A I, taacüp haykırması; taaccüp veya memnuniyetsizlik edasiyle sual; 3


çüyrü-, kırıştırmak, buruşturmak. çüyrül-



Yüklə 6,96 Mb.
səhifə30/90
tarix29.10.2017
ölçüsü6,96 Mb.
#19558
1   ...   26   27   28   29   30   31   32   33   ...   90

çüyrü-, kırıştırmak, buruşturmak.

çüyrül-, buruşmak, kırışmak.

çüyrüy-, memnuniyetsizlikten burnunu buruşturmak; memnun olmayıp yüzünü buruşturmak; hoşnutsuzluktan yüzünü ekşitmek; ötügü (yahut ötügünün tumşuğu) çüyrüyüp ketipurr: çizmesinin burnu kalkık duruyor.

çüyrüyt-, et. çüyrüy-den.

çüyünçü= süyünçü.

çüyür-= çüyrü-, murdun çüyürdü: burnunu buruşturdu.

D

da, de da (dahi); keza; sa dahi; gerçi; meni da, seni da: beni de seni de; sen da barasınğ: sen de varacaksın; eç kim suragan da cok: kimse sormdı bile; söz da bolboğon: lakırtısı bile geçmedi; bir da birin bilbeysinğ: sen onlardan hiçbirini bilmiyorsun; bu hususta senin haberin yoktur; ar bir adım attağan sayın uşul körünüş elestedi da turdu: her adımda şu levha göz önüne geldi de durdu; kim da bolso: kim olursa olsun; kaçan da bolso: ne zaman olursa – olsun; her vakit; beker berse da albaym: bedava verse dahi almıyacağım; bir da bk. bir,: bilgeninğ uşul eken da! : bütün bildiğim şu imiş, ha!; ceyeri ele et da: yersen et yemeli; ança da caman emes: o kadar da fena değil.

daa ı= dağı.

daa- ıı, cür’et etmek; cesaret etmek; atılmak; seninğ cürögünğ kantip daayt? : nasıl cesaret ediyorsun?; nasıl korkmuyorsun?; baruuğa cürögü daabayt: varmaya cesaret vermiyor; men ağa daap tiye albadım: ben ona dokunmaya cesaret edemedim.

daağı= dağı.

daakan= dubakan.

daakı (karşı. dakı) 1. ilkbaharda tülememiş olan hayvanın üzerindeki yapağı: daakısı tüşölök tay: henüz tülememiş olan tay; daakı cünün taştadı: yapasığını attı: tüledi (hayvan hakkında); 2. tay derisinden kürk; 3. paçavra (eski yırtık ve buruşuk giyim); daakası çubalğan eski caman cuurkan : paçavraya dönmüş eski yorgan.

daakıluu, dökülmeye yüz tutmuş olan lkbahar tüyü ile kaplanmış; daakıluu tay : (ilkbaharda) tüyü dökülmeye başlayan tay.

daam, a. 1. taam; yiyecek; daamooz tiyip ket! : yemeğin tadına bak da öyle git! bir parça yede öyle git! ; meni daam aydap keldi: beni (buraya) taamdan nasibim getirdi (bana burada yemek mukadder imiş de onun için geldim);ardaamdın başımı : türlü – türlü yemekler; ar taamın başın cedik : çeşit – çeşit yemekler yedik; 2. tad; daamı cok : tadı yok ;tatsız ;daamı caman : tadı fena.

daamdan -, bir yabancı tad sezmek; oozu ermen daamlanıp: ağzıda pelin tadı duyarak.

daamduu,lezzetli; hoş; daamduu söz : hoş söz.

daamoldo, tar. müderris (dini mekteplerde: medreslerde).

daana ı, f. tane ; nüsha.

daana ıı, f. 1. maruf tanınmış; barızğadaana kişi : hepimize belli adam; 2. bilen; hakim (akıllı); arbir işke daana ciğit: her hususta kavrayışlı delikanlı; 3. okunaklı; açık (vazıh); daana körün -: vazıh: okunaklı olmak; daana caz -: okunaklı yazmak.

daanaklık, danaklık, akıllılık.

daanışman, f. danişmend: ilim ve irfan sahibi.

daar (yalnız üçüncü şahsın bitişik zamiri ile): kısım parça: bazarğa alıp barğan maldun bir daarı satıldı, bir daarı satılbay kaldı: pazara götürülen hayvanların bir kısmı satıldı, öteki kısmı ise, satılmadan kaldı; kay bir daarı: onlardan bazıları; onlardan bazılar; onlardan kimisi.

daara: calğız daara: tek başına,yalnız olarak; kendisi; müfret halinde; kendi başına (müstakillen).

daarat, a. aptes: taharet; but daaratı: ayak yıkama; kol daaratı: elleri yıkama; daarat al- : aptes almak; bey daara= daaratsız: daarat sındır- : aptes bozmak; daaratka olturdu: aptes bozmaya oturdu.

daaratsız, 1. aptessiz; 2. mec. : müslüman olmayan.

daarattan-, aptes almakç

daarda-, pataklamak (toplu halde bir tek kişiyi).

daarı-, değmek; hafifiçe dokunmak; değmeden geçmek; ok daarıdı: kurşun hafifçe dokundu; çımın daarıp ketiptir: sinek (uçarken) hafifçe dokundu; munu cin daarıp ketken: bunu cin çarpmış; kıdır daarığın: hızır ilişmiş: talihli; muvaffak olan; emine mınçalık daarıdnğ?: neden böyle coştun?

daarıt-, et. daarı-dan; canıma daarıtpadım: yanıma yanaştırmadım.

daarip, a. 1. tasvir; tarif (tavsif); 2. lakırdılar; dedikodular.

daba, a. deva: ilaç tedavi; ağa daba cok: «ona ilaç yoktur», onun başından çıkamazsın; onunla uyuşamazsın.

dabaa= daba.

dabala-, tedavi etmek; emlemek.

daban, dağ geçidi.

dabdıranğda-, korku-korka, mütereddid basmak (bütün dört ayağ ile aksayan hayvan hakkında): turup kaldı koy kürönğ dapdıranğdap, dalaktap: folk. topal ayaklar ile biçimsizce basarak, koyu al at durdu kaldı.

dabernes= davernes.

dabır: dabır-dubur: ayak sesi; ileri-geri uğraşma; şamata.

dabıra-, ayak patırtısı çıkarmak.

dabırat-, et. dabıra-dan.

dabırkay, (karş. cayır) hafifçe koyulaşmış olan çam katranı: çam sakızı.

dabırla-= dabırat-.

dabırlat-= dabırat-.

dabırt, ayak patırtısı; attınğ dabırtı uğulat: atların ayak patırtısı duyuluyor; dabırt - dübürt: ayak patırtısı.

dabırtta- ayak patırtısı çıkarmak.

dabış, ses; bir dabıştan: bir ağızdan: dabışka koy- : reye koymak; yazı ile rey toplamak; attınğ dabışı: atın ayak sesi; kişininğ dabışı : insan sesi.

dabışmak= tabışmak.

dabışta-, 1. bağırmak. 2. seslenmek.

dabıştuu, 1. sesli; 2. es: sait (sadalı harf).

dabul= doolbaş.

dacal= tacaal; dacalday: «teccal gibi», gaddar, merhametsiz, amansız.

daçı, r. «daça» : sayfiye.

dagdaar-, şaşalamak, afallamak (ne yapacağını bilememek).

dağdağay, kalkık; çıkık; dadısı dağdağay: omuzları kalkık.

dağdal-= takşal-.

dağdanğda-, geniş, bol yakasını sallayarak yürümek.

dağdanğdat-, yakasından tutarak sarsmak, silkmek; tışka dağdanğdatıp süyröp: yakasından tutarak, dışarı sürükleyip.

dağday-, çıkık durmak; kökürögü dağdayğan: göğüsü kabarık duruyor.

dağdayt-, öne doğru çıkarmak; köküröğön dağdaytıp: göğsünü öne doğru çıkararak.

dağdır= tağdır.

dağı, ve; daha; keza;dahi; dağı emine kerek! daha ne lazım! : emine bolsa dağı: ne olursa- olsun; kelse dağı: gelirse dahi; bir saar dağı boşko ketpesin: bir saat dahi boşuna gitmesin; dağısın: yahut; dağınkısın: bir daha; dağıkısın dağı aytam: daha ve daha söylüyorum.

dağınkısın, bk. dağı.

dağıra= ağara.

dağısın, bk. dağı.

dakı (karş. daakı) buzağı derisinden dikileni, kısa kollu ceket.

dakıl, a. giren, dahil; iştirak eden, işin içinde olan.

daki ı, f. beyaz muslin.

daki ıı. hilekar; mekkar; kurnaz; işin içinden çıkmasını bilen; dalaydı körüp, daki bolğun kuu: başından birçok şey geçirmiş olup, faka basmaz olan kurnaz adam.

dakilat= daklot.

dakilik, kurnazlık (başlıca, atlar hakkında).

dakümönt= dokument.

dal ı, a. 1. arap alfebesinde «d» harfinin adıdır; 2. mec. kambur; kamburu çıkmış olan.

dal ıı, tas – tamam; noktası – noktasına; dal ortosunda: tam ortasında; dal özü: tam kendisi; naoktası – noktasına onun gibi; dal bular aytkanday: tam onların dediği gibi; dal kel-,: tevafuk etmek.

dal ııı, dal – dal: yırtılıp parça – parça olmuş; dal – dalı çıktı: yırtılıp parça parça oldu.

dal ıv, 1. saşalamış; afallamış; başım (yahut kökürögüm) dal boldu: şaşaladım, kafam yerinde değil: ne yapacağımı bilmiyorum; 2. gevşemiş; kuvvetten düşmüş; bütkön boyum dal boldu: bütün vücudum gevşedi; büsbütün bitap oldum.

dalaa= talaa.

dalaan, f. = dalaan üy: sofa.

dalaat: dalaatınğa kelgir yahut dalaatı caman: kadınlara yahut kızlara tevcih edilen kadın sövme sözü; önğ – dalaatı cok: o kadını çehresi değişti.

dalakta-= dalbakta-.

dalalat, a. 1. kayırma; himaye; tesvassut; delalet; 2. delil; tekid; 3. teşebbüs; önayaklık.

dalaparan, f. göztaşı, kibritiyeti nuhas.

dalay: bir dalay: oldukça çok; ehemmiyetlice.

dalba ı, 1. yem (alıcı kuş için) 2. yırtık; paçavra haline gelmiş; kiyimi dalba – bolup cırtılıp cüröt: parça – parça olmuş elbise ile geziyor.

dalba ıı. parça parça olup yırtılmak: kiyimderi işten çığıp dalbağan: giyimleri büsbütün örselenmiş.

dalbaala-= dalba ıı.

dalbaar-, yorulmak; kuvvetten düşmek; atınğ dalbaarıp kalıptır: atın takatten düşmüş.

dalbağay, büyük ve biçimsiz.

dalbak, kocaman ve biçimsiz; ak kaçırday dalbak: akbaba gibi biçimsiz, hantal.

dalbakt-, biçimsizce ve ağır – ağır yürümek; dalbaktap çügürü keldi: biçimsizce ve çok ağır bir tarzda koşup geldi: eteği kulaalının kanatınday dalbaktayt: eteği çaylak kanadı gibi (biçimsiz ve hantal) dalganıyor.

dalbaktat-, et. dalbakta-dan;kanattarın dalbaktata sermegileyt: kanatlarını biçimsizce çırpıyor.

dalbala-= dalba- ıı.

dalbalakta-= dalbakta-.

dalbanğda-= dalbakta-.

dalbasa, f. boşuna uğraşma; olmayacak hayalere kapılmak dolayısıyla telaş.

dalbasala-, boşuna uğraşmak; tahakkuk etmeyecek hayallere kapılmakla ilgili olarak çabalamak.

dalbasta-= dalbasala.

dalda ı, örtü; perde; hail, siper; sığnak; taşın arkasında oturuyor; közdön dalda boldu: gözden kayboldu

dalda- ıı, hedafi dürüst, doğru tayin etmek; nişan almak; daldap attı: dikkatle nişan alarak ateş etti; kazandı oçokko daldap as! : kazanı ocağa düz, doğru koy!

daldaa= dalda ı.

daldak: daldak – duldak: biçimsiz; hantalca.

daldakta-, biçimsizce ve hantalca hareketler yapmak (uzun boylu ve hantal kimse hakkında).

dalda ı, a. tellal, simsar (başlıca hayvan alım - satımında) ; aracı.

daldal ıı= dal – dal (bk. dal ııı).

daldala-, örtmek; perdelemek; himaye etmek; korumak.

daldalan-, saklanmak; gizlenmek; bir perde arkasında saklanmak.

daldanış-, müş. daldalan-’dan.

daldalat-, et. daldala-’dan.

daldalçı= daldal ı.

daldanğda- dim – dik, yana çıkık duran (mes. büyük kulaklar hakkında).

daldanğda- dim – dik, yana çıkık durmak (mes. büyük kulaklar hakkında).

dalday-, 1. yatıp uzanmak, serilmek (kocaman ve biçimsiz birisi veya bir şey hakkında); catkan eken daldayıp folk. : (uzun boylu ve hantal adam) serilip yatmış 2. biçimsiz, hantal ve şaşkın bir görünüşte olmak; tüşünö albay daldayıp turdu da kaldı: hiçbir şey anlamayıp, afallayıp durdu.

daladayt-, et. dalday-’dan; kuş kanatın daldaytıp catır: kuş kanadını yayarak yatıyor.

daldıra-, 1. gevşemeş; 2. tembelleşmek.

daldırat-, et. daldıra-’dan.

daldıy-= dalday-; daldıyğan kağaz: büyük kağıt yaprağı.

dale= degele.

dalı, 1. kürek kemiği (anat.); dalı küygüz yahut dalı cak- es. kayun kürek kemiğine bakarak çnceden haber vermek (fal açmak) (bu iş harb seferine çıkarken yapılıyordu); kara dalı kız (17 – 18 yşında olan) olgun kız; kuu dalı bk. kuu ıv 2, : dalısı küzgüdöy:«kürek kemiği ayna gibi» sıhhat fışkırıyor; 2. omuzlar (onların genişliği - eni): dalısı bir kez kelgen cigit: omuzları bir arşın genişliğinde olan delikanlı.

dalıçı, koyunkürek kemiğine bakarak fal açan (önceden haber veren), bk. dalı 1.

dalılan-, omuzlarının şeklile birisini, bir nesneyi andırmak; şumkar dalılanğan azamat: omuzları sungur omuzlarını andıran yiğit.

dalıluu geniş omuzlu.

dalımboo, çin.«dalemba» (bir çeşit çin pamuklu kumaş).

dalil, a. delil; delil keltir- yahut delil körsöt - : delil getirmek; delille isbat etmek.

dalilde-, isbat etmek; deliller göstermek.

dalilde-, isbat edilmek, tekit edilmek.

dalildet-, et. delilde-’den.

dalildüü, isbat edilmiş; delillerle tekit edilmiş: müdellel; dalildüü misal: delil olarak getirilen örnek.

dalilsiz, delilsiz; isbatsız; delille tekit edilmemiş olan.

dalilsizdik, delilsizlik, isbat edilmemiş olmaklık.

dalinğke, r. tabak.

dalk= dalkı.

dalkı, a. açılık; acı; acı tad.

dalp: dalp et- (ağır ve hantal bir nesne hakk.) düşmek; uyğa dalp etip sekirip minip aldı: sıçradı ve bütün ağırlığı ile ineğe bindi.

dalpağay büyük ve biçimsiz.

dalpay-, büyük ve biçimsiz olmak; dalpayıp kelip, bir coru kondu: bir akbaba uçup geldi ve kondu.

dalpılda-, 1. dalgalanmak; 2. manasız sözler söylemek; çene çalmak; dalpıldap ele basıp cüröt: aylak aylak dolaşmak (evde – eve gezmek); kaçan bolso ele dayını cok dalpılday beresinğ: sen her zaman saçma şeyler söylüyorsun.

dalpıldak, 1. dalgalanan; 2. geveze; saçma – sapan şeyler söyleyen.

dalpıldat-, et. dalpılda-’dan.

dalsız, taayyun etmemiş; noktası – noktasına belli değil; dalsız çonğduk: namuayyen hacim.

dam: dam ur yahut dam koy- = dem ur- (bk. dem 1); aldınğdağınğdı içe albay, kazanğa dam koyosunğ: önüne konulan yemeği henüz yememiş olduğun halde kazana bakıyorsun.

dama, a. umut; güvenç; iştah; meyletme; hırs; dama kıl- : umut etmek; göz komak; cokton dama kıldı: yok şey için tamahkarlık etti; büyük şey peşinden koştu; daması çonğ: aç gözlü.

damaa= dana.

damlan-, umut etmek; hırslanmak; aç gözlülük etmek.

damalanuu, meyletme; tamahkarlık etme.

damaluu, arzulu; umudu olan; hırsı olan.

dambal yahut dambal – ıştan: don; dambalçan: yalnız don giymiş halde (pantolonsuz).

dambaş bk. eer.

dambılda: daamoldo.

dambur: dambur taş es. ot ve süt bolluğuna ermek maksadile, baharda ilk gök gürlemesi sırasındaki kadın yakarışı (kadınlar ellerinde gerdel olduğu halde keçe evin etrafnda dolaşıyorlar ve: cer ayrılıp, kök çık! celin ayrılıp, süt çık! diye bağırıyorlardı, ki : yer ayrıl ot çık; meme ayrıl süt çık! demektir).

dampanğda-, hareket etmek (biçimsiz yahut gayet bol elbise giymiş adam hakkında); atka mindi dampanğdap folk. : bütün ağırlığı ile ata bindi.

dan, f. 1. habbe; hububat; dan al: dolgun bir hale gelmek (hububat hakkında); dan aldır - : hububatı dolgunlaştırmaya bırakmak; dan kuuray bk. kuuray: dan cebes: şakak; sanı menen birge danı bolsun ats. : yalnız kemmiyet değil keyfiyet de olsun; 2. ekin; ekemek.

dana (r., v)= danek.

danda-, müşkülpesent (güçbeğenir) olmak; iddialı olmak; beğenmezlik etmek.

dandat- et. danda-’dan.

danday-, övünmek; caka sarmak.

dandaysı-, övünür gibi olmak; caka satar gibi olmak.

dandır, f. tandır: pideler, börekler pişirmeye mahsus fırın; dandırday kızar: pek fazla kızarmak.

danduu, 1. tane ihtiva eden; hububat veren bitkilerle, hububatla mücehhaz olan; danduu eginder: hububat ekinleri, tarlaları; 2. iri dolgun (tane hakkında); danduu buuday: tanesi dolgun olan buğday.

danek, f. çekirdek; örüktünğ danegi: eriğin çekirdeği.

daneker, f. 1. bir çeşit tutkal; 2. mec. barıştırıcı; eki kişi künökör bolso bir kişi danekler ats. : iki kişi kabahatlı olursa (kavga ederlerse) bir kişi barıştırıcı olur.

danekerle-, 1. tutkallamak; 2. lehimlemek

danğ şenlik gürültüsü; canlılık; danğ sal: neşeli bir gürültü koparmak; şuhluk etmek; danğ – dunğ: şamata.

danğaza, çin. tanatana; ihtişam; 2. insanı gelecek nesillerin gözünde meşhur yapmak maksadıyla yapılan herhangi bir iş; 3. hayret ve heyecanı mucip olan iş (sensation); danğaza kötör- yahut danğaza kıl- : bir şey hakkında, imiş gibi konuşmak, söylemek.

danğazala-= danğaza kötör- (bk. danğaza).

danğduu, maruf, tanınmış; mümtaz.

danğğıl-, 1. dayanıklı; saşlam; danğğıl col: sağlam işlek yol; işke danğğıl cigit: işe tahammülü olan ve becerikli delikanlı; 2. iş bilen; bilgiç.

danğğıra-= danğkılda-,danğğırağan col: iyi çiğnenmiş işlek yol.

danğğır= danğğıl; danğğır- dunğğır: takırtı; gümbürtü.

danğğırat-, et. danğğıra-dan.

danğğıt büyümüş erkek köpek.

danğılda-= dınğılda-.

danğk, şöhret: ün; marufluk: tanınmış olmaklık; danğkı taş carğan: ünü taş yarmış: şöhreti afakı tutmuş; danğk et: uğuldamak gümbürdemek; mıltık atkan emedey too canğırıp danğk etken: dağlar, tüfekten ateş edilmiş gibi gürlediler.

danğkan, çin. 1. üç ayaklı küçük kazan; 2. mec. atın tırnak altında biriken toz topu (topak).

danğkay-, öne çıkmak; çıkık durmak; mağrur bir tavırla göklere yükselmek; kabarık durmak; danğkayğan ak üylör: muhteşem (büyük) evler.

danğkayyt-, ett. danğkay-dan.

danğkı (rad.) = danğk.

danğkılda-, yüksek notlar üzerine uzun sesler çıkarmak;çınlamak; ırçının baarı danğkıldap, surnayları anğıldap folk. : muganniler (hanendeler) in hepsini şakıyor, zurnaları ötüyor.: dankıldağan col: sağlam,işlek yol.

danğkıluu (rad.) = danğktuu.

danğktuu, şöhret kazanmış; maruf; tanınmış; mümtazç

danğsa, danğza, çin. (destanlarda) meşhur kimselerin isimleri kaydedilen ensap kitabı.

danğsaçı, (destanlarda) danğsa (bk.) ya kaydeden katip.

danık, anık sözünün tekidir; maselenin anık – danığı: meselenin özü.

danışman= daanışman.

dap ı, da ile başlayan sözlere takviye için katılır; dap – dayar: tamamıyla hazır.

dap ıı. f. tef.

dapılda-= dalpılda-.

dapkırt, şayialar (yayıntılar).

dar, f., 1. darağacı; darğa as-: darağacına asmak, idam etmek; 2. canbazhane urgani.

dara, ayrı: ayrı, kendi başına duran, başkalrına karışmayan: dara col: bariz çizgi, hat.

daraca, a. derece; şerefli derece, hürmet; daraca tap-: dereceeyi bulmak; yükselmek, birinci daracadağı: birinci derecede olan.

daracaluu, dereceli; şerefli; çoğorku mektep es. : yüksek mektep.

darak, f. ağaç.

darala-, bir yana bariz olarak ayırmak; bariz vazıh yapmak.

darat= daarat.

daray, f. birçeşit ipek; daraydan kılğan köynögü cik – ciginen sögüldü folk. : ipek elbisesi bütün dikiş yerlerinden yırtıldı (söküldü).

darayı= daray.

darbaan, fena şöhret; birisini lekeleyen yahut kafi derecede tahkikat eleğinden geçmiyen haberler yayma; elge darbaan kılıp ciberdi: bütün dünyaya yaydı, dağıttı.

darbay-= darday ıı.

darbayt-= dardayt-: çonğ murutun darbaytıp folk.: kocaman bıyığını öne doğru dikerek.

darbez, f. = darçı.

darbaza, f. sokak kapısı.

darbazaluu, sokak kapısına malik olan; darbazaluu üy: sokak kapısı bulunan ev.

darbı-, kızışmak; şiddetli heyecana kapılmak; gemi azıya alarak koşmak (at hakkında): at darbısa, eşek koşo darbıyt ats.: atın koştuğunu görünce eşek de koşmaya başlar.

darbıt-, et. darbı-dan.

darbız= tarbız.

darçı, 1. cambaz; 2. ( darağacı yanındaki) cellat.

darçin, f., tarçın.

dardak, kaba – saba; hantal; damgalak; sünepe.

dardakta-, biçimsiz,hantalca yürümek.

dardalanğda-, neşeli ve gamsız olmak; samimi tabiatlı olmak; dardalanğdap köçödö cügürüp cüröt: gamsız ve neşeli neşeli sokakta koşuyor.

dardalanğdat-, et. dardalanğda-dan: dardalanğdatıp elge cayıp cüröt: bütün halka yayıyor.

dardanğ= dardak; dardanğ küü: boşboğaz.

dardanğda-= dardakta-; dardanğdap ele maktana beret: boyuna ve boşuna övünüyor.

darday ı, kocaman; iriyarı; darday cigit boldu: koskoca delikanlı oldu.

darday- ıı, kocaman ve şişman görünüşte bulunmak; dışarıya doğru çıkık durmak (herhangi bir kocaman nesne hakkında); pek fazla şişmek; kabarmak; dardayıp cattı: uzanıp yattı (kocaman ve şişman hakkında); dardağan çonğ üy: kocaman ev; içi dardayıp kööp ketiptir: karnı pek fazla şişmiş, kabarmış.

dardayt-, et. darday- ıı-den.

dardıy= darday ı.

darek, f. haber; salık; daregi cok: hakkında hiçbir haber yok; dareğicok boğoldu: nam – nişan bırakmadan kaboldu, gitti.

darğa= dar 1; toktoboy assın darğağa folk. : durmadan hemen dar ağacına assınlar!

darı, f. 1. ilaç; deva; darı – durman yahut darı – dernek: her nevi ilaçlar ve devalar; darı tiydir: ilaç sürmek; 2. barut; ok darı: muharebe malzemesi.

darıçı, f-k.=darıger.

darıger, f. eczacı; tabip.

darıgerlik, eczacılık, tabiplik mesleği yahut mevkii.

darıkana, f. eczahane.

darıla-, tedavi etmek.

darılan-, tedavi olmak.

darılant-, kendisini tedavi ettirmek.

darılat-, tedavi ettirmek.

darılda-, 1. cart sesi çıkarmak (yırtılan kağıt, kumaş ve benzerler hakkında); darıldap ayrıılıp ketti: cart diye yırtıldı; 2.(davudi sesle) bağırmak.

darıldak, yaygaracı, bağırgan (kabaca ve açıksaçık söylenmek suretiyle).

darıldat-, et. darılda-dan; darıldatpay arı alğıla! : bağırtmadan öteye götürün!

darıloo, tedavi emleme.

darılpunun, a. es. darulfunun: üniversite.

darım, afsunlama, (üfürükçülerin bir nevitedavi tarzıdar, ki ağızdan hastanın üzerine su serpmek bunun mühim bir kısmı teşkil eder).

darımçı, darım (bk.) usul ile tedavi eden sahte tabip (üfürükçü).

darımda-, darım (bk.) usulu ile tedavi etmek.

Yüklə 6,96 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   26   27   28   29   30   31   32   33   ...   90




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin