ; eek kübüröt-: mırıldanmak; eektinğ adlında: «çene altında»: çok yakın; burnunun dibinde; 2. alt dudak; eegin şalpıytıp: alt dudağını sarkıtarak (at hakkında).

eele-, sahip olmak; işgal etmek; benimsemek; bul üydü men eelep aldım: bu odayı (evi) ben işgal ettim; ökmöt askerleri eelegen rayondor: hükümet askerlerinin işgal ettiği bölgeler.

eelen-, şiddetle arzu etmek; kesin karar vermek; engellere bakmaksızın yerine getirmeye çabalamak; göz komak, göze kestirmek; okuymun dep eelenet: hiçbir şeye bakmadan oyumaya karar vermiş; atım eelenet: (itaatsızlık ederek) atım sanki beni fırlatmak isteyerek, ileri atılıyor.

eelet-, et. cele-den

eelik-, heyecana gelmek; coşmak; kızmak; atım elikti: atım kızıştı (meselâ, ayak patırtısı duyarak)

eelikme, çabuk heyecana gelen; çabuk kızışan; eelikme at: hırçın at.

eeliktir-, et. elik- ten; oyu anı oozduksuz attay eelektirdi: fikri, onu gemsiz at gibi, aldı götürdü.

eelit-= eeliktir.

eelöö, eelö sahip olma; temellük etme,

eelüü, 1. sahibi olan; 2. gram. sujet’si bulunan cümle.

een, ıssız; gayri meskûn; tenha; öksüz; een cer: ıssız, gayri meskûn arazi; een bol-: yalnız olmak; een oltur-: yalnız oturmak; anı een çakırıp çığıp: yalnız kendisini çağırıp çıkararak: gizlice çağırarak; koy een ketip bara catat: koyunlar bajımsız (çobansız) gidiyorlar; een-erkin caşağan el: bolluk içinde ve serbest yşayan halk; een kaldı: tek başına kaldı; üyü een kaldı: avi bakımsız kaldı: een baş: dik kafalı, söz dinlemiyen: hırçın; een baş bala: hırçın, haşarı çocuk.

eenbaştık, kendi bildiğile, resen iş görmeklik, keyfî muamele.

eendet-, tek başına bırakmak; tenha bir yere uzaklaştırmak; bizdinğ aldıbızda uğran cok, eendetip çıkkandın kiyin -kim bilsin: bizim önümüzde dövmedi, tenhayere götürdükten sonra ise, -kim bilir.

endik, 1. boş saha; 2. ıssızlık; gayri meskûn olmaklık; tenhalık; 3. öksüzlük.

eer, eyer; nambaş (nan+baş) yahut dambaş (dan+baş) eer: (geniş kaşlı) Kırğız eyeri; ak kanğğı eer: (geniş kaşlı) Moğol eyeri; kuşbaş eer: (kaşı ikiye ayrılmış olan) Özbek eyeri; orus eer: Rus kazakları eyeri; erdin kabı: eyer örtüsü.

eerçi-, birinin peşinden gitmek; takip eylemek;colooçunu eyerçip, it ölöt ats.: yolcunu peşinden giderek, köpek geberiyor (çünkü atlıya yetişemez ve gölgede dinlenemez ve s.).

eerçik, küçük eyer: eyerçik.

eerçiş-, dizi halinde biri-birini takip eylemek.

eerçişüü, biri-birinin peşinden gitmek.

eerçit, kendinin peşinden götürmek;takip etmeye icbaretmek.

eerde-, eğerlemek.

eerdi, bk. erin I.

eergül, mil (mihver); menteşe.

eerin= erin I.

eersiz, sahipsiz; eğersiz caydak: eyersiz; mec. fazla yük almaksızın.

eesiz, sahipsiz; eyesiz süylöm gram. sujet’siz (gayri şahsî) cümle.

eesizdik, 1. sahipsizlik; 2. şahsiyetsizlik.

eetimal, a. ihtimal; imkân; olabilirlik.

efir, r. esir (éther), efir mayı: esir yağı.

ege I= eeI 2.

ege II, 1. eğelemek; demiri bilemek; demiri demirle sürüştürmek; 2. eklemek; uçuna bolot egegen folk. (mızrağın) ucuna çelik eklemiş.

eger I= eer.

eger II, f. eğer (şart sözdür); egerde 1) eğer; şayet; 2) (menfî cümlede)= egerim.

egerim, f. (menfî cümlede): hiçbir zaman; aslâ; katiyen; egerim kelbet kalbasın: katiyan gelmeden kalmasın.

eges, esef, pişmanlık ifade etmek için kullanılan sözdür; attinğ, egesay (yahut eges kalğır-ay)!: ah, ne yazık!

egeş, I, münazaa; kavga; çarpışma.

egeş- II, 1. (başlıca, demir hakk.) sürtülmek; 2. kavga etmek; münazaa etmek; ihtilaf durumunda bulunmak.

egeştir-, et. egeş-II den.

egey: egey-şiğay: kuvvetçe, cesaretçe, yiğitlikçe müsavi olan.

egil-, mut. ek-ten.

egin, 1. ekin; dan eginder 1) taneli ekinler; 2) hububat; egin aydoo: çift sürmek ve ekin ekmek; 2. hububat veren bitkiler; egin dayardoo: hububat tedariki.

egindik, ekinlik, tarla.

egiz I, ikiz; çifte; çift; egiz tuuptur: ikiz doğurdu; egiz kara at: bir çift akra yağız at; egiz kozuday: “ikiz kuzu gibi”: iki su damlası gibi (biri-birine benziyorlar).

egiz II, yüksek, yüce.

egöö= ögöö.

egöölö-= ögöölö-

egöölöt-= egöölöt-.

egüü, serpme (hububatı), ekme.

egüüsüz, ekimsiz;egüüsüz talaa: ekin ekilmemiş bozkır, işlenmemiş tarla.

eh! ah! vah!

ek-, -1. ekmek;dikmek; 2. işlemek (sürmek); uşul cerdi men egem: bu yeri ben sürecek ve ekeceğim.

ekçe-,çırpmak; elemek; seçmek; ekçep alğan: seçme; en iyi.

eçel-, mut. ekçe- den;çöyçöktögü suu tögülböstön ekçelip kelet: kovadaki su çalkalanıyor, fakat dökülmüyor.

ekçelt-, kımıldatmak; dalğalandırmak; may kuyrugun ekçeltip cüröt: yağlı kuyruğunu (kıçını) sallayarak geziyor.

eke= ake.

eken, e-III’ten geçen zaman gerundifidir;kim ekenin açık ayta alasınğbı?: kim olduğunu açıkça söyleyebilir misin?; özünğdü künölüü ekenin dep bildinğbi?: kabahatlı olduğunu kabul ettin mi?; bul tuuraluu ak ekenimdi özü da toluk bilet: bu hususta benim suçsuz olduğumu kendisi de çok iyi biliyor; anın kim ekenin emi maalim boldu: onun kim olduğu şimdi malum oldu; şaarda ekende: şehirde iken; dağı bir neçe mektep açılsa eken: daha birkaç mektep açılırsaymış ne iyi olacaktı; aytsanğar eken: söylese idiniz,iyi olacaktı; oozunğa kelgendi süylöy beret ekensinğ: aklına ne gelirse, onu söylüyormuşun; men özüm menen birge eç nerse albağan ekenmin: kendimle hiç bir şey almamış imişim; ölöt eken, uşunda ölöt: ölecekse burada ölür; itke temirdin barkı emne eken?: köpek için demirin ne kıymeti olsun?.

ekendik, eken’den mücerret isimdir; kayda ekendiginin dayını cok:nerede bulunduğu belli değil.

eki, iki; sözün ekî kılbayt: iki türlü söz söylemez; sözünün eridir; eki-ekiden: ikişer-ikişer;ekinin biri: 1) ikisinden biri, 2) en iyisi, ileri gelen; eki bolboysunğ yahut düynödö eki bolboysunğ: dünyada iyilik görmeyeceksin.

ekilen-, 1. nazlanmak; 2. çıtkırıldım olmak.

ekilendir-, et. ekilen-den.

ekilent-, et. ekilen-den; komuzdu ekilentip çertti: kopuzu özenle, canla-barla çaldı.

ekilentüü, mübalağa; lüzumundan fazla büyütme.

ekiltik, hesap esnasında ikinin yerini tutan; iki çükö’ye (bk.) denk olan; ekiltik kılıp kaytaramın: iki mislini iade edeceğim.

ekilüü (at hakkında) hırçın;(kız hakkında): çekingen; çıtkırıldım; hırçın; nazlı.

ekimet, a. hikmet; ekimet kep: hikmetli söz.

ekinçi, ikinci.

ekinçiley, saniyen, ikinci olarak.

ekipaj, r. mürettebat; samolyottun ekipaji: tayyarenin mürettebatı.

ekonomika, r. iktisat; iktisadiyat.

eköö, iki tane; ikisi birlikte; sen ekööbüz: sen ve ben ikimiz.

ekspeditsiya, r. seferî heyet: expédition.

eksploatator, r. işletici, istismar edici.

eksploatatsiya, r. işletme, istismar.

eksploatatsiyala-, işletmek, istismar etmek.

eksploatatsiyalan-, işletilmek, istismar edilmek.

eksploatatsiyalanuu, işs. eksploatatsiyalan-dan.

ektir-, et. ek-den.

el, 1. kabile ittihadı; soy; kabile; halk, millet; el kayda köçöt: hanım böceği: Coccinellidae; elicer: vatan; öz ülke; öz halk; el komissarı: halk komiseri (Vekil); el komissariyatı: Halk komiserliği (Vekâlet); el biyleri es.: mahkemelerde jüri heyeti; 2. soydaş (aynı kabile ittihadına, dahil olan); 3. sivil: ahali (örnekler bk. coola ve elde); 4. memleket; devlet; çet el: yabancı millet; yabancı ülke; sınır dışı; çet elderde: yabancı memleketlerde; sınır dışında.

elçabar, Ruslar’ın «patlayan zincirler» oyununu andıran bir nevi çocuk oyunu.

elçi, 1. sefir; elçi; haberci; 2. kendi kabilesini, kendi soyunu-sopunu seven; 3. es. halkçı.

elçikana, k-f. elçilik, sefarethane.

elçile-, başkalarını taklit etmek; başkaları gibi yapmak; elçilep kiyim kiygen ceri cok: başkaları gibi giyindiği yoktur (daha fena, daha fakir giyiniyor).

elçilik, 1. es. kabile kuruşuna, nizamına bağlılık; 2. sefir,elçi vazifesi yahut mevkii.

elçire-, yumuşamak (kalp hakkında); rikkate gelmek.

elçiret-, et. elcire-den.

elde-, 1. sakin ehaliden 2. sakin ahaliden gibi kabul etmek; el desenğ, eldep alamın, coo desenğ, coolap alamın folk.: barışlık niyetlerle geldin isen, seni sakin ahaliden gibi kabul edeceğim; düşmanca fikirlerle geldin isen, düşman gibi kabul edeceğim; 3. halk arasında yaşamak; çooçun cerdi cerdedim, çooçum eldi eldedim folk.: yabancı yerde oturdum, yabancı millet içinde yaşadım.

eldeş I, soydaş; yurttaş.

eldeş II, 1. barışmak; uzlaşmak; 2. (oyun esnasında) kura çekmek.

eldeştir-, barıştırmak; uzlaştırmak.

eldeştirüü, 1. barıştırma; 2. (oyun sırasında) kura çekme.

eldeşüü, işs. eldeş- II den.

eldik I: calpı eldik: bütün halka şümülü olan.

eldik II, (karş. sendik): halkçı: halk taraftarı; eldik bolup catkansıyt: halk taraftarlığı taslıyor.

eldüü, meskûn; eldüü cer: meskûn mahal; eldüü cerde elek bar: ats.: insanların bulunduğu yerde elek de bulunur.

ele I, bir ektir, ki cümlenin manasını tahdit etmek veya ona katiyet vermek için kullanılır; sık-sık tekrar edildiğinde ise, manasını büsbütün kaybeder; tokuz ele kün kaldı: yalnız dokuz gün kaldı: ötkön ele cılı: daha geçen sene; men elemin: evet, bu benim; süylöt elekte ele küldük: o daha söylemeye başlamamışken, biz gülmeye başladık; özüm ele baram: ben yalnız gideceğim; kelip ele kayta bar: gel de hemen git (burada fazla kalmayacaksın); at bolboso, cöö ele ele baralı: at olmazsa, yaya gidelim; aytkanınğday ele bolsun: haydi senin dediğin gibi olsun; alıp kelgeninğ uşul elebi?: getirdiğinin hepsi bundan ibaret midir? ; dayım ele uşunday: daima böyledir; kol kabuş kıla koysunğçu, desenğ «al ele, bul ele» deşet: sen onlardan yardım istiyorsun, onlar ise hep bundan kaçınıyorlar; sadalı ile biten sözden sonra gelirse, önce gelen sözün sadalısı düşüyor: onğoy bele (bı + ele)?: kolay mı dersin? ; men aytpadım bele!: söylemedim mi!

Yüklə 6,96 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   29   30   31   32   33   34   35   36   ...   90




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin