3.1.8. Küreselleşmenin Getirdiği Sorunlar
Kısmen ılımlı eleştiriler yanında, küreselleşme kavramına getirilen daha ağır eleştiriler de bulunmaktadır. Bir görüşe göre küreselleşme olgusu; kapitalist üretimi, ticareti ve finansman ağını geliştirip değiştirdiği gibi, krizleri de geliştirip hızlandırmakta ve yaygınlaştırmaktadır. Üretimin küreselleşmesi, dünyayı dev bir fason üretim merkezi haline getirmiştir. Buna bağlı olarak küreselleşme, kapitalist üretim ilişkilerinin tüm dünyayı kapsayan ve en ücra köşeleri bile kapitalist ilişkiler içine alan bir süreci temsil etmektedir (Keser, 1999:4).
Thelen ve Kume (2000), küreselleşmenin çoğu kez sermaye hareketliliği olarak anlaşılan güç dengesini kesin olarak işverenlerden yana değiştirmiş olduğunu ifade etmektedir (Thelen ve Kume, 2000:278). Uluslararası sermaye, küreselleşme doğrultusunda hedeflerine ulaşabilmek için, öncelikle çalışan kitleleri korumasız ve savunmasız bir konuma sürüklemektedir (Mutioğlu, 2002:194).
Küreselleşme sürecinin ortaya çıkardığı temel sorunlardan bir diğeri, ekonomik olduğu kadar politik alanda da ulus-devletlerin bağımsız özneler yani kendi başlarına anlamlı toplumsal birimler olmaktan çıkmalarıdır. Küreselleşme, insanların ulusal aidiyetlerini işlevsizleştirmektedir. Eğitim, sağlık, sosyal güvenlik gibi kamu hizmeti sayılan birçok faaliyet alanının özel işletmeciliğe devredilmekte olması, bunun somut göstergesidir (Aren, 1998:201).
Küreselleşme sürecinde dünyada, vasıfsız işgücü arzının toplam talebi aşacağı düşünüldüğünden, düşük vasıflı nüfus kesimlerinin bu süreçten olumsuz etkileneceği görülmektedir. Böylece, "zenginlik ve bilginin küreselleşeceğinden, yoksulluk ve cehaletin ise yerel kalacağından endişe edilmektedir (Çelik, 2000:188).
Dünya çapında dev firmalara ev sahipliği yapan, gücü ve denetimi elinde tutan zengin ve refah düzeyi yüksek olan ülkelerce konulanı kurallar, zayıf ve fakir ülkeler için her açıdan uyulması zorunlu, kaçınılmaz kurallar haline gelmektedir. Kısacası, ekonomi her ne kadar küreselleşmişse de, ekonomik kural koyma (gücü) küreselleşmemiştir (Kurtulmuş, 2001:132). UNDP’nin 1996 yılı İnsani Gelişme Raporu’na göre; son 30 yılda dünya nüfusunun en zengin ve en yoksul % 20’si arasındaki fark 30 kattan 60 kata çıkmıştır. Dünyanın en zengin 358 milyarderi, dünyanın % 45’inin sahip olduğu kaynağa sahiptir. ABD’de en zengin % 1’in sahip olduğu servet ve kaynaklar 1975 yılından bugüne % 20’den % 36’ya çıkmıştır (De Jonge, 1998:14). Yine, Birleşmiş Milletlerce 1999 yılında yayımlanan gelişme raporunda; küreselleşmenin fakir ve zengin ülkeler arasındaki uçurumu daha da büyüttüğü ve dünya ekonomik ve kültürel pazarlarında Amerikan egemenliğinin daha da artmasına yol açtığı belirtilmektedir. Bu raporda, en zengin ülkede yaşayan bir kişi ile en fakir ülkede yaşayan diğer bir kişi arasında 1985’te 76 kat olan ortalama gelir farkının, 1997’ye gelindiğinde yaklaşık üç kat artarak 228 kata çıktığı vurgulanmaktadır (Kurtulmuş, 2001:132).
Küreselleşmeden yararlanan ülkelerde de eşitsizlikler artmaktadır. Örneğin, 1975-1995 döneminde Amerikanın zenginliği % 60 artarken, bu artış nüfusun yalnızca % 1'lik bir kısmına yaramıştır (Yıldırım, 2000:74).
1990’ların başlarından bu yana birçok ülkede gelir dağılımı, 1980’li yıllara göre daha da kötüleşmiştir. Smeeding (1997), eşitsizliğin en düşük Finlandiya, İsveç, Norveç gibi İskandinav ülkelerinde ve Belçika, Danimarka, Lüksemburg gibi Kuzey Avrupa ülkelerinde gerçekleştiğini hesap etmiştir. Bu ülkeleri Yeni Zelanda, Kanada, Japonya, İspanya, İsrail, İtalya, Almanya, Avusturya, İsviçre, Fransa gibi Merkez ve Güney Avrupa ülkeleri izlemektedir. Awad ve Israeli (1997) Smeeding’in görüşüne katılmamaktadır. Onlara göre, 1980’li yıllar boyunca endüstriyel ülkeler üç gruba ayrılmıştır: Eşitsizlik derecesi en çok olan ABD, İsrail, İtalya, Avustralya gibi birinci gruptaki ülkeler, eşitsizlik derecesi daha iyi olan İngiltere, Fransa, Kanada, Hollanda, Almanya gibi ikinci gruptaki ülkeler ve en adil gelir dağılımına sahip Belçika, Norveç, İsveç gibi üçüncü gruptaki ülkeler. 1990’lı yıllar boyunca bu sınıflandırma az da olsa değişmiştir. İngiltere ve Fransa birinci gruba dahil olurken, İtalya ikinci gruba yükselmiş ve üçüncü grup değişmemiştir (Martini, 1999:361).
Küreselleşme sürecine paralel olarak yaşanan kamu politikalarındaki dönüşüm, dünya genelindeki gelir eşitsizliğini artırmıştır. Human Development Report 2001’e göre; en zengin % 10 ve en yoksul % 10 arasındaki gelir farkı, hem döviz oranı hem de satın alma gücü paritesine göre yükselmiştir. Döviz oranı ölçümüne göre olan artış % 76.2 olurken, satın alma gücü paritesine göre olan artış ise % 7.5’tir (UNDP, 2001:19).
Genel bir kural olarak, gelir dağılımının endüstrileşmiş ülkelerde (Japonya, ABD gibi) az gelişmiş ülkelere göre (Honduras gibi) daha adil olduğu söylenebilir. Gelir dağılımı aynı zamanda, merkezi planlı ekonomilerde (Çin ve dağılmadan önce Sovyetler Birliği’nde) kapitalist ülkelere göre daha adildir. Bunun nedenleri arasında, servetin merkezi planlı ekonomilerde daha az yoğunlaşması ve ücret eşitsizliklerinin daha az olması sayılabilir (Ragan and Thomas, 1993:886).
Rodrik (1997); küreselleşme sürecinde ciddi bir ikileme düşüldüğünü belirtmektedir. Küreselleşme, hükümetlerin talebe etkin bir şekilde yanıt verme yetilerini sınırlarken, sosyal güvenlik talebini eş zamanlı olarak artıracaktır. Sonuçta, küreselleşme derinleştikçe sosyal uzlaşmanın sağlanması yerli piyasaların korunmasını gerektirecektir (Rodrik, 1997:26).
Küreselleşmenin, tüm insanlığın ortak yararını sağlamaya yönelik bir küreselleşme olmadığı, tersine ulus-ötesi firmaların çıkarlarını koruyan bir küreselleşme görüldüğü yönündeki eleştiriler yükselmeye başlamıştır. Dünya Ticaret Örgütü (WTO) de bu süreçte, ulus-ötesi firmaların lehine faaliyet gösteren bir kurum olarak eleştirilmeye başlanmıştır (Kurtulmuş, 2001:132).
Küreselleşme ile birlikte, ülke içinde ve ülkeler arasıda büyüyen eşitsizlikler aynı zamanda sosyal kalkınma sürecini de engellemektedir. Uluslararası borçlar, ticaretin ve yatırımların liberasyonu politikaları, mali sınırlamaların kaldırılmasına yönelik baskılar, resmi kalkınma hizmetlerinin aksatılması ve sermaye hareketlerinin liberasyonu küresel ekonomide dengesizliği artırmıştır (Çağatay, 2000:3).
Aşağıdaki Çizelge 3’de; Uzakdoğu bölgesindeki Asyalı yöneticilerin yanıtlaması sonucu elde edilen, küreselleşmenin ülkelerindeki sosyal gerilimi artırıp artırmadığına ve küreselleşmenin sağladığı yararların topluma eşit olarak dağılıp dağılmadığına ilişkin soruların yanıtlarından oluşturulan yüzdelik oranlar verilmiştir.
Çizelge 3: Küreselleşme ve Toplumsal Gerilim
|
Küreselleşme Ülkenizdeki Sosyal Gerilimi Artırıyor mu?
|
Küreselleşmenin Yararları Toplumunuza Eşit Olarak Dağılıyor mu?
|
|
“Evet” Diyenlerin Oranı
|
“Hayır” Diyenlerin Oranı
|
Endonezya
|
83.3
|
88.9
|
Filipinler
|
77.3
|
95.5
|
Tayland
|
76.9
|
92.3
|
G. Kore
|
63.2
|
78.9
|
Avustralya
|
60.0
|
40.0
|
Japonya
|
44.4
|
51.9
|
Tayvan
|
36.0
|
60.0
|
Singapur
|
30.8
|
57.7
|
Hong Kong
|
28.6
|
65.0
|
Malezya
|
17.4
|
77.3
|
Kaynak: Demirer, G., et al., 1999, s. 225.
Yukarıdaki Çizelge 3’ten de görüldüğü gibi; Uzakdoğu bölgesindeki yöneticiler, genel olarak küreselleşme sürecinin ülkelerindeki toplumsal gerilimi artırdığını düşünmektedir. Aynı şekilde; bu yöneticilerin büyük bir çoğunluğu, küreselleşmenin yararlarının toplumlarına eşit olarak dağılmadığı şeklinde görüş bildirmişlerdir.
Küresel piyasalar ile toplumsal istikrar arasındaki gerilimin üç temel nedeninden söz edilebilir: i- Uluslararası sınırları aşabilen gruplarla aşamayan gruplar arasındaki asimetrinin keskinleşmesi, ii- Küreselleşme sürecinde ülkelerin, hem kendi içinde, hem de ülkeler arasında uygulanacakları kuralların gerilim ve çatışma yaratması, iii- Küreselleşmenin, hükümetlerin sosyal güvenlik hizmeti vermesini giderek zorlaştırması. "Küreselleşen ekonomiden faydalananlar ile faydalanmayanlar, ortaya çıkan ekonomik değeri paylaşanlar ile paylaşmayanlar ve bunun risklerini dağıtanlar ile dağıtamayanlar arasında bölünmeler yaşanmaktadır" (Kurtulmuş, 2001:133).
Küreselleşme sonucunda, bir ülkede veya bölgede yaşanan ekonomik kriz, çok kısa bir süre içinde diğer ekonomileri de etkilemekte, krizler küresel bir boyut kazanmaktadır (İyibozkurt, 1999:73). Tulay ve Erdönmez (1998) de bu görüşe katılmaktadır. Mali piyasaların giderek bütünleştiği bugünün dünyasında, herhangi bir ülkenin mali piyasasında meydana gelen istikrarsızlık, uluslararası mali piyasalarda zincirleme şekilde istikrarsızlıklara, hatta ekonomik krizlere neden olabilmektedir (Tulay ve Erdönmez, 1998:1).
Küreselleşme, dünyayı kendi içinde bütünleşmiş bir sistem olarak varsaymaktadır. "Böyle bir dünya, gelişmiş ve gelişmekte olan toplumlar olarak iki parçaya bölünüyorsa ve bu parçalar arasında giderek artan eşitsizlik varsa, çatışmanın yaşanılması kaçınılmazdır" (Şaylan, 1995:165).
Dünya Bankası Başkanı James Wolfensohn bu noktada,, küreselleşmeden kaynaklanan sorunların çözümünde birinci ve üçüncü dünya ülkeleri arasında iletişim eksikliği olduğunu ve bunun giderilmesi için sürekli başarısız adımların atıldığını vurgulamaktadır. Dünya genelinde küresel ekonomiden ve gücün belirli noktalarda odaklanmasından olumsuz etkilenen insan sayısı oldukça fazladır. Wolfensohn’a göre bu rakam bir milyar dolayındadır. Dünya Bankası Başkanı’na göre küreselleşme konusunda seçim hakkı bulunmamaktadır. Yapılması gereken bu sistem içerisinde zarar görenlere yardım etmektir (Wolfensohn, 2001:11). Doğaldır ki, yukarıda kastedilen üçüncü dünya kavramı, ikinci dünya diye bir şey kalmadığı için anlamını yitirmiştir. Bu bağlamda Birleşmiş Milletler tarafından kullanılan kuzey-güney ayrımı, eşitsizlikleri ve karşıtlıkları açıklamak için daha anlamlı görünmektedir.
Genel olarak küreselleşmenin; bölgesel eşitsizlikleri artıran ve derinleştiren, küresel düzeyde çevresel sorunları genişleten, işgücü açısından kazanılmış sosyal hak taleplerinden geri adım atılmasına yol açan etkileri bulunmaktadır. Dünya Bankası bile, artan dünya ticaretine karşın gelişmiş ve gelişmekte olan bölgeler arasında yaşanan eşitsizliğin kapanması bir yana, arttığına işaret etmektedir. Ayrıca, küreselleşmeye uyum sağlamaya ve ekonomilerini dışa açmaya çalışan ülkelerde büyüme ve istikrarın da garanti olmadığı görülmektedir (Koray, 2002:202).
Küreselleşmenin amaçlarından olmayan gelir dağılımı ve sektörel rekabet ise, günden güne bozulmakta ve gelişmekte olan ülkelerin ekonomilerini olumsuz yönde etkilemektedir (Apak, 2002:190).
Görüldüğü üzere, küreselleşme kavramına yönelik eleştiriler birkaç noktada odaklanmaktadır. Bunlar; i- Bizzat küreselleşme kavramına yönelik eleştiriler, ii- Küreselleşmenin aslında kapitalist ideolojinin değişen yüzü olduğuna dair eleştiriler ve iii- küreselleşmenin sendikalara ya da işgücü piyasasına karşı bir tavır olduğu yönündeki eleştirilerdir (Keser, 1999:4).
Küreselleşme sürecinden; tarım kesiminden beslenen küçük üretici ve tüccar, sanayi toplumunun mavi yakalı işçileri, hizmet sektöründe fazla bilgi ve beceri gerektirmeyen işlerde çalışanlar, kapasiteleri sınırlı kamu çalışanları, sosyal yardımlarla geçinenler, marjinal işlerde çalışanlar, işsiz olanlar gibi geniş kitleler olumsuz etkilenmektedir (Çelik, 2000:190).
Küreselleşme süreci ile ilgili olarak özetle şunlar söylenebilir: Küreselleşme, kapitalist üretim tarzının dünya genelinde yayılma sürecidir. Bu süreçten sürekli yarar sağlayan kişiler, kesimler ve hatta ülkeler bulunmaktadır. Ancak, bunun yanında sürecin dışladığı grup ve kişiler çok daha fazladır ve bunlar, her geçen gün daha büyük bir kayba uğramaktadır. Kaybedenlerin bu kadar çok olduğu bir sürecin devamının sosyal huzursuzluklar, suç oranında artış ve şiddeti beraberinde getirmesi kaçınılmazdır. IMF ve Dünya Bankası gibi kuruluşların iddia ettiği gibi ekonomide küreselleşme çağın gereği ve teknolojinin zorunlu sonucu değildir. Metropol sermayesinin istikrarlı kar oranları elde edememesi sonucunda başvurmak zorunda kaldığı riskli bir yatırım yöntemidir (Somçağ, 2001:156).
Dostları ilə paylaş: |