Allah'ı Tanımak Kısaca Yazarın Hayatı



Yüklə 332,52 Kb.
səhifə4/22
tarix02.11.2017
ölçüsü332,52 Kb.
#28614
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   22

Başbakanlık


Benî Sadr'ın cumhurbaşkanlığından uzaklaştırılması ve Şehid Recaî'nin cumhurbaşkanı seçilmesi sonucu, Şehid Recaî'nin teklifiyle, başbakan adaylığı 1360 yılında meclise sunuldu ve yüce meclisin güvenoyu vermesi sonucu Bahüner başbakanlığa adanmış odu.

Şehid Başbakan Bahüner'in Ahlâkî Özellikleri


Şehid Başbakan Bahüner, ilim tahsil etme, sosyal aktivitelerde bulunma ve kültürel faaliyetlerindeki bitmez tükenmez yoğun bir enerjiye sahip olmakla birlikte, insani kemalata ve İslâm'ın tavsif ettiği güzel ahlaklara sahip olma hususunda da aynı azim ve aşk ile büyük bir efsor harcamaktaydı. Onun bu özelliklerini en iyi açıklayan, İran İslâm Cumhuriyeti'nin yüce rehberlik makamı olmuştur:

"…Şehid Bahüner, emsali çok az bulunan seçkin ahlaki özellikleri bulunmaktaydı. Şehid Mutahhari ve Şehid Behişti, onun ahlaksal özelliklerine karşı her zaman hayranlıklarını ifade ederlerdi. O yüce şahsiyet, çok büyük ve önemli işleri, herhangi bir paniğe kapılmadan, gayet rahat ve sabırlı bir şekilde yerine getirirdi. Derin düşünen, sabırlı, metin, az konuşan, ciddi, dolu, samimi, sadık ve sefalı bir insandı. Yazıları zevkli, edebi ve çok güzeldi. Hâsılı o değerli zat, seçkin ve emsali az bulunan bir insandı."

Şehid Başbakan Bahüner'in ahlaki özelliklerini en iyi bilenlerden birisi de, kendisiyle birlikte uzun yıllar Feyziyye Medresesi'nde aynı odayı paylaşıp, birlikte ders okudukları Hüccetü'l-İslâm Mehdevi Kenî'dir. Kenî, onunla ilgili şu görüşleri beyan eder:

"Genel olarak Şehid Bahüner'in yanına gelenlere karşı sergilediği tavır, gayet samimi ve candan tavırlardı. Hatta onun, insanın kendi kardeşinden daha yakın bir insan olduğunu söyleyebilirim. Konuşmaları hep mahremceydi. Bahüner, mümkün olduğu ölçüde namazlarını hep ilk vaktinde ve cemaat ile birlikte kılardı. Genelde akşam namazlarını, Feyziyye Medresesi'nde tertiplenen ve imamlığını Ayetullah Eraki'nin yaptığı cemaat ile birlikte eda ederdi. Öğlen namazlarını da genelde imamlığını Merhum Ayetullah Zencanî'nin yaptığı cemaat ile birlikte kılardı. Kendisiyle birlikte bulunduğum öğrencilik yılları içerisinde, birlikte sabah namazından sonra okumamız gereken bir dersimiz vardı. Bundan dolayı, sabah namazından sonra dersi almak için mescitte hazır bulunmamız gerektiğinden, her sabah namazı Ayetullah Maraşî Necefî'nin ya da Ayetullah Gülpayganî'nin arkasında kılıp, hemen sonrasında da derse iştirak ederdik.

Şehid Bahüner, teheccüd (gece) namazına karşı ayrı bir ilgi taşırdı. Camie-i Kebire ve diğer duaları okumaya karşı da hayli istekliydi. Yalnız kaldığı zamanlarda hep o duaları okurdu. Arkadaşları ile birlikte, Şehid Ba-hüner, genelde Cemkeran Mescidi'nin ziyaret adabına uymayı hiç ihmal etmezdi.

Genelde teheccüd (gece) vs. sünnet namazlarını kılmayı da ihmal etmezdi. Hatta kimi dostları, derslerden daha fazla sünnet amellere önem verdiğinden dolayı kendisini ikazda bulunuyorlardı. Fakat Şehid Bahüner, namaz ve duanın, insanın kalbini daha fazla ışıklandırdığını ve insan ile yaratıcısı arasında güzel irtibatlar sağladığını ileri sürerek, bu davranışından vazgeçmiyordu. Ayrıca gösterişlerden de hayli uzak duruyordu.

Rabbim makamını yüce kılsın! (Âmin)

Çevirenden Önsöz


Bismillahirrahmanirrahim

Beşerin yaratıldığı ilk günden bu yana, onunla birlikte var olan şeylerden birisi de, hiç kuşkusuz araştırma ve sırlara vâkıf olma duygusudur. Çünkü bu duygu, onun fıtratından kaynaklanmaktadır. Kimi dönemlerde insanoğlunun bu duygusuna ilgisiz kalışı, yaratılışın sırrını çözmesine engel olmuştur. Bu da insanın aklî ve fikrî gelişkinliğinin eksik ve sınırlı olmasından kaynaklanmaktadır.

Her şeyin kemalleşme kanununa tâbi olması gibi, insan aklı ve düşüncesi de bu kanuna tâbidir. İnsan, ilmî kariyerini ilerletip eksikliklerini geride bıraktığında, yaratılışın esrarengiz güçlerini araştırıp keşfetmesi, kendisine her şeyden daha fazla önem arz etti. Böylece kâinatın kitabını mütalâa etmek, ilim adamları için vazgeçilmez bir unsur oldu.

Yaratılışın en ufak veya büyük bir sırrını çözmek uğruna, tahammülü çok güç ve yıpratıcı birçok zahmetler insanı o faaliyetinden caydıramadı. Özellikle de günümüz ilim ve teknolojisinin sağlamış olduğu imkânlardan dolayı, yaratılışın kanun ve kurallarını keşfetmek için insanlarımız daha fazla gayret sarf etmektedirler. Sırrına vâkıf olmak istenilen konu, çok düşük ihtimalle sonuç verse veya hiç sonuç vermese dahi, uzun yıllar üzerinde durulup incelenmektedir.

Günümüz toplum idarecilerinin kendi toplumlarında birçok sıkıntıların var olmasına rağmen, halkının geçim refahını temin etmek için harcamaları gereken kapitalin bir bölümünü ilim yuvalarına tahsis edip, bilim adamlarının emrine vermeleri, iddiamızın en belirgin delillerinden biridir.

Ayrıca varlık âleminin çok küçük bir parçasını incelemek maksadıyla bilginlerin ömürlerinin yirmi-o-tuz yılını bu uğurda harcamaları, onları "ilmî çılgınlığın" had safhasına ulaştırmıştır. Örneğin küçücük bir karınca, arı, kuş veya balığın sırrına vâkıf olmak ve yaşadıkları âlemi keşfetmek için ömürlerinin büyük bir bölümünü bu yola adayan bilginlerin sayısı hiç de az değildir.

Bu durumlar, insanoğlunun yaratılış sırrını çözmeye vermiş olduğu önemin kanıtıdır.

Günümüz dünyasında insanlarımızın, tahammülü çok güç zahmetlere katlandığını ve milyonlarca insanın yaşantısını temin edebilecek maddiyatı, bir karıncanın sırrını çözmek uğruna sarf ettiğini göz önüne aldığımızda, aklımıza şöyle bir soru geliyor: Karıncanın yaşayış biçimini keşfetmenin, malumatımızı artırıp görüş ufkumuzu fazlalaştırdığında kuşku yoktur. Bilmemizin yararları vardır; fakat bilmememizin zarar vereceğini de kimse söyleyemez. Ayrıca hayatımız üzerinde önem-li bir etkiye sahip olmadığı da muhakkaktır.

Oysaki bizler ile her zaman ve her yerde birlikte olan ve hayatımızı yönlendiren, her şeyimizin sahibi olan, tanımamızın ve bilmemizin çok yararlı, bilmememizin ise pek çok zararları olacağı Kâinatın Yaratıcısı'nı tanımak hakkında araştırma yapmak için acaba vaktimizin bir kısmını ona ayırmamız gerekmez mi?

İnsanoğlu genelde kendisiyle uzaktan yakından ilgisi olan ve kendi yaşantısı üzerinde etkisi bulunan her şey hakkında araştırma yapıp, mütalâada bulunmaktadır. Beşerin ilim ve sanayi dalında ilerlemesine vesile olan şey de, işte bu gibi araştırmalardır.

Elimizin ulaştığı ve imkânlarımızın elverdiği ölçü-de, dünyanın geçmişteki insanlarının çeşitli ırk, dil, ta-rih ve yaşantı biçimleriyle ilgili incelemeler yapıp malûmatlar elde etmekteyiz. O gibi malûmatları elde etmek için de birçok zahmetlere katlanmaktayız. Niçin? Çünkü onların az da olsa bizlerle irtibatı vardır.

O hâlde "Kâinatın Yaratıcısı"nın -ki bizlerin ve tüm yaratılmışlar âleminin varlığı O'ndan kaynaklanmaktadır- türlü türlü nimet ve imkânları bizlerin emrine vermesine ve bizler ile her an irtibatlı olmasına rağmen, bu "Yaratıcı"nın acaba küçücük bir karınca kadar da mı bizim üzerimizde bir hakkı ve kaderimizde bir payı bulunmamaktadır?

Oysaki bizlerin hayalî birtakım irtibat ve ilişkilerden dolayı (örneğin tarih öncesi medeniyetlerin bizlerle ne gibi ortak yönlerinin bulunması vb. konulara) öylesine alaka gösterip geniş çaplı araştırmalar yapmamıza karşın, biz yaratıklar ile bu kadar yakınlığı olan ve her şeyimizin kendisinden kaynaklandığı Yüce Yaratı-cı'ya bu denli alakasız kalmamız, akıl ve mantığımıza ne derece uygun gelmektedir?

Hâlbuki bu Yüce Yaratıcı'yı tanımak ve bilmek için ne öylesine fazla maddî masraflar gerekir, ne de bir karıncayı ve dünyasını tanımak uğruna sarf edilen bir ömür ve zahmetler…

O'nu tanımak, yalnızca biraz fıtratın sesine kulak vermeyi ve tefekkürde bulunmayı gerektirir. Bizleri bu sahada en güzel şekilde düşündüren ve bizlere doğru fikir veren şey; Yaratıcı'nın, Peygamberi (s.a.a) vasıtasıyla gönderdiği ve kendisini tanıtan kitabı Kur'ân'dır. Başka hiçbir şey Allah'ı Kur'ân gibi doğru bir şekilde izah edememiş, tanıtamamıştır.

İşte Şehid Başbakan M. Cevad Bahoner, kaleme almış olduğu bu kitabında hem Kur'ân ayetlerine dayanarak, hem de ilmî delillerle ve mantığa dayalı olarak, Allah'ın varlığını güzel bir şekilde izah etmiştir.

Bu kitap, 100.000 adet olarak basılmış ve tüm İran ilim yuvalarında dağıtılmış, özellikle de genç Müslümanların istifadelerine sunulmuştur.

Genç Müslüman kardeşlerimizin de bu güzel kitaptan yararlanıp, bu güçlü inançlarıyla, zahiren güçlü gözüken, fakat aslında bir "hiç" olan küfrü söküp atmalarını ümit ederiz.

Kevser yayınları ile Değerler Yayınları'nın birlikte çıkarmış olduğu bu değerli eser, ülkemizdeki Müslümanlara faydalı olacaktır inşallah.

Size ve inananlara selâm olsun…

 

Hasan Kanaatlı



15.07.2008


Yüklə 332,52 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   22




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin