SİNTİNE Tersane zindanının diğer adı. Gemilerin en alt katı. (Bak. Kalyon, Bambul)M.Sertoğlu.
SİPAH Kapıkulu Süvarilerinin birinci bölüğü olup kırmızı bayrak taşıdıklarından Kırmızı bayrak bölüğü diye de a-nılırlardı. Fatih devrins kadar Silâhdar Bölüğü birinci bölük iken, Bey-zâdeler-den ve Sipahi-oğullanndan bu bölük kurulup birinci bölük itibar olundu, ikisine birlikte Yukarı bölükler denirdi. (Bak. Sil&hdar bölüğü). Bu bölüğe, Topkapı Sarayının enderun kısmından kiler ve hazine odası efradıyla nüfuzlu devlet adamlarının ve kumandanların evlâdlart alınırdı. Sipahlar üçyüz bölüğe ayrılmış o-lup her bölük yirmi otuz kişiydi. Bölükler, bir bölükbaşımn kumandasında olup hepsinin âmiri Sipahlar ağası idi. Cami'e çıkışlarda ve seferlerde sipah-lar sağ tarafta yürüdükleri gibi harp sahasında da ordu merkezinin sağ tarafında saltanat sancaklarının altında ve hazan da hükümdarın arka tarafında dururlardı. Çadırlarını ise, padişah otağının sağında kurarlardı. Otağ-ı hümâyun'u bir gece silâhdar, bir gece de sipah bölüğü beklerdi. Sefere gidilirken yol hizmetinde bulunan silâhdar bölüğüne sancak tepesi yapmak hususunda yardımda bulunmak, cephede siper kazdırmak, ve muhasaralarda kaleye toprak sürdürmek de sipah bölüklerinin vazifelerinden-di. Divan günlerinde İstanbul'da bulunan silâhdar ve sipahiden yüzer kişi subaylarıyla birlikte Topkapı Sarayı'na gidip Bâb-ı hümâyun'da selâm merasimini ifâ ederlerdiM.Sertoğlu.
SİPAHİ Umumiyetle atlı asker demek olup topraklı süvari hakkında tahsi-sen kullanılan bir tâbirM.Sertoğlu.
SİPAHl-ZADE (Bak. Veledeş)M.Sertoğlu.
SİPAH KALEMi (Bak. Süvari mukabelesi) M.Sertoğlu.
SİPAH KÂTİBİ (Bak. Süvari mukabelesi)M.Sertoğlu.
SİVAS EYÂLETİ Osmanlı devleti e-yâletlerinden olup bir adı da Rûm eyâleti idi. Sivas eyâleti şu yedi sancaktan mürekkepti: Sivas merkez sancağı, Bo-zark, Amasya, Çorum, Divriği, Arapgir, Cânik, Zeamet ve Timar erbabı üçbin dokuzyüz otuzyedi kılıç olup sefer zamanı cebeli'leriyle birlikte sekiz bin kişilik bir askerî kuvvet teşkil ederlerdiM.Sertoğlu.
SİYAH HADIMLAR (Bak. Harem Ağası)M.Sertoğlu.
SİYAKAT Eskiden bilhassa maliya kalemlerinde kullanılan hususî bir yazı stili. Noktasız yazıldığı ve birçok kelimeler kısaltılarak birer işaret haline getirildiği için ancak mütehassısları tarafından okunabilirdi. Esasen maksat da herkesin okuyamaması idiM.Sertoğlu.
SİYAKAT RAKAMLARI (Bak. Er-kam-ı Divaniye)M.Sertoğlu.
SİYASET Ağır şekilde cezalandırma, işkence, örf-i marufM.Sertoğlu.
SİYASET ÇEŞMESİ (Bak. Cellât Çeşmesi)M.Sertoğlu.
SOBRAMANİ, SOBRAMİN (Bak. Bâ-rânî)M.Sertoğlu.
SOFA-t HÜMÂYUN (Bak. Hünkâr Sofası)M.Sertoğlu.
SOFALILAR PALÛZECİSİ (Bak. Emin Hasekisi.)
SOFA TEZKİRECİSİ Acemi ocağı bozulup devşirme usulü kalktıktan ve Yeniçeri ocağına hariçten adam alınmağa başlandıktan sonra intisap etmek istiyen-lere mülâzım adıyla bir orta veya bölüğe kaydolunur ve münhal vukua geldikçe bu mülâzimler ocağa alınırdı. Bu münasebetle Orta veya Bölük çorbacısı tarafından sofa tezkiresi adlı bir vesika tanzim olunarak mülâzime verilir, o da bununla Ağakapısına başvurup yeniçeri kâtibine esas kütüğe kaydını yaptırırdı. Bu suretle tezkiresinde orta veya bölük nişanından başka Çorbacı ile Aşçı ustanın mü hürleri bulunurduM.Sertoğlu.
SOFİYANI KULE (Bak. Bevve-ban-ı Sofiyan-ı Kule)M.Sertoğlu.
SOLAK BAŞI (Bak. Solaklar)M.Sertoğlu.
SOLAKLAR Yeniçeri cemaat ortala-nndan 60, 61, 62, 63. ortalara solak ortalan denirdi. Bunların âmiri olan dört yayabaşıya da Solakbaşı adı verilirdi. Solaklar cesur, güçlü, kuvvetli, terbiyeli, aklı başında yeniçeriler arasından seçilir ve padişahın muhafız bölükleri vazifesini görürlerdi. Hükümdarın atının sağında giden dört solakbaşıdan ikisi ok ve yay kullanırken hükümdara arkalarını dönmemek için oklarını sol el ile kullandıkları için kendilerine bu isim verilmiştir. Bu teşkilât, Yıldırım Bayezid zamanında kurulmuştur. Her ortada yüz kişi bulunurdu, Muharebe zamanında dört solakbaşı ile dört kethüda ve dört odabaşı hükümdara ait atın yularını ve padişahın eteklerini tutarlar, diğerleri okları ellerinde olduğu halde padişahı muhafaza ederler, süâhdar, çuhadar ilh... gibi hükümdarlara en yakın olanların bile sokulmasına müsaade etmeyip bu şekilde herhangi bir suikastın önünü alırlardı. Sulh zamanlarında ise solakların on iki tanesi sarayda, padişahın gezintilerinde ve cuma selâmlıklarında süs olarak bulundurulurdu. Bilhassa süslü elbiseleriyle temayüz etmişlerdi. Sarayda daimi bulunanlara rikâb solakları veya gedikli solaklar adı verilirdi. Bunlardan biri münhal olursa yerlerine diğer solaklardan en uygunu intihab olunurdu. Yeniçeri ocağı ilga olunduğu zaman on sekiz solak ayrılıp saraydakilere ilâve olunmuş, nihayet 1829 da peyk teşkilâtiyle birlikte ilga olunup mevcutlarından hademe-i rikâb-ı hümayun adlı bir bölük vücuda getirilmiştir. (Bak. Peyk)M.Sertoğlu.
SOL GARİBLER (Bak. Garib yiğitler)M.Sertoğlu.
SOL HAMLACI (Bak. Sağ ve Sol Hamlacılar)M.Sertoğlu.
SOL KOL BÖLÜKBAŞILARI (Bak. Sağ ve Sol Kol Cebehanecileri)M.Sertoğlu.
SOL KOL CEBHANECİLERİ (Bak. Sağ ve Sol Bölükbaşıları)M.Sertoğlu.
SOL ULÛFECİLER Kapıkulu Süvarilerinin dördüncü bölüğü olup sağ ulûfe-cilerle birlikte orta bölükler diye anılırlardı. Bir isimleri de Ulûfeciyan-ı yesar idi. Hepsi yüz bölükten ibaretti. Bayrakları sarih beyazlı idi. Yürüyüşlerde padişahların solunda yürüyen silâhdarların sol gerisinde yürürlerdi. Bakikulları bunlardan ve sağ ulûfecilerden seçilirdi. (Bak. Sağ Ulû-feciler). Padişah seferde iken dış hazineyi beklemek ulûfecilerin vazifesiydi. îç hazineyi ise Müteferrikalar beklerdi. Sol ulû-feciler bölüklerinde, sağ ulûfecilere olduğu şekilde efrad alınırdıM.Sertoğlu.
SOL YA (Bak. Guruş)M.Sertoğlu.
SOL YEŞİLCİLER (Bak. Yeşillikçi)M.Sertoğlu.
SORGUÇ Kavukların veya diğer serpuşların ön tarafına takılan muhtelif süsler. Bunlar, beyaz veya siyah tüyden, balıkçıl tüyünden veya kıymetli mücevherlerden olabilirdiM.Sertoğlu.
SORGUÇLAR Gagauzlarm diğer adı. (Bak. Gagauz)M.Sertoğlu.
SOYUNUR Enderun koğuşlarından Kiler koğuşunda bulunan eskilerin bir sınıfı. Kiler koğuşunun âmirlerinden sonra gelen altı eskiye Bıçaklı ve ondan sonra gelen dokuz eskiya ise Soyunuk denirdi. (Bak. Kiler Koğuşu). Ayrıca Hazine odasında Bıçaklılardan sonra gelen dokuz eski böyle anılırdı. (Bak. Kürkçübaşı)M.Sertoğlu.
STOLNl BELGRAD (Bak. Üstolnî Belgrad)M.Sertoğlu.
SUBAŞI Bir şehrin ve bilhassa küçük kasabaların inzibat işlerinin âmiri. A-cemi ocaklarında küçük rütbeli zabit. Kapıkulu Süvarileri arasında sefer zamanları inzibat işleri için ve sulh zamanlarında vergi tahsili maksadiyle seçilen kimseM.Sertoğlu.
SUDAGABO XVIII. Yüzyılın son yarısından itibaren kullanılan bir tâbir olup mîrî kalyonlarda çalışan topçu efradı bu isimle anılırdıM.Sertoğlu.
SUĞLA YER Senede en az kırk gün su basan toprağa verilen isim. Böyle yerlere ekilen ekinin tohumu devlet tarafından verilirse devlet mahsulün yarısını a-hrdı. Buna Hisse-i mîrî denirdi. Geri kalan yarı mahsulden ise köylü ayrıca öşür verirdi. Çiftçi tarlasını su basmak suretiyle değil de, bir nehirden sularsa hisse-i mîrî beşte bir olurduM.Sertoğlu.
SULTAN Aslı süryani bir kelime o-lup mânası iktidar sahibi'dir. Müslüman ve bilhassa sünnî hükümdarlar tarafından kullanılmış bir unvandır. Osmanlı padişahları ise Fatih devrine kadar sadece beğ diye anılmışlar, sultan tâbiri aynı zamanda padişahların kız ve erkek çocukları, anneleri ve zevcelerine kadar teşmil edilerek kullanılmıştır. Bu söz iran'da vali makamında kullanıldığından Osmanlılar bu hususta hiç taassup göstermiyerek Doğu vilâyetlerindeki beğlere, Kırım hanlarına ve hanzadelerine sultan ünvaniyle fermanlar gönderdikleri gibi, devlet erkânından ve ilmiye sınıfından olanlara, daha aşağı makamlarda bu-nanlar sultanım diye hitap edegelmişlerdir. Osmanlı hükümdarları arasında kendisine resmen bu unvan tevcih olunan ilk zat Yıldırım Bayezid'dir ve bu tevcih Kahire'de bulunan Abbasî halifesi tarafından Niğ-bolu meydan muharebesini kazanması ü-zerine yapılmıştırM.Sertoğlu.
SULTANÎ Osmanlı altınına verilen i-simM.Sertoğlu.
SULTANÖNÜ Osmanlı idaresi devrinde Söğüt ve Eskişehir mıntıkasına verilen isimM.Sertoğlu.
SULTANÖYÜĞÜ (Bak. Sultanönü)M.Sertoğlu.
SULTAN-ZADE Padişah kızlarının hanedana mensup olmayan kimselerden doğan erkek çocukları. Fatih Kanunnamesinde bunlara Beğlerbeğilik verilmeyip yüksek gelirli sancaklar tevcih olunması yazılıdır. Mamafih içlerinde sadaret makamına kadar çıkanlar olmuştur. Sultan -zadelere önceleri beğ, tanzimattan sonra ise beğefendi unvanı verilmiştir. Tabii mevkii itibariyle paşa unvanını ihraz e-denler de bulunmuşturM.Sertoğlu.
SURRE Kelime mânası para kesesi olan arapça bir kelimedir. Lâkin hediye anlamına da kullanılmıştır. Maliye ve muhasebe muamelelerinde ise elli bin akçe, yani yanm yük karşılığında istimal olunmuş bir tâbirdir. Bundan başka, her sene Mekke ve Medine'de oturan ve o tarafta bulunan seyyidlere, şeriflere ve ileri gelenlere dağıtılmak üzere Osmanlı padişahları tarafından gönderilen paraya da bu isim verilmiştir ki bir adı da malûmi-yedir. Surre alayı, Dâr'üs - saade ağası nezaretinde hazırlanır, Receb ayının on ikisinde merasimle yola çıkartılırdı. Bunun yerine kadar ulaşmasından surre emini tâyin olunan zat mesuldüM.Sertoğlu.
SURRE ALAYI (Bak. Surre)M.Sertoğlu.
SURRE ALTINI (Bak. Dâr'üi-hilâ-fe altını)M.Sertoğlu.
SURRE EMlNİ (Bak. Emir ül -hac)M.Sertoğlu.
SÜVARi KAPTAN Bahriye teşkilâtında Kapudane, Patrone, Riyaleden sonra gelen Kaptanlara verilen unvan. Bugünkü Tuğamiral rütbesine muadildi. Terfi ederlerse Riyale veya Liman reisi olurlardı. Süvari Kaptan'lar, mîrî gemilerde kaptanlık ederler ve gemilerine fener takmak salâhiyetini haiz bulunurlardı. Muavinlerine Mülâzım Kaptan denirdi. Kapudâne-i Hümâyun'un Başreisi terfi ederse Mülâzım Kaptan olur, Süvari Kaptanlıklarda bir münhal bulunursa Mülâzım Kaptan'lar onların yerine geçerdiM.Sertoğlu.
SÜVARİ MUKABELESİ Bir adı da atlı mukabelesi olan bu kalemde altı bölük Kapıkulu Süvarisinin künye ve maaş kayıtları tutulur, tevcih ve mahlûl muameleleri yapılır, üç ayda bir ulufe tevzii için esas olacak olan defterleri hazırlanırdı. XVII. Yüzyılda Sipah ve Silâhdar bölüklerinin muamelâtı buradan alınıp müstakil birer kalem haline getirilmişlerdir. Süvari Mukabelecisi Hacegân rütbesini haiz olduğu gibi Sipah ve Silâhdar kalemlerinin şefi olan Sipah Kâtibi ve Silâhdar Kâtibi de Hacegân rütbesinde idiler. (Bak. Hacegân)M.Sertoğlu.
SÜVARİ SEKBAN Sekban ortalarının atlı kısmı. (Bak. Sekban)M.Sertoğlu.
SUYOLCU Kanunî devrinde İstanbul'a bendler vasıtasiyle bol miktarda su getirildikten sonra yollarının muhafazası ve bozulan kısımlarının tamiri iç.'n ocak şeklinde, yani vazife babadan oğula geçmek üzere tâyin olunan kimseler. Şehrin her mıntıkasının ayrı suyolcuları vardı ve bunların elinde mufassal suyolu haritaları bulunurdu. Su yolcuları ayrıca evlere ve hamamlara kaçak olarak su alınmasına ve başkasının suyuna müdahale edilmesine mâni olurlardı. Bundan başka Yeniçeri ocağının muhtelif ağa bölüklerinde, saray bahçelerine veya şehre gelen suların geçtiği yolları muhafaza ile mükellef bulunanlara da Suyolcu denirdi. Bunların maiyetine icabında Acemi Ocağından efrad verilir ve hepsi birden Suyolcu Nazırına tâbi bulunurlardı. Suyolcu Nazırları ekseriya Divan Çavuşları arasından seçilirdiM.Sertoğlu.
SUYOLCU NAZIRI İstanbul'da mevcut Suyolcularının âmiri. (Bak. Suyolcu)M.Sertoğlu.
SÛK-I SULTANİ (Bak. Huzur Mü-nâdisi)M.Sertoğlu.
SÜLEYMANİYE KÜLLİYESİ Kanunî Sultan Süleyman tarafından 1549 - 56 yıllan arasında yaptırılan cami, Dâr'ül - hadis, dört medrese, bir Dâr'üş - şifa, bir imaret, bir tâbhane -yani nekahethane-, Tıb medresesi, hamam ve mektepten ibaret manzume. Süleymaniye medreselerinde matematik, astronomi, fizik, kimya, tabii ilimler gibi fen dersleri okunurdu. Bugünkü Fen Fakültesine muadildi. Aynı zamanda tıb medresesinde tabib ve göz hekimi yetişirdi. Dâr'ülhadis'de ise yüksek hadis dersi verilirdi. (Bak. Medrese)M.Sertoğlu.
SÜRAT TOPÇULARI XVII. Yüzyılda bir duraklama ve sonra gerilemeye uğrı-yan Türk topçuluğunu ıslah etmek için ilk defa 1774 yılında III. Mustafa'nın emriyle teşkil olunan yeni bir topçu sınıfı. Fransa kiralı tarafından askerî ıslahat için gönderilmiş olan Baron do Tot'un nezaretinde kurulan 250 kişilik bu ocak III. Mustafa'nın ölümü üzerine ilga olundu ise de Halil Hamid Paşa'nın sadareti sırasında 1782 senesinde tekrar ve bu sefer 2.000 mevcutlu olarak kuruldu. Ocak iç;n muntazam bir nizamname kaleme alındı. Haftada üç gün Beğoğlunda veya Kâğıthane'de talim gören sürat topçuları dakikada yedi, sekiz mermi atacak kadar tekâmül etmişlerdi ki, bu o devir için çok iyi bir netice idiM.Sertoğlu.
SÜRSAT Ordu sefere giderken civar köyler halkı ordunun geçeceği yollara zahire getirmek ve bunu rayiç üzerinden satmak ile mükelleftiler. Sonraları bu mükellefiyete bedel kendilerinden muayyen bir vergi alınmakla iktifa olundu. Sattıkları zahireye sürsat zahiresi, verdikleri paraya ise sürsat bedeliyesi denilirdi. Sürsat muamelâtıyla Mevkufat kalemi meşgul olurduM.Sertoğlu.
SÜRÜ (Bak. Devşirme)M.Sertoğlu.
SÜRÜCÜ Yeniçeri teşkilâtı bozulmadan önce ve Acemi oğlanların Hıristiyan çocuklarından devşirildiği zamanlarda bunlar 100 - 200 kişilik kafileler halinde hükümet merkezine sevkedilirlerdi. Kafileye Sürü başlarında bulunan memuru da Sürücü denir. Devşirilen oğlanların köyü, kazası, sancağı, babasının ve anasının ve sipahisinin isimleri, yaşı, bütün eşkali ile sürücünün de adı yazılı olarak yapılan iki defterden biri Devşirme memurunda, diğeri de Sürücüde bulunurdu. (Bak. Devşirme)M.Sertoğlu.
SÜTÇÜLER Matbah-ı âmire esnafı a-rasında bulunan bir sınıf olup sarayın sütlerini kaynatmak ve icabında yoğurt yapmak bunların vazifesiydi. (Bak. Matbah-ı Âmire)M.Sertoğlu.
ŞADİ (Bak. Acemi Oğlanı)M.Sertoğlu.
ŞAGİRD Umumi mânası talebe, acemilik devrini geçirmiş kimse demektir. Sarayda bir müddet hizmet görüp ilk a-cemilik devrini geçirmiş olan cariyelere de bu unvan verilirdi. (Bak. Gedikli Cariye)M.Sertoğlu.
ŞAGİRDLER HALİFESİ (Bak. Baş-şagird)M.Sertoğlu.
ŞAGİRDLİK GEDİĞİ Divanı hümayun kâtibleri şagirdlerine mahsus zeamet ve tımar gediklerine verilen isim. Bunlar, belli ve değişmez sayıda olup ancak bir münhal vukuunda başkası tâyin edilirdi. Divan-ı hümayun kâtib ve şagirdlerindeıı bir kısmı ulûfeli, bir kısmı bu şekilde dir-likli idi. Ayrıca mülâzimlerde de Umar derecesinde gedikleri vardı. Bunlara mülâ-zemet gediği denirdiM.Sertoğlu.
ŞAH Padişah, hükümdar mânasına Doğu memleketlerinde ve bilhassa iran'da kullanılan bir unvan. Mamafih Osmanlı hükümdarları için de şahı âlem, şahı cihan, teşrifi şahane nevinden tâbirler halinde kullanılmıştırM.Sertoğlu.
ŞAHÎ Zarbazen denilen topun en büyük cinsi. (Bak. Zarbazen)M.Sertoğlu.
ŞAHİNCİ (Bak. Avcılar)M.Sertoğlu.
ŞAHRUHİ Timurlenk'in oğlu Şahruh tarafından bastırılan sikke olup altı Osmanlı akçesi değerindeydiM.Sertoğlu.
ŞAHSİ VERGİ Servet veya gelir derecesine bakılmadan maktu olarak her şahsın ödemekle mükellef tutulduğu bir cins vergi. 1903 senesinde ihdas olunup birçok mahzurları görüldüğünden iki sene sonra ilga olunmuşturM.Sertoğlu.
ŞAHTUR ince Donanma gemilerinden biri. Işkampavyeden büyük, çekelve-den küçüktü. (Bak. Donanma). Bundan başka nehirlerde nakliyat için veya karşıdan karşıya insan, hayvan ve eşya geçirmek için kullanılan gemilere de bu i-sim verilirdiM.Sertoğlu.
ŞA'İR EMİNİ (Bak. Arpa Emini)M.Sertoğlu.
ŞAKLOZ Eski topların bir nevi Sahi zarbazenden büyük, prankıdan küçüktü. (Bak. Top)M.Sertoğlu.
ŞALOPE Yelkenle yürüyen harb gemilerinden biri. Brik'ten küçük, ateş gemisinden büyüktü. Küçük çapta, ambar-sız, daha ziyade muharebe vazifelerinde kullanılırdı. Yirmi zira boyunda, iki direkli ve subye denilen iki düz yelkenli i-di. Şalope'de, bir reis, bir yelkenci, iki reis muavini, bir kâtib, bir çavuş, bir kılavuz, beş humbaracı, yedi topçu ve kırk üç kalyoncu bulunurdu. (Bak. Kalyoncu). On iki de topu vardıM.Sertoğlu.
ŞAMDANI Ağakapısı imalathanesinde bulunan Şamdancılara verilen isim. Bunlar 25-30 kişi kadardılar. (Bak. Ağakapısı Kârhanesi)M.Sertoğlu.
ŞAM EYÂLETİ Osmanlı devleti eyâletlerinden biri. On bir sancak olup yedisinde timar, zeamet ve hâs teşkilâtı vardı. Dördü ise Salyâneli idi. Timar ve Zeamet sahipleri bin iki yüz elli kılıç olup sefer zamanı cebelileri ile beraber döıt bin kişilik seferi bir kuvvet teşkil ederlerdi. Bundan başka, ulûfeli yerli kulu askeri de mevcuttu. (Bak. Gönüllü). Şam Eyaleti şu sancakları ihtiva ediyordu: Şam merkez, Safed, Kudüs, Aclun, Lecun, Gazza, Nablus, Tedmir, Sayda, Beyrut, Kerekşüveyk
SAMi Osmanlı fethinden evvel Şam ve havalisinde kullanılan bir nevi gümüş para. Bir adı da Sikke-i Samı olup kırk Osmanlı akçesine bedeldiM.Sertoğlu.
ŞARABDAR Doğuda hükümdarların veya ekâbirin maiyetinde bulunup içecekleri şarabı muhafaza ve icabında takdim eden kimse. Osmanlı devlet teşkilâtında resmen Şarabdar diye bir unvan ve Şa-rabdarlık namiyle bir memuriyet yoktur. Yalnız hünkâr müteferrikaları arasında hakkak, mücellid, cerrah, hanende, meddah, okçu gibi sanatkârlardan başka Şarabdar adlı kimseler de bulunmaktaydı. Sancakta bulunan şehzadelerle ileri devlet ricalinin maiyetinde bu isimli kimselere rastlanmaktadırM.Sertoğlu.
SATIR Sarayın dış hizmetinde bulunup padişahların maiyetinde peyklere benzer vazife gören bir sınıf. (Bak. Peyk). Dibadan elbise giyerler, murassa kuşak sararlardı. Başlarında serpuş olarak sor-guçlu altın veya altın yaldızlı tas bulunurdu. Merasimlerde hükümdarların rikâbında ve solakların önünde yürürlerdi. (Bak. Solak). Vazifeleri peyklerle aynı o-lan satırlık XVII. Yüzyılın ortalarına doğru kaldırılmış, 1666 da ihya olunmuş, II. Süleyman tarafından tekrar ilga edilmiş, 1706 da III. Ahmed tarafından tekrar kurulmuştur. XVII. Yüzyılda mevcutları yirmi, XVIII. Yüzyılda on iki idi. Bundan başka, vezirlerin kapı halkı arasında Şatır adlı vazifeliler de bulunurdu. Bunlar, bilhassa sefer zamanında kullanılırlardı. (Bak. Kapı Halkı)M.Sertoğlu.
ŞATIRBAŞI Saray Satırlarının başı. (Bak. Şaür)M.Sertoğlu.
ŞAYKA ince Donanma ve nehir gemilerinin bir nevi. (Bak. Hafif Donanma). Kancabaş'tan büyük, Işkampavye'-den küçüktü. Altı düz, büyük kayık şeklinde olup 20 ilâ 50 muharip alırdı. Üç topla mücehhezdi. Türkler, Karadeniz'de nehir sahillerini muhafaza etmek için, kazaklar ise sahilleri vurmak maksadiyle kullanırlar ve rüzgârsız havalarda bunlarla büyük gemilere bile saldırırlardı. (Bak. Kazak)M.Sertoğlu.
ŞAYKA TOPU Şaykalarda kullanılan küçük çapta bir cins top. (Bak. Şayka. Bunlar icabında karada, kale muhasara ve müdafaasında da kullanılırlardı. Küçük Şayka, Orta Şayka ve Büyük Şayka olmak üzere üç çeşittilerM.Sertoğlu.
ŞEBKÜLAH Cebecilerin giydikleri bir cins başlık. Dört tarafı yeşil çuha si-psrli, üstü düz, tepesi ağzından biraz ge-niçşe olup iki tarafında omuzlarına doğru sarkan kalın kordonları vardı. Merasimlerde bunun ön tarafına tüy takılırdıM.Sertoğlu.
ŞEHBAZ-I BAHRİ (Bak. Karavelâ)M.Sertoğlu.
ŞEHNAME Hükümdarların evsafını, şan ve zaferlerini kayıt ve tasvir eden e-serlere verilen isim. Bunu yazana Şehnameci veya Şehmâmenüvis denirdi. Şehnamecilerin de maiyetinde kâtibler, tezhiboi ve musavvir denilen minyatürcüler vardı. Hemen bütün doğu hükümdarlarının maiyetinde Şehnameciler bulunurdu. Osmanlı devletinde bu vazifeyi ilk ihdas eden Fatih'dir. îlk zamanlar Şehnameler yalnız manzum olarak yazılmıştır. XVI. Yüzyılda 1559 yılından itibaren mensur Şehnameler de kaleme alındı. Osmanlı Şehnamecilerine Dergâh-ı âli müteferrika'lığı verilirdi. Bunlar içinde a-dı malûm olanlar: Fethallah Arifi, Eflâtun Hazan!, Seyyid Lokman, Ta'likî - zade kâtib Mehmed ve Hasan Hükmi Efendilerdir. Fethullah Arifi iran'da doğmuş bir Türk'tür. Yavuz Sultan Selim'in zaferlerine dair altmış bin beyitlik bir Şehname yazmıştır. Bundan sonra Kanunî devri i-çin Hünernâme adlı esere başladıysa da ancak üç dört sayfasını yazdıktan sonra 1552 tarihinde vefat etti. Yerine Şirvanlı Eflâtun Hazanî tâyin olundu. Kendisi aynı zamanda tezhib ve minyatür'de de üs-taddı. Eflâtun 1559 senesinde ölünce yerine Osmanlı Şehnamecileri içinde en büyük şöhret olan Seyyid Lokman geçti. Bu zat, Efiâtun'un yazdığı üç faslı yeniden gözden geçirip tashih ve ikmal ile geri kalan kısmı yazmağa başladı. Bu arada yine bu tarzda olmak üzere Şehinşahnâme adlı bir eser yazıp III. Murad'a sundu. Lâkin Hünernâmeyi bir türlü ikmâl edemedi. III. Murad ölüp III. Mehmed tahta çıkınca yazdığı kısımlardaki hükümdar ismini değiştirerek yeni padişaha takdim ettiyse de bu hareketi azline sebep oldu. Yerine 1595 tarihinde Ta'liki - zade tâyin olundu. Lâkin, Hünernâmenin geri kalan kısmını Ta'likî - zâde'n'n tek başına ikmâl edemeyeceği anlaşıldığından Seyyid Lokman da ona yardımcı memur oldu. Böylece altı sene kadar birlikte çalıştılar. 1601 tarihinde Ta'likî - zâde'nin vefatı ü-zerine bu vazifeye Hasan Hükmî Efendi getirildi ve bu vazifeyi on sene müddetle ifadan sonra nişancılığa yükseldi. Yerine ise kimin tâyin edildiği meçhuldür. Bundan sonra 1663 senesinde Edirne'de bulunan IV. Mehmed'in şifahî emriyle Nişancı Abdullah Paşa vekayii yazmağa memur olduysa da bu yazış şehname tarzında olmayıp kronik şeklinde olduğundan bunlara Vak'anüvis denmeğe başlandı. (Bak. Vak'anüvis)M.Sertoğlu.
ŞEHNAMECİ (Bak. Şehname)M.Sertoğlu.
ŞEHNÂMENÜVİS (Bak. Şehname)M.Sertoğlu.
ŞEHREMİNİ Tanzimat devrine kadar saray ve hükümete ait tamirat ve bina işleriyle meşgul olan, Galatasaray! ile ibrahim Paşa sarayının yiyecek ve giyeceklerine, Eski ve Yeni sarayların, haremin maaş ve masraflarına bakan, sarayın vekilharçlığını yapan kimse. Sarayın Bîrun ricalindendi. (Bak. Bîrun). Divan hocalarından olup Fatih'in kanunnamesine göre teşrifatta defter emininden sonra ve reisül - küttabdan evvel gelirdi. Terfi ederse defterdar olurdu. Sonraları ehemmiyetleri azalmış, 1831 de ilga olunmuştur. (Bak. Mimarbaşı)M.Sertoğlu.
ŞEHRİZOR EYÂLETİ Osmanlı eyâletlerinden biri olup Şehrizol diye de anılırdı. On dokuz sancaktan ibaretti. Bunun altısı timar ve zeamet, geri kalanı yurdluk ve ocaklıktı. Ayrıca da beğlerin emrinde aşiretler bulunurdu. Timar ve zeamet erbabı beş yüz doksan kılıç olup cebeli'leriyle birlikte üç bin kişilik seferi bir kuvvet teşkil ederlerdi. Sancakları şunlardı: Şehrizor (msrkez), Erbil, Sürücek, Hezârmerd, Mergâve, Accur, Keşşaf, Şeh-ripazar, Pak, Nilitayri, Sipsrnicin, Ebrıı-man, Davudan, Perend, Bülekas, Cebeli-hamreyn, Zülcivareyn, Haririrudeyn, Ka-leigaziM.Sertoğlu.
ŞEHSUVAR - OĞULLARI (Bak. Dul-kadır - oğulları)M.Sertoğlu.
ŞEHTİYE Bir adı da şitye olan ve yalnız yelkenle hareket eden bir cins gemi. İlci direkli olup büyük ve küçük olmak üzere iki çeşitti. Küçükleri 23 - 27 zira, büyükleri 29 - 35 zira uzunluğunda idi. Büyükleri bazan üç direkli de olurdu. Şehtiyeler, uskunadan büyük, ağrıpardan küçüktü. Mevcudu 200 kadardıM.Sertoğlu.
ŞEHZADE Padişahların erkek evlâtlarına verilen isim. Bunlar, padişahların haseki, ikbal veya cariyelerinden doğarlardı. Çelebi Mehmed devrine kadar kendilerine Çelebi denirken, bundan sonra şehzade tâbiri yaygınlaşmıştır. Yeni doğan bir şehzadenin hizmetine usta denilen yirmi kadar genç kız tâyin edilirdi. Bir yaşında şehzade sütten kesilir ve o zaman kendisine Has odalılardan maiyet seçilirdi. İçlerinden en yaşlısı, şehzadenin Başmürebbisi olup adına Baş-lala denirdi. Bunun emri altındaki en kıdemli üç hadım ağasına lala unvanı verilirdi. Şehzadeler, beş altı yaşlarında tahsile başlarlar, on üç en dört yaşlarına vardıkları zaman ise sarayda ayrı bir daire tahsis olunurdu. Tahsil ile beraber kendilerine at ve silâh kullanmak da öğretilirdi. III. Mehmed zamanına kadar şehzadeler muhtelif sancaklara sancak beği olarak gönderilirdi. Bu suretle, idarî işlerde de yetişirler ve ilerisi için hazırlanırlardı. (Bak. Şehzade alayı). Padişah vefat ettiği zaman yerine geçen Şehzadenin diğer kardeşlerini öldürtmesi kanundu. Bu usulü tamamen terkeden IV. Mîhmad'dir. Onun zamanında, yani 1652 tarihinden i-tibaren şehzadeler öldürülmeyip sarayda şimşirlik denilen bir dairede hükümdarlık sıraları gelinceye kadar hapso-lunurîardı. Bu usul, Tanzimata kadar devam etmiştir. (Bak. Şimşirlik). Şehzadelerin doğumları veya sünnet düğünleri münasebetiyle pek büyük merasim yapılması âdetti. Şshzadelerden olan erkek çocuklara da şehzade adı verilirdi. Yalnız, saraya hapsolunduktan sonra tahta çıkıncaya kadar evlât sahibi olmalarına müsaade e-dilmezdi. Bu usul de Abdülâziz devrine kadar sürmüştürM.Sertoğlu.
Dostları ilə paylaş: |