epenğde-, çevik ve seri hareket’ er yapmak (kısa boylu çevik adam hakkında).
epey ı : kotur epey konğkuldak : küçük bir kuşun adıdır.
epey -, ıı küçük olmak; anda – sanda kotur alaçuktar epeyet : şurada-burada küçük alaçuklar (salaşlar) dikili görünüyordu.
epilde kıvranmak; yaltaklanmak; tilkilik etmek; yaranmak; epilde gen erke cel : hoş, hafif rüzgar, esin; epildep astı üstünğö tüşö kalat : senin hoşuna gitmek için kırılıp - büzülüyor.
epildeş- müş. epilde - den.
epilog r. epilogue : bir edebi eserin hatimesi.
epinsiz sade; basit; sanatkarca olmayan.
epkıy- = ep/kıy - (bk. kıy ıı 1).
epkin herhangi bir şeyden. neşet eden kuvvet; epkininen ele cığıldım : o bana dokunmadan ben düştüm; tolkundun epkini menen cer solk etkendey bolot : dalgalarm çarpmasından yer sanki titrer gibi oluyor; meşten epkin üydünğ çar tarabına karay alas urdu sobadan sıcaklık bütün odaya dağıldı; bul epkininde col bat ele bütö turğan : bu gibi bir süratle yol çabuk biter: şamaldığ epkini tiydi : rüzgarın kuvveti dokundu (kırgızarın eski tasavvurarına göre, bundan hernevi felc hastalıkları hıısule gelmektedir).
epkinçi = udarnik.
epkinde-, kolay ve çabuk hareket etmek; epkindep boz corodo kele catkan : boz yorga üzerinde hızla gidiyordu.
epkindel-, mut. epkinde - den.
epkindet -, hızlandırmak; kuvvetlendirmek
epkindüü 1. kuvvet fışkıran; 2. bir işi gayretle ve süratle yapan 3. = udarnik.
epsiz 1. rahat olmayan; 2, çevik olmayan. beceriksiz, mahir o1mayan; 3. pek; gayet; epsiz mıktı gayet dayanıklı; epsiz çonğ : gayet büyük; 4. hesapsız; pek çok: elüü töögö mal alıp, epsiz kümüş, zar alıp folk. : elli deveye mal yükleterek, hesapsız çok altın, gümüş alarak.
epte-, 1. kolayım bulmak; bir işi ustalıkla, usulü ile yapmak; eptep ayt- : maksada ukgun bir tarzda ve akıllıca söylemek; elden eldinğ nesi artık? eptep aytkan sözü artık ats. : bir kavim ötekisinden ne ile üstündür? olsa - olsa, makul bir tarzda söylenen sözüyle üstündür; eptep - aldap : hile ve kurnazlıklara başvurarak: 2. tutkalla yapıştırmak.
eptüü, 1. becerikli; çevik; açıkgöz; eptü ciğit: becerikli, açıkgöz delikanlı; 2. yerine getirmek için uygun, elverişli; eptüü kız çeyizsiz kız (ki böylesini e‘e geçirmek kolay olur); konokko eptüü kozu kötü kuzu (harf. : misafirlere yarayacak kadar kuzu).
eptüülö -, 1. özenle yapmak; gereği gibi yapmak; tamir etmek; tanzim etmek; yoluna koymak; yolunu bulmak; 2. uygun ve elverişli bulmak
eptüülük, ustalık; çeviklik.
eptüüşün, becerikli ve açıkgöz görünmeye çalışmak.
er, 1. koca; erkek; erkeklik çağına ermis; er cak: keçe evin (kapıdan sol tarafa düşen) erkekler kısmı; erden çıksa da kocasından ayrılmak; kocadan boşanmak; katın erden cıksa da, elden çıkpayt es. ats. karı kocasından boşanabilir, ancak onun soyundan ayrılıp gidemez; er cet: erkeklik çağına ermek; buluga ermek; kızı er cetiptir kızı büyümüş, gelinlik olmuştur; 2. kahraman; bahadır; yiğit; er kuday folk. tanrı; er nazar tiygen folk. mec. bahadır (harf. : bahadırın nazarı düşen kimse).
erbenğde-, (kars. arbanğda-) : yürümek, kımıldanmak küçük bir şey hakkında yahut uzakta bulunan ve onun için küçük gözüken şey hakkında; zayıf ve sıska hakkında); kolu - butu sınıp ketçüdöy erbenğdep cüröt ele : sıska adamın ince kolları ve bacakları kırılacak gibi duruyor; mal arasında, erbenğdep malçı körünöt : hayvan sürüsü arasında uğraşmakta olsan çoban gözüküyor; sakalı erbenğdeyt : küçücük sakalı kımıldıyor.
erbey-, göze görünür olmak (herhangi bir küçük nesne hakkında) erbeygen bir karaan turat : bir karaltı gözüküp duruyor; erbeygen hala : çocuk.
erden-, 1. erkeklik göstermek; 2. erkeklik çağına ulaşmak.
erdi ı erdi - katın : karı - koca.
erdi ıı, bk. erin ı.
erdik, erkeklik; mertlik; kahramanlık; cesaret; bahadırlık; ayza saymak - erdikten, at cooturmak - terdikten ats. süngü sançmak - er keklikten. atın yağırı ise eyerden.
erdöö, (diyelim, fincanın, barduğın) kenarları; erdöösünö çığara kuy-; kenarlarına kadar doldurmak, dökmek; tuurağanda tabaktın erdöösünün boldu : eti doğradıklarında tabağın kenarlarına kadar doldu,
erdüü, kocalı; erdii – katın = erdi - katın (bk. erdi ı).
ere, sere ııı sözünün tekidir, tanğdın ere-seresinde : şafak daha henüz sökmüşken.
erece, f. 1. çırpı, marangoz ve dülger1erin çizgi yaptıkları tebeşirli ip: 2. kaide; üçtük cay erece mat. basit selase kaidesi : üçlü kaides; üçtük katış erece mat. mürekkep selse kaidesi : bileşik üçlü kaidesi; cazuu erecesi : yazı kaidesi : orthographie.
ereen = erese; ereen tartıp, er bolup folk. erkeklik çağına ererek ve bahadır olarak: eren - töröönü cok cürö beret : kimseye ve hiçbir şeye aldırmadan geziyor, dolaşıyor.
erit -, eritmek; izabe etmek; meni sözü menen eritip ketti beni sözü ile kandırıp gitti : cakşının sözü taş eritet; camandınğ sözü baş çiritet ats. iyi adamın sözü taşı; eritiyor, fena adamın sözü baş çürütüyor.
erk irade; hürriyet; kazancının erki bar, kayda kulak çığarsa ats. kazancı kazanın kulpunu istediği yere takar: erk ber - : bir şeyi yapmaya hak vermek; hürriyet vermek; hareket serbestisi vermek; öz erkine koydum : istediği gibi hareket etmesine bıraktım; erkinen acıratuu : hürriyetinden mahrum etme
erke, şımarık; nazlı alışmış; erke bala : arifane usulile ziyafetler çekil:liği zamnrı ovualar ve eğlenceler tertip eden kimse (*); er erke = ererke.
erkeç, (enanmiş) teke, ergeç
erkek 1. erkek (hayvan); 2. erkek (insan): erkek bala : erkek çocuk; katını (yahut enesi) erkek tuuğanday : «karısı (yahut annesi) erkek çocuk doğurmuş gihi». aşırı derecede sevinerek.
erkimsi-, kendini her şeyi yapmaya muktedir saymak; kibir ve azamet satmak, böbürlenmek: erkimsigen: kendini beğenen, kibir ve azamet satan.
erkin, serbest; serbestçe; bol bol; ferah ferah: emin erkin bk. emin.
erkinçilik, hürriyet, serbestlik.
erkindel-. hürriyete kavuşmak.
erkinden-, kendini serbest hissetmek; erkindenip cay basat : kendini sıkmadan ağır ağır gidiyor.
erkindik = erkinçilik.
erksiz, serbestlikten, hürriyetten mahrum; erksizden : istemiyerek; kendi arzusunun hilafına olarak; erksiz emgek : mecburi emek, hizmet. yüksek doğru
erktüü 1. müstakil; her işi istediği gibi yapabilen; hür; 2. hukuku hükümraniye malik.
erktüülük, 1. istiklal; 2. hukuku hükümrani.
erlen-, mertlik, yiğitlik, cesaret göstermek.
erlik, bahadırlık; yiğitlik; yüreklilik,
erme : erme çöl : ıssız çöl; erme taş : ıssız kaya..
ermek, eğlence; eğlenti.
ermeksiz, eğlencelerden mahrum; canı sıkılan.
ermekte-, eğlendirmek; avutmak.
ermekteş-, eğlenmek. avunmak.
ermektüü., eğlenceli; konuşkan; şen.
ermen, pelin (bitki); kızıl ermen : kırmızıpelin.
erööl, öncü pişdar; siper; kommunist partiyası – emekçilerdinğ eröölü: komünist partisi – emekçilerin öncüsüdür,
eröölsüzdük, himayesizlik.
eröön : eröön - töröönü cok cürö beret : kayıtsızca. hiç bir şeye aldırmadan geziyor.
eröönsüz, kayıtsız, kaygısız; hiçbir şeye aldırmayan.
ersınar, küçücük bir kuşun adıdır. ,
ersi-, bahadırlık taslamak: kendini bahadır saymak; horozlanmak.
ersin -, 1. birisini koca saymak ve koca gibi muamelede bulunmak; 2. kahraman, bahadır gibi gözükmeye çalışmak,
erte, erken; erte keldin : erken geldin; erte zamanda : çok eski zamanlarda; ertesinde : ertesi gün; ertesi : yarın sabah; ertesi künü : ertesi gün; ertesi boldu : sabah oldu.
ertele : ertelep : sabahları; sabahlayın; erken sabahtan.
ertelen-, çabuklaşmak; müddetinden
evvel vukua gelmek.
erteli erteli - keç : sabahleyin ve akşam; geceli - gündüzlü; bütün yirmi dört saat,
ertenğki, yarınki; sabahki; ertenğki saat altıda : sabah saat altıda; ertenğki künü: yarın; ertesi gün.
ertesi, bk. erte.
erüü ı, iss. eri - den.
erüü ıı, çabuk donmayan (yağ hakkında); cılkının mayı erüü bolot, eçkinin mayı erüü emes : at yağı çabuk donmuyor, keçi yağı ise, çabuk donuyor.
erzek = eresek,
es ı, hafıza; akıl; şuur; muhayyile; es tart : akıllanmak; (yaşın büyümesi ile) daha şuurlu olmak; es alkendine gelmek; geniş soluk almak; dinlenmek: es aluu: dinlenme, istirahat; es aldır : dinlendirmek; es al-; nazarı itibara almak; eske alın- : nazarı itibara alınmak; eske tüş- : hatıra gelmek; eske tüşür -: hatırlatmak; hatırına getirmek; eske tüşür -: keçesi: hatıralar gecesi; eske sal - : hatırlatmak; es- ten tan- : bk. tan-; esimen kettim bayıldım; es cıy- : kendine gelmek; aklını başına toplamak; esimdi cıya albayım : aklımı toparlayamıyorum; bir türlü kendime gelemiyorum; esten canğıl- : şaşkın bir hale gelmek, şaşalamak; afallamak; esinde cok yahut esinen çıktı : hatırlamıyor; hatırından çıkmış; esi bar : anlayışlı; esi cok gabi; esi carım : yarı akıllı; es - uçun bilbey cığıldı bayılarak düştü; esi ketken : 1) şaşırmış; 2) gibi, ahmak (daha bk. oo 1); esime care çığıp unutup kalsam bolobu! : nasıl oldu da unutmuşum!
es ıı : es kayran= esil kayran (bk. esil).
es ııı : kün es = künös.
esaluu = es a.luu (bk. esı).
ese, a. hisse; eki ese : iki hisse; köbün ese : ekseriya; başlıca; bir ese..., bir ese.. kah... kah...; eki - üç ese köp iki - üç kere fazla.
eselek, ahmak; budala.
eselektik aptallık, hamakat, esen, salimen; mes’ut; aman - esen: sağ - salim; mes’ut; esen - aman boldunğbu : kandini iyi hissediyor musun!; esen barıp, soo kaytsam folk. : salimen gidip de, sağlıkla dönersem; aştı esen tartınğar folk. : yemeği intizamla (engelsiz) sununuz!
esep, a. hesap; hesap verme; sayım; hesap görme; istatistik; esep ber: hesap vermek; esep berüü - şayloo çoğuluuşu : hesap verme - seçim toplantısı; esep - kısap dokladı : hesap verme raporu; bir esepten : bir bakımdan; bir hususta; anın aytkanı bir esepten tuura : onun dediği bir bakımdan doğrudur; anı ayıtkanğa esep kıldnn : onu ayrılmış saydım; başka kişiniğ esebinen caşay: başkasının hesabına yaşamak; bizdinğ ölköbüzdö kişi başka kişininğ esebinen caşay albayt : bizim ülkemizde insan başka birisinin hesabına yaşayamıyor; tuura esep mat. doğru hesap; belirgen sandın orto esebi mat. verilmiş sayıların aritmetik ortalaması.
esepçi ı. muhasebeci; sayaç (muaddit); 2.es. : güneşin doğuşuna, batışına ve seyyarelerin vaziyetine göre hava durumundan haber veren.
eseptüü hesaplı; hesabı yapılmış; sayılmış; hesap ve sayım unsurlarını içine alan; eseptüü doklad yahut eseptüü bayandama : hesap verme raporu; eseptüü dos ayrılbas ats. : hesap, dostluk için bir engel değildir (harf. hesaplı dostlar ayrılmazlar).
eser, 1. hoppa, havai; sallapatı; 2. budala.
esil, mihnetkeş (ömrünü kaygı ve kederle geçiren); zavallı; garip; esil baş : (garip baş) mihnet çeken kimse; esil kayran : ölü için ağlarken kullanılan tabir.
eşik 1. kapı ağzı; kapı; kişi eşinde mec. başkasının kapısında (ücretli) çalışma; birisinin hizmetinde bulunma; kişi eşiginde kün ötkön kedey : başkasının kapısında hizmet etmekle hayatı geçmiş fakir adam; eşik çiy : çiy sazından kapı perdesi (bk.. çiy ı); eşik tış : eşik çiyi dış yandan örten keçe parçası; eşiktinğ moyunu : kapı perdesinin dar üst kısım; eşiktinğ iyni : kapı perdesinin omuzları (onun yukarıdaki dar kısmımı başlandığı yer); eşik sal : kapı asmak; eşikke çık-: evden çıkmak; eşik tart- : 1) kapı açmak; 2)mec.(odadan evden) çıkmak; eşik ağa tar. : orta asya hanlıklarında muvazzaf bir şahsiyet : memur (kapu ağası); 2. eşikte : (evin, odanın) dışarısmda, avluda; eşikten : dış taraftan (avlu tarafmdan ve s.); eşikterı otun ketirip keldi : dışarıda odun kırıp geldi.
eşikçe, küçük kapı, kapak.
eşikteş, kapı komşusu.
eşil-, mut. eş - ııı - ten; eşilgen kum: uynayan, bir halde kalmıyan kum; büyük kumsal; koydunğ kardı eşildı : koyunun karın delinip dagıldı (bağırsaklar yayılıp yatıyor).
eşilme (rad.), ufak moloz yığınları; eşilme too : rüzg.rın tesirile yu muşayan taşlardan düzülmüş olan dağ.
eşilt-, 1. et eşil - den; kök şiberdi eşilte basıp, suuğa. keldi : yeşil otu çiğniyerek, suya yaklaştı; 2. yağma etmek; altından girip üstünden çıkmak.
eşkile-, it. eş - ııı - ten.
eşteke, bk. eç.
eşteme, bk. eç.
eştemke. bk. eç.
eşten-, umut bağlamak.
eştenğke, bk. eç.
eştent-, et. eşten - den.
eştir, ördürmek, büktürmek.
et ı, et; ten; kanduu et : kanlı et (yağ bağlasın diye alıcı kuşları besledkleri taze et); etine kelgen (avcı kuş, koşu atı hakkında) antrenman görmüş; ava yahut koşuya hazır; sulp et : lop et (kemiksiz et; kemiğinden ayrılmış olan et); et bışım - aş bışım; bk. bışım; et betinen ket- : şiddetle atılmak; hırsla saldırmak; iç etinen : çıplak ten üzerine; iç etmen sup köynök oşol kempir kiyçü ele folk. : öteki kocakarı keten gömleğini çıplak tenine giydi; et menen çeldinğ orto cerinde ookat kılıp cüröt : şöyle - böyle, ne aç, ne tok, geçiniyor.
et- ıı,(yardımcı fiil) etmek; tars et- : şiddetli çatırdı yamak (harf. tars etmek); buk et : pat diye düşmek.
etap, r. : merhale, safha.
etek, 1. etek; börü etekten, coo cakadan alğanda ats. kurt eteğe düşman yakaya sarıldığı zaman (felaket1er her yadan geliği zaman); koş etek : volanlı kırmalı etek; mening etemğimdi karma! benim eteğime tutun!: beni takip et!: benim yardımıma güven!:etegi bütölüp, cenği uzardı bk. bütöl; etegin kötünğö cetpegir!; iyilik yüzü görmesin! (harf. : eteğin kıçına yetişmesin!); etek kir aybaşı, kadınların adet görmesi, hayız; eteği cayık : saf; iyi yürekli adam, etegi suyuk (kadınlar hakkında) evde oturmaz; hoppa; baş etekti cıynap al- : «başı - eteği toparlamak» : intizama koymak; 2. too etegi : dağ eteği.