Ahmed hulûSİ’de kavramlar


Siz olayları hep âfâkta düşünüyorsunuz. Oysa hep enfüste cereyan eden olaylar!



Yüklə 1,92 Mb.
səhifə10/20
tarix06.03.2018
ölçüsü1,92 Mb.
#44715
1   ...   6   7   8   9   10   11   12   13   ...   20

Siz olayları hep âfâkta düşünüyorsunuz. Oysa hep enfüste cereyan eden olaylar!.



TANRILAŞTIRILMAYA



VE TAPINILMAYA BAŞLANAN GÖK CİSİMLERİ

ÜZERİNE DERİN DÜŞÜNCEYE GİRDİ…

(“Burçlar”, İlâh değildir; Allah’ın varediş sistemi içindeki bir mekanizmadır ve bütün bu güçler Allah’ın İlim-İrade ve Kudretiyle meydana gelmektedir. “Burçlar”, insanın kaderi üzerinde rol oynamaz… Âlemdeki bütün varlıklar üzerinde tek hâkim ve mutasarrıf , yalnızca Allah’tır!)

"ASTROLOJİ" yani eskilerin deyişiyle "BURÇLAR İLMİ" denilen sistem, İDRİS Aleyhisselâm tarafından açıklandıktan sonra; derin düşünce yeteneğinden mahrum insanlar olayın kökündeki ve sistemdeki ana güçten perdelenerek; tesirlerini kesinlikle tespit ettikleri "BURÇLAR" ilmine sarılıp, her şeyin yaratıcısı ana kudret olarak yıldızları kabullendiler!..

Bu yanlış tespit, daha sonraları, dar görüşlü insanların, bu gök cisimlerini "TANRILIK TAHTINA" oturtmalarına; ve böylece birer tanrı kabul ettikleri gezegen ve burçlara tapınmaya kadar uzandı!..

Esasen her Nebinin getirdikleri, o toplum içindeki dargörüşlüler tarafından zaman içinde saptırılmış, sistem içindeki doğruluk noktasından kaydırılarak; lokalize doğruluk veya yerel doğruluk noktasına oturtulmak suretiyle deforme edilmiştir.

İşte, "BURÇLAR İLMİ"nin (astroloji) konusunu oluşturan "ALLAH'ın varediş sistemi içindeki bu mekanizma"nın yanlış kavranılması sonucu; gök cisimleri, toplumlar tarafından tanrılaştırılmaya başlanınca, bu kavramlar adına putlar yapılmaya başlanmış ve nihayet ayın, güneşin, yıldızların birer tanrı oldukları ve bunlara tapınılması görüşü o devir toplumlarına yerleştirilmiştir..

Böyle bir akış içinde iken insanlar, bu defa İBRAHİM Nebî gerçekçi düşünce yoluyla bu yıldızların, ayın, güneşin tanrı olduğu yolundaki iddiaların üzerine derin düşünceye girmiş ve bunların tanrı olamayacağı gerçeğine ulaşmıştır..

Bu eriştiği gerçek neticesinde de hâlini şöyle dile getirmiştir:

 -İnni veccehtu vechiye lilleziy fatıres semâvati vel ardı HANİFen ve ma ene minel müşrikin!. (En’am/79)

 -Muhakkak ki ben vechiymi (varlığımı), haniyf olarak, Semavat ve Arz’ın Fatırına tevcih ettim (teslim oldum)... Ve ben müşriklerden değilim (varlık kalmadı bende)”.

 "VECH" “yüz” anlamına gelir... Ama bildiğimiz “surat”, ya da “sima”, yani "sûret, olarak görünen yanımız" kastedilmiyor burada!. "İÇYÜZ"ümüzdür bahis konusu olan!..

Meselâ bir insan için deriz ki "ikiyüzlü"!.. Burada anlatılmak istenen "ikiyüz" nedir?... Diyelim ki , iki kişilik.. Ya da "binbiryüzlü" deriz... Yani, çok kişilikli, anlamına!...

"VECH", “kişilik yüzü” anlamına kullanılmaktadır burada... Buna, "mânevi yüz" de denebilir!... Keza, kişinin "düşünsel kişiliği" de demek uygundur... Ya da, başka bir ifade ile, "şuursal kişilik" de diyebiliriz!...

Öyle ise, İbrahim aleyhisselâmın "vechimi" deyişini, "düşünsel kişiliğimi" gibi anlayıp;

 -Düşünsel yapımla, O mânevi VARLIĞA döndüm ki, gökteki bütün yaratılmışların ve yeryüzündekilerin "FÂTIR"ı O'dur!..

 şeklindeki bu ifadeyi deşifre etmeye başlayabiliriz.



SEMÂLARIN VE ARZ’IN MELEKÛTUNU



(Derûnundaki, onları oluşturan kuvveleri)

SEYRETTİ


“KELİMELER” İLE İMTİHAN EDİLDİ

“Yıldız”… “Ay”… ”Güneş”…

Bilinç… Benlik… Akıl


  • BİLİNCİNİ,

  • DUYGUSALLIK KAYNAĞI OLAN BENLİĞİNİ

  • VE AKLINI DOĞARKEN GÖRDÜ…

Ve Allah’ı kavramada yetersiz kaldıklarını fark edip, (Tanrı objesiz olarak) “HER ŞEYİ YARATIŞ AMACINA GÖRE PROGRAMLAYARAK YARATAN”A (“Semâların ve Arz’ın Fâtır’ına) YÖNELDİ…

Şimdi gelelim önceki oturumda anlattığımız hikâyenin kökenine...

Arkadaşların pek çoğu İbrahim aleyhisselâmın olayını bilmiyor; bunu farkettik!.

H.....  

İbrahim aleyhisselâmın aya, yıldızlara, güneşe bakıp da ”benim Rabbim bu“ demesiyle ilgili Kurân‘daki âyetleri bize anlatır mısın lutfen?...

….

(En’âm/74-79)



Hani İbrahim, babası Azer'e: "Putları ilâhlar mı ediniyorsun? Doğrusu ben, seni ve topluluğunu apaçık bir sapıklık içinde görüyorum" demişti.

Böylece İbrahim'e, ikân sahibi olsun diye, semâlar ve arzın melekûtunu (derûnundaki, onları oluşturan kuvveleri) görecek basîreti veriyoruz (gözünün gördüğüyle eşyanın hakikatinden perdelenmesin diye).

Gece (bilgisizlik-cehl) onu bürüyüp örtünce bir yıldız (bilincini fark etti) gördü... "İşte bu Rabbim" dedi... Batınca da (hakikatini anlamada yetersiz kalınca): "Batanları sevmem" dedi.

Ay'ı (duygusallık kaynağı oluşu itibarıyla benliğini) doğarken gördü... "İşte bu Rabbim" dedi... Batınca şöyle dedi: "Yemin olsun ki eğer Rabbim bana hidâyet etmemiş olsaydı, elbette sapmışlar topluluğundan olurdum."

Güneş'i (Hakikati yaşatır umuduyla aklını) doğarken gördü... "İşte bu Rabbim, bu daha büyük" dedi... Batınca (aklın Allah'ı kavramada yetersizliğini fark edince) şöyle dedi: "Ey halkım, doğrusu ben sizin ortak koştuğunuz şeylerden berîyim."

"Muhakkak ki ben vechimi (bilincimi) hanîf (tanrı objesiz) olarak, semâlar ve arzın Fâtır'ına (her şeyi yaratış amacına göre programlayarak Yaratan'a) yönelttim... Ben müşriklerden değilim!" (En’âm/74-79)

……

Evet bu âyetleri okudunuz...



Şimdi soruyorum...

İbrahim aleyhisselâm gibi, tevhidin içinde olabilen, idrâkı "hanif" olmayı kavrayabilecek düzeyde beyne sahip, melekûtu seyretmiş (Kurân’daki okuduğunuz âyete göre) biri, gezegene-aya-güneşe bakıp da bu benim RABBİM der mi?...

Dikkat edin...

Niye İbrahim aleyhisselâm böyle düşündü; demedim!.

Lûtfen sorumu dikkatli OKUYUN!.

Kur’ân 'da anlatıldığı bu şekliyle, İbrahim aleyhisselâm böyle der mi?... Derse, bir Rasûl bunu diyecek kadar olabilir mi?...

Kur’ân ‘da yazılı olan bu?...

Demez ise, o zaman Kur'ân da yazılı olanları, yazılı olduğu gibi anlamayacak mıyız?...

Anlamayacak isek, bu defa nasıl anlamak durumundayız?...

Kur’ân eleştirisi yapan bir kaç ton insan, “Kur'ân hikâyelerle dolu” diyor...



Geceyi gündüze dönüştürür, gündüzü de geceye dönüştürür... Güneş'i ve Ay'ı işlevlendirmiştir... Her biri belirlenmiş bir sürece kadar akıp gider... İşte budur Allah, Rabbiniz! Mülk O'nun (Esmâ özelliklerinin seyri-açığa çıkması) içindir! O'nun dûnunda yöneldikleriniz (var zannettikleriniz) bir hurma çekirdeğinin zarına bile mâlik değildirler. (Fâtır/13)



İBRAHİM'E,



"ÂLEMLERİN RABBI"NA TESLİM DURUMDA

OLDUĞU FARK ETTİRİLMİŞTİ...



Hani Ona Rabbi: "Teslim ol" demiş, O da: "Âlemlerin Rabbine teslimim" demişti (İbrahim'e Âlemlerin Rabbine teslim durumunda olduğu fark ettirilmişti). (Bakara/131)



TANRILARDAN



(Allah dûnunda yönelilen objelerden)

UZAKLAŞIP RABBİNE YÖNELİP DUA ETTİ

(İbrahim) babasına demişti ki: "Ey babacığım... İşitmeyen, görmeyen ve sana hiçbir faydası olmayan şeye niçin tapınıyorsun?"



"Ey babacığım... Kesinlikle sende olmayan ilim, bende açığa çıktı! Bu nedenle bana tâbi ol, seni düzgün yola yönlendireyim."

"Ey babacığım... Şeytana kulluk yapma! Muhakkak ki şeytan Rahman'a âsi oldu."

"Ey babacığım... Ben, sana Rahman'dan bir azap dokunmasından, böylece (gelecek yaşamda da) şeytanın dostu (bedensellik sınırları içinde kalmış) olmandan korkarım."

(Babası) dedi ki: "Sen benim tanrılarımdan yüz mü çeviriyorsun, İbrahim? Yemin ederim ki eğer vazgeçmezsen, seni mutlaka taşlatarak öldürürüm... Uzun müddet benden uzak kal!"

(İbrahim) dedi ki: "Selâm üzerinde olsun. Senin için Rabbimden mağfiret dileyeceğim. Muhakkak ki O, bana çok ikramda bulunandır" dedi.

"Sizden de, sizin Allah dûnundaki yöneldiklerinizden de uzaklaşıp; Rabbime dua ediyorum. Rabbimin yönelişi ile mutsuz sona ermeyeceğimi umarım." (Meryem/42-48)



ALLAH DÛNUNDA YÖNELDİKLERİNDEN



UZAKLAŞINCA RABBİ, İSHAK VE YAKUB’U HİBE

EDİP, ONLARDA SIDDIKÎYET İLMİNİN YÜCE

ANLATIM KUVVESİNİ OLUŞTURDU

(İbrahim) onlardan ve onların Allah dûnundaki yöneldiklerinden uzaklaşınca, Ona İshak'ı ve Yakup'u hibe ettik... Hepsini Nebi oluşturduk!



Onlara rahmetimizden hibe ettik ve onlarda Sıddıkiyet (Hakikati yaşayarak tasdik) ilminin yüce anlatım kuvvesini oluşturduk. (Meryem/49-50)



TANRISALLIK VERDİKLERİNİ SAVUNMAYA



KALKIŞAN KAVMİNE KARŞI

HZ.İBRÂHİM'E VERİLEN KESİN KANITLAR



  • Kendisine ancak Rabbinin izniyle bir zarar erişebileceği gerçeği (Aslolan Rabbinin dilemesidir; Rabbi her şeyi ilmiyle kapsamıştır)

  • Kavminin Allah’a ortak koştukları aslı olmayan tanrılardan korkmamak (Çünkü Allah, onların tanrısallık verip savunduklarının tanrısallıklarına dair hiçbir delil inzâl etmemiştir. Bu nedenle de güvenilmeyi hak eden anlayış budur)

  • Doğru yolu bulanların, iman edenler ve imanlarını zulüm (gizli şirk) ile karıştırmayanlar olduğu gerçeği ( Bu nedenle güvende olma hakkı da onlarındır)

Halkı Ona karşı çıkıp, kanıt getirmeye (tanrısallık verdiklerini savunmaya) kalkıştı... (İbrahim) dedi ki: "Beni doğru yola hidâyet etmiş iken, Allah hakkında benimle tartışıyor musunuz? O'na ortak koştuğunuz şeylerden korkmam! Ancak Rabbimin dilediği şey müstesna (bana ancak Rabbimin izniyle bir zarar erişebilir)... Rabbim her şeyi ilmiyle kapsamıştır... Hâlâ düşünmüyor musunuz?"

"Hem, size (tanrısallıklarına dair) hiçbir delil inzâl etmediği şeyleri, Allah'a ortak koşarken hiç korkmadığınız hâlde; ben sizin ortak koştuğunuz aslı olmayan tanrılarınızdan nasıl korkarım?"... Eğer biliyorsanız (söyleyin), iki anlayışın hangisi güvenilmeyi daha hak etmiştir?

İman edenler ve imanlarını zulüm (gizli şirk) ile karıştırmayanlar... İşte güvende olma hakkı onlarındır... Doğru yolu bulanlar onlardır!

İşte bu, İbrahim'e halkına karşı verdiğimiz kesin kanıtımızdır. Kimi dilersek yüce mertebeler veririz! Muhakkak ki Rabbin Hakîm'dir, Alîm'dir. (En’am/80-83)



ALLAH,



İBRÂHİM'İ "DOST"(Halîl) EDİNDİ.

{Ona "Hullet makamı" yaşamı(Esmâ mertebesi kuvveleriyle tahakkuk-Kendi hüviyetinde, kendi vasıfları ile kendine ait mânâları seyretme) ihsan etti}

(Sünnetullah-Allah sistem ve düzeni) ne sizin kuruntularınıza ne de kendilerine daha önce hakikat bilgisi verilmiş (de onu değerlendirememiş) olanların kuruntularına göre değildir! Kim bir kötülük yaparsa onun sonuçlarını yaşar! (Artık bundan sonra da) Allah dûnunda olan ne bir hâmi ne de bir yardımcı bulabilir!

İman etmiş olarak erkek veya kadın, kimler hayırlı bir iş yaparlarsa, onlar cennete girerler, zerrece hakları kaybolmaz.

Muhsin olarak (varlığının Allah Esmâ'sının açığa çıkışıyla yaratıldığının idrakı içinde) vechinin, Allah için olduğunun teslimiyetinde olan ve hanîf olarak (tanrı kavramı olmayan-yalnızca Allah'a kulluk edilmekte olduğunun bilincinde) İbrahim milletine tâbi olanın din anlayışından daha güzeli ne olabilir ki! Allah, İbrahim'i Halîl edindi. (Ona "Hullet makamı" yaşamı ihsan etti. Bu konuda ek bilgi: El İnsan-ı Kâmil, Abdülkerim Ceylî, Abdülaziz Mecdi Tolun çevirisi. A.H.)

Semâlar ve arzda olan ne varsa Allah içindir (Esmâ ül Hüsnâ'sının işaret ettiği mânâların açığa çıkması için). Allah, şeyleri Esmâ'sından yaratmış olması sonucu Muhît'tir. (Nisa/123-126)



"İBRÂHİM MAKAMI"



  • Hullet makamı

  • Esmâ mertebesi kuvveleriyle tahakkuk makamı

  • "İnsanlar için kurulan ilk ev" (mabet)deki namazın yaşandığı yer

  • Musalla

  • Kendi hüviyetinde, kendi vasıfları ile kendine ait mânâları seyreden makam



İBRAHİM MAKAMININ DA OLDUĞU “İLK EV”E (“Mabet”e) DAHİL OLAN, GÜVENDE OLUR



İnsanlar için kurulan ilk ev (mabet) Bekke (Mekke'nin eski adı) içindedir ki âlemlere mübarek ve hidâyet kaynağı olmuştur.

Onda apaçık işaretler ve İbrahim'in makamı var. Kim Ona dâhil olursa güvende olur. Gitmeye imkânı olan herkese Beyt'i hac etmek, insanlar üzerindeki Allah hakkıdır. Kim (gücü yettiği hâlde) bunu inkâr ederse, muhakkak Allah âlemlerden Ganî'dir. (Âl-i İmran/96-97)

Biz Beyt'i (Kâbe-kalp) insanlara güvenilir sığınak yaptık! İbrahim makamını (Hullet makamı, Esmâ mertebesi kuvveleriyle tahakkuk makamı) musalla (namazın yaşandığı yer) edinin. İbrahim ve İsmail'e: "Beytimi; tavaf edenler, kulluğunu yaşamak için oraya kapananlar, rükû ve secdeyi yaşayanlar için arındırılmış olarak muhafaza edin" dedik.

Hani İbrahim şöyle demişti: "Rabbim burasını emin bir mahal kıl ve ehlini (nefslerinin hakikati olarak) Allah'a ve gelecekte yaşanacak sürece iman edenleri, yaptıklarının sonuçlarıyla rızıklandır." (Rabbi) dedi: "Kim (hakikati) inkâr ederse onu bile kısa bir zaman (dünya yaşamı) boyunca rızıklandırır, sonra da yanma azabına bırakırım." O ne kötü gerçekle yüzleşmedir! (Bakara/125-126)



“EL BEYT”İN



(Kâbe-kalp-şuurun 7.kat semâsı)

ANA DUVARLARINI YÜKSELTTİ…

VE HAC UYGULAMASININ ŞARTLARINI GÖSTERMESİ İÇİN DUA ETTİ!

Ve hani İbrahim, İsmail ile el BEYT'in (Kâbe-kalp-şuurun 7.kat semâsı) ana duvarlarını yükseltip (şöyle yönelmişti): "Rabbimiz, bizden kabul buyur, şüphesiz ki sen (varlığın hakikati olarak) Algılayan Alîm'sin."

"Rabbimiz bizi sana teslim olmuş kıl ve neslimizden de sana teslim olmuş bir topluluk oluştur. Bize menasıkın (hac uygulamasının şartlarını) göster ve tövbemizi kabul et. Muhakkak ki sen (Tevvab) tövbeleri kabul eden Rahîm'sin (sonucunda onun salt güzelliklerini yaşatansın)."

"Rabbimiz, onların içinde senin âyetlerini (âlemlerinde Esmâ'nın açığa çıkışını) onlara öğretip okutan, onlara Bilgiyi ve açığa çıkış sistemini (hikmeti) öğreten, onları arındıran Rasûl bâ's et (insanlara Hakikati bildiren Esmâ'nın açığa çıkmış sûretini oluştur)." Kesinlikle sen Azîz Hakîm’sin..” (Bakara/127-129)



ZÜRRİYETİNDEN (genetik özelliklerinden) BAZISINI, ALLAH’A YÖNELİŞLERİNİN GETİRİSİNİ(Salâtı ikâme) YAŞASINLAR DİYE



EL BEYT”İN YANINDA YERLEŞTİRDİ

Hani İbrahim şöyle dedi: "Rabbim, şu beldeyi emniyetli kıl... Beni de oğullarımı da tanrı edinilenlere tapınmaktan koru."

"Rabbim... Muhakkak ki onlar (tanrı edinilenler) insanlardan pek çoğunu saptırdılar... (Artık) kim bana tâbi olur ise, muhakkak ki o bendendir... Kim de bana isyan eder ise, muhakkak ki sen Gafûr'sun, Rahîm'sin."

"Rabbimiz... Muhakkak ki ben, zürriyetimden bazısını senin kutsal evinin yanında, ekin bitmez bir vadiye yerleştirdim... Rabbimiz, salâtı ikame (sana yönelişlerinin getirisini) yaşasınlar diye! (O hâlde) insanlardan bazı hakikati idraka açık olan şuur sahiplerini, onlara meylettir ve kendilerini ilim ve marifetlerden rızıklandır... Tâ ki değerlendirsinler, şükretsinler."

"Rabbimiz! Muhakkak ki sen gizlediğimizi de bilirsin, açığa çıkardığımızı da... (Zira) arzda ve semâda hiçbir şey Allah'a gizli kalmaz." (İbrâhim/35-38)



SALÂTIN YAŞANTISINI TALEP ETTİ!



"Rabbim, salâtı ikameyi (Esmâ hakikatine yönelişin getirisini yaşayanlardan) kıl, beni ve Rimden de (ikame edenler yarat)! Rabbimiz; duamı gerçekleştir." (Dikkat: İbrahim a.s. gibi bir Zât, salâtın ikamesini-yaşantısını talep ediyor; bu ne anlam taşır, derin düşünmek gerekir. A.H.)

"Rabbimiz, yaşam muhasebesinin ortaya serildiği süreçte, beni, ana-babamı ve iman edenleri mağfiret eyle!" (İbrahim/40-41)

İbrahim aleyhi’s-selâm’ın Kur’ân-ı Kerîm’de yer alan bu duâsı NAMAZ ile ilgili tek duâdır.

NAMAZI ikâme etmeyi hedef alan bu duâ, namazın hakikatına yönelmek isteyenlere özellikle tavsiye olunur.

Namaz vardır kılınır.

Namaz vardır ikâme olunur.

Namaz vardır içinden hiç çıkılmaz, dâimidir.

Biz namaz konusuna Abdülkâdir Geylânî Hazretlerinin yazmış olduğu -Risâlei Gavsiye’ isimli eserin şerhi olan "GAVSİYE AÇIKLAMASI" isimli kitabımızda; ve "8" numaralı "İslâm" kasetinde ve çok geniş olarak da "TEMEL ESASLAR" kitabımızda değindik. Arzu edenler namaz hakkında geniş ve derinlemesine bilgiyi buralarda bulabilir.

"Namaz dinin direğidir" uyarısı gereğince, Allah bize namaza gereken önemi vermeyi ve hakkını edâ edebilmeyi nasib etsin.

Tekrar ediyorum, namazın özüne ermeyi dileyenler, secdelerde bunu talep etsinler.



RABBİ O'NU(“Kelimeler” ile imtihan etti ve)



İNSANLARA "İMAM" KILDI...

Hani Rabbi (esmâ bileşimi hakikati) İbrahim’i bir takım birimlerle (karşılaştırıp onlara karşı düşüncelerini) imtihan etmişti de (yıldız-ay-güneş konularına verdiği cevapları hatırlayın), o da hakkıyla bu konularda değerlendirmelerini ortaya koyarak başarmıştı. Bundan sonra Rabbi: “Ben seni insanlara imam (ilmi nedeniyle kendisine uyulan) kılacağım” demişti. (İbrahim): “Zürriyetimden de” niyazında bulundu. Rabbi: “Sözüm kendine zulmedenleri kapsamaz” buyurdu. (Bakara/124)

"İBRÂHİM MAKAMI"NDA,

TAVAFTAN SONRA KILINAN MUTLAK NAMAZ

(Ahadiyyet`in zuhûru ile, ona ait hükmün yaşamı)



Tavaftan sonra mutlak namaz: Anlatılan vazifeleri yapan için Ahadiyyet`in zuhûru ile, ona ait hükmün yaşamıdır.

Bu namazın”İbrâhim makamı”nda kılınması: Hullet makamına işarettir.



HANİF OLARAK “TEK DİN”E



{Haniflik tabanlı fıtrat dinine-Din-i Kayyım’a (hep payidar, daim geçerli Sisteme)} YÖNELDİ!



ŞUURUMU



  • Düşünsel Kişiliğimi

  • Âşikâr olan varlığımı

  • İç yüzümü

  • Varlığımın projekte olduğu “Hakikat”imdeki esmâ mertebesi noktamı

“VARLIĞIN ALGILANAN SURETİNİN DERÛNUNDAKİ HAKİKAT NOKTASI”NA

  • Bilinç gözüyle-kalp gözüyle görünen o “Tek Vücud”a

  • Gökteki ve yerdeki bütün yaradılmışları dilediğince tasarlayıp sistematize eden-programlayan O Mânevi Varlığa…

  • “Allah Fıtratı”na…

  • Allah’ın esmâsının işaret ettiği özelliklerle tüm varlığı holografik gerçeklik sistemiyle programlı olarak var edişine…

  • “Haniflik tabanlı fıtrat Dini”ne

  • Varlığın oluşturulma programına…

  • Tek Din’e…

  • Tek bir yaratış sistemine…

  • Esmâ mertebesinin  “çok boyutlu tek kare resmi”ne…

YÖNELTTİM(Doğrulttum)

(Bir tanrıya tapınmaksızın-varlıkta ikinci bir yaratıcı düşünmeksizin-Allah’a şirk koşmaksızın, doğru iman işlevselliği ile)



ALLAH FITRATI

(Varlığın oluşturulma programı)> HER AN VE EBEDEN GEÇERLİ SİSTEM(Din-i Kayyım) GEREĞİ HER BİRİM, KENDİ HAKİKAT NOKTASINDAN(Rububiyet mertebesinden)



PROJEKTE OLUR!

Önce âlim anlayışıyla bir âyet meali:

Vechini hanif olarak (bir tanrıya tapınmaksızın, Allah’a şirk koşmaksızın, doğru iman işlevselliği ile) o tek Din’e doğrult! O Allah fıtratı’na ki, insanları onun üzerine yaratmıştır. Allah yaratışına tebdil (bedel) yoktur (fıtrat değişmez; açığa çıkarmayı dilediği özelliktir, özel bir ismi ve kemâlâtı vardır)... İşte bu (haniflik tabanlı fıtrat dini), Din-i Kayyım’dır (hep payidar, daim geçerli Sistem’dir)... Fakat insanların ekseriyeti bilmezler.” (Rûm: 30)

Şimdi de bu âyetin bizim seyrimize göre anlamı:

Vechini (holografik gerçeklik temelinde, hakikatindeki esmâ mertebesi noktanı, ki varlığın o noktadan projekte olmaktadır) Hanif olarak (varlıkta ikinci bir yaratıcı düşünmeksizin) O TEK DİN’e (TEK bir yaratış sistemine –Esmâ mertebesinin  “çok boyutlu tek kare resim” seyrine– yönelt!.. O Allah fıtratına (Allah’ın esmâsının işaret ettiği özelliklerle tüm varlığı holografik gerçeklik sistemiyle programlı olarak var edişine) ki, insanları da bu sistem üzerine (varlıklarında hakikat noktası mevcut olarak ve o noktanın projeksiyonu olarak) yaratmıştır.

İşte bu (her birimin kendi hakikat noktasından –rububiyet mertebesinden–  projekte olarak var oluşu) DİN-i KAYYIM’dır (her an ve ebeden geçerli sistemdir). Fakat insanların çoğunluğu bilmezler!

Vech”, varlığın algılanan suretinin derûnundaki hakikat noktasıdır ki, “ne yana dönersen vechullahı görürsün” uyarısı buna işaret eder. “Hanîflik” TEK bir dışında ikinci bir varlık kabul etmemektir. “Fıtrat”, varlığın oluşturulma programıdır; seyrimizdeki tespite göre. Allahu âlem!

Bu tür açılımlar çok derin nitelendiğine göre, artık bundan sonrası için, Nasreddin Hoca’nın yaptığı gibi, “bilenler bilmeyenlere anlatsın” deyip, yazıları kesmek en doğrusu… Ya da konuları hafifletmek lâzım… Öyle yapalım öyleyse...



İNSANLARA HACCI İLÂN ET!”

(Beytullah'a davet et!)

Hani biz İbrahim'e Beyt'in mekânını hazırlamıştık da: "Bana bir şeyi ortak koşma! Beytimi, tavaf edenler, (benlikleriyle) ayakta yönelenler ve secde (benliksiz) ile rükû edenler (boyun eğenler) için arındır!"

"İnsanlara haccı yaşamalarını ilan et (Beytullah'a davet et) ki yakın veya derin-uzak yollardan gelen her tür binek aracıyla sana gelsinler."

"Tâ ki kendileri yararına şahit olsunlar... Kendilerini rızıklandırdığımız kurbanlıkları kurban ederek, bilinen günlerde Allah'ın ismini zikretsinler... Artık onlardan yeyin ve fakir, muhtaç olanlara da yedirin."

"Sonra (nefslerinin) kirlerine son versinler, adaklarını yerine getirsinler ve Beyt-i Atik'lerini (şerefli-özgür ev'i) çok tavaf etsinler." (Hac/26-29)



OĞLU İSMAİL’İ KURBAN ETMESİ



(Kalbinden evlâd sevgisini kesip atması)

(İbrahim): "Rabbim, bana sâlihlerden hibe et!" (dedi).



Bunun üzerine Onu Halîm bir oğul ile müjdeledik.

(Oğlu İsmail) Onunla birlikte yürüme olgunluğuna ulaşınca, (İbrahim) dedi ki: "Ey oğulcuğum! Muhakkak ki ben seni uykuda görüyorum ve ben seni kurban ediyorum... Bak bakalım sen ne dersin bu işe?"... (Oğlu) dedi ki: "Ey babacığım... Emrolunduğun şeyi yap! İnşâAllah beni sabredenlerden bulacaksın."



İkisi de (hükme) teslim olup Onu (İsmail'i) yüzüstü yatırdığında...

Biz Ona: "Ey İbrahim!" diye seslendik.

"Gerçekten rüyanı doğruladın... Doğrusu biz muhsinleri (müşahedelerinde Hak'tan gayrı bulunmayanları) böylece cezalandırırız."

Muhakkak ki bu apaçık bir belâdır (öğretici, idrak ettirici deneyim)!

Ona, bedel olarak çok büyük kurban verdik.

Sonrakiler içinde, Onun anılmasını sağladık.

Selâm olsun İbrahim'e.

Muhsinleri (Allah'a görürcesine kulluk edenleri) böylece cezalandırırız.

Muhakkak ki O, iman eden kullarımızdandır. (Saffat/100-111)




Yüklə 1,92 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   6   7   8   9   10   11   12   13   ...   20




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin